31 Aralık 2020 Perşembe

2020

Babamın çocukluk  arkadaşı M. amcayı kaybederek başlamıştık bu yıla. Hızlı girdik yani.  Üstüne dünya hızına yetişemediğimiz bir virüsle tanıştı. 2020'yi zor unuturuz.

Yine de yeni yıl  gelirken eski yılla değil de yaşananlarla hesaplaşmak gerek bence. 2020 ile çooook büyük hesaplaşmalarım yok çünkü koronaya yakalanmayan,  korona nedeniyle ailesinden ve yakın akrabalarından birini kaybetmeyen,  işini kaybetmeyip maaş almaya devam eden azınlık sayılan gruptayım çok şükür. Can sıkıntıları, tatile gidememeler, kaygılar, günlük telâşlar bonusu bu sürecin, olsun varsın, yeter ki sağlık olsun. Bu kafaya geldim bu yıl birazcık da olsa. Daha çok şeyi dert eden biriyken koronadan çok kanser dönüştürdü beni.

Sağlıklı, mutlu, kayıpsız ve ayıpsız bir yeni yıl olsun.

27 Aralık 2020 Pazar

KIRMIZI ODALI KRALİÇE (!)

Ruh sağlığı uzmanlarının uygulama deneyimlerini kitaplaştırmaları,  hep eleştiriye açık bir konu. Yalom da olsanız (o da transferans ve karşıt transferans konusunda okun ucunda çoğu zaman), danışan/ hasta/ müşteri ne derseniz deyin siz ve onun arasındaki özeli ifşa ediyorsunuzdur bir nevi. İzin de alsanız, karakteristik özellikleri değiştirseniz, eğitim amaçlı sunduğunuzu söyleseniz de eleştiri kaçınılmaz bu alanda. Mahremiyet başta olmak üzere etik sorunsalı devrede çünkü!

Ülkemizde de bu aralar Gülseren Budayıcıoğlu (Ben uzun süre Budaycıoğlu diye kodlamışım kadını, niye ğ yok bu soyadında diye sorgulayarak), gerek kitapları gerekse dizileriyle bu tartışmaların odağı. İzleyicinin ağlama ihtiyacını doyuran, ataerkil, başkanındaki derdi görüp kendi derdini unutmayı hedefleyen, buram buram acı dolu diziler bunlar. Böyle hikayeler elbette yaşanıyor ama dizi sosuna bulanınca üstüne ketçap konmuş pasta tadına geliyor:

Birini "Bu kadının tarzını çok itici buluyorum, aslını öğreneyim." diye okudum kitapların birini  (Madalyonun İçi), ötekini de yılbaşı hediyesi olarak  yeğenime seçtirip kardeşim almış (Kral Kaybederse), öyle okudum. Çabucak bitti bugün itibariyle ama paketi açtığımda nasıl bir ifade takındıysam kardeşim "Beğenmedin." dedi. Paketten çıkan öteki  hediyeye daha insani bir tepki verdim çünkü:( Kitaba değil yazarına olduğunu söyledim bu ifademin. 

Neyse, ötekine göre daha akıcı çünkü daha bütünlüklü. Ötekinde, bir vakanın ilk kısmından 40 sayfa sonra anlatılıyor, arka arkaya okuma çabasıyla ileri geri gitme gibi bir kurgu  ve dizgi sorunu vardı. 

İki kitapta da ortak olan, " Ben acayip duyarlı, empati ve sempati dolu bir psikoterapistim." vurgusu. Bu,  danışanın ağzından da, kendi ifadelerinden de gözümüze çarptırılıp kafamıza kakılıyor.  Çaylı-kahveli, bol ağlamalı ve sarılmalı seanslardan bahsetmiyorum bile. Bahsettim ama:)  Arif Verimli'nin altını çizdiği gibi " panda" kıvamında sarılmalı olanlardan işte:)

Röportajlarını okuyunca, üstüne çalışma şartlarının ağırlığı ile ilgili bir köşe yazısını paylaştığı için 5 psikoloğunu isten biraz paldır küldür işten atınca kişiliği ile ilgili biraz yorum sahibi olunabiliyor diye düşünmüştüm ama kitaplar daha net fikir veriyor insana. Satır aralarını okuma şansı bir nevi. Örneğin, danışanının pırlanta bir kolyeyi boynuna takıvermesi, ofisi süsleyen danışan hediyesi biblo ve tesbihler... Öğretmenler gününde de çiçek vs. yüz kızartır, etik olarak yasaktır hediye. Ruh sağlığı alanındaysa  yaptırımı da olur. Yazarken yazmaktan utanmayıp özdenetime bile takılmamış yaptığı şey ve alenen yazmış. Sonrasında, danışanına bunun etiği konusunda bir açıklama bile yaptığını belirten bir ifade bile yok ardında. 







21 Aralık 2020 Pazartesi

NOT

Dönem sonu yaklaşırken not verileceği de açıklandı karnelere. Üstelik yazılı falan gibi daha elle tutulur bir veri de yokken ilkokullar için. 

Mart ayından beri gelgitli eğitim- öğretim döneminde uzaktan ya da yakından, paylaşım yaptığımız her platformdan ulaşan öğrenciler var. Bir de kapı duvar olanlar. Maddi imkanı olmayıp teknolojiye ulaşamayan, sağlık sorunuyla okula gelemeyen olduğu kadar umursamazlıktan  varlık göstermeyen de.

Haftada bir gün okula gidiyoruz imza atmak için ya,  onu da atamıyorum, çoğu öğretmen defteri kendi malı gibi evine götürüyor:( Bugün uzun zamandır canlı derslere giremeyen bir öğrencimi sordum okulda. Telefonu var ama Internet paketi yok  diye biliyorum, belki paket yükleriz diye operatörünü sordum. Babasının emekli olduğunu, ayrıca bir de kömür ocağı sahibi olduğunu öğrenip dumur olmamı sağladı sorum. 

Yine sınıf annesi sistemi ile diğer velilerle iletişim kurmamı sağlayan velim, kendi çocuğunu hiçbir derse sok(a)mıyo. Çocuk evinin karşısındaki okula geldiğinde bile annesi için ağlayan 5.5 aylık doğup güvenli bağlanamayan bir tip. 

Küçük bir okul, sorarak görerek araştırarak kimin ne durumda olduğunu az çok öğrenebiliyor insan. Yine de not vermek benim için tam bir bela bu süreçte. "Öğrenebildiği yanına kar kalsın." deyip dönemi notsuz bitirme kararı vermelerini bekliyorum tepedekilerin. Üste pislemeyi bırakıp!

13 Aralık 2020 Pazar

(A)SOSYAL DEVLET

Kardeşim, okuldan bir arkadaşının akrabası SMA hastası bir bebekle ilgili kampanyadan bahsetti bugün. Henüz 8 aylık. Yardim için ünlülere falan ulaşmaya çalışıyormuş ailesi. 

SMA'da 2 yaş sonrası tedavi yapılamıyor ve ilaç 2.4 milyon dolar. Bir sürü kampanya var ve 2 yaşa en yakın olanı kurtarıp daha küçükleri sonraya bırakmak da genel eğilim kampanyalarda:( 

Sıranın gelmesini beklemek, o esnada tedavi şansının tükenmesi, bir sürü hastalık semptomu, vb. Kimse çocuğuyla sınanmasın!

Kişisel olarak ne yapabiliriz diye uğraşıyorsun bu durumlarda. Maddi yardım, olabildiğince çok insana ulaşmalarına destek. Eee sonra? O para kaçı için toplanabiliyor? 

Türkiye'de 3000 civarı SMA hastası olduğunu okudum. Kişisel desteklerle hepsinin üstesinden gelinmesi çok zor, hatta imkansız. 

Benzerini immünoterapi için akciğer kanseri hastaları da yaşıyor. Oysa sosyal bir devlette, ilaç şu kadarmış, temin edilmiş- edilmemiş kişilerin derdi değil. Bir yerlere kolaylıkla ayrılabilen bütçeler, aynı anda 5 maaş alan kişilerin fazla maaşları falan istenirse insan canını kurtarmak için de kullanılabilir, günü kurtarmak yerine!

Not: Bahsettiğim bebek: Alpaslan Başoğlu-Zonguldak 







27 Kasım 2020 Cuma

SEN KİMSİNİZ?

Yeğenim, bu seneki uzaktan eğitimin bir kısmını bizde yapıyor. Korkudan mesafe  koyalım birbirimize derken, her geldiğinde kalıyor bir daha gelememe korkusuyla.  Böyle böyle bayağı uzaktan eğitim sürecine veli kanadından da katılmış oldum.

Bugün öğleden sonraki derse ilk girenlerdendi.  Akşam 7'ye kadar süren çılgın bir programları var ve bu başka karın ağrısı konu! Derse girişte, öğretmen "Merhaba!" dedi. O da cevap olarak " Merhaba!". Sonra da ayarı yedi 8 yaşındaki çocuk:( " Merhaba öğretmenim demen gerekirdi. Hadi söyle!"  Çocuğun sesi içine kaçtı bunu duyunca, ezilip büzülüp söyledi.  

Kadının her derste çığlık çığlığa ders anlatması, hiç sohbet etmeden derse girişi, derse Matematik diye başlayıp son 5 dakikada Türkçe'ye dönmesi, azarları,  teneffüsten süre çalmaları, oyun oynatmaya söz verip 30 dakika boyunca yazısını bitirmeyeni  bekleyip dersi oyunsuz bitirmesi falan hanesine düştüğümüzeksi notlardı. Bugün zirvesini yaptı nezdimde. 

Durumu, kardeşime ilettiğimde, bana bugünkü twitter gündemini işgal  eden akademisyenden bahsetti. Hani şu, " Sevgiler" demeden önce " saygı" sunulmayı bekleyen Tansel bilmem ne oğlu! O derece ayar  oldum ki soyadını da unuttum:) 

Saygı ve sevgi tabii ki önemli ama bunu sevgisiz, saygısız, itici ve hatta hadsiz bir şekilde dikte edince şırınga edilmiş bir şekilde karşıdan bize akmıyor. Kazanılması, hak edilmesi gerekiyor, söke söke alınması değil! O yüzden eminim ki, yeğenim dahil bu sınıftaki  öğrencilerin hiçbiri arayıp sormayacak öğretmenlerini mezun olunca.  O  akademisyen de, yetişkin öğrencilerinin gözünde bugünkünden değerli olamayacak. Sevmeden sevgi, saygı göstermeden saygı beklemek zavallılık çünkü!!!










13 Ekim 2020 Salı

"BEN BİLE ..!

Bu okulda,  müdüre vekalet eden müdür yardımcımız da dahil olmak üzere 4. müdürle çalışıyorum. Toplamda da 15. müdür, kimbilir kaç da yardımcı.  Ben gerek keyfimden, gerekse öğrenim durumundan şehir  şehir ve bölge bölge gezip durduğum için yeni idareci değişikliği çok da dokunmuyor bana. Şimdiye kadar, benden hiç haz etmeyen idareciler de oldu, takdirini belli eden de.

 İş ortamında, " Paket yapıp eve götürmek zorunda değilim." benim hoşlanmadığım ortama ve kişilere katlanma mottom :)   Okul hayatımdaki çekingen, parmak kaldıramayan, göz göze  gelindiğinde  kızaran ben,  o kadar çok  yer  degistirdim ve sınıfta kitlelere konuşmak zorunda kaldım ki, yanlış gelen ne varsa "pat" diye söylemezsem "çat" diye patlarım diyen bir tipe dönüştüm yıllar içinde.  İdareci falan herkes nasibini alıyor kimi zaman çatallaşan dilimden. 

Bu okuldaki şansım da, okul ikliminin açık iletişime uygun olması. Yüze söylenen eleştiriler, toplantıda idarenin yüzüne vurulan aksak gidişat, olumlu bir şey varsa onun da söylenmesi okulun işleyiş rutini. 40  yılı aşkın  aynı okulda çalışan  öğretmenlerin varlığı, okulun kemikleşmiş bir kadrosu olması bu iklimi yaratmış bence. Her gelen idareci ve öğretmeni de içine alıp yoğuruyor. 

Okulda 3. yılını çalışan ( çalışamayan) bir müdür yardımcımız bu düzenin ayrık otu. " Kadından idareci olmaz." diyen tüm önyargılı yorumları besleyen, çiçek yetiştirerek ilk yıl mesaisini bitiren, hiçbir mevzuatı bilmeyen, her işi birbirine dolayan ve   bu yüzüne vurulduğunda savunmaya geçen biri. Gelen resmi yazılara " Benim kompozisyonum süperdir. Bu yazıyı ben bile anlamadıysam, kim anlar merak ediyorum. Ben Siyasal mezunuyum, İngilizcem de çok iyi." gibi yorumlar yapan biri. Bunlar birebir onun cümleleri, atmadım gerçekten:) Şu yeni model liyakatla değil mülakatla gelen idareci tipi bu galiba! Okulda nöbetleri birbirine sokuyor, gruptan yazıp düzelttirmek zorunda kalıyoruz. İdarecilerin tayin dönemini öğretmen tayinleri diye atıyor. Düzeltilince özür dilemek yerine, " Bu okulda farklı mahalleye bile tayin isteseniz, kendinizi şehir dışına gitmiş sayarsınız." diye yorum yazıyor. 

En son, toplantıda yine yaptıkları bir hata onun ve müdürün yüzüne söylendi. Müdür, kendi hatasını kabul etti. O ise, toplantı sonrası,o  öğretmeni yanına çağırıp bağırmış, "Beni linç etmek istiyorsunuz." diye. Bu okulu  ve idareci olmayı o seçmesine rağmen, çoğu zaman raporlu falan. Geldiğinde de ortalık karışıyor.

İlişkimizi kişisel bir sohbet düzeyinde tutmak, boşanma sonrası travmayı atlatamamış olabilir diye anlamaya çalışmak, gruptan değil özelden yazmak oluyor tutumumuz genelde ama yine haklı olduğuna inanıp her gündemi ortalığa  taşımayı seçiyor. O zaman da, yanlış yaptığı tüm okul tarafından öğreniliyor ve aynı kısır döngü.  "Türbanlıyım diye dışlanıyorum. " , "Beni kabul edemediniz." ağzından düşmüyor. Bu okuldaki tek türbanlı olmadığının, böyle bir sınıflandırmanın da olmadığının farkında olarak. 

Bu okula ilk geldiğimde, sınıf öğretmenleri arasında " İçimizdeki İrlandalı" misaliydim. Dersinde İngilizce anlatmaya çalışan sınıf öğretmenleri falan vardı, buralarda yazmıştım. Derse müdahaleden hoşlanmadığımı açıkça söylerek, konuşarak, iletişim kurarak alanımı açtım. Aynı insanlar sınırlarıma saygı duydu zamanla. Arkadan konuşan ve şu anda okulda olmayanla da yüzleştim. 

Demem o ki,  her yeni ortamda bir alışma evresi oluyor ve bu bir süreç. Bizim meslekte, beğenmediginde, alışamadığında ya da değişiklik istediğinde 3 yılda bir tayin hakkın da var. Kaldı ki, zaten mülakatla yani torpille gelen biriysen, gitmen için de o zamana gerek yok. Linç edildiğine inandığın ve mutlu olmadığın bir ortamda, üstelik evine kilometrelerce uzak bir yerde ısrarla niye durulur, bunu anlamak zor. "Onlar gitsin", " Beni kabul etmek zorundalar." veya "Ben bile anlaşamıyorsam bu okuldakilerle, kimse anlaşamaz."  Aklından ne geçiyorsa, durumu düzeltmeye yaramıyor, çözümsüz kalıyor.

Not: Tüm yazıyı okuyunca, bit kişiyi arkadan çekiştirip durmuşum izlenimi oluştu bende. Yüzüne söyleyip çözüm bulamadigim her şey birikmiş sanki. Onun açısından da bakmaya çalıştım mı sorgulamalarının zihnimden yazıya dökülmüş hali bu. Kişisel olarak, onun yanlış kişiye yanlış zamanda verdiği bit göreve (canlı ders gibi) maruz kalıp müdüre düzelttirmek,  önce ona söylediğimde yanlış olduğunu kabul etmemesi ama müdürü devreye  soktuğumuzda  mecburen düzeltmesi ve kendisini şikayet etmiş konumuna düşmek beni en çok rahatsız eden. Şimdi fark ediyorum da, "arkadan iş çeviren" gibi algılanma endişesi tek derdim kadınla ilgili.

 


12 Eylül 2020 Cumartesi

AMAN KARANTİNA DUYULMASIN!

Yavaş yavaş " Öğretmenler yattığı yerden para kazanıyor"cıları ihya edecek haberler geliyor okullardan. Birini de ben vereyim. Kardeşimin okulunda bir öğretmen korona pozitif çıktı, tüm okul karantinada şimdi.

Müdürleri baştan beri okulun adı kötüye çıkar diye korkuyordu böyle bir vakadan. Dün yerel gazetelerde de yoktu haber, saklamayı başarmış. Okul karantinada olunca, yurda, kursa, seminere kimse gelemeyecek. Sanki özel okulmuş gibi öğrenci (müşteri!) avlamaya çalışan bir idareci için okulun kapalı olması nasıl bir travmaysa artık seminerde öğretmenleri uyarmış korona olunca okulun adı çıkmasın diye. 

Birilerinin hasta olması, birilerine hastalık  bulaştırması değil sorun yani. "Aman ağzımızın tadı kaçmasın Ali Rıza Bey" tavrı. İnsan bu kadar değerli bu ülkede, en dibinden en tepesine:(  



24 Ağustos 2020 Pazartesi

OKULDA İLK GÜN: MASAL BALONU SÖNERKEN

Bugün seminer dönemi ile yüz yüze eğitime başladık. Arada ne keyifli, ne sıkıcı konular vardı yazacak ama elim gitmedi. Bu keyifli(?) konuda yazamadan edemedim. Maskeli, dezenfektanlı hijyen kitleri, girişte ateş ölçerler, temiz sınıflar, uygun sosyal mesafe. Masallar masallar... 

Astım son anda kronik hastalıklar listesinden çıkmıştı, idari izne tabi değildim yani. Maskeli o kadar saat nasıl duracağımın endişesiyle doluydum yol boyu. Girişte, "Yürüdüm, ateşim var sanılabilir güneşten" falan diye kafamdan geçire geçire adım attım okula. Hak getire! Arkaya itilen sandalyeler, sosyal mesafe sayılmış. El yıkamak için gittiğiniz tuvalette peçete yok. 

İlkokul ve ortaokul aynı binadayız, bari toplantıda ayrı olalim diye boş bir sınıfa girdik. Elimizi attığımız sırada toza bulandık, sınıf değiştirdik belki bu temizlenememiştir diye, durum yine aynı. Ayıp olmasın diye fotoğraf da çekemedim ama toz bezine beş parmak resmi düşünün. İş başa düştü diye herkes oturacağı sırayı sildi. 

Önce bakan, sonra yeni müdürümüz seminer sonrası da 3 hafta boyunca okullarda olacağımızı müjdeledi :(  Filyasyonda görev alıp karantinada olanları kontrol.edebilirmişiz. Bir nevi bekçilik işi kakalandı yani öğretmenlere. 

Bir de perşembe günü, başka bir okulda zümre başkanları toplantısı yapacağımız netleşti. Acayip düşünmüş bakanımız bizi, okulumuzda sıkılırız diye dolaştırıyor, tatile çıkamadık, gezdiriyor, sağolsun!

Vaka sayısı,  1ken kapatılan okullar, " Öğretmenler yatıyor." diyenleri mutlu etmek için bu koşullarda sayı yine fırlamışken  açılıyor. Buralara uzun süre uğramayıp yazmazsam,  bu kez bilin ki elim gitmediğinden  değil, mecalim olmadığından olabilir çünkü bu koşullarda korona kapmadan atlatan acayip şanslı!

27 Temmuz 2020 Pazartesi

DİLİM DİLİM DİL

Bugün, Almanya"da teneffüste arkadaşları tarafından dışlandığı görülen, bunun sebebi diğer öğrencilere sorulduğunda da evde Türkçe konuştuğu olduğu söylenen bir öğrenciyle ilgili bir haber okudum.  "Okulda neden Almanca konuşmak gerekir? Neden Türkçe konuşmamalıyız. Almanca konuşmazsak arkadaşlarımız bizi anlamazlar. " gibi ifadelerle dolu bir paragraf yazma cezasından bahsediyordu haber.  Öğretmenle ilgili şikayetten de. Haberde evde dese de olay okulda geçtiği için Türkçe konuşma da okulda gerçekleşmiş olmalı!

Ceza olunca işin içinde itici geldi önce. Ülkenin dilinde yetkin hissetmiyorsa aralarımda anadilini konuşma da batmamalı insana bence. Bu konuyu politik açıdan değil insani açıdan değerlendirince böyle. Okulumuzda da teneffüste Türkçe bilmelerine rağmen çatır çatır Arapça, Afganca falan konuşan öğrencilerim var. "Hoop durun!" demiyoruz. 

Olay, sınıf içinde geçince tutumum değişiyor birden. Ülkenin bir ya da birkaç resmi dili olduğu gibi bir de eğitim dili var ve olmalı da kanımca. Yabancı dil dersleri, yabancı dille eğitim ayrı mesele. Ortak bir dil olmayınca kapı komşusuyla konuşamayan Balkan halkı gibi olur sınıf ortamı çünkü. "Türkçe konuş!" diye baskı kurman ama dile hakimiyeti için destek olurum. Dilinden kelimeleri falan sorar, farklı kültürü de yok saymam ama İngilizce dersi dışında da  iletişim dilimiz Türkçe olur. Uygulamada durun bu özetle. 

İkisi de okul içi ama iki farklı uygulama gibi gelebilir ama özel ve kamusal alan ayrımı benimki. Teneffüste aradaki iletişim onların özel alanı, öğretim süreci ise kamusal. 

"Elin Almanı yine kafatasçılık yapmış da, dilimizi konuşturmamış." diye bakıyorsak bu habere ve  Almanya'da Türkçe kullanımına,  o zaman "Yerel dilimde eğitim alacağım." diyene de aynı pencereden bakmak gerekiyor. Yoksa iki yüzlü ve taraflı davranmış oluyoruz. 

Politikadan arınmış bir yazı olsun isterdim bunu da ama ne mümkün?!






 

16 Temmuz 2020 Perşembe

SADECE BİR SAKIZ MARKASI DEĞİLDİR O!

Taslağa yazı atma alışkanlığım yok benim. 11 Temmuz gecesi, oturup birden yeniden bir yazı  yazmak istedim, zaten kırk yılda bir yazıyorum, kaydedeyim dursun diye yazmayı frenleyemeyip attım taslağa. Korona dışı gündem yazmak,yazma iştahını da artırıyor sanki!

Sonra e-postalarıma bakarken C.'nin nazik ve sevimli kartını gördüm, yeni normalin nasıl gittiğini soruyordu. İçimi okumuş sanki! Gece gece içimi ısıttı kart :)

Ve taslak yazısı: (Virgülüne dokunmadan)

Korona falan yazmayıp ülke gündeminin çarkları arasına dalmanın dayanılmaz hafifliğini(!) yaşıyorum. Her gün yeni bir çıldırma eşiği ile hızlıca değişiyor gündem.

Başvurmadığım halde adıma görev çıkan ve iptal edebildiğim  27 Haziran 2020 üniversite sınavı bu kez soruların çalınmasıyla gündem olmadı. Bu kadar vukuatsız geçmesi şaşkınlık vericiydi, bu kadar olaysız olamazdı, nayır nolamazdi:) Olmadı da zaten!

Soruyu okudunuz mu bilmiyorum ama geçmişten günümüze  Mabel Matiz'in sanat geçmişi, beslendiği Neşet Ertaş ve Sezen Aksu gibi isimlerden günümüze esintiler, şarkı sözleri  ile ilgili bir paragraf ve onunla ilgili iki soru  infial yarattı ÖSYM bünyesinde.  Mabel, değer yargılarına uymadığı için soruları iptal ve onları yazanları da soru komisyonundan çıkarma kararı konuşulur oldu.

Kafalarda (kafamda) da deli sorular belirdi:
"Soruları okumadan mı soktunuz o kitapçığa? "
"Mustafa Ceceli, Hülya Koçyiğit, Orhan Gencebay falan olsaydı paragrafta sizin için makbul müydü?Ne vereyim abime?"
" Sorular vukuatı sonrası, Mabel'in farklılıklara dem vurduğu Altın Kelebek konuşması da biçildi. Emir büyük yerden mi?"
" Soruları okurken içlerinden şarkılar mırıldananlara ve minnettar olduklarını söyleyenlere yazık değil mi?"
" Dana gibi paragrafı okuyup doğru cevaplayana da mı acımadınız?"
" Ahlaksızlığın cinsel kimlikle değil seçimlerde olduğunu öğrenemediniz mi? Çocuk gelinleri, ensesti, aile içi şiddeti, vakıflardaki rezillikleri görmezden gelmeyi seçmek."

Üstüne, LCW markası gökkuşağı gibi desenleri ve çok renkli mağaza konseptini değiştirmeye karar verdiğini açıkladı. Gökkuşağı görünce akıllarına ilk olarak yağmur, bulut, romantik düşünceler falan gelen bizim gibi garibanlara inat onların akıllarına ilk gelen LGBT çünkü.

Tüm bunların üstüne, TV'den bildiğim Nuri Harun Ateş'in Ay adlı bir şarkısına denk geldim, altında da yüzlerce homofobik yorumla. "Ben de böyle biriyim." sözleriyle, klipteki gökkuşağı tasarımlı tişörtü ile. Cinsel kimliğini gözümüze sokması şart değil ( sonuçta " Heteroyum, meteroyum, karışmayın bana, ben buyum!"  diye gezinmek de elzem değil)  ama "Evlenmek ve çocuk sahibi olmak istiyorum ama istediğim gibi bir kız bulamadım." diyen 90'lar popçu ve arabeskçilerinden daha samimi geldi bana.

Özetle, artık cinsel kimlikle ilgili tartışmaları özel alandan kamışla dökmesek, insanların ne ürettiği ile ilgilensek, yatak odalarından çıksak artık nasıl olur?  Mabel'in dediği gibi Zor Değil!

Sallıyorum bol keseden
Sağa sola, zor değil
Atıyorum, tutuyorum
Kah tutamıyorum, zor değil
Dönüyorum köşeleri
Dört köşeli, zor değil
Vuruyorum dizlerime
Ah pata küte zor değil
Katıyorum tozu dumana da
Toz değil, toz değil
Biliyorum hepsi havagazı
Söz değil, ah söz değil
Deniyordum seni
Sen seversin bunu
Sevmediysen peki
Sen tamamla sonu
Deniyordum seni
Sen seversin bunu
Sevmediysen peki
Sen tamamla sonu
Sallıyorum bol keseden
Sağa sola, zor değil
Atıyorum, tutuyorum
Kah tutamıyorum, zor değil
Dönüyorum köşeleri
Dört köşeli, zor değil
Vuruyorum dizlerime
Ah pata küte zor değil
Katıyorum tozu dumana da
Toz değil, toz değil
Biliyorum hepsi havagazı
Söz değil, ah söz değil
Deniyordum seni
Sen seversin bunu
Sevmediysen peki
Sen tamamla sonu
Deniyordum seni
Sen seversin bunu
Sevmediysen peki
Sen tamamla sonu
Deniyordum seni
Sen seversin bunu
Sevmediysen peki
Sen tamamla sonu
Deniyordum seni
Sen seversin bunu
Sevmediysen peki
Sen tamamla sonu
Halk ararsan çık saraydan
Ağlıyorsan dön yolundan
Aşka dair konuşursan
Gerisini sen tamamla

Söz: Mete Özgencil
Müzik: Mabel Matiz & Mete Özgencil







11 Temmuz 2020 Cumartesi

OKUMAK

Yeğenim de kuşağının üyeleri gibi okumaktan çok izlemeyi seviyor, okumayı seçmiyor çoğu zaman. Rol modelse konu, ortalık okuyandan geçilmiyor çevresinde. Bebekken babamın gazetesini alıp okuma taklidi yapar,  biraz daha büyüyünce balkonda benimle kitap okurmuş gibi yapardı. Okumayı öğrenince beraber okuruz diye hayal de kurardık. Hatta anaokulu zamanı  benim bir kitabım (tezim) var diye, oturup kitap yazdı :) O zamanlar okuma- yazma bilmiyor diye o söyledi, ben yazdım aslında. Sonra da bilgisayara geçirip fotokopi ile çoğalttım.Geçenlerde de bilgisayara başlık atıp bir cümlesini yazdığı yeni bir öyküye başlamış evinde.

Yazın dünyasına çok uzak olmayan ufaklık, okuma sözkonusu  olduğunda vakti yok! Bir hafta boyunca yaptığımız "challenge" ( o Türkçesini kullanmıyor!) işe yaramış ve 2 günde 8 kitap ile rekorunu kırmıştı. Uzaktan öğrenme döneminde uzak durduğu/ zaman da bulamadığı çocuk kitabı okuma eylemine dönebilmişti bu sayede. Şimdi yeni girişimlerimizi "Ben çok okudum, siz bana zaten yetişemezsiniz." deyip savsaklıyor:) Geceleri "bir sayfa sen, bir sayfa ben" rutini ile oyunla okuyor ya da bilerek berbat okumalarımızı düzeltmek için sayfayı tekrar okuyor (Bir başka oyun)

Son birkaç haftadır kitap mimleri, kitapla ilgili yazılar vs. okudum,  yorum falan yazmadım, hatta amacım yeğenim için yazdığım kitaptan bahsetmekti bu yazıda. Girizgah o kadar uzun oldu ki, gündemim değişti birden:) O yüzden, okuma alışkanlığı ile ilgili yazmaya devam edeyim.

Küçük kardeşim, liseye kadar direndi ders kitabı dışında eline kitap almaya. Evde garip karşıladığımız bir durumdu bizim de o yaşlarda. İsteyip aldığı kitapları yarıda bırakır, bir köşeye atardı. Şimdiyse iyi bir okuyucu, başucunda hep kitabı var. O yüzden, kitap okuma alışkanlığı ile ilgili rol model olmaya, kitap edindirmeye, imkan sunmaya inanıyorum ama sonuçta okumamak da bir tercih. Okuma alışkanlığı olanlarımıza garip gelse de, bazı insanlar da bunu seçmiyor. O yüzden, oyuna çevirme ve teşvik etme dışında zorlayıcı olmamak gerektiğini düşünüyorum, zaten rol model olarak seçtiyse sizi, su yolunu buluyor.

1 Temmuz 2020 Çarşamba

YOLUN YARISI

1 Temmuz...
Yılın tam yarısı oldu. Normalde Kabotaj Bayramı, en minik kuzenimin doğum günü falan.

2020 söz konusu olunca, diğer yarısının farklı ve tabii ki olumlu geçmesini dilediğim bir gün. Taaamm ortasından bıçakla kesilmiş gibi geride kalmasını umduğum!

18 Haziran 2020 Perşembe

İTİNAYLA DERT DİNLENİR, ŞİŞİLİR!

"Ağlıyorum ama niye ağladığımı bilmiyorum." Bir sinir boşalması anında yeğenimin dediği bu cümledeki ruh halini yaşadım hafta boyu. Netten müze gez, bol bol oku, okul işlerini hallet, telefonla etkileş, odaya kapan kafa dinle gibi bir rutinle geçen aylarda bu haftaki gibi bunalmamıştım.

Uzaktan ve gıyaben tanıdığım insanların kalp krizi nedeniyle ani ölüm haberleri, üstüne yine yeni kanser teşhisleri ile içim katıldı hafta boyu. Üstüne sırf bunaldığında gece yarısı falan demeden saatlerce konuşup derdini anlatan arkadaşım da tüm derdini, kedereni, irinini üstüme boşaltıp rahatladı 2 gece. Bir de " Sen soğukkanlısın, dert etmezsin çoğu şeyi!" deyip!

Aile içinde  yüksek sesle söylenip burada yazıp bir de kukumav kuşu gibi düşününce yakın arkadaş dediğim bile bu kadar tanıyor, sadece anlatma ihtiyacı duyup dert sorma gereği duymuyor diye de ayrıca düşünür oldum! Sonra üniversite yurdundan itibaren hep dinleyen olduğumu fark ettim yine. Sünger gibi sorunları emdiğimin ayrımına vardım bir kez daha. Şimdi bir de diplomalı olunca görevim gibi algılandığını da.  Üstelik arkadaşlık ilişkilerimin geneline yayılmış bir durum bu.

Dinlemeyi ve etkileşimi seviyorum ama rollerin değişmemesi canımı sıktı bir kez daha. Arayıp saatlerce kimseye dert yanmamak, sorunları paylaşmamak da bir seçim, bu rolü yüklenmek de aynı şekilde. Kendime yetiyorum, bir şekilde hallediyorum demek de. Sorun, bunların birikmesi ve yük olarak algılamak, sorun da burada başlıyor zaten.


25 Mayıs 2020 Pazartesi

DALGA KONUSU

Öncelikle iyi bayramlar, geçmiş 19 Mayıs da dahil! Sosyal mesafeyo ne kadar korudunuz bilmiyorum ama 4 günlük sokağa çıkma yasağı öncesi Cuma gününden aile büyüklerinin yanına gidenler olmuş uzak çevremde.

Havalar güzel, vakalar az diye bir rehavet çöktü genele. Burada ilçeler arası geçiş bile yasaktı ama yarın gece kalkıyor yasak. AVM falan açıkken zaten lçelerden akın olurdu normalde de, şimdi bu yasak sonrası iyice coşulabilir. Zaten yurtiçi ve yurtdışı seferler de minik havaalanında başlayınca değmeyin keyiflere! Hoop gelsin 2.dalga:( Yerel gazetede deniz mevsimi ne zaman başlayacak haberleri varken görülen dalga, başka dalga olacak bu gidişle.

Turizm bakanının oteli ve turizm şirketi, milletvekillerinin avmsi ve inşaat şirketi falan olan bir ülkede, sınır da yasak da çıkarlarına dokunana kadar demek ki! Onlara bakın dalganıza demek dışında ne gelir elden!

12 Nisan 2020 Pazar

KORONA GÜNLERİNDE EĞİTİM-ÖĞRETİM İŞLERİ


Korona hakkında yazmak istemiyorum ama 16 Mart'tan beri devam eden zorunlu evde eğitim sürecinden bahsederken adını anmış oldum taçlı virüs hazretlerinin.

Devlette ve özelde durum biraz farklı işliyor gözlemlerime göre. Özel okullar öğretmene verdikleri paranın karşılığını almak için neredeyse gün boyu Zoom gibi yüz yüze platformlardan derse zorluyor öğretmenleri. En yakın örnekler,  kardeşim ve eşi benim için. Haftasonu bile okul toplantıları ile çalıştırılıyorlar. Anne- babası o okulda diye orada okuyan yeğenim, sabah 8.15'te ebeveyn mesaj söyle başlayıp yine onları beklediği 17.15 mesaisini özleyecek diye korkuyorum. O kadar bıkkın ki ödevlerden, her gün saatlerce yapılan Zoom derslerinden, geçen gün kendince protesto edip canlı bağlantıya katılmamış! Daha ilkokul bir ve haftasonu bile mola yok. Verilen ödevler de, öğretmenin verdiğini deftere geçirmek gibi hamallık ağırlıklı:( Yaratıcılık, araştırma, öğrenmeyi öğretme falan sıralamada yok gibi!

Devlet okullarında durum nispeten daha esnek ama yine konular geri kalmasın diye bir türlü oturmayan EBA aracılığıyla da, Whatsapp, Zoom gibi platformlarla da derslere devam ediliyor. Bazı öğretmen gruplarında, " Bakın ne güzel zoom yaptım.", " En çok etkinliği ben gönderdim.","EBA puanım 1500." gibi sidik yarıştırma paylaşımları mevcut! Ne de olsa en mükemmel öğretmenler onlar :)

Okul idareleri de, özelde biraz daha rekabetçi ama devlette de öğrenciye müşteri gözüyle bakanlar dolu. Başlarda, etkinliklerinizi okul grubuna göndermeye, çocuklarla Zoom görüntülerini paylaşmaya yönelik idareci dayatmaları boldu. Geçen hafta, Zoom programının bazı öğretmenlerden ücret kesintisi bir söylenti olarak gazetelere yansıyınca, MEB öğrencilerin bilgilerinin paylaşılamayacağına ve öğretmenlere zorunlu tutulamayacağına dair bir yazı yayınlayınca idareler biraz geri adım attı. 

Üniversitelerde görev yapan tanıdıklarıma gelince, onlar yetişkin bir grupla daha sistematik götürüyor bu işi. Bizde EBA hep eksik ve hazırlıksız kalırken, çoğu üniversite teknolojik donanımın her öğrencide daha fazla olasılıkla işler daha iyi yürüyor orada. 

Bizde yaş grubu da küçük olunca, telefonu, tableti, bilgisayarı olmayan,olsa da yönergeleri büyüklerle takip eden bir kitle var. Telefonda, EBA'ya bağlandığında cep operatörleri anlaşmalı ama iş tablete falan gelince, yok! Bir de, öyle bir program yapılmış ki 1 ve 2'ler giremiyor sisteme çünkü onları dahil etmemişler ama bizden istenen onlara da kaynak göndermemiz. Böyle mantıklı, böyle akıl karı bir sistem:)

Tüm bu hengamede ben ne yapıyorum derseniz, normalde her sınıfa haftada 1 gün dersim olduğundan ve normal şartlarda çok ödevci bir öğretmen de olmadığımdan, haftada 1 paylaşım, konu anlatımı yapıyorum. EBA'ya girmeyi başarana motivasyon mesajı atıyorum arada. Korona ile ilgili basit dille anlatılmış bir slayt gönderdim geçen.Bugün de 4. sınıflarıma mektup yazdım. Bu günlerde biraz moral olsun, biraz da ailelerin istemeden salabilecekleri korkuyu atmaları için. Her şey okul dersi değil sonuçta, hayatın kendisi bir ders.

3 Nisan 2020 Cuma

CEZALI ŞEHİR

Kirli hava, maden, maden ve hava yüzünden kanser  ve KOAH, astım gibi kronik hastalıklar, işsizlik nedeniyle yıllarca göç alan şehirde göç verme eğilimi ile oluşan  yaşlı nüfus...

Korona günlerinde uzun zamandır olumlu anlamda  hiçbir yerde giremediği listelerde zirve yaptı Zonguldak. En son, ben ilkokuldayken falan ülkenin en gelişmiş 9.şehri falandı.  Sonra, sadece madene bağlı ekonomi yüzünden hep geriye, daha geriye :(

Bugün itibariyle, Cumhurbaşkanı ile giriş ve çıkışların yasaklandığını duyurdu. 1991'deki büyük madenci yürüyüşünden beri  o zamanların başbakanı T. Özal'ın ifadesiyle "cezalı" şehri bu kez andı bir siyasetçi. O da, bir yasak bildirmek için!

26 Mart 2020 Perşembe

GERÇEKLİK ALGISI

Annem bugün,  "Ütü yapmam lazım!" deyince nereye gittiğini,  niye ütü yapacağını sordum. Birden afalladı. " Hiç mi çıkamayacağız?" dedi gayet masumane :)

Gönüllü olarak  uzun zamandır evdeydi 65 yaşa yasak gelmeden önce de ama ne kadar zamana yayılacağını bilmediğimiz bu süreç, gerçeklik algısını da değiştiriyor.

Ben de, 15 gündür evdeyim.Uzaktan izlediğimiz denizi, uzak bir diyara aitmiş gibi görüyorum bir süredir. Whatsapp, telefon vs. olmasa sosyal varlıklar olduğumuzu unutacağız. Bir soyutlanna hali.

Bir yandan da, bolca vakit. Mesela ütü falan- mikroplar ölsün diye çarşaf, vs.ütüleyen biri değilseniz- çıktı çoğumuzun hayatından. Dışarısı ile ilgili işler de mecburiyetten yok oldu. Apartman merdivenine kafa takamayacak kadar yoğun gündemler. Kitap okuyup kafa dağıtmaya, keyifli bir şeyler izlemeye, evde de sosyal mesafeyi koruyup sohbet etmeye vakit ayırma zamanı artık. Bu günler de geçecek!

14 Mart 2020 Cumartesi

İNSANLIĞIN TEK ORTAK YANI!

Birbirlerine kapanan sınırlar, iptal edilen seferler bir yana tüm dünya ortak bir düşmana karşı savaşta.

Aşısı bulunsa yine bencilce yerel hareket eder, başka ülkelerle paylaşmaz belki ilk etapta mucit ülke. O zamana kadar, insanlık Covid-19'a karşı tek yürek. Bu çağın fanileri olarak bir daha denk gelemeyebiliriz bir UFO saldırısına kadar (Gülme efekti, somurtan surat, kaygılı bir ünlem, tekmili birden)

12 Mart 2020 Perşembe

OPEL CORSA, TOYOTA CORONA!


OPEL KORSA (KOYARSA), TOYOTA KOR (KOYAR) ONA! Çocukluğumuzun argoya kaçan geyiklerinden biriydi bu başlık. Bugünlerde araba modelinden çok ötede bir anlam taşıyor ve çok da şakası yok!

"Bize bir şey olmaz!"cı bir toplumuz, serde Akdeniz kanı. Gülben Ergen misali  şuursuz bir inanç çogumuzda. Bilgi kirliliği de cabası! 

Bir yandan da Wikipedia'nın bile yıllarca yasak olduğu, depremdeki ölü sayılarının, şehitlerin sayılarının bile indirimli beyan edildiği bilgi sansürlü bir toprak. O yüzden kaç vaka var falan yıllar sonra uyanırız bu duruma da!

Bu akşam, okulların tati olduğu haberi bile böyle muğlak verildi. Kimi anaokuluna ve kreşlere tatil değil diye yorumladı, kimi öğretmene. Whatsapp grupları anlamsız soru ve yorumlarla dolu. Dinlediğini ve okuduğunu yorumlamaktan acizlik değil durum, açıklamaların yarım kalması. 

Sağduyu ile, doğru  önlemlerle ya Japonya gibi az hasarla geçecek bu süreç ya da İtalya gibi cozutacağız!

Gelmeden geçmiş olsun hepimize!

29 Şubat 2020 Cumartesi

EMPATİK VE ANTİPATİK KALEM NASIRI

Beşik gibi sallanmalar, çığ, şehit haberleri... Son iki ay ülkenin üzerinde bütün gezegenler ters dönüp takla atsa, aynı anda retro yapsa falan denk gelir bu kadarı!

Üstüne üstlük, neredeyse bedava yaşadığı bu ülkeden İstanbul'dan Edirne'ye 830 TL taksi parası (haber bültenlerinin yalancısıyım! Her görüşten kanalı izlemeye, yabancı basını da takip etmeye çalışıyorum ama tam bir bilgi kirliliği ve sansürü var.) vermeyi göze alıp Avrupa hayaliyle yanıp tutuşan bir göçmen dalgası da cabası. Yüzlerinde güller açarak, gaz bombalarına rağmen umuda (!) yolculuğu seçmiş durumda yüzbinler!

Daha iyi olacağını düşündüğü şartlar için gitmek insani bir refleks, anlıyorum. Bir yanım gayet empatik, hoşgörülü ve insani. Bir yanım da, öfke dolu. Bu yönümden biraz da utanç duymuyor değilim ama biliyorum ki bu da insani bir tepki. Uğurlarına üstümüze binen vergiler, sosyal yaşamdaki zorluklar, verilen ayrıcalıklar, verilen şehitler falan bir kalemde silinip zil çalıp oynayarak gitmeleri  sinirime dokunuyor.

Ülkelerine dönüp Japonya gibi yoktan bir ülke var edemeyecekler, belli ki öyle bir dertleri de yok zaten! Burası da yettiğince yedirdi içirdi, Avrupa'da da ekmek elden su gölden yaşama umuduyla koşar adım gidiyorlar. Bu da bana nedense nankörlük gibi geliyor. Oysa, ister durur, ister gider! Kötücül bir tip miyim bilemedim, yazının içinde bile kendimi bir aklayıp bir karaladım zaten!

29 Ocak 2020 Çarşamba

0KUL AÇILSA DA DİNLENSEM DEDİRTEN TATİL

"Okul açılsa da dinlensem!" Ağzımdan bu laf bile çıktı bu tatilde.Çalışmak ve sosyalleşmek gündemimi değiştiriyor çünkü!

11 gündür hastaneye gitmek dışında evden çıkamadım. Önce biraz dönemin yorgunluğunu atmak, kitap-çay keyfi, tv karşısında mala bağlama falan gönüllü ev hayatıydı. Yeğenim okul kapanmadan gripti, onunla da plan yapamayınca gönüllü ev hapsi çok dokunmadı. Annem nefes alsın diye babama ben eşlik ettim. Annemle aynı anda dışarıda olabilmemiz, babamın iyi ve dışarıda olmasına bağlı genelde.

Geçen hafta ortasından itibaren babamın atlattığı enfeksiyona yine yakalanması, nötropeni denilen ateşli halini yaşaması yüzünden akşam girilip gece çıkılan acil, lökosit artırıcı iğneler, Koah için serum ve oksijen takviyesi gibi son 2 yılın rutinini yaşadık.

Sırf evrak işlerini anlamsızca sevdiğim için tuttuğum dosya ve gerekli gereksiz detayları hatırlayan hafızam, doktorlara hasta epikfrizi veren, hastalıkla ilgili detayları bilmesi şart bulunan aile bireyi konumuna soktu beni. Kardeşimin eşine göre, Sağlık Bakanı! Öyle ki, herkesin unuttuğu bir şeyleri benim unutmam "Neden?", "Nasıl?" sorgulamalarına bile neden oluyor :(

Neyse, babamın ateşi düşüp kan değerleri normale döndü ama hastane macerası sonunda küçük kardeşim enfeksiyon kaptı, eşi de doktor muayenesinde ona refakat ederken nasibini aldı. Yeğenimden de annesine geçti grip ve grip evde yatarak geçer mottosuyla inatla doktora gitmeyen kardeşim yüzünden çocuk da eve mahkum kaldı. Günler sonra bugün ikna olup gidiyor doktora.

11 günün sonunda, nihayet yeğenimle buluşabildik bu sayede. Onunlayken gündemimiz değişti :)

4 Ocak 2020 Cumartesi

2020'YE AĞIR GİRİŞ

1 Ocak babamın doğum günü. O gün, yeni yıla girişten daha anlamlı ailemiz için haliyle. 31 Aralık gecesi, ertesi gün herkese tatil diye daha rahat bir araya gelip kutlayabildik.

İyi ki de öyle yapmışız! Tam da 1 Ocak'ta 1956-57'den beri arkadaşı olan M. Amca'yı kaybetti çünkü. Hem de kanserden. Adamcağız, babamı ziyaret ededururken kendisine mide kanseri teşhisi konmuştu daha birkaç ay önce. Daha tedavisi başlamadan, "Saçım dökülürse kızarım." demişti bize geldiğinde ve benim yabanilik etmeyip sohbete katıldığım bir anda. Çok dokunmuştu o laf bana.
 Sürece hazır değildi. Midesi normal gıdaları almayınca mama denilen destek gıdaları da tatlı diye yememiş mesela. En son ayak damarları yoluyla beslenmeye çalışılıyordu.

Çok vakit geçirmesek de, babamla yakınlığı, dedemi andırması, ortak hastalık falan yakın hissettiriyordu kendisini bana. Bir de, kendi doğum gününden 1 gün sonra öldüğünü öğrendim, daha da buruldum.

Yeni yılda en çok sağlık ve kayıpsız olmayı dilemiştim oysa. Böyle başladı, böyle bitmesin!