3 Eylül 2014 Çarşamba

DÖNÜŞ ÜSTÜNE

Tatil bitti, geriye döndüm! Bayrama kadar özlemle dolu günler başladı yani. Giderken filtresi elimde kalan, su boşaltamayan makinem ve tez bitince nasılsa taşınacağım, taşınırken daha öncekini de nakliyeciler oraya buraya çarpmıştı diye yenisini almamam, lojmanda bu yıl kalmaya devam edip edememe durumu, tez için veri toplama telaşının devamı (ne uzun sürdü Yarabbi!), okul açılana kadar elimize geçmeyip okulun ilk günü elime tutuşturulacak ders programının ne olacağı endişesi, 2 aydır boş olan evi temizleme... Yuvadan (yuvaya değil!) dönüş, tüm yetişkinlik sorumluluklarını sırtlanmak demek benim için anlayacağınız.

Sorumluluklar yüklenmek, bu sorumlulukların üstesinden gelmeye çalışmak zor da olsa güzel yine de. Hayat hep tatildeki gibi olsa, babam çayı demlese, annem kahvaltıyı hazırlasa şeklinde geçmez hayat! Farkındayım. Tatilde de yapacaklarımın listesini düşünüp kafamı yorsam da, eyleme geçmeme lüksüm vardı, galiba bunu arıyorum. Ailemin özlemiyle birleşince, tatilin bitmesi zor geldi. Yıllardır aynı ruh haliyle başlıyorum yeni eğitim-öğretim yılına. Alıştım ama kanıksayamadım. Ben kolay kolay kanıksayabilen  biri değilim ne de olsa. İnsanları da, olayları da!

DÖNÜŞ ÜSTÜNE

Tatil bitti, geriye döndüm! Bayrama kadar özlemle dolu günler başladı yani. Giderken filtresi elimde kalan, su boşaltamayan makinem ve tez bitince nasılsa taşınacağım, taşınırken daha öncekini de nakliyeciler oraya buraya çarpmıştı diye yenisini almamam, lojmanda bu yıl kalmaya devam edip edememe durumu, tez için veri toplama telaşının devamı (ne uzun sürdü Yarabbi!), okul açılana kadar elimize geçmeyip okulun ilk günü elime tutuşturulacak ders programının ne olacağı endişesi, 2 aydır boş olan evi temizleme... Yuvadan (yuvaya değil!) dönüş, tüm yetişkinlik sorumluluklarını sırtlanmak demek benim için anlayacağınız.

Sorumluluklar yüklenmek, bu sorumlulukların üstesinden gelmeye çalışmak zor da olsa güzel yine de. Hayat hep tatildeki gibi olsa, babam çayı demlese, annem kahvaltıyı hazırlasa şeklinde geçmez hayat! Farkındayım. Tatilde de yapacaklarımın listesini düşünüp kafamı yorsam da, eyleme geçmeme lüksüm vardı, galiba bunu arıyorum. Ailemin özlemiyle birleşince, tatilin bitmesi zor geldi. Yıllardır aynı ruh haliyle başlıyorum yeni eğitim-öğretim yılına. Alıştım ama kanıksayamadım. Ben kolay kolay kanıksayabilen  biri değilim ne de olsa. İnsanları da, olayları da!

27 Ağustos 2014 Çarşamba

22

Minnoş'un 22. ayını sürdüğü bu günlerde (ay dönümü kutlamalarına devam,  gelsin her bahaneye üflenen mumlar!)  ve çok daha öncesinde, bizim ahalide benim de tam, günü gününe hem de, 22 aylıkken kardeş sahibi olup "abla" payesi edinmemi konuşur olduk. Ne kadar küçük, savunmasız, ilgiye muhtaç olduğuna bakıp bakıp, her anını daha da ilgiyle gözlemleyerek kardeşimle aramızdaki yaş farkının azlığının herkese haksızlık olduğuna kanaat getirmiş bulunduk. 

Özellikle annem, beni o yaşta istemeden de olsa abla yaptıkları için bana haksızlık ettiğine karar vermiş durumda. Torununun bu yaşta ağabey olma ihtimalini düşünüp bu ihtimali korkunç bulmakta, büyük olanın daha çok ihmal edileceğini düşünüp üzülmekte yani. Ben o yaşlarda, derdini anlatan bir bebe-çocukmuşum, o yüzden Minnoş ile kıyaslama yapmaya başlamadan kardeşler arasındaki 22 aylık fark ona çok da az gelmezdi. Şimdi önünde  daha somut bir örnek dururken fark daha çarpıcı geldi.

Biz de, merdivenli ve sobalı bir evde, bugünün teknolojisi olmadan, başkasından da yardım almadan 2 çocuğa bakmak durumunda olduğu için kendimizi onun yerine koyup eski hallerine acımaktayız. Karşılıklı empatiyi açmış bir sempati hali yani. 

Abla olmaktan yana bir sıkıntım olmasa da, illa çoğalma ihityacı duyuluyorsa (bizimkilerinki bilinçli olmamış o yaşlardaki hemen herkesinki gibi) çocuklar arasındaki yaş farkının anne- babayı da, çocukları da mağdur etmemesi gerektiğine inanıyorum. Tam 2 yaş krizi evrelerinde bir kardeş sahibi olmak, bende mutlaka izler bırakmıştır. Titizlikle hatta obsessiflikle eleştirildiğimde kendimi böyle savunuyorum:) 

22

Minnoş'un 22. ayını sürdüğü bu günlerde (ay dönümü kutlamalarına devam,  gelsin her bahaneye üflenen mumlar!)  ve çok daha öncesinde, bizim ahalide benim de tam, günü gününe hem de, 22 aylıkken kardeş sahibi olup "abla" payesi edinmemi konuşur olduk. Ne kadar küçük, savunmasız, ilgiye muhtaç olduğuna bakıp bakıp, her anını daha da ilgiyle gözlemleyerek kardeşimle aramızdaki yaş farkının azlığının herkese haksızlık olduğuna kanaat getirmiş bulunduk. 

Özellikle annem, beni o yaşta istemeden de olsa abla yaptıkları için bana haksızlık ettiğine karar vermiş durumda. Torununun bu yaşta ağabey olma ihtimalini düşünüp bu ihtimali korkunç bulmakta, büyük olanın daha çok ihmal edileceğini düşünüp üzülmekte yani. Ben o yaşlarda, derdini anlatan bir bebe-çocukmuşum, o yüzden Minnoş ile kıyaslama yapmaya başlamadan kardeşler arasındaki 22 aylık fark ona çok da az gelmezdi. Şimdi önünde  daha somut bir örnek dururken fark daha çarpıcı geldi.

Biz de, merdivenli ve sobalı bir evde, bugünün teknolojisi olmadan, başkasından da yardım almadan 2 çocuğa bakmak durumunda olduğu için kendimizi onun yerine koyup eski hallerine acımaktayız. Karşılıklı empatiyi açmış bir sempati hali yani. 

Abla olmaktan yana bir sıkıntım olmasa da, illa çoğalma ihityacı duyuluyorsa (bizimkilerinki bilinçli olmamış o yaşlardaki hemen herkesinki gibi) çocuklar arasındaki yaş farkının anne- babayı da, çocukları da mağdur etmemesi gerektiğine inanıyorum. Tam 2 yaş krizi evrelerinde bir kardeş sahibi olmak, bende mutlaka izler bırakmıştır. Titizlikle hatta obsessiflikle eleştirildiğimde kendimi böyle savunuyorum:) 

21 Ağustos 2014 Perşembe

KUZENDEN ARKADAŞLIK TEKLİFİ ALMAK

Biliyorsunuz ders esnasında prof. istedi diye açıp, akıllı telefon almama inadından Kelimelik oynadığım tek mecra diye kapatmadığım bir  FB hesabım var. Gelen arkadaşlık isteklerine de gerçekten görüştüğüm biriyse onay verdim bu güne dek. 

Bugün, kuzenim FB yoluyla (Fenerbahçe değil, Facebook haliyle:) arkadaşlık isteği göndermiş bana. Onay verdikten sonra, bir süre ciddi ciddi düşündüm Gerçekten arkadaş mıyız?" diye. Kendisi, teyzemin kızı, benden 2 ay küçük. Anneannemlerde ortak kutlama yapıp fotoğraflanmışlığımız var 2 yaş hatırası. Aramızda, bu kadar az yaş farkı olmasına rağmen hep bir mesafe oldu. Dayımın kızlarıyla bizler yani kardeşlerim ve ben; gerçekten, paylaşarak, konuşarak, dilediğimizi çekinmeden söyleyerek, birbirimize kırılmadan geçen ve bu güne gelen bir ilişkimiz varken, tüm kuzenler onunla ilişkimizde çekimser kaldık. Verilen sırları ortalığa saçar, kendi sırlarının sımsıkı tutulacaklarından emin paylaşırdı. Kardeşleriyle bile aylar süren darılmaları, kırılmaları olurdu, rahmetli teyzem toparlardı durumu. Şimdi evin büyük çocuğu olarak kalmışken, toparlayacak bir anne de olmayınca durumu zorlaştı. 

Benim onunla ilişkimde de, hep rekabet hissettim, hissettirdi bana.Bu yazımda da belirttiğim gibi, kendisine başkalarını hedef alan, hırslı insanlardan uzak durmayı bilinçli olarak seçiyorum ben. Ben okula 1 yıl erken başladım, o 1 yıl sınıfta kaldı, aramızdaki uçurum arttı. Karnesinin zayıflarla dolu olduğuna bakmazsızın "Ne çok 9'un var." demişliği var mesela. Bir keresinde, bir yerlerden atlama oyunu oynarken ayağım burkulmuştu, ayağıma zeytin falan sarıldı şişlik geçsin diye.  İlgi de cabası. O da, eve seke seke gitti zeytin sardırmak için. O, kilolu bir çocuktu, ben uzun ve sıska. Eniştem, çalıştığı hastanede bizi tarttığında aynı kiloda çıkmıştık. 23:) Kemiklerim ağırlık yapmıştı:) Avucumuza yazılan sayıya bakıp eve kadar koşmuştu, "Ben de 23'üm !" diye. Bunların hepsi çocukluk ve ergenlik hırçınlıkları olarak gülüp geçebileceğim şeyler ama yetişkinliğin de sağlam temellere oturmasında etkililer. Büyüdüğünüzde de iyi ilişki kurmak için küçüklükte derin paylaşımlar şart akrabalar arasında, sonra zor oluyor. 

Belki sürekli bir kıyaslama vardı aile içinde ve olumsuz etkileri bize yansıyordu, bilmiyorum. Sürekli, aynı yaşta olmamıza rağmen, dışarı çıkmak için izinler, "Kalem Nasırı da sizinle gelecekse olur." şeklinde bir cümlenin sonunda veriliyordu hatırladığım. Onun kardeşini kıskanıp üzerine tükürüp kahkahalar attığı, benimse kardeşimi hiç kıskanmadığım; onun her alışverişte cama yapışıp bir şeyler istediği, benimse hiç bir şey talep etmediğim dile getiriliyordu. Sonra, o yetişkinliğinde, evlenip üniversite diplomasını köşeye koyup çocuk büyütmeyi seçti, bense sonuna kadar okumayı. Böyle böyle kıyaslar...


En son dayımın kızının nikahında bir araya geldiğimizde, daha samimi buldum onu. Kardeşimin tespiti geldi aklıma, evlenip çocuk sahibi olunca rekabette kendisini üstün sayıp rahatladığı yönünde. Sebep ne olursa olsun, sıcak ilişkiler iyi geliyor büyük aile içinde. 

KUZENDEN ARKADAŞLIK TEKLİFİ ALMAK

Biliyorsunuz ders esnasında prof. istedi diye açıp, akıllı telefon almama inadından Kelimelik oynadığım tek mecra diye kapatmadığım bir  FB hesabım var. Gelen arkadaşlık isteklerine de gerçekten görüştüğüm biriyse onay verdim bu güne dek. 

Bugün, kuzenim FB yoluyla (Fenerbahçe değil, Facebook haliyle:) arkadaşlık isteği göndermiş bana. Onay verdikten sonra, bir süre ciddi ciddi düşündüm Gerçekten arkadaş mıyız?" diye. Kendisi, teyzemin kızı, benden 2 ay küçük. Anneannemlerde ortak kutlama yapıp fotoğraflanmışlığımız var 2 yaş hatırası. Aramızda, bu kadar az yaş farkı olmasına rağmen hep bir mesafe oldu. Dayımın kızlarıyla bizler yani kardeşlerim ve ben; gerçekten, paylaşarak, konuşarak, dilediğimizi çekinmeden söyleyerek, birbirimize kırılmadan geçen ve bu güne gelen bir ilişkimiz varken, tüm kuzenler onunla ilişkimizde çekimser kaldık. Verilen sırları ortalığa saçar, kendi sırlarının sımsıkı tutulacaklarından emin paylaşırdı. Kardeşleriyle bile aylar süren darılmaları, kırılmaları olurdu, rahmetli teyzem toparlardı durumu. Şimdi evin büyük çocuğu olarak kalmışken, toparlayacak bir anne de olmayınca durumu zorlaştı. 

Benim onunla ilişkimde de, hep rekabet hissettim, hissettirdi bana.Bu yazımda da belirttiğim gibi, kendisine başkalarını hedef alan, hırslı insanlardan uzak durmayı bilinçli olarak seçiyorum ben. Ben okula 1 yıl erken başladım, o 1 yıl sınıfta kaldı, aramızdaki uçurum arttı. Karnesinin zayıflarla dolu olduğuna bakmazsızın "Ne çok 9'un var." demişliği var mesela. Bir keresinde, bir yerlerden atlama oyunu oynarken ayağım burkulmuştu, ayağıma zeytin falan sarıldı şişlik geçsin diye.  İlgi de cabası. O da, eve seke seke gitti zeytin sardırmak için. O, kilolu bir çocuktu, ben uzun ve sıska. Eniştem, çalıştığı hastanede bizi tarttığında aynı kiloda çıkmıştık. 23:) Kemiklerim ağırlık yapmıştı:) Avucumuza yazılan sayıya bakıp eve kadar koşmuştu, "Ben de 23'üm !" diye. Bunların hepsi çocukluk ve ergenlik hırçınlıkları olarak gülüp geçebileceğim şeyler ama yetişkinliğin de sağlam temellere oturmasında etkililer. Büyüdüğünüzde de iyi ilişki kurmak için küçüklükte derin paylaşımlar şart akrabalar arasında, sonra zor oluyor. 

Belki sürekli bir kıyaslama vardı aile içinde ve olumsuz etkileri bize yansıyordu, bilmiyorum. Sürekli, aynı yaşta olmamıza rağmen, dışarı çıkmak için izinler, "Kalem Nasırı da sizinle gelecekse olur." şeklinde bir cümlenin sonunda veriliyordu hatırladığım. Onun kardeşini kıskanıp üzerine tükürüp kahkahalar attığı, benimse kardeşimi hiç kıskanmadığım; onun her alışverişte cama yapışıp bir şeyler istediği, benimse hiç bir şey talep etmediğim dile getiriliyordu. Sonra, o yetişkinliğinde, evlenip üniversite diplomasını köşeye koyup çocuk büyütmeyi seçti, bense sonuna kadar okumayı. Böyle böyle kıyaslar...


En son dayımın kızının nikahında bir araya geldiğimizde, daha samimi buldum onu. Kardeşimin tespiti geldi aklıma, evlenip çocuk sahibi olunca rekabette kendisini üstün sayıp rahatladığı yönünde. Sebep ne olursa olsun, sıcak ilişkiler iyi geliyor büyük aile içinde. 

19 Ağustos 2014 Salı

ÇOCUKLU OTOBÜSLER VE YOLCULUK HALLERİ

Tam yola çıkmadan önce bir arkadaşım, kendi can sıkıcı yolculuğundan dem vurup insanın eşini seçebiliyorken yanındaki yolcuyu seçememesinin acınasılığına vurgu yapan bir söz paylaşmış. Ben neyse ki seçebildim bu sefer. Annemi de ikna edip bir kaç güne sığdırdığımız şehir dışı tatile giderken...

Otobüs çocuk parkı gibiydi. Yan yana koltuklarda anne üstü çocuk, anne üstü çocuk. Biletler pahalı ama öyle de yola bu şekilde nasıl katlanacakları bize bile dert oldu rahat oturduğumuz halde. Sıcak da cabası. Kalabalıkta çocuk varlığına ve sesine tahammülsüz biri değilim, eğer anne-baba gürültüden ve haylazlıktan rahatsız olup olaylara müdahale ediyorsa. Yok eğer, "Bizim sevimli yumurcak(!), tabii ki haylazlık yapacak, milletin başını şişirecek, millet de buna katlanmak zorunda."  zihniyetine hakim ve duyarsızsa çocuklar değil de, onlar sinirimi bozuyor. Yetişkine kızıyorum anlayacağınız. Onu sen dünyaya getirmeyi seçtin, bana gürültüye hazır olup olmadığımı sormadan! "Dünya yeterince kalabalık, bu kadar çoğalma." deme şansım olurdu sorsaydın! 

Yol boyunca, sinirlerimizi zıplatacak bir aşırı gürültü durumu olmadı neyse ki. Doğaları gereği, acıkıp, sıkılıp, altlarını pisletip ağladı yumurcaklar ama ön koltukta oturan anne, 21 aylık kızı azıcık mızıldansa memesini dayadı ağzına. Biz, kızı "yaşartman dana" görünüşünden ve konuşmasından 2,5- 3 yaşlarında sandık önce. O yaştaki çocuğa, habire üstünü çarşafla örte örte memesini dayayan anneye ifrit oldum ben. Annem çok yadırgamadı, kadının kolayına geldiğini söyledi ama biraz zorlasan ergenliğe girecek çocuklara da böyle şapırdata şapırdata meme emdirmek sinirimi bozuyor benim. Elimde değil. Kulağım şapırtıya takılıyor. Bir arkadaşım da, yürüyen, koşan, konuşan çocuğuna  anne sütü veriyordu. Ben yüzümü ekşitince, çocuk sahibi ve beni yakından tanıyan bir başka arkadaşım "Sen çocuk sahibi olma !" demişti halime gülerek. Hadi anne sütü sağlıklı da, bir sonu olmalı kamuya açık yerlerde şapırdatttırmanın. Rahat da değil üstelik, başına kadar çarşafı ört, ne yaptığın zaten belli! Yol tutmadı da, bu durum tuttu beni. 

ÇOCUKLU OTOBÜSLER VE YOLCULUK HALLERİ

Tam yola çıkmadan önce bir arkadaşım, kendi can sıkıcı yolculuğundan dem vurup insanın eşini seçebiliyorken yanındaki yolcuyu seçememesinin acınasılığına vurgu yapan bir söz paylaşmış. Ben neyse ki seçebildim bu sefer. Annemi de ikna edip bir kaç güne sığdırdığımız şehir dışı tatile giderken...

Otobüs çocuk parkı gibiydi. Yan yana koltuklarda anne üstü çocuk, anne üstü çocuk. Biletler pahalı ama öyle de yola bu şekilde nasıl katlanacakları bize bile dert oldu rahat oturduğumuz halde. Sıcak da cabası. Kalabalıkta çocuk varlığına ve sesine tahammülsüz biri değilim, eğer anne-baba gürültüden ve haylazlıktan rahatsız olup olaylara müdahale ediyorsa. Yok eğer, "Bizim sevimli yumurcak(!), tabii ki haylazlık yapacak, milletin başını şişirecek, millet de buna katlanmak zorunda."  zihniyetine hakim ve duyarsızsa çocuklar değil de, onlar sinirimi bozuyor. Yetişkine kızıyorum anlayacağınız. Onu sen dünyaya getirmeyi seçtin, bana gürültüye hazır olup olmadığımı sormadan! "Dünya yeterince kalabalık, bu kadar çoğalma." deme şansım olurdu sorsaydın! 

Yol boyunca, sinirlerimizi zıplatacak bir aşırı gürültü durumu olmadı neyse ki. Doğaları gereği, acıkıp, sıkılıp, altlarını pisletip ağladı yumurcaklar ama ön koltukta oturan anne, 21 aylık kızı azıcık mızıldansa memesini dayadı ağzına. Biz, kızı "yaşartman dana" görünüşünden ve konuşmasından 2,5- 3 yaşlarında sandık önce. O yaştaki çocuğa, habire üstünü çarşafla örte örte memesini dayayan anneye ifrit oldum ben. Annem çok yadırgamadı, kadının kolayına geldiğini söyledi ama biraz zorlasan ergenliğe girecek çocuklara da böyle şapırdata şapırdata meme emdirmek sinirimi bozuyor benim. Elimde değil. Kulağım şapırtıya takılıyor. Bir arkadaşım da, yürüyen, koşan, konuşan çocuğuna  anne sütü veriyordu. Ben yüzümü ekşitince, çocuk sahibi ve beni yakından tanıyan bir başka arkadaşım "Sen çocuk sahibi olma !" demişti halime gülerek. Hadi anne sütü sağlıklı da, bir sonu olmalı kamuya açık yerlerde şapırdatttırmanın. Rahat da değil üstelik, başına kadar çarşafı ört, ne yaptığın zaten belli! Yol tutmadı da, bu durum tuttu beni. 

10 Ağustos 2014 Pazar

G., ENGELLER VE AİLE

Bugün malum seçim günü. Bilinçsiz seçmen olduğumdan mı, o kadar yol tepip oy vermeye tembellik etmesem sonucun değişmeyeceğini bilmemden midir bilinmez, il dışına gidip oy vermedim bugün. Tatil adresimizi resmi olarak kurumlarımıza her yıl bildirsek de, zahmet edip seçmen kağıdı bilgilerimiz değiştirilmiyor yetkililer tarafından, bulunduğumuz şehirde oy veremiyoruz!

Neyse asıl konum bu değil aslında. Bugün haberlerde, engellilerin oy kullanmasının ne kadar zor hatta imkansız olduğuna dair bir şeyler vardı. Aynı zamanda da, doğuştan bir engelli arkadaşımın doğum günü bugün. Doğduğunda bazı iç organları dışarıdaymış, yerine yerleştirilirken  bir kısmı zedelenmiş, bu nedenle bir bacağı felçli kalmış, skolyoz (omurga eğriliği), kifoz (kamburluk), bir bacağın diğerinden kısa olması, boy kısalığı gibi sorunlar kalmış ona miras. "Nasıl olsa ölür" diyerek nüfus kağıdını bile bir sonraki yılın Ocak ayında çıkarmış ailesi. Bu yüzden onun, bunun, şunun doğum günü, evlilik yıldönümü vesaireyi nedense hatırlayan ben, asıl doğum günü tarihini değil resmi tarihi biliyordum. Kelimelik oynamak için açık tuttuğum Facebook hesabım hatırlatıverdi asıl doğum gününü. 

Uzun zamandır, onun hakkında yazmak isteyip nereden başlayacağımı bilemiyordum, bugün vesile oldu. İnsanın ailesinin ölmesini beklemesi, bunu bir de ona anlatması nasıl bir histir tasvir bile edemiyorum. G., bunu ve engelini yüzüne vuran insanları anlatırken gözyaşlarını tutamayan ve bu duygusallığına kızan biri. Nasıl duygusal ve kırılgan olmaz ki insan! Belki de içinde yaşadığı aile nedeniyle ne yaparsa yapsın güvensiz, kendini yetersiz görmeye teşne ve zor empati kurabilen biri. Üniversite mezunu, KPSS kazanıp devlet memuru olmuş bir öğretmen, üstüne yüksek lisans bitirmiş, daha önce yurt dışı öğretmen eğitimine gitmeyi başarmış, şimdi de yurt dışında öğretmenlik yapma hakkı kazanmış, uzun zamandır kendi tabiriyle "normal" ehliyet almak istediği için almaya direndiği engelli ehliyetini de almak üzere olan biri olmasına rağmen hep bir yetersizlik duygusu hakim kendisinde. 

Benim tanıdığım en çalışkan öğretmen ve belki de insan olsa da kendini asla yeterli gör(e)meyen, nerede sınav varsa başvurup deli gibi çalışan, evden çıkmama uğruna bir hedefe odaklanan biri G. Kendisine, ailesine, başkalarına ve hayata ispatlamak istediği bir şeyler var hep. Tıbbın yeteri kadar ilerlememesine buruk, giymek istediği hatta çoğumuzun dudak büktüğü renkli topuklu ayakkabılarını  ve mini elbiselerini giyip dolaşma hayali kurarak yaşamaya devam ederken. 

Benim de doğum deformasyonu, sonradan da akademik hayattan hatıra bir skolyozum var ama şimdilik duruşta biraz bozukluk, ciğerlerde basınç dışında hayatımı çok da etkilemiyor.  G.' nin durumu ile kıyaslanamaz elbette durumum ama kendisini iyi hissetmesi, yalnız olmadığını bilmesi için dile getiriyorum arada. Çok işe yaramasa da! Hepimizin psikolojik sağlamlığı, birbirimizden farklı. Hayattan beklentilerimiz, engellerimizin bize ne kadar engel olduğu da. Dünkü yazımda bahsettiğim sırtta hissedilen destektir belki de bu algı farkını yaratan. Benim ailem, onun ailesi olsaydı takar, daha hırslı, kendi dışında başkalarının sorunlarının çok da önemli olmadığını düşünen biri olurdum belki ben de.

G., ENGELLER VE AİLE

Bugün malum seçim günü. Bilinçsiz seçmen olduğumdan mı, o kadar yol tepip oy vermeye tembellik etmesem sonucun değişmeyeceğini bilmemden midir bilinmez, il dışına gidip oy vermedim bugün. Tatil adresimizi resmi olarak kurumlarımıza her yıl bildirsek de, zahmet edip seçmen kağıdı bilgilerimiz değiştirilmiyor yetkililer tarafından, bulunduğumuz şehirde oy veremiyoruz!

Neyse asıl konum bu değil aslında. Bugün haberlerde, engellilerin oy kullanmasının ne kadar zor hatta imkansız olduğuna dair bir şeyler vardı. Aynı zamanda da, doğuştan bir engelli arkadaşımın doğum günü bugün. Doğduğunda bazı iç organları dışarıdaymış, yerine yerleştirilirken  bir kısmı zedelenmiş, bu nedenle bir bacağı felçli kalmış, skolyoz (omurga eğriliği), kifoz (kamburluk), bir bacağın diğerinden kısa olması, boy kısalığı gibi sorunlar kalmış ona miras. "Nasıl olsa ölür" diyerek nüfus kağıdını bile bir sonraki yılın Ocak ayında çıkarmış ailesi. Bu yüzden onun, bunun, şunun doğum günü, evlilik yıldönümü vesaireyi nedense hatırlayan ben, asıl doğum günü tarihini değil resmi tarihi biliyordum. Kelimelik oynamak için açık tuttuğum Facebook hesabım hatırlatıverdi asıl doğum gününü. 

Uzun zamandır, onun hakkında yazmak isteyip nereden başlayacağımı bilemiyordum, bugün vesile oldu. İnsanın ailesinin ölmesini beklemesi, bunu bir de ona anlatması nasıl bir histir tasvir bile edemiyorum. G., bunu ve engelini yüzüne vuran insanları anlatırken gözyaşlarını tutamayan ve bu duygusallığına kızan biri. Nasıl duygusal ve kırılgan olmaz ki insan! Belki de içinde yaşadığı aile nedeniyle ne yaparsa yapsın güvensiz, kendini yetersiz görmeye teşne ve zor empati kurabilen biri. Üniversite mezunu, KPSS kazanıp devlet memuru olmuş bir öğretmen, üstüne yüksek lisans bitirmiş, daha önce yurt dışı öğretmen eğitimine gitmeyi başarmış, şimdi de yurt dışında öğretmenlik yapma hakkı kazanmış, uzun zamandır kendi tabiriyle "normal" ehliyet almak istediği için almaya direndiği engelli ehliyetini de almak üzere olan biri olmasına rağmen hep bir yetersizlik duygusu hakim kendisinde. 

Benim tanıdığım en çalışkan öğretmen ve belki de insan olsa da kendini asla yeterli gör(e)meyen, nerede sınav varsa başvurup deli gibi çalışan, evden çıkmama uğruna bir hedefe odaklanan biri G. Kendisine, ailesine, başkalarına ve hayata ispatlamak istediği bir şeyler var hep. Tıbbın yeteri kadar ilerlememesine buruk, giymek istediği hatta çoğumuzun dudak büktüğü renkli topuklu ayakkabılarını  ve mini elbiselerini giyip dolaşma hayali kurarak yaşamaya devam ederken. 

Benim de doğum deformasyonu, sonradan da akademik hayattan hatıra bir skolyozum var ama şimdilik duruşta biraz bozukluk, ciğerlerde basınç dışında hayatımı çok da etkilemiyor.  G.' nin durumu ile kıyaslanamaz elbette durumum ama kendisini iyi hissetmesi, yalnız olmadığını bilmesi için dile getiriyorum arada. Çok işe yaramasa da! Hepimizin psikolojik sağlamlığı, birbirimizden farklı. Hayattan beklentilerimiz, engellerimizin bize ne kadar engel olduğu da. Dünkü yazımda bahsettiğim sırtta hissedilen destektir belki de bu algı farkını yaratan. Benim ailem, onun ailesi olsaydı takar, daha hırslı, kendi dışında başkalarının sorunlarının çok da önemli olmadığını düşünen biri olurdum belki ben de.

9 Ağustos 2014 Cumartesi

DAĞINIK YAZI

"Ne ekersen onu biçersin.", çocuk yetiştirmedeki temel motto değil kanımca. Çok iyi niyetli olan ve bütün iyi niyetiyle çocuk yetiştirmeye çalışıp bir sosyopat ebeveyni de olunabiliyor ne yazık ki. Çevresel koşullar, mizaç, medya ve daha bir sürü etken var çocuk hamurunu yoğuran. 

Ama!

Çocuğa gösterilen ilgi ve sevgi, o kadar sihirli bir güç ki, sanki olabilecek bütün olumsuzlukları baştan önleyebilirmiş gibi. Sevgi ve ilgiyle büyüyen her birey, ileride daha güçlü, hayatta daha dik ve mücadeleci olabiliyor.Tüm olumsuzluklara rağmen, onu koşulsuz seven birilerinin olduğunu bilmek ona güç veriyor. Sırtını dayayabileceği birilerinin olması, birilerine arkanızı dönebilmek büyük lüks. Herkeste olmadığı için lüks. 

Birkaç çocuk yetiştirip tecrübelerine dayanarak ahkam kesebilecek biri olmasam da, ailecek gelişimine (ben maalesef çoğu zaman uzaktan) tanık ve dahil olduğumu biri var hayatımızda. Bugün itibariyle 21 buçuk aylık. En iyi yapabildiğimiz şeyi yapıp ilgi ve sevgiyle büyütmeye çalıştığımız. Yukarıda bahsettiğim sırtına dayanılan desteklerden olmaya bilinçsizce teşneyiz belki. Kitaplarda yazan reçete misali "İlgi göster, sev." sloganlarıyla değil içimizden geldiği gibi. İleride de ilişkimizin bugünkü gibi sıcak olmamasından ne kadar kırılabileceğimizi bile konuşarak, bundan korkarak.

Çok dağınık bir yazı oldu farkındayım ama bu aralar Minnoş, sanki 40 yıldır görüşmemişiz gibi boynuma sımsıkı sarılmaya, yanaklarıma ıslak öpücükler kondurmaya başladı, arkamdan ağlayıp gece evlerinde misafir olmaya zorladı beni. Umarım bu yakınlığımız hep sürer hayat boyu. 

NOT: Sürekli çocuğundan bahsedip her konuyu çocuğa bağlayanlara gıcık olurum ben. Onlara döndüm!

DAĞINIK YAZI

"Ne ekersen onu biçersin.", çocuk yetiştirmedeki temel motto değil kanımca. Çok iyi niyetli olan ve bütün iyi niyetiyle çocuk yetiştirmeye çalışıp bir sosyopat ebeveyni de olunabiliyor ne yazık ki. Çevresel koşullar, mizaç, medya ve daha bir sürü etken var çocuk hamurunu yoğuran. 

Ama!

Çocuğa gösterilen ilgi ve sevgi, o kadar sihirli bir güç ki, sanki olabilecek bütün olumsuzlukları baştan önleyebilirmiş gibi. Sevgi ve ilgiyle büyüyen her birey, ileride daha güçlü, hayatta daha dik ve mücadeleci olabiliyor.Tüm olumsuzluklara rağmen, onu koşulsuz seven birilerinin olduğunu bilmek ona güç veriyor. Sırtını dayayabileceği birilerinin olması, birilerine arkanızı dönebilmek büyük lüks. Herkeste olmadığı için lüks. 

Birkaç çocuk yetiştirip tecrübelerine dayanarak ahkam kesebilecek biri olmasam da, ailecek gelişimine (ben maalesef çoğu zaman uzaktan) tanık ve dahil olduğumu biri var hayatımızda. Bugün itibariyle 21 buçuk aylık. En iyi yapabildiğimiz şeyi yapıp ilgi ve sevgiyle büyütmeye çalıştığımız. Yukarıda bahsettiğim sırtına dayanılan desteklerden olmaya bilinçsizce teşneyiz belki. Kitaplarda yazan reçete misali "İlgi göster, sev." sloganlarıyla değil içimizden geldiği gibi. İleride de ilişkimizin bugünkü gibi sıcak olmamasından ne kadar kırılabileceğimizi bile konuşarak, bundan korkarak.

Çok dağınık bir yazı oldu farkındayım ama bu aralar Minnoş, sanki 40 yıldır görüşmemişiz gibi boynuma sımsıkı sarılmaya, yanaklarıma ıslak öpücükler kondurmaya başladı, arkamdan ağlayıp gece evlerinde misafir olmaya zorladı beni. Umarım bu yakınlığımız hep sürer hayat boyu. 

NOT: Sürekli çocuğundan bahsedip her konuyu çocuğa bağlayanlara gıcık olurum ben. Onlara döndüm!

6 Ağustos 2014 Çarşamba

AĞUSTOS BİR GELDİ, PİR GELDİ

Temmuz ortalarından itibaren benim için geri sayımım başlar. Birlikte şu kadar gün kaldığını, denizi şu kadar zaman göremeyeceğimi söylenir dururum. Cerenmus'un bahsettiği yaşamın Temmuz, Ağustos ve sonra gelecekse diğer dönemleri ile ilgili bir derdim yok ama Ağuıstos'ta bilet ayarlama, boş eve dönüp evi temizleme gibi çabuk çözülecek sorunları dert ederim yıllardır. Bu sorunların asıl kaynağı özlemle baş etme, bunun farkındayım ama terzi ve sökük meselesi işte!

Ağustos geldi pir geldi zaten. Kuzenin kına ve nikahı gibi zorunlu bir etkinlik dolayısıyla il dışına çıkmak gerekti ailecek. Zaten sevmiyorum bu teraneleri ama kuzenin hatrına gittik, toplumsal varlıklarız ya bir de, aman ayıp olmasın.  Minnoş, havale geçirip durduğu için il dışına ilk kez sağlık sorunları nedeniyle çıkmıştı, o da Ankara kırsalına. Bu kez, Öğrenen Anne'nin Seyşeller tatilini falan örnek verip gaza getirdik anne ve babasını, Amasra'da ev tutuldu birkaç günlüğüne. Tabii hepimiz öğrenen anneanne, dede, teyzeler ve enişte olarak gördük ki, Minnoş'un şansına yağmurlu giden hava sağlığına da iyi gelmedi. Erken dönülen tatilde zaten nanemolla olan Minnoş, dün geceyi hastanede geçirdi. Teyzesi benden gelen astıma yatkın alerjik bünye, ömrümüzden ömür aldı. Nefes alırken zorlandığını görmek, nefesimizi tıkadı.  "Hastanelerin yokluğunu görmeyelim ama yolumuz da düşmesin." temennileriyle atlattık bu süreci de. Tekrarı olmasın.Evde olmak güzel:)

AĞUSTOS BİR GELDİ, PİR GELDİ

Temmuz ortalarından itibaren benim için geri sayımım başlar. Birlikte şu kadar gün kaldığını, denizi şu kadar zaman göremeyeceğimi söylenir dururum. Cerenmus'un bahsettiği yaşamın Temmuz, Ağustos ve sonra gelecekse diğer dönemleri ile ilgili bir derdim yok ama Ağuıstos'ta bilet ayarlama, boş eve dönüp evi temizleme gibi çabuk çözülecek sorunları dert ederim yıllardır. Bu sorunların asıl kaynağı özlemle baş etme, bunun farkındayım ama terzi ve sökük meselesi işte!

Ağustos geldi pir geldi zaten. Kuzenin kına ve nikahı gibi zorunlu bir etkinlik dolayısıyla il dışına çıkmak gerekti ailecek. Zaten sevmiyorum bu teraneleri ama kuzenin hatrına gittik, toplumsal varlıklarız ya bir de, aman ayıp olmasın.  Minnoş, havale geçirip durduğu için il dışına ilk kez sağlık sorunları nedeniyle çıkmıştı, o da Ankara kırsalına. Bu kez, Öğrenen Anne'nin Seyşeller tatilini falan örnek verip gaza getirdik anne ve babasını, Amasra'da ev tutuldu birkaç günlüğüne. Tabii hepimiz öğrenen anneanne, dede, teyzeler ve enişte olarak gördük ki, Minnoş'un şansına yağmurlu giden hava sağlığına da iyi gelmedi. Erken dönülen tatilde zaten nanemolla olan Minnoş, dün geceyi hastanede geçirdi. Teyzesi benden gelen astıma yatkın alerjik bünye, ömrümüzden ömür aldı. Nefes alırken zorlandığını görmek, nefesimizi tıkadı.  "Hastanelerin yokluğunu görmeyelim ama yolumuz da düşmesin." temennileriyle atlattık bu süreci de. Tekrarı olmasın.Evde olmak güzel:)

28 Temmuz 2014 Pazartesi

MAGAZİNDEN TÜREYEN SORULAR

Kenan Doğulu ile yarın Los Angeles'ta evlenecek olan Beren Saat, kına gecesi yapıp kına yakmış. Blogcağızımı magazin köşesi yapmaya niyetim yok, bu haberi de bir yere bağlayacağım tabii:)
Pınar Altuğ şaşaalı bir kına gecesi yapınca, Can Dündar bir yazı döşenmişti bu konuda. Yıllarca birlikte yaşadığın adamla evlenmeden önce kına gecesi düzenleyip akşam da aynı eve dönmenin manasızlığı üzerine. Can Dündar, karısını boynuzlarken yakalanıp yine de tıpış tıpış evine kabul edilen bir adam  (flaş flaş flaş) olduğundan beri çok saygı duymasam da, yazısı duygularıma tercüman olmuştu. Ben de eğer ailesinin ve kişinin meşrebi birlikte yaşamaya, evlenmeden çocuk yapmaya  olumsuz bakmıyorsa, o kadar zaman birlikte yaşadıktan sonra olaya resmiyet kazandırma isteğinin altında yatanları sorgulama ihtiyacı duyarım. Kendince zamanın şartlarına uyduğunu, şehirli gibi  yaşadığını savunup yaşayadururken birden olayı çiftetelliye bağlayan nedenler kafamı kurcalar. Bir yanın kopup gitmek isterken, bir yanın geleneklere bu kadar bağlı olmasının nedenleri...

MAGAZİNDEN TÜREYEN SORULAR

Kenan Doğulu ile yarın Los Angeles'ta evlenecek olan Beren Saat, kına gecesi yapıp kına yakmış. Blogcağızımı magazin köşesi yapmaya niyetim yok, bu haberi de bir yere bağlayacağım tabii:)
Pınar Altuğ şaşaalı bir kına gecesi yapınca, Can Dündar bir yazı döşenmişti bu konuda. Yıllarca birlikte yaşadığın adamla evlenmeden önce kına gecesi düzenleyip akşam da aynı eve dönmenin manasızlığı üzerine. Can Dündar, karısını boynuzlarken yakalanıp yine de tıpış tıpış evine kabul edilen bir adam  (flaş flaş flaş) olduğundan beri çok saygı duymasam da, yazısı duygularıma tercüman olmuştu. Ben de eğer ailesinin ve kişinin meşrebi birlikte yaşamaya, evlenmeden çocuk yapmaya  olumsuz bakmıyorsa, o kadar zaman birlikte yaşadıktan sonra olaya resmiyet kazandırma isteğinin altında yatanları sorgulama ihtiyacı duyarım. Kendince zamanın şartlarına uyduğunu, şehirli gibi  yaşadığını savunup yaşayadururken birden olayı çiftetelliye bağlayan nedenler kafamı kurcalar. Bir yanın kopup gitmek isterken, bir yanın geleneklere bu kadar bağlı olmasının nedenleri...

24 Temmuz 2014 Perşembe

SINAV SONUÇLARININ ARDINDAN

Üniversite sınav sonuçları gibi yerleştirme sonuçları da jet hızıyla açıklandı. Yeni ÖSYM, hız konusunda iddialı görünüyor. Süre azalınca haklarındaki şaibelerin de azalacağını düşünüyorlar sanırım.


Dün, bir sürü ailede ne duygu dalgalanmaları yaşanmıştır. Yıllar önce yaşadığımız gibi. Ben sınava ilk girdiğim yıl, henüz 16 yaşındayken okulda tercihlerimizi ortalarda gezinirken görüp sekreter zannettiğimiz rehber öğretmenle değil tarih öğretmeniyle yapmak zorunda kalmıştım.Kazandığımı öğrendiğimde üzüntüden ağlamıştım çünkü puanımla yerleşebileceğim yerlerden düşük bir  yerdi, sonuçta kayıt olup gitmedim, ertesi yıl bir dolu puanım kesildi yeni sınava girerken. TM öğrencisi olarak Fen alanından bir bölüme yerleşmek de cabası. Ailem, çok bilinçli değildi, etraftaki ilk örnektim, ceremesini çektim yani. Gerçi, istemediğim bir bölümde okumama kararıma destek olan bir ailem vardı, şanslıydım. Sonra istediğim bölüm ve üniversitede, üstelik tam burslu okudum, cebime harçlığım da okul tarafından verilerek. 

Ama!

Sonuçlar her açıklandığında, birileri istediği bölüme yerleşemedi ya da hiç bir yere yerleşemedi diye üzülürken, sırf parası var diye özel okullara giden hatta barajı aşamadığı halde önce misafir öğrenci, sonra asıl öğrenci olan binlercesi geliyor aklıma. Sinir oluyorum özel okulların varlığına. Onlardan birinde keyifle okumama rağmen adil gelmiyor varlıkları.Bu ülkede, gerçekten eğitimde eşitlik yok! Kendini yetersiz, başarısız, çaresiz gören iyi puan almış ama istediğine ulaşamamış bir sürü parlak genç varken, güdük dimağların parayı bastırıp diplomalı olmaları canımı sıkıyor.

SINAV SONUÇLARININ ARDINDAN

Üniversite sınav sonuçları gibi yerleştirme sonuçları da jet hızıyla açıklandı. Yeni ÖSYM, hız konusunda iddialı görünüyor. Süre azalınca haklarındaki şaibelerin de azalacağını düşünüyorlar sanırım.


Dün, bir sürü ailede ne duygu dalgalanmaları yaşanmıştır. Yıllar önce yaşadığımız gibi. Ben sınava ilk girdiğim yıl, henüz 16 yaşındayken okulda tercihlerimizi ortalarda gezinirken görüp sekreter zannettiğimiz rehber öğretmenle değil tarih öğretmeniyle yapmak zorunda kalmıştım.Kazandığımı öğrendiğimde üzüntüden ağlamıştım çünkü puanımla yerleşebileceğim yerlerden düşük bir  yerdi, sonuçta kayıt olup gitmedim, ertesi yıl bir dolu puanım kesildi yeni sınava girerken. TM öğrencisi olarak Fen alanından bir bölüme yerleşmek de cabası. Ailem, çok bilinçli değildi, etraftaki ilk örnektim, ceremesini çektim yani. Gerçi, istemediğim bir bölümde okumama kararıma destek olan bir ailem vardı, şanslıydım. Sonra istediğim bölüm ve üniversitede, üstelik tam burslu okudum, cebime harçlığım da okul tarafından verilerek. 

Ama!

Sonuçlar her açıklandığında, birileri istediği bölüme yerleşemedi ya da hiç bir yere yerleşemedi diye üzülürken, sırf parası var diye özel okullara giden hatta barajı aşamadığı halde önce misafir öğrenci, sonra asıl öğrenci olan binlercesi geliyor aklıma. Sinir oluyorum özel okulların varlığına. Onlardan birinde keyifle okumama rağmen adil gelmiyor varlıkları.Bu ülkede, gerçekten eğitimde eşitlik yok! Kendini yetersiz, başarısız, çaresiz gören iyi puan almış ama istediğine ulaşamamış bir sürü parlak genç varken, güdük dimağların parayı bastırıp diplomalı olmaları canımı sıkıyor.

22 Temmuz 2014 Salı

KURULAR- YAŞLAR

Bugün televizyonu açar açmaz, haberlerde Hakkari'de sokağa çıkma yasağının kalktığına dair bir anons duydum. Ben kaç gündür televizyondan uzak teyze rolümle güle oynaya, şebeklik yapa yapa (Kardeşim, öğrencilerimin bu halimi görseler şoke olacaklarını söylüyor:), bu güzel yaz günleri ve tatil bitmesin deyip mutlu mesut yaşarken, aşiretler arası çatışmaya dönen kavgayı bastırmanın yolunu sade vatandaşı eve tıkmakta bulan devlet gerçeği varmış da habersizmişim.

Oruç başınıza vurur, evden çıkmazsınız; canınız istemez, çıkmazsınız; sıcak rahatsız eder, çıkmazsınız da, bu yüzyılda hala aşiret gerçeği yüzünden evden çıkamamak da ne yahu?!!! Aşiret üyeleri, daha güçlü, daha saldırgan, daha tehlikeli diye al sen olayla ilgisi olmayan insanları eve hapset, hem de gece yarılarına kadar. Kurunun yanında yaşın yanması değil bu, tam anlamıyla kuru için yaşın yanması. Bu ülke gerçekten çok güzel yerler ve insanlarla dolu ama bir o kadar da, haksızlıkla. İnsanlıktan nasibini alamamış bir avuç insan, çoğunluğun özgürlüğünü kısıtlayabiliyor baksanıza!

KURULAR- YAŞLAR

Bugün televizyonu açar açmaz, haberlerde Hakkari'de sokağa çıkma yasağının kalktığına dair bir anons duydum. Ben kaç gündür televizyondan uzak teyze rolümle güle oynaya, şebeklik yapa yapa (Kardeşim, öğrencilerimin bu halimi görseler şoke olacaklarını söylüyor:), bu güzel yaz günleri ve tatil bitmesin deyip mutlu mesut yaşarken, aşiretler arası çatışmaya dönen kavgayı bastırmanın yolunu sade vatandaşı eve tıkmakta bulan devlet gerçeği varmış da habersizmişim.

Oruç başınıza vurur, evden çıkmazsınız; canınız istemez, çıkmazsınız; sıcak rahatsız eder, çıkmazsınız da, bu yüzyılda hala aşiret gerçeği yüzünden evden çıkamamak da ne yahu?!!! Aşiret üyeleri, daha güçlü, daha saldırgan, daha tehlikeli diye al sen olayla ilgisi olmayan insanları eve hapset, hem de gece yarılarına kadar. Kurunun yanında yaşın yanması değil bu, tam anlamıyla kuru için yaşın yanması. Bu ülke gerçekten çok güzel yerler ve insanlarla dolu ama bir o kadar da, haksızlıkla. İnsanlıktan nasibini alamamış bir avuç insan, çoğunluğun özgürlüğünü kısıtlayabiliyor baksanıza!

19 Temmuz 2014 Cumartesi

YEMEK ESNASI SAVAŞLARI

Geçen gece yarısı yemek yer ve  televizyon izlerken, alt yazılarla son dakika haberi olarak girdi İsrail'in Filistin hava, kara ve deniz harekatları. Körfez Savaşı sırasında da böyle, 7 gün 24 saat yayın yaparken tek devlet ve tek özel kanalımız, ekran başındayken yine yemek saatlerinde savaş görüntüleri izlerdik. Bilinçaltımıza işleyenleri, o dönemde çocuk olanların şiddeti ne kadar doğal bir olay görebileceği gerçeği bir kez daha dank etti kafama.

Biz, korunaklı, aile saadetli evlerimizde otururken birilerinin tepesinden güller yağmıyordu. Bize kansız, gözyaşsız savaşlar izletildi yıllarca. Oysa, birileri bu gerçekleri yaşayarak, travmalar atlatarak büyüyor ya da büyüyemeden ölüyor. 

Doktoradan Kosovalı bir arkadaşım var, E. Bir derste sunum sırasında, yaşlılık ve ölüm konusuna denk gelince fenalaşmış ve hocadan izin alıp dışarı çıkmıştı. Yıllarca ülkesinde, Sırpların saldırısına maruz kaldıkları için her gece tüm aile fertleri sarılarak vedalaştıktan sonra yatarlarmış yataklarına. Bir de, burada tepesinden sürekli geçen uçaklar nedeniyle korktuğunu söylemişti. Kendisi psikolojik danışman ve belki bu kaygılarla, korkularla baş edip gelecek kuşaklara da aynı kaygıları bulaştırmaz ama aynı şansa sahip olmayan niceleri var, korku da kuşaktan kuşağa aktarılıyor ne yazık ki aynı şiddet gibi. Şimdi kendisi bir anne adayıyken, geleceğin daha aydınlık olmasını umuyorum, bu denli şiddet sadece filmlerde falan olsun.

YEMEK ESNASI SAVAŞLARI

Geçen gece yarısı yemek yer ve  televizyon izlerken, alt yazılarla son dakika haberi olarak girdi İsrail'in Filistin hava, kara ve deniz harekatları. Körfez Savaşı sırasında da böyle, 7 gün 24 saat yayın yaparken tek devlet ve tek özel kanalımız, ekran başındayken yine yemek saatlerinde savaş görüntüleri izlerdik. Bilinçaltımıza işleyenleri, o dönemde çocuk olanların şiddeti ne kadar doğal bir olay görebileceği gerçeği bir kez daha dank etti kafama.

Biz, korunaklı, aile saadetli evlerimizde otururken birilerinin tepesinden güller yağmıyordu. Bize kansız, gözyaşsız savaşlar izletildi yıllarca. Oysa, birileri bu gerçekleri yaşayarak, travmalar atlatarak büyüyor ya da büyüyemeden ölüyor. 

Doktoradan Kosovalı bir arkadaşım var, E. Bir derste sunum sırasında, yaşlılık ve ölüm konusuna denk gelince fenalaşmış ve hocadan izin alıp dışarı çıkmıştı. Yıllarca ülkesinde, Sırpların saldırısına maruz kaldıkları için her gece tüm aile fertleri sarılarak vedalaştıktan sonra yatarlarmış yataklarına. Bir de, burada tepesinden sürekli geçen uçaklar nedeniyle korktuğunu söylemişti. Kendisi psikolojik danışman ve belki bu kaygılarla, korkularla baş edip gelecek kuşaklara da aynı kaygıları bulaştırmaz ama aynı şansa sahip olmayan niceleri var, korku da kuşaktan kuşağa aktarılıyor ne yazık ki aynı şiddet gibi. Şimdi kendisi bir anne adayıyken, geleceğin daha aydınlık olmasını umuyorum, bu denli şiddet sadece filmlerde falan olsun.

17 Temmuz 2014 Perşembe

KUTLAMALAR HAFTASI ve BA MİNNOŞU

2 gündür bilgisayarı açmadan yaşıyorum. Kelimelik oynadığımız arkadaşlarım merak edip sohbet kısmına not düşmüş, nerelerde olduğumu sormuş, biri aradı hatta:) Biz bu kadar sık arayıp sorar mıydık birbirimizi? İyi oldu gerçi.
 Annemin de güzel yaptığı ıspanaklı pasta görseli.


Deniz ayağının altındayken denize girme, onu  izle, kitap oku, yeğenin (Ba ya da Minnoş diyeyim, böyle "kocacığım kocacığım" diyen tipler gibi sinir oldum kendime "yeğenim" derken, ondan izin almadan adını da kullanamam:) ile oyna derken günler geçedursun, bu hafta 2 özel gün var ailede. Bizimkilerin 39. evlilik yıldönümü (39 dile kolay, bizim kuşağa zor) ve kardeşimin eşinin doğum günü. Ayın 13.ünde Ba, anneanne ve dedesine aldığımız pastanın  mumlarını üfledi. Şimdi her şeyden habersiz bir şekilde uyuyor, akşama bir pasta daha üfleyecek. O. nun da(doğum günü kişisi) kutlamadan haberi yok, kardeşimle kahvaltıya davetli olduğunu zannediyor. Doğum günü 19 Temmuz ama sınav için Ankara'ya gidecekleri için erkene aldık kutlamayı. Babam, sipariş pastayı aldı, üzerinde Ba.'nın dilinden bir mesaj olan pastayı. Nerede ne zaman kutlama olacaksa, nerede pasta ve mum varsa, başrolde Ba!

KUTLAMALAR HAFTASI ve BA MİNNOŞU

2 gündür bilgisayarı açmadan yaşıyorum. Kelimelik oynadığımız arkadaşlarım merak edip sohbet kısmına not düşmüş, nerelerde olduğumu sormuş, biri aradı hatta:) Biz bu kadar sık arayıp sorar mıydık birbirimizi? İyi oldu gerçi.
 Annemin de güzel yaptığı ıspanaklı pasta görseli.


Deniz ayağının altındayken denize girme, onu  izle, kitap oku, yeğenin (Ba ya da Minnoş diyeyim, böyle "kocacığım kocacığım" diyen tipler gibi sinir oldum kendime "yeğenim" derken, ondan izin almadan adını da kullanamam:) ile oyna derken günler geçedursun, bu hafta 2 özel gün var ailede. Bizimkilerin 39. evlilik yıldönümü (39 dile kolay, bizim kuşağa zor) ve kardeşimin eşinin doğum günü. Ayın 13.ünde Ba, anneanne ve dedesine aldığımız pastanın  mumlarını üfledi. Şimdi her şeyden habersiz bir şekilde uyuyor, akşama bir pasta daha üfleyecek. O. nun da(doğum günü kişisi) kutlamadan haberi yok, kardeşimle kahvaltıya davetli olduğunu zannediyor. Doğum günü 19 Temmuz ama sınav için Ankara'ya gidecekleri için erkene aldık kutlamayı. Babam, sipariş pastayı aldı, üzerinde Ba.'nın dilinden bir mesaj olan pastayı. Nerede ne zaman kutlama olacaksa, nerede pasta ve mum varsa, başrolde Ba!

11 Temmuz 2014 Cuma

KPSS VE G. HALA BAĞLANTISI NE OLA Kİ?!

Küçük kardeşim, bu yıl da KPSS'ye hazırlanıyor. Geçen yıl yarım puanla atanamadığı için çok daha gergin, zaten kaygılı ve güvensiz bir öğrenciyken her an patlamaya hazır bir bomba kıvamına geldi. Geçen hafta ilk aşamayı atlattı ama hükümet, alan sınavı diye yeni bir para kazanma yolu bulduğu için 20 Temmuz'da yine sınav var anlayacağınız.
Gün içinde ve gece, yaz falan dinlemeyip ders çalışırken onu rahatsız etmemek için çok aramıyoruz ama destek olmak, hal hatır sormak için aramadan da duramıyoruz. Biraz önce aradığımda, laf arasında "9 günün kaldı değil mi?" deyince cevabı sert oldu. "Aynı G. halam gibisin, bana hatırlatma, geriliyorum." Yok ben hatırlatmasam, zaman akmayacak belki ama G. halaya benzetilmek de hoştu (!) doğrusu. 

G. halam, babamın ablası, 2 biyolojik halamdan biri. Bir de, halamlarla birbirlerinin annelerinden süt emmiş Ş. halam var ki (süt anne geleneği yok bizde ama başka ne denir belli değil!), kendisini diğerlerinden daha yakın, daha samimi  görürüz. Kan bağı, her şey değil yani. Neyse dağılmadan, G. halam, ailenin felaket tellalıdır. Nerede kim hastalanmış, boşanmış, ölmüş ondan duyarız. Hayatımızda hiç tanımadığımız, bilmem ne amcanın damadının dayısının kızı gibi zincirleme akraba tamlamalarının başına gelen her türlü teraneyi ondan haber alırız. Ben de, aile içinde bir sevgi kelebeği, mutluluk balonu falan sayılmadığımdan,olumsuzluklardan bahsedince ona benzetiliyorum bazen ama yok ben felaketçi değil gerçekçiyim. Kabul etmem G. hala olmayı:)Sözün özü, gerçeği belirtince damgayı yiyiverdim kardeşimden. 

Kişiliğimiz, olaylara verdiğimiz tepkileri nasıl da etkiliyor. Bazılarımızda sınırlı zaman, motivasyonu artırıp hızlı çalışmayı sağlarken, bazılarmızda kaygıdan sürmenaj olmaya giden bir gedik açıyor. Kardeşimde olduğu gibi, hatırlamak bile sinir bozucu oluyor geçen zamanı.

KPSS VE G. HALA BAĞLANTISI NE OLA Kİ?!

Küçük kardeşim, bu yıl da KPSS'ye hazırlanıyor. Geçen yıl yarım puanla atanamadığı için çok daha gergin, zaten kaygılı ve güvensiz bir öğrenciyken her an patlamaya hazır bir bomba kıvamına geldi. Geçen hafta ilk aşamayı atlattı ama hükümet, alan sınavı diye yeni bir para kazanma yolu bulduğu için 20 Temmuz'da yine sınav var anlayacağınız.
Gün içinde ve gece, yaz falan dinlemeyip ders çalışırken onu rahatsız etmemek için çok aramıyoruz ama destek olmak, hal hatır sormak için aramadan da duramıyoruz. Biraz önce aradığımda, laf arasında "9 günün kaldı değil mi?" deyince cevabı sert oldu. "Aynı G. halam gibisin, bana hatırlatma, geriliyorum." Yok ben hatırlatmasam, zaman akmayacak belki ama G. halaya benzetilmek de hoştu (!) doğrusu. 

G. halam, babamın ablası, 2 biyolojik halamdan biri. Bir de, halamlarla birbirlerinin annelerinden süt emmiş Ş. halam var ki (süt anne geleneği yok bizde ama başka ne denir belli değil!), kendisini diğerlerinden daha yakın, daha samimi  görürüz. Kan bağı, her şey değil yani. Neyse dağılmadan, G. halam, ailenin felaket tellalıdır. Nerede kim hastalanmış, boşanmış, ölmüş ondan duyarız. Hayatımızda hiç tanımadığımız, bilmem ne amcanın damadının dayısının kızı gibi zincirleme akraba tamlamalarının başına gelen her türlü teraneyi ondan haber alırız. Ben de, aile içinde bir sevgi kelebeği, mutluluk balonu falan sayılmadığımdan,olumsuzluklardan bahsedince ona benzetiliyorum bazen ama yok ben felaketçi değil gerçekçiyim. Kabul etmem G. hala olmayı:)Sözün özü, gerçeği belirtince damgayı yiyiverdim kardeşimden. 

Kişiliğimiz, olaylara verdiğimiz tepkileri nasıl da etkiliyor. Bazılarımızda sınırlı zaman, motivasyonu artırıp hızlı çalışmayı sağlarken, bazılarmızda kaygıdan sürmenaj olmaya giden bir gedik açıyor. Kardeşimde olduğu gibi, hatırlamak bile sinir bozucu oluyor geçen zamanı.

6 Temmuz 2014 Pazar

YAZIM GELDİ:)


Pazartesi günü ses kısıklığı ve boğaz ağrısı eşliğindeki halsizliğim de engel olamadı keyfimin kaçmasına. Yaşasın!Tez hocam, yazdıklarımı beğenmiş, üstüne örneklem sayısının artması için girişimlerde bulunmuş, bir de sayı artmasa da mevcut sayının yeterli olduğunu kaynaklarla destekleyince biraz daha ılımlı bir hale gelmişken hissettiklerim öyle bir gönül rahatlığı ki sormayın. (Kadıncağız bir de elleriyle topladığı dutları getirmiş son görüşmemizde. böyle bizim ilişkimiz, ortası, dengesi yok:) Gerçi, bir şeyler yolunda gitmeseydi de, tatil gelmiş, eve ve aileme kavuşmuşum, telafi ederdi ruhum bu durumu.

Aylakça, balkondan görünen denize karşı ayaklarımı uzatıp gün ışığında (zaten sağlıklı olmayan gözlerim doktorada çok yoruldu, gözlerimi kısmadan yapay ışıkta zor okumak) kitap okumak, aylardır hayalimdi. Günlerdir, yeğenimle oynamak, ailemle sohbet etmek, uzun zamandır onları özlememişim gibi sivrileşmek ve yeme-içme gibi temel ihtiyaçlar dışında arayanların beni bulduğu yer, balkon. Telefonu bir kenara atmak, bilgisayarı seyrek açmak, sıcaktan kavrulurken istemezsem dışarı çıkmamak ne lüks.Tüm hayatım böyle geçse, lüks olmaktan öte sıkıcı bir şey haline gelebilir ama özlemle beklenince tadından yenmiyor.

YAZIM GELDİ:)


Pazartesi günü ses kısıklığı ve boğaz ağrısı eşliğindeki halsizliğim de engel olamadı keyfimin kaçmasına. Yaşasın!Tez hocam, yazdıklarımı beğenmiş, üstüne örneklem sayısının artması için girişimlerde bulunmuş, bir de sayı artmasa da mevcut sayının yeterli olduğunu kaynaklarla destekleyince biraz daha ılımlı bir hale gelmişken hissettiklerim öyle bir gönül rahatlığı ki sormayın. (Kadıncağız bir de elleriyle topladığı dutları getirmiş son görüşmemizde. böyle bizim ilişkimiz, ortası, dengesi yok:) Gerçi, bir şeyler yolunda gitmeseydi de, tatil gelmiş, eve ve aileme kavuşmuşum, telafi ederdi ruhum bu durumu.

Aylakça, balkondan görünen denize karşı ayaklarımı uzatıp gün ışığında (zaten sağlıklı olmayan gözlerim doktorada çok yoruldu, gözlerimi kısmadan yapay ışıkta zor okumak) kitap okumak, aylardır hayalimdi. Günlerdir, yeğenimle oynamak, ailemle sohbet etmek, uzun zamandır onları özlememişim gibi sivrileşmek ve yeme-içme gibi temel ihtiyaçlar dışında arayanların beni bulduğu yer, balkon. Telefonu bir kenara atmak, bilgisayarı seyrek açmak, sıcaktan kavrulurken istemezsem dışarı çıkmamak ne lüks.Tüm hayatım böyle geçse, lüks olmaktan öte sıkıcı bir şey haline gelebilir ama özlemle beklenince tadından yenmiyor.

28 Haziran 2014 Cumartesi

TİK MACERAM VE AÇIK İLETİŞİM


Dün, uzun zamandır beklenen TİK (Tez İzleme Komitesi) vardı. Atlattım. Şeker hastası olup ne yapacağı belli olmayan bir prof pamuk şekeri kıvamına yakındı,diğer üniversiteden gelen zaten hep ılımlı sağolsun. 

Benim hocam ise harikalar yarattı! Günler öncesinden gönderdiğim literatüre dönüt beklerken, yüksek lisans öğrencilerini de araya katıp toplu dönüt şöleni verecekmiş, ben eve gitme planları yaparken geceden e-posta atıp buyurdu, o da sağolsun! Müsait olup olmadığımzı sormuş sözde ama yola çıkacağımı öğrenince sabah arayıp çok kızdığını, teklif bile etmememi söyledi, moralimi bozup gerginliğime gerginlik ekledi. 

Biz Ocak'tan beri veri toplarken sayı yok 300, yok 400 olsun diye artırmaya devam ediyor örneklem sayımızı. Bir de TİK sırasında, diğer hocalar sayının dert olmadığını, bunu destekleyen yayınlar olduğunu dile getirirken, bir makalede 1000 örneklemin mükemmel olduğunu görüp, "Emekli olana kadar veri toplatırmışım öğrencime, mükemmelliyetçiyim ya." deyiverdi kendisiyle dalga geçerek.

Enstitüye dilekçe yazmayı unutup resmi olarak haftaya giriyor gireceğim bir jüri yarattı kendince. Haziran'da girilmesi gereken jüriye girdim ama kağıt üzerinde Temmuz olacak, "Umarım bir sıkıntı çıkmaz" diyerek sıkılıp duruyorum enstitü müdürü hocadan teyidini almama rağmen.Ben her şeyi organize etmişken bir dilekçe yazacak altı üstü ama hatırlatma üstüne hatırlatma yaptığım halde ihale bana kalacaktı.

Tamam ben ters doğmuşum, annemin deyişiyle işlerim önce ters gider, ben toparlarmışım ama bir günde bu kadar sınanınca sınırlarımı aştım. Duygularını kolayca içinde tutamayan, özellikle de bunlar olumsuz duygularsa karşımdakinin yüzüne söylememenin ona haksızlık, bana da yük olduğunu düşünen biri olarak hocaya sabah onun sinirli olabileceğini ama moralimi bozduğunu, babamın ameliyat için beni beklediğini(tatile girince en azından annemle dönüşümlü  refakat edebiliriz diye planlamıştım), onun mükemmeliyetçi olabileceğini ama benim "artık" olmadığımı, dilekçe konusunda da hafızasına hep güvenmiş olduğumu olaylar cereyan ettiğinde söyleyiverdim. Sabah "Aman sakın bir şey söyleme, hoca tezini bırakır." diyen bir arkadaşım bu halimi çılgınca buluyor ama sanırım beni tanıyan herkes, hoca da dahil bu huyumun farkında, o yüzden, gerilmeyip açık iletişimle duygularımızı ifade etmeye devam edebiliyoruz. Can çıkar huy çıkmaz diyenler doğru söylemiş, ne diyeyim:)

TİK MACERAM VE AÇIK İLETİŞİM


Dün, uzun zamandır beklenen TİK (Tez İzleme Komitesi) vardı. Atlattım. Şeker hastası olup ne yapacağı belli olmayan bir prof pamuk şekeri kıvamına yakındı,diğer üniversiteden gelen zaten hep ılımlı sağolsun. 

Benim hocam ise harikalar yarattı! Günler öncesinden gönderdiğim literatüre dönüt beklerken, yüksek lisans öğrencilerini de araya katıp toplu dönüt şöleni verecekmiş, ben eve gitme planları yaparken geceden e-posta atıp buyurdu, o da sağolsun! Müsait olup olmadığımzı sormuş sözde ama yola çıkacağımı öğrenince sabah arayıp çok kızdığını, teklif bile etmememi söyledi, moralimi bozup gerginliğime gerginlik ekledi. 

Biz Ocak'tan beri veri toplarken sayı yok 300, yok 400 olsun diye artırmaya devam ediyor örneklem sayımızı. Bir de TİK sırasında, diğer hocalar sayının dert olmadığını, bunu destekleyen yayınlar olduğunu dile getirirken, bir makalede 1000 örneklemin mükemmel olduğunu görüp, "Emekli olana kadar veri toplatırmışım öğrencime, mükemmelliyetçiyim ya." deyiverdi kendisiyle dalga geçerek.

Enstitüye dilekçe yazmayı unutup resmi olarak haftaya giriyor gireceğim bir jüri yarattı kendince. Haziran'da girilmesi gereken jüriye girdim ama kağıt üzerinde Temmuz olacak, "Umarım bir sıkıntı çıkmaz" diyerek sıkılıp duruyorum enstitü müdürü hocadan teyidini almama rağmen.Ben her şeyi organize etmişken bir dilekçe yazacak altı üstü ama hatırlatma üstüne hatırlatma yaptığım halde ihale bana kalacaktı.

Tamam ben ters doğmuşum, annemin deyişiyle işlerim önce ters gider, ben toparlarmışım ama bir günde bu kadar sınanınca sınırlarımı aştım. Duygularını kolayca içinde tutamayan, özellikle de bunlar olumsuz duygularsa karşımdakinin yüzüne söylememenin ona haksızlık, bana da yük olduğunu düşünen biri olarak hocaya sabah onun sinirli olabileceğini ama moralimi bozduğunu, babamın ameliyat için beni beklediğini(tatile girince en azından annemle dönüşümlü  refakat edebiliriz diye planlamıştım), onun mükemmeliyetçi olabileceğini ama benim "artık" olmadığımı, dilekçe konusunda da hafızasına hep güvenmiş olduğumu olaylar cereyan ettiğinde söyleyiverdim. Sabah "Aman sakın bir şey söyleme, hoca tezini bırakır." diyen bir arkadaşım bu halimi çılgınca buluyor ama sanırım beni tanıyan herkes, hoca da dahil bu huyumun farkında, o yüzden, gerilmeyip açık iletişimle duygularımızı ifade etmeye devam edebiliyoruz. Can çıkar huy çıkmaz diyenler doğru söylemiş, ne diyeyim:)

21 Haziran 2014 Cumartesi

KARAR VERME AŞAMASI, AİLE VE DİĞER ETKENLER





Kararsız bir insan sayılmam, yakından tanıyanların gözünde verdiği karardan dönmeyen bir imajım da var,söylerler ama bu hafta içi 5 günlük sürede il dışı tayinler açılınca zorlu bir karar verme aşaması geçirdim. 

Topu topu Zonguldak il merkezinde tek bir okul açıktı, o da butik okul gibi, az öğrencili bir Anadolu Lisesi. Yıllardır sınavla Anadolu Lisesi öğretmeni olma hakkı kazanıp sınavsız torpilliler yüzünden meslek lisesinde çalışmaya mahkum biri olarak çok cazip, hatta ailem yüz yüze, ben telefonla müdürüyle konuşunca doktoradan dolayı programda esnek davranacağını söyledi, daha da cazip. Zaten ailemi özlemek, yıllardır uzakta yaşamak, onlarla beraber kaç yılımızı beraber geçirebileceğimizi düşünmek vicdanımı zorluyor. Lojmanı da değiştirip taşınma ihtimali de var bir yandan. Bir yandan da, ailemle yaşadığımda 2 araç ya da 1 araç artı yürüme mesafesi. Üstüne psikolojik danışmanların ölçek doldurmada isteksiz olmalarından dolayı (Tembellikleri ayrı bir tez konusu!!!) şimdiye kadar bitirmeyi planladığım ve hala veri toplamaya devam ettiğim tezim. Tayin istesem bu yıl, tez bittiğinde üniversite kadrosu bulduğum yere yine tayin, 2 türlü iş yani.

Bir de, o okulun Roman mahallesiyle karşılıklı olması, benim o yolu kazasız belasız geçebilme endişem eklendi kafa karışıklığıma. Ben ki, lisansını böyle bir mahalleye kurulmuş bir üniversitede tamamlayıp üstüne aynı mahalleye atanıp 3 yıl görev yapmış biriyim ;İstanbul'da. Hatta, bir göreve yetişmek için taksiye binmeye çalıştığımızda şoför o mahalleye giremeyeceğini söylemişti öyle bir kötü imaj yani. Buna rağmen, okuldaki Roman öğrencileri hiç etiketlediğimi hatırlamıyorum hatta Karadenizli ve Doğulu ailelere tercih ettiğimi hatırlıyorum velilerin yaklaşımlarını. Bir de kültüre duyarlı p.d.  kavramıyla ilgili tez yazıyorum ama tedirginliklerim varmış, bir farkındalık kazandım. Geçenlerde yolda annem, kardeşim ve yeğenimle yürürken yolumuzu çevirip laf atan ergen Romana takıldı aklım istemeden. Kendi ellerimle o tercihi yapamadım.

Bu süreçte, özellikle babamla annemin kafasını çok şişirdim. Hatta dün sabah çok uykumu almışım gibi sabahın  5:30'unda kalkıp 6.30'da babamı arayıp yine sordum. Biraz anlayışsız bir annem babam olsa, "Gelmezsen hakkımızı helal etmeyiz, ne öyle oralarda uzakta." deseler, duygu sömürüsü yapsalar daha kolay karar verir miydim bilmiyorum. "Yakınımızda olmanı isteriz ama kendini zora sokma, bitirince buralara yakın bir yerlere bakarız." falan deyince ihale bana kaldı.Kötü bir karar verince "Sizin yüzünüzden." deme hakkımı elimden almış oldular:)Ailesiyle uzakta yaşayıp ilişkileri de uzak olan arkadaşlarımın kalma kararını net alabilmelerine bile imrenecek hale gelmeye yakındım o süreçte. Nihayetinde, en kötü karar bile kararsızlıktan iyiymiş bir kez daha gördüm. Hizmet puanı benden daha yüksek puanlı biri o okula yerleşirse, "Yazsaydım da çıkmayacakmış!" deyip bir ferahlayacağım o derece:)

KARAR VERME AŞAMASI, AİLE VE DİĞER ETKENLER





Kararsız bir insan sayılmam, yakından tanıyanların gözünde verdiği karardan dönmeyen bir imajım da var,söylerler ama bu hafta içi 5 günlük sürede il dışı tayinler açılınca zorlu bir karar verme aşaması geçirdim. 

Topu topu Zonguldak il merkezinde tek bir okul açıktı, o da butik okul gibi, az öğrencili bir Anadolu Lisesi. Yıllardır sınavla Anadolu Lisesi öğretmeni olma hakkı kazanıp sınavsız torpilliler yüzünden meslek lisesinde çalışmaya mahkum biri olarak çok cazip, hatta ailem yüz yüze, ben telefonla müdürüyle konuşunca doktoradan dolayı programda esnek davranacağını söyledi, daha da cazip. Zaten ailemi özlemek, yıllardır uzakta yaşamak, onlarla beraber kaç yılımızı beraber geçirebileceğimizi düşünmek vicdanımı zorluyor. Lojmanı da değiştirip taşınma ihtimali de var bir yandan. Bir yandan da, ailemle yaşadığımda 2 araç ya da 1 araç artı yürüme mesafesi. Üstüne psikolojik danışmanların ölçek doldurmada isteksiz olmalarından dolayı (Tembellikleri ayrı bir tez konusu!!!) şimdiye kadar bitirmeyi planladığım ve hala veri toplamaya devam ettiğim tezim. Tayin istesem bu yıl, tez bittiğinde üniversite kadrosu bulduğum yere yine tayin, 2 türlü iş yani.

Bir de, o okulun Roman mahallesiyle karşılıklı olması, benim o yolu kazasız belasız geçebilme endişem eklendi kafa karışıklığıma. Ben ki, lisansını böyle bir mahalleye kurulmuş bir üniversitede tamamlayıp üstüne aynı mahalleye atanıp 3 yıl görev yapmış biriyim ;İstanbul'da. Hatta, bir göreve yetişmek için taksiye binmeye çalıştığımızda şoför o mahalleye giremeyeceğini söylemişti öyle bir kötü imaj yani. Buna rağmen, okuldaki Roman öğrencileri hiç etiketlediğimi hatırlamıyorum hatta Karadenizli ve Doğulu ailelere tercih ettiğimi hatırlıyorum velilerin yaklaşımlarını. Bir de kültüre duyarlı p.d.  kavramıyla ilgili tez yazıyorum ama tedirginliklerim varmış, bir farkındalık kazandım. Geçenlerde yolda annem, kardeşim ve yeğenimle yürürken yolumuzu çevirip laf atan ergen Romana takıldı aklım istemeden. Kendi ellerimle o tercihi yapamadım.

Bu süreçte, özellikle babamla annemin kafasını çok şişirdim. Hatta dün sabah çok uykumu almışım gibi sabahın  5:30'unda kalkıp 6.30'da babamı arayıp yine sordum. Biraz anlayışsız bir annem babam olsa, "Gelmezsen hakkımızı helal etmeyiz, ne öyle oralarda uzakta." deseler, duygu sömürüsü yapsalar daha kolay karar verir miydim bilmiyorum. "Yakınımızda olmanı isteriz ama kendini zora sokma, bitirince buralara yakın bir yerlere bakarız." falan deyince ihale bana kaldı.Kötü bir karar verince "Sizin yüzünüzden." deme hakkımı elimden almış oldular:)Ailesiyle uzakta yaşayıp ilişkileri de uzak olan arkadaşlarımın kalma kararını net alabilmelerine bile imrenecek hale gelmeye yakındım o süreçte. Nihayetinde, en kötü karar bile kararsızlıktan iyiymiş bir kez daha gördüm. Hizmet puanı benden daha yüksek puanlı biri o okula yerleşirse, "Yazsaydım da çıkmayacakmış!" deyip bir ferahlayacağım o derece:)

18 Haziran 2014 Çarşamba

DÖNÜT ALMAK


İlgimi çeken, takip ettiğim bazı bloglara yorum yazıyorum zaman zaman. Yazıyı yazana bir yorum bırakmanın, aynı ya da farklı fikirde olduğumuzu belirtmenin teşvik edici bir yanı olduğuna da inanıyorum. En azından benim için durum böyle. Yazdıklarıma yorum bırakılması, tanımadığım insanlarla bir tanışıklık hissi uyandırıyor ve o yorum hakkında düşünmek de bir nevi beyin jimnastiği gibi geliyor bana. 

Aynı şekilde, bıraktığım yorumlara da yazarın bir cevap vermesini beklediğimi fark ettim. Yorumların umursandığını, okunduğunu görme ihtiyacı belki de. Bunun sadece benimle ilgili bir durum olmadığını düşünüyorum çünkü hayatımız boyunca toplumsal varlıklar olarak kendimizden emin olup olmadığımızdan bağımsız olarak başkalarının duygularını ve düşüncelerini merak eder dururuz. Bunu sorarak öğrenebildiklerimiz kadar, sorma şansımız olmayanların fikrini de merak ederiz. Bu yüzden, insanlar zahmet edip yazdıklarıma yorum bırakınca bir şeyler yazmadan geçemiyorum. Yazdıklarını paylaşıp, yoruma açık bırakan ama yorum bırakanlardan dönütü esirgeyenleri de çözemiyorum. Sadece gidiş bileti almak gibi ucu açık...Cevapsız mektuplar gibi boşa yazılmış...

DÖNÜT ALMAK


İlgimi çeken, takip ettiğim bazı bloglara yorum yazıyorum zaman zaman. Yazıyı yazana bir yorum bırakmanın, aynı ya da farklı fikirde olduğumuzu belirtmenin teşvik edici bir yanı olduğuna da inanıyorum. En azından benim için durum böyle. Yazdıklarıma yorum bırakılması, tanımadığım insanlarla bir tanışıklık hissi uyandırıyor ve o yorum hakkında düşünmek de bir nevi beyin jimnastiği gibi geliyor bana. 

Aynı şekilde, bıraktığım yorumlara da yazarın bir cevap vermesini beklediğimi fark ettim. Yorumların umursandığını, okunduğunu görme ihtiyacı belki de. Bunun sadece benimle ilgili bir durum olmadığını düşünüyorum çünkü hayatımız boyunca toplumsal varlıklar olarak kendimizden emin olup olmadığımızdan bağımsız olarak başkalarının duygularını ve düşüncelerini merak eder dururuz. Bunu sorarak öğrenebildiklerimiz kadar, sorma şansımız olmayanların fikrini de merak ederiz. Bu yüzden, insanlar zahmet edip yazdıklarıma yorum bırakınca bir şeyler yazmadan geçemiyorum. Yazdıklarını paylaşıp, yoruma açık bırakan ama yorum bırakanlardan dönütü esirgeyenleri de çözemiyorum. Sadece gidiş bileti almak gibi ucu açık...Cevapsız mektuplar gibi boşa yazılmış...

12 Haziran 2014 Perşembe

BALE VE ÖNYARGI

Nisan'da biletlerini alıp Soma olayı dolayısıyla ertelenen bale ve müzikal biletlerimiz vardı (Gündem çabucak değiştiğinden Soma'yı anan yok, o ayrı!). Biletleri aldığımız arkadaşlardan biri annesinin kanser tedavisi sonuç verince yanında olmak istedi ve Ankara'ya gitti. Kızı ve kendisi için aldığımız 2 bilet de açıkta kaldı yani. Biletleri başka bir arkadaşa gitmesi için verdi, onun da annesi ziyaretine gelince, biletler yine sahipsiz kaldı. 
Pazartesi akşamki bale gösterisi için arkadaşlara gelip gelemeyeceklerini sorduk. Biletler bedava, kimse ücret istememesine rağmen "Sıkılırım.", "Hiç baleye gitmedim, sıkıcıdır.", "Evden çıkmak zor gelir.", "Klasik müzik var, istemem." gibi bahaneler üretildi.Bu mazeretleri bildirenlerin tümü üniversite mezunu öğretmenler bu arada. Neyse sonunda, gelmeyi isteyen 2 kişi çıktı, onlar da son anda vazgeçebileceklerini söylediler. Yine de geldiler.

Akşam müthiş bir gösteri izledik (3. sıraya bilet almamıza rağmen davetiyeli seyirciler gelmeye zahmet etmediğinden en önden izledik gösteriyi. Sahneden bize atılan gülleri kaptık hatta:) İlk kez baleyle tanışan toplamda 3 arkadaşım gösteriye bayıldı. Bu akşam da müzikal bileti bulmak için erkenden gişeye gidip şanslarını deneyecekler hatta. Okulda da, bir önceki gösterinin izlenimlerini anlata anlata bitiremediklerinden seneye onlara da bilet almamızı isteyen bir kitle oluştu.

Kıssadan hisse şu ki; önyargı kötü bir şey, kendimize yeni bir şeyler denemek için şans vermek gerek. 

BALE VE ÖNYARGI

Nisan'da biletlerini alıp Soma olayı dolayısıyla ertelenen bale ve müzikal biletlerimiz vardı (Gündem çabucak değiştiğinden Soma'yı anan yok, o ayrı!). Biletleri aldığımız arkadaşlardan biri annesinin kanser tedavisi sonuç verince yanında olmak istedi ve Ankara'ya gitti. Kızı ve kendisi için aldığımız 2 bilet de açıkta kaldı yani. Biletleri başka bir arkadaşa gitmesi için verdi, onun da annesi ziyaretine gelince, biletler yine sahipsiz kaldı. 
Pazartesi akşamki bale gösterisi için arkadaşlara gelip gelemeyeceklerini sorduk. Biletler bedava, kimse ücret istememesine rağmen "Sıkılırım.", "Hiç baleye gitmedim, sıkıcıdır.", "Evden çıkmak zor gelir.", "Klasik müzik var, istemem." gibi bahaneler üretildi.Bu mazeretleri bildirenlerin tümü üniversite mezunu öğretmenler bu arada. Neyse sonunda, gelmeyi isteyen 2 kişi çıktı, onlar da son anda vazgeçebileceklerini söylediler. Yine de geldiler.

Akşam müthiş bir gösteri izledik (3. sıraya bilet almamıza rağmen davetiyeli seyirciler gelmeye zahmet etmediğinden en önden izledik gösteriyi. Sahneden bize atılan gülleri kaptık hatta:) İlk kez baleyle tanışan toplamda 3 arkadaşım gösteriye bayıldı. Bu akşam da müzikal bileti bulmak için erkenden gişeye gidip şanslarını deneyecekler hatta. Okulda da, bir önceki gösterinin izlenimlerini anlata anlata bitiremediklerinden seneye onlara da bilet almamızı isteyen bir kitle oluştu.

Kıssadan hisse şu ki; önyargı kötü bir şey, kendimize yeni bir şeyler denemek için şans vermek gerek. 

7 Haziran 2014 Cumartesi

ŞAŞIRTI BENİ ŞAŞIRTTI:)

 Bu sabah kanalları dolaşırken (Burada bahsettiğim gibisabah ekranında kanal gezme rekortmeniyim malum!), Pepee'ye rastladım.Hem mesleki meraktan, hem de teyzelik durumundan  birkaç saniye takılı kaldım, o anda da annesi Pepee ve arkadaşlarına "Size bir "şaşırtı" yaptım." dedi. Benim bu cümleyi idrak etmem önce zaman aldı.  Sonradan anladım ki, kadıncağız "sürpriz" yapmış:)

Yıllardır İngilizce öğreten biri olarak, yabancı kelimeleri cümle içinde anlamsızca, bilinçsizce, cahilce kullanmayı eleştiririm. Dile sahip çıkma konusunda lisedeki İngilizce öğretmenimiz Bahri Bey'in "Siz Türkçe'yi öğrenin, ben size İngilizce öğretirim." lafını düstur kabul ederim. Üniversite giriş sınavlarında Türkiye 1.si bile çıkarmış bir öğretmendir kendisi ve kendi deneyimlerimde de görüyorum ki, ana dilini bilmeyen, bu dilin kurallarına hakim olmayan birine başka bir dil öğretmek imkansıza yakın. Bir öğrencimin fiil örneği olarak "süt"ü örnek vermesi, benim için kırılma noktalarından biridir. O günden beri "Sütüyoruz, süreceğiz, süttük.":( (Yok, bu kez ağlanacak halimize gülen yüz koyamadım!)

"Bütün bu anlattıklarının Pepee ile ilgisi ne ola ki?" diye sorarsanız, dile sahip çıkma konusunda hassasiyet göstermek, Türkçe hali yaygın kullanılıyorken bizden olmayan bir kelimeyi lafın içine sokuşturup "full dolu" gibi anlamsız laflar etmemek,özetle dile sahip çıkmak gerek derim. Bununla birlikte, yıllardır artık bizden olan kelimelere yeni alternatifler (buna da alternatif bulunmuştur elbet!), otobüsü "çok oturgaçlı götürgeç" gibi zorlama Türkçe yapmak da fazla zorlama ve itici geliyor bana. Edebiyat öğreten bir sürü arkadaşım da, dilimizde yer etmişse, uzun zamandır kullanılıyorsa o sözcüğün bizden olduğunu savunuyor. 

Mevcut icatlar, keşifler bizden çıksa, zaten dünya da "baklava" gibi Türkçe isimleri ile öğrenecek çoğu kelimeyi, dili zenginleştirmek bilimde ilerlemeyle de mümkün yani. Atatürk'ün geometride kullandığımız çoğu terime karşılıklar bulması ve kelimelerin dilimize yerleşmesi, o kelimeyle ilk kez bu karşılıklarla tanışmamızla mümkün olmuş. Yıllardır kullanılan kelimelere bu saatten sonra karşılık bulmaya çalışmak biraz fazla "şaşırtı"lı olmuyor mu bünyemizde?

ŞAŞIRTI BENİ ŞAŞIRTTI:)

 Bu sabah kanalları dolaşırken (Burada bahsettiğim gibisabah ekranında kanal gezme rekortmeniyim malum!), Pepee'ye rastladım.Hem mesleki meraktan, hem de teyzelik durumundan  birkaç saniye takılı kaldım, o anda da annesi Pepee ve arkadaşlarına "Size bir "şaşırtı" yaptım." dedi. Benim bu cümleyi idrak etmem önce zaman aldı.  Sonradan anladım ki, kadıncağız "sürpriz" yapmış:)

Yıllardır İngilizce öğreten biri olarak, yabancı kelimeleri cümle içinde anlamsızca, bilinçsizce, cahilce kullanmayı eleştiririm. Dile sahip çıkma konusunda lisedeki İngilizce öğretmenimiz Bahri Bey'in "Siz Türkçe'yi öğrenin, ben size İngilizce öğretirim." lafını düstur kabul ederim. Üniversite giriş sınavlarında Türkiye 1.si bile çıkarmış bir öğretmendir kendisi ve kendi deneyimlerimde de görüyorum ki, ana dilini bilmeyen, bu dilin kurallarına hakim olmayan birine başka bir dil öğretmek imkansıza yakın. Bir öğrencimin fiil örneği olarak "süt"ü örnek vermesi, benim için kırılma noktalarından biridir. O günden beri "Sütüyoruz, süreceğiz, süttük.":( (Yok, bu kez ağlanacak halimize gülen yüz koyamadım!)

"Bütün bu anlattıklarının Pepee ile ilgisi ne ola ki?" diye sorarsanız, dile sahip çıkma konusunda hassasiyet göstermek, Türkçe hali yaygın kullanılıyorken bizden olmayan bir kelimeyi lafın içine sokuşturup "full dolu" gibi anlamsız laflar etmemek,özetle dile sahip çıkmak gerek derim. Bununla birlikte, yıllardır artık bizden olan kelimelere yeni alternatifler (buna da alternatif bulunmuştur elbet!), otobüsü "çok oturgaçlı götürgeç" gibi zorlama Türkçe yapmak da fazla zorlama ve itici geliyor bana. Edebiyat öğreten bir sürü arkadaşım da, dilimizde yer etmişse, uzun zamandır kullanılıyorsa o sözcüğün bizden olduğunu savunuyor. 

Mevcut icatlar, keşifler bizden çıksa, zaten dünya da "baklava" gibi Türkçe isimleri ile öğrenecek çoğu kelimeyi, dili zenginleştirmek bilimde ilerlemeyle de mümkün yani. Atatürk'ün geometride kullandığımız çoğu terime karşılıklar bulması ve kelimelerin dilimize yerleşmesi, o kelimeyle ilk kez bu karşılıklarla tanışmamızla mümkün olmuş. Yıllardır kullanılan kelimelere bu saatten sonra karşılık bulmaya çalışmak biraz fazla "şaşırtı"lı olmuyor mu bünyemizde?

3 Haziran 2014 Salı

DENGELER ŞAŞMASIN!

Bu aralar, havalar gibi bir gelgitli ruh hali içinde misiniz bilmem ama ben 27 Haziran'da Tez İzleme Komitesi için yazmaya devam, bir yandan "Yazılı sorusu hazırla, yazılı yap, yazılı oku. % 50 tutmadıysa, soru hazırla, yine yazılı yap, yine oku, not gir." rutininden kafayı sıyırmak üzereyim. Komite için hocaların hepsine uygun gün ve saat ayarlamak, il dışından gelene ayrı, üniversite dışından gelene ayrı ayrı yine yeni yeniden dönüp tarih teyit etmek, bu arada tezde kalem oynatmadığım günler için kendime lanet edip kardeşimin deyimiyle bir zamanlar üzerinde çalıştığım "akademik erteleme" konusunda örnek vaka olduğum günleri hatırlamak... Gerçi hakkımı da yemeyeyim, hem gezdim, hem okuyup yazdım genelde:)

Bu kadar yoğunken, kafayı da sıyırmamak için hala deşarj olmaya ihtiyacım olduğunu biliyorum. Kafayı kaldırmadan, günlerce evden çıkmadan ders yapmak da anlamlı gelmedi bunca yıllık öğrenciliğimde. Eeee zaten bir yandan sabahın köründe kalkıp gırtlak patlatıyorum, bir yandan da doktora. Biraz sosyal etkinlikle nefes almasam hepten boğulurum gibi geliyor. O yüzden, "Çocuk da yaparım, kariyer de." mantığını benimseyenler gibi iş, tez ve sosyal etkinlik bir arada yürütmeye çalışıyorum. Aylar öncesinden gidip müzikal, bale bileti bile aldım, izlemezsem kötü hissederim.
Doğru yolda olup olmadığım konusunda kafam karışık ama ben dengeyi başka türlü sağlayamıyorum. 


Kıssadan hisse: Terzi söküğünü dikemez!

DENGELER ŞAŞMASIN!

Bu aralar, havalar gibi bir gelgitli ruh hali içinde misiniz bilmem ama ben 27 Haziran'da Tez İzleme Komitesi için yazmaya devam, bir yandan "Yazılı sorusu hazırla, yazılı yap, yazılı oku. % 50 tutmadıysa, soru hazırla, yine yazılı yap, yine oku, not gir." rutininden kafayı sıyırmak üzereyim. Komite için hocaların hepsine uygun gün ve saat ayarlamak, il dışından gelene ayrı, üniversite dışından gelene ayrı ayrı yine yeni yeniden dönüp tarih teyit etmek, bu arada tezde kalem oynatmadığım günler için kendime lanet edip kardeşimin deyimiyle bir zamanlar üzerinde çalıştığım "akademik erteleme" konusunda örnek vaka olduğum günleri hatırlamak... Gerçi hakkımı da yemeyeyim, hem gezdim, hem okuyup yazdım genelde:)

Bu kadar yoğunken, kafayı da sıyırmamak için hala deşarj olmaya ihtiyacım olduğunu biliyorum. Kafayı kaldırmadan, günlerce evden çıkmadan ders yapmak da anlamlı gelmedi bunca yıllık öğrenciliğimde. Eeee zaten bir yandan sabahın köründe kalkıp gırtlak patlatıyorum, bir yandan da doktora. Biraz sosyal etkinlikle nefes almasam hepten boğulurum gibi geliyor. O yüzden, "Çocuk da yaparım, kariyer de." mantığını benimseyenler gibi iş, tez ve sosyal etkinlik bir arada yürütmeye çalışıyorum. Aylar öncesinden gidip müzikal, bale bileti bile aldım, izlemezsem kötü hissederim.
Doğru yolda olup olmadığım konusunda kafam karışık ama ben dengeyi başka türlü sağlayamıyorum. 


Kıssadan hisse: Terzi söküğünü dikemez!

30 Mayıs 2014 Cuma

D.SEKİ VE DİĞERLERİ


Şarkıcı, besteci ve söz yazarı Deniz Seki için yakalanma emrinin çıkması, bugün tüm haber bültenlerinin konusuydu. Daha önce, 218 gün hapiste yatmış olan Seki, Yargıtay'ın yeniden yatmasına yönelik onadığı cezasına itiraz etmiş, sonuç umduğu gibi olumlu olmamış yani kendisine uyuşturucu temin etmekten bir ceza biçilmiş ve hapse geri dönmesi gerekiyor.

Geçenlerde bir programda, "Ben yapmadım." diye isyan ederken izledim kendisini. Uyuşturucu kullanmış ama satmamış, başkalarına temin etmemiş olduğunu ifade ediyordu. Telefon kayıtlarında ise, bir kişinin tek başına kullanmayacağı kadar çok madde sipariş ettiği bulunmuş, miktarın fazlalığından başkalarıyla da paylaştığı kararına varılmış. 

Sözün özü, Deniz Seki AİHM başvurusu yapar da cezası iptal edilmezse, 40'lı yaşlarını hapiste sürdürecek gibi. Romantik şarkılar yazan, tanıdıklarının çok duygusal olduğunu söyledikleri bir isim, bu süreçten çok etkileniyordur tahminimce. Eğer başkalarıyla, ikram, para karşılığı, rica sonucu, ne olursa olsun paylaştıysa ve birilerinin de kendisi gibi zehirlenmesine göz yumduysa çok masum gelmiyor bana. 

Ülke kanunlarına göre yasak bir madde ve biraz izan sahibi biri bu maddelerin zararlarından haberdar. Bir yandan da, geçen yıl bir operasyonda yakalanan diğer ünlülerin  paçayı sıyırması ise adil değil. Eşit suça, eşit olmayan ceza yani ya da adamına göre muamele!