18 Haziran 2020 Perşembe

İTİNAYLA DERT DİNLENİR, ŞİŞİLİR!

"Ağlıyorum ama niye ağladığımı bilmiyorum." Bir sinir boşalması anında yeğenimin dediği bu cümledeki ruh halini yaşadım hafta boyu. Netten müze gez, bol bol oku, okul işlerini hallet, telefonla etkileş, odaya kapan kafa dinle gibi bir rutinle geçen aylarda bu haftaki gibi bunalmamıştım.

Uzaktan ve gıyaben tanıdığım insanların kalp krizi nedeniyle ani ölüm haberleri, üstüne yine yeni kanser teşhisleri ile içim katıldı hafta boyu. Üstüne sırf bunaldığında gece yarısı falan demeden saatlerce konuşup derdini anlatan arkadaşım da tüm derdini, kedereni, irinini üstüme boşaltıp rahatladı 2 gece. Bir de " Sen soğukkanlısın, dert etmezsin çoğu şeyi!" deyip!

Aile içinde  yüksek sesle söylenip burada yazıp bir de kukumav kuşu gibi düşününce yakın arkadaş dediğim bile bu kadar tanıyor, sadece anlatma ihtiyacı duyup dert sorma gereği duymuyor diye de ayrıca düşünür oldum! Sonra üniversite yurdundan itibaren hep dinleyen olduğumu fark ettim yine. Sünger gibi sorunları emdiğimin ayrımına vardım bir kez daha. Şimdi bir de diplomalı olunca görevim gibi algılandığını da.  Üstelik arkadaşlık ilişkilerimin geneline yayılmış bir durum bu.

Dinlemeyi ve etkileşimi seviyorum ama rollerin değişmemesi canımı sıktı bir kez daha. Arayıp saatlerce kimseye dert yanmamak, sorunları paylaşmamak da bir seçim, bu rolü yüklenmek de aynı şekilde. Kendime yetiyorum, bir şekilde hallediyorum demek de. Sorun, bunların birikmesi ve yük olarak algılamak, sorun da burada başlıyor zaten.