8 Ocak 2014 Çarşamba

YAŞ ALDIKÇA MANİLERİMİZ OLUR BİZİM


Doğum günlerinde, aile fertlerime sakızdan çıkmış maniler gibi kendi yazdığım manileri göndermeyi çok severim.Yıllar önce başlamış bu alışkanlık, kişiye özel, o yıl o kişinin gündeminde ne varsa içeriği bu gündeme uygun, yaşa atıfta bulunulan ve mutlaka kafiyeli maniler yazma ritüeli şeklindedir. Benim başlattığım bu gelenek, aile fertlerine ve aileye yeni katılanlara da sirayet etti yıllar içinde.

Bugün hayatımın en anlamlı hediyelerinden birini,15 aylık olmak üzere olan yeğenimden aldım:))) Ortak geçmişimizi içeren, şiirimsi bir maniler dizisi geldi e-posta kutuma. Bir de, yan yana fotoğraflarımız ve yukarıdaki resim:) Yaş itibariyle, onun adına annesi tarafından özenle yazılan bu mani, galiba toplayıcı- biriktirici şahsımın en değerli parçası olacak:))) 

DİPNOT/ DERİN NOT: Yeni yaşımda, bir e-günlük (blog)  sahibi olduğumu söylesem mi  artık tüm tanıdıklara yoksa böyle anonim kalmak mı güzel karar veremedim!







YAŞ ALDIKÇA MANİLERİMİZ OLUR BİZİM


Doğum günlerinde, aile fertlerime sakızdan çıkmış maniler gibi kendi yazdığım manileri göndermeyi çok severim.Yıllar önce başlamış bu alışkanlık, kişiye özel, o yıl o kişinin gündeminde ne varsa içeriği bu gündeme uygun, yaşa atıfta bulunulan ve mutlaka kafiyeli maniler yazma ritüeli şeklindedir. Benim başlattığım bu gelenek, aile fertlerine ve aileye yeni katılanlara da sirayet etti yıllar içinde.

Bugün hayatımın en anlamlı hediyelerinden birini,15 aylık olmak üzere olan yeğenimden aldım:))) Ortak geçmişimizi içeren, şiirimsi bir maniler dizisi geldi e-posta kutuma. Bir de, yan yana fotoğraflarımız ve yukarıdaki resim:) Yaş itibariyle, onun adına annesi tarafından özenle yazılan bu mani, galiba toplayıcı- biriktirici şahsımın en değerli parçası olacak:))) 

DİPNOT/ DERİN NOT: Yeni yaşımda, bir e-günlük (blog)  sahibi olduğumu söylesem mi  artık tüm tanıdıklara yoksa böyle anonim kalmak mı güzel karar veremedim!







7 Ocak 2014 Salı

KARGALARIN BÜLBÜLLERE ZULMÜ




Daha önce, dikkatsizlik nedeniyle sildiğim "Kelime Oyunu, Oyunlara mı Geldi?" yazımda da bahsettiğim gibi, yarışma denince aklına bilgi yarışması gelenlerdenim. Bu durum, televizyonda sadece belgesel izlediğini söyleyenlerin ukalalığından değil yetiştiğim kuşak itibariyle yarışma eşittir bilgi sınama diye öğrenmemden. Uzun zamandır ekranlarda, bilgi yarışmalarıyla yarışır sayıda en iyi sesi, şarkıcıyı seçmeye yönelik yarışma mevcut. Bunları da, sırf meraktan izlemişliğim var. Eleştirmek için bilmek lazım ,değil mi?

Bu yarışmaların, yarışmacıları parlatmak, ortaya iyi sesler çıkarmak gibi bir kaygılarının olmadığı aşikar.  Jüri denilen ünlü isimlerden oluşan insan güruhunun ne kadar nüktedan, hazır cevap ve müzikten anlayan dehalar olduğunu bizlere ispatlama çabası; sanki bu yarışmaların yegane amacı. Jüri üyesi seçme kriterleri, bu saydıklarıma göre yapılınca adamcıkların/kadıncıkların kulaklarımızı o güne kadar nasıl tırmaladıkları göz ardı ediliveriyor. Bu durum da, jüri üyelerinden kat be kat daha iyi sesli, daha yetenekli ve haddini bilen yarışmacılar ortaya çıkarıyor. Bu manzara da, bir grup karganın bülbüllere "Sen detone ve sürtone oldun, bu şarkıda duygunu seyirciye geçiremedin, mikrofonu çok salladın, sahneye tam hakimiyet kuramadın, tizlerde/ peslerde iyi değildin" diye ukalalık yapmasını andırıyor. İnsan önce bir kendine bakar, çuvaldızı da umarım o bet seslerin çıktığı gırtlağa sokar:)


KARGALARIN BÜLBÜLLERE ZULMÜ




Daha önce, dikkatsizlik nedeniyle sildiğim "Kelime Oyunu, Oyunlara mı Geldi?" yazımda da bahsettiğim gibi, yarışma denince aklına bilgi yarışması gelenlerdenim. Bu durum, televizyonda sadece belgesel izlediğini söyleyenlerin ukalalığından değil yetiştiğim kuşak itibariyle yarışma eşittir bilgi sınama diye öğrenmemden. Uzun zamandır ekranlarda, bilgi yarışmalarıyla yarışır sayıda en iyi sesi, şarkıcıyı seçmeye yönelik yarışma mevcut. Bunları da, sırf meraktan izlemişliğim var. Eleştirmek için bilmek lazım ,değil mi?

Bu yarışmaların, yarışmacıları parlatmak, ortaya iyi sesler çıkarmak gibi bir kaygılarının olmadığı aşikar.  Jüri denilen ünlü isimlerden oluşan insan güruhunun ne kadar nüktedan, hazır cevap ve müzikten anlayan dehalar olduğunu bizlere ispatlama çabası; sanki bu yarışmaların yegane amacı. Jüri üyesi seçme kriterleri, bu saydıklarıma göre yapılınca adamcıkların/kadıncıkların kulaklarımızı o güne kadar nasıl tırmaladıkları göz ardı ediliveriyor. Bu durum da, jüri üyelerinden kat be kat daha iyi sesli, daha yetenekli ve haddini bilen yarışmacılar ortaya çıkarıyor. Bu manzara da, bir grup karganın bülbüllere "Sen detone ve sürtone oldun, bu şarkıda duygunu seyirciye geçiremedin, mikrofonu çok salladın, sahneye tam hakimiyet kuramadın, tizlerde/ peslerde iyi değildin" diye ukalalık yapmasını andırıyor. İnsan önce bir kendine bakar, çuvaldızı da umarım o bet seslerin çıktığı gırtlağa sokar:)


6 Ocak 2014 Pazartesi

ANNELERİN YARATTIĞI TRAVMALAR

Uzun zamandır farklı farklı sorunları nedeniyle psikolojik yardım alan bir arkadaşım, en son oturumlarda tüm sorunlarının kaynağının annesi olduğunu keşfettiklerini söyledi. Arkadaşımın annesi ile ilişkisinde, annesi istiyor diye yapmak istemediği pek çok şeyi yapmak durumunda kaldığına, akraba günleri gibi gitmek istemediği pek çok yere gittiğine bizzat şahidim. Hatta, üniversite mezunu, meslek sahibi arkadaşım, boşandıktan sonra çocuğuyla birlikte  annesi istiyor diye onun bulunduğu şehre taşınmış ve ayrı evlerde yaşayabilmek için de mücadele vermek zorunda kalmış. 

Arkadaşımın, psikolojik danışma oturumlarından yaşadığı travmaların tüm kaynağının annesi olduğu çıkarımına ulaşması ile şarkıcı Demet Akalın'ın annesi ile ilgili söylediklerini okumam, aynı döneme denk geldi. Akalın, küçükken annesinin kendisinin üstünde sigara söndürdüğünü söylemiş, gazetecilere göre (sanki bu eylemi kendi yapmış gibi!) itiraf etmiş. 

Demet Akalın'ın kolay arıza çıkarabilen, herkesle kavgalı ama bir yandan da erkeği dominant görme eğilimi ve geyşa ruhu, bana hep  sağlıksız bir ruh halinin işaretçileri gibi gelmiştir (Kişisel değil mesleki bir yargı bu aslında!). Demek ki arkasında, anne ile yaşanan bu şiddet dolu ilişki varmış. Babasını erken yaşta kaybetmek, mutlaka bir başka etken ama baba sevgisini tolere etmeye çalışması gereken anne, üstünüzde sigara söndürünce çok da sağlıklı bir yetişkin olunamıyor maalesef. 

Arkadaşım, Demet Akalın ile kıyaslandığında munis bir karakter sayılır, onun kadar kavgacı değildir ama hayır demekte zorlanır, ruh hali salınımlardadır, kolay dibe vurur. O, babasını daha geç yaşta kaybetmiş ve bir keresinde, babasının anne ile arasında tampon rolde olabildiğinden bahsetmişti. Arızalarının, Demet Akalın'a göre az olmasının nedenlerinden biri belki de bu. 

Çocuk yetiştirmek için ehil olmamız, ehliyet koşulu vs. yok belki ama bu işin yanlış kaldırır yanı da yok. Annelerin anlık öfkeleri, hezeyanları, kişiliklerindeki törpülenmesi gereken yönleri; sadece kendi çocuklarını değil onlardan sonra gelen her kuşağı etkiliyor. Sonra arkadaşım gibi bilinçliler ve imkan bulabilenler, bir yolunu bulup profesyonel yardım alıp travmaların getirdiği yaraları sarmak için mesai harcamak zorunda kalıyor. Diğer grup ise, yaşadıklarının travma olduğunun bile farkında olamadan göçüp gidiyor, arızalarını  sonraki kuşaklara da taşıyarak...

ANNELERİN YARATTIĞI TRAVMALAR

Uzun zamandır farklı farklı sorunları nedeniyle psikolojik yardım alan bir arkadaşım, en son oturumlarda tüm sorunlarının kaynağının annesi olduğunu keşfettiklerini söyledi. Arkadaşımın annesi ile ilişkisinde, annesi istiyor diye yapmak istemediği pek çok şeyi yapmak durumunda kaldığına, akraba günleri gibi gitmek istemediği pek çok yere gittiğine bizzat şahidim. Hatta, üniversite mezunu, meslek sahibi arkadaşım, boşandıktan sonra çocuğuyla birlikte  annesi istiyor diye onun bulunduğu şehre taşınmış ve ayrı evlerde yaşayabilmek için de mücadele vermek zorunda kalmış. 

Arkadaşımın, psikolojik danışma oturumlarından yaşadığı travmaların tüm kaynağının annesi olduğu çıkarımına ulaşması ile şarkıcı Demet Akalın'ın annesi ile ilgili söylediklerini okumam, aynı döneme denk geldi. Akalın, küçükken annesinin kendisinin üstünde sigara söndürdüğünü söylemiş, gazetecilere göre (sanki bu eylemi kendi yapmış gibi!) itiraf etmiş. 

Demet Akalın'ın kolay arıza çıkarabilen, herkesle kavgalı ama bir yandan da erkeği dominant görme eğilimi ve geyşa ruhu, bana hep  sağlıksız bir ruh halinin işaretçileri gibi gelmiştir (Kişisel değil mesleki bir yargı bu aslında!). Demek ki arkasında, anne ile yaşanan bu şiddet dolu ilişki varmış. Babasını erken yaşta kaybetmek, mutlaka bir başka etken ama baba sevgisini tolere etmeye çalışması gereken anne, üstünüzde sigara söndürünce çok da sağlıklı bir yetişkin olunamıyor maalesef. 

Arkadaşım, Demet Akalın ile kıyaslandığında munis bir karakter sayılır, onun kadar kavgacı değildir ama hayır demekte zorlanır, ruh hali salınımlardadır, kolay dibe vurur. O, babasını daha geç yaşta kaybetmiş ve bir keresinde, babasının anne ile arasında tampon rolde olabildiğinden bahsetmişti. Arızalarının, Demet Akalın'a göre az olmasının nedenlerinden biri belki de bu. 

Çocuk yetiştirmek için ehil olmamız, ehliyet koşulu vs. yok belki ama bu işin yanlış kaldırır yanı da yok. Annelerin anlık öfkeleri, hezeyanları, kişiliklerindeki törpülenmesi gereken yönleri; sadece kendi çocuklarını değil onlardan sonra gelen her kuşağı etkiliyor. Sonra arkadaşım gibi bilinçliler ve imkan bulabilenler, bir yolunu bulup profesyonel yardım alıp travmaların getirdiği yaraları sarmak için mesai harcamak zorunda kalıyor. Diğer grup ise, yaşadıklarının travma olduğunun bile farkında olamadan göçüp gidiyor, arızalarını  sonraki kuşaklara da taşıyarak...

5 Ocak 2014 Pazar

KENDİMİZE AÇILAN PENCERE


Lisans ve lisansüstü eğitim açısından disiplinler arası bir öğrenim sürecim olsa da, eğitimlerin ortak başlıklarından biri, "Kendini Tanıma Penceresi" idi. Hatta, bilimsel hazırlık evremde bu konu ile ilgili sorulmuş soruya lisans bilgilerimle cevap verebilmiştim. Doğum günüm yaklaştığından mıdır nedir, bu aralar bu pencere aklıma yeniden düştü. 

Bahsettiğim pencere, sadece sınavdan puan almaya yarayan bir pencere değil. Johari'nin Penceresi adı ile de anılan pencere, dört bölmeden oluşuyor. Yukarıdaki şekil çok daha net anlatacaktır ama özetle, 
                         -Kendimizle ilgili bildiklerimiz ama başkalarının haberdar olmadıkları
                         - Hem bizim hem de başkalarının bizimle ilgili bildikleri
                        - Başkalarının bizimle ilgili bildikleri ama bizim için muamma olan yönlerimiz
                          -Hem kendimiz hem de başkaları için sır olan yönlerimiz, bu pencereyi oluşturuyor. İşin ilginci, her birey "biricik" olduğundan pencerenin bölmeleri de, her birey için farklı boyutlarda olabiliyor. Bu hayali pencereyi, bir kağıda kendimiz için çizip, üstünde kalem oynatıp düşünmek, etrafımızdakilere bizimle ilgili keşiflerini sormaya başlamak (çevremizdekilerin söz ve davranışlarından bu güne kadar bizimle ilgili keşfettiklerini çözemediysek!),"bilinmeyen alan"ımızın ne kadar geniş olduğunu sorgulamak bulmaca tadında deneyimler olabilir. 


KENDİMİZE AÇILAN PENCERE


Lisans ve lisansüstü eğitim açısından disiplinler arası bir öğrenim sürecim olsa da, eğitimlerin ortak başlıklarından biri, "Kendini Tanıma Penceresi" idi. Hatta, bilimsel hazırlık evremde bu konu ile ilgili sorulmuş soruya lisans bilgilerimle cevap verebilmiştim. Doğum günüm yaklaştığından mıdır nedir, bu aralar bu pencere aklıma yeniden düştü. 

Bahsettiğim pencere, sadece sınavdan puan almaya yarayan bir pencere değil. Johari'nin Penceresi adı ile de anılan pencere, dört bölmeden oluşuyor. Yukarıdaki şekil çok daha net anlatacaktır ama özetle, 
                         -Kendimizle ilgili bildiklerimiz ama başkalarının haberdar olmadıkları
                         - Hem bizim hem de başkalarının bizimle ilgili bildikleri
                        - Başkalarının bizimle ilgili bildikleri ama bizim için muamma olan yönlerimiz
                          -Hem kendimiz hem de başkaları için sır olan yönlerimiz, bu pencereyi oluşturuyor. İşin ilginci, her birey "biricik" olduğundan pencerenin bölmeleri de, her birey için farklı boyutlarda olabiliyor. Bu hayali pencereyi, bir kağıda kendimiz için çizip, üstünde kalem oynatıp düşünmek, etrafımızdakilere bizimle ilgili keşiflerini sormaya başlamak (çevremizdekilerin söz ve davranışlarından bu güne kadar bizimle ilgili keşfettiklerini çözemediysek!),"bilinmeyen alan"ımızın ne kadar geniş olduğunu sorgulamak bulmaca tadında deneyimler olabilir. 


4 Ocak 2014 Cumartesi

MAAŞ ZAMLARI VE ALTTA YAZAN YORUMLAR


Malum yine Ocak ayı geldi çattı. Her yıl olduğu gibi listeler halinde, çarşaf çarşaf zamlı haliyle memur maaşları medyada yer almaya başladı. Bir şekilde, maaş sormanın çok da kibar bir davranış olmadığını algılamayan tanıdıklar da dahil diğer herkes, memurların o güne kadarki maaşları ile ilgili doğruları söylemediklerini düşünmeye başladılar. 

Hemen hemen her gazete, dergi ve bilumum  yazılı- görsel ya da işitsel medya zemininde maaşlar; çocuk yardımı, eş yardımı, dil tazminatı ve benzeri unsurlarla giydirilmiş haliyle yayınlanıyor ve bu durum da, sanki ülkenin tüm memurları refah içinde yaşıyor gibi bir manzara çiziliyor. İçinde olmasam, ben bile ikna olacağım o paraları aldığıma. Aynı meslek mensuplarının  ilk yılında aldıkları söylenen o paraları, on küsur yılı devirmişken göremedim daha! 

İşin en vahim kısmı da, zamla ilgili tüm haberlerde nefret kusan bir grubun olması. Zamma konu olan insanların çok yatıp az çalıştıklarını, maaş artışını hak etmediklerini dile getirip haklarını helal etmeyenler; yorum döşeme yarışına giriyorlar. Her meslek grubunda çürük elmalar var mutlaka, memurların bir kısmı da garanti bir işe sahip olmanın rehavetini taşımaktalar ama bu durum, medyada yer alan maaş artışlarının şişirilme olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Bu haberler; memurlar için değil işçiler, dişçiler,yemişçiler, her kim için yapılırsa aynı zihniyet yine nefretini kusuyor. Kendinden olmayanın kazandığına kafayı takmaktan, habere odaklanamıyor. Demem o ki, nefret kusulacaksa, şişirilme, yalan dolan, balon haberlere kusulsa daha sağduyulu olur. 

MAAŞ ZAMLARI VE ALTTA YAZAN YORUMLAR


Malum yine Ocak ayı geldi çattı. Her yıl olduğu gibi listeler halinde, çarşaf çarşaf zamlı haliyle memur maaşları medyada yer almaya başladı. Bir şekilde, maaş sormanın çok da kibar bir davranış olmadığını algılamayan tanıdıklar da dahil diğer herkes, memurların o güne kadarki maaşları ile ilgili doğruları söylemediklerini düşünmeye başladılar. 

Hemen hemen her gazete, dergi ve bilumum  yazılı- görsel ya da işitsel medya zemininde maaşlar; çocuk yardımı, eş yardımı, dil tazminatı ve benzeri unsurlarla giydirilmiş haliyle yayınlanıyor ve bu durum da, sanki ülkenin tüm memurları refah içinde yaşıyor gibi bir manzara çiziliyor. İçinde olmasam, ben bile ikna olacağım o paraları aldığıma. Aynı meslek mensuplarının  ilk yılında aldıkları söylenen o paraları, on küsur yılı devirmişken göremedim daha! 

İşin en vahim kısmı da, zamla ilgili tüm haberlerde nefret kusan bir grubun olması. Zamma konu olan insanların çok yatıp az çalıştıklarını, maaş artışını hak etmediklerini dile getirip haklarını helal etmeyenler; yorum döşeme yarışına giriyorlar. Her meslek grubunda çürük elmalar var mutlaka, memurların bir kısmı da garanti bir işe sahip olmanın rehavetini taşımaktalar ama bu durum, medyada yer alan maaş artışlarının şişirilme olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Bu haberler; memurlar için değil işçiler, dişçiler,yemişçiler, her kim için yapılırsa aynı zihniyet yine nefretini kusuyor. Kendinden olmayanın kazandığına kafayı takmaktan, habere odaklanamıyor. Demem o ki, nefret kusulacaksa, şişirilme, yalan dolan, balon haberlere kusulsa daha sağduyulu olur. 

3 Ocak 2014 Cuma

ÇOCUK İÇİN EVLENMEK


Cem Yılmaz'ın Ahu Yağtu ile evliliği, sadece bir yılı biraz aşkın bir süre devam edince; ekrana çıkan, klavyesine sarılan, dost sohbetlerinde konu bulamayan bilumum insan evladı ikilinin boşanma sebeplerini tartışır oldu. 

Sürüden bir koyun olmayayım derdiyle değil, mevzunun bitişinden çok başlangıcı bana ilginç geldiğinden bu konuda kalem oyanatayım istedim (Bilgisayarda yazınca, tuşları yerinden oynatıyoruz, o ayrı:).Malum; meşhur ikili, kadın kahramanı hamile kalınca evlilik kararı almıştı. Erkek tarafı, daha önce yıllar süren ilişkisinde bile evlilikten dem vurmamış, bekarlıktan sıkıldığını da ima etmemişti. Doğuma yetişelim telaşıyla deftere atılan imza ile aynı evde yaşamaya başlamak, beraber gezip tozarken eğlenceli olan bir tipi bebek pışpışlarken görmek düşünüp taşınıp evlenmekle aynı şey olmasa gerek. Düşünüp taşınılarak yapılan her evlilik sonsuza kadar sürmese de, insanın çocuk uğruna cendereye sıkışmasından yeğdir kanımca. Boşanma kararı, tarafları yıkmamıştır (Ahu Yağtu'nun üç ev, bir araba, 15 bin aylık nafaka ve iş kurmak için para aldığı düşünülürse, maddi olarak doğrulmuştur bile!), nihayetinde yetişkinler ama Cem Yılmaz'ın beş-altı yaşlarında çocuğunu yanına alma isteği, zorlu bir tecrübe olacak çocuk için. Sonuçta, anne-baba arasında bir velayet savaşı söz konusu olabilir bir kaç yıl sonra. 

Özetle, evlilik dışı bir eylemle ortaya çıkan ürünü (bebeği) evlilikle meşrulaştırmaya çalışmak, zaten sonu başından belli bir hikayeye imza atmak gibi. Ünlüler sayesinde de pek çok örneğini görüyoruz. O yüzden, Meryem Uzerli gibileri,
adamlar onlarla evlenmediği için dert yanmak yerine bu örneklere bakıp "Zaten bitecekti" diyebilmeliler. 

ÇOCUK İÇİN EVLENMEK


Cem Yılmaz'ın Ahu Yağtu ile evliliği, sadece bir yılı biraz aşkın bir süre devam edince; ekrana çıkan, klavyesine sarılan, dost sohbetlerinde konu bulamayan bilumum insan evladı ikilinin boşanma sebeplerini tartışır oldu. 

Sürüden bir koyun olmayayım derdiyle değil, mevzunun bitişinden çok başlangıcı bana ilginç geldiğinden bu konuda kalem oyanatayım istedim (Bilgisayarda yazınca, tuşları yerinden oynatıyoruz, o ayrı:).Malum; meşhur ikili, kadın kahramanı hamile kalınca evlilik kararı almıştı. Erkek tarafı, daha önce yıllar süren ilişkisinde bile evlilikten dem vurmamış, bekarlıktan sıkıldığını da ima etmemişti. Doğuma yetişelim telaşıyla deftere atılan imza ile aynı evde yaşamaya başlamak, beraber gezip tozarken eğlenceli olan bir tipi bebek pışpışlarken görmek düşünüp taşınıp evlenmekle aynı şey olmasa gerek. Düşünüp taşınılarak yapılan her evlilik sonsuza kadar sürmese de, insanın çocuk uğruna cendereye sıkışmasından yeğdir kanımca. Boşanma kararı, tarafları yıkmamıştır (Ahu Yağtu'nun üç ev, bir araba, 15 bin aylık nafaka ve iş kurmak için para aldığı düşünülürse, maddi olarak doğrulmuştur bile!), nihayetinde yetişkinler ama Cem Yılmaz'ın beş-altı yaşlarında çocuğunu yanına alma isteği, zorlu bir tecrübe olacak çocuk için. Sonuçta, anne-baba arasında bir velayet savaşı söz konusu olabilir bir kaç yıl sonra. 

Özetle, evlilik dışı bir eylemle ortaya çıkan ürünü (bebeği) evlilikle meşrulaştırmaya çalışmak, zaten sonu başından belli bir hikayeye imza atmak gibi. Ünlüler sayesinde de pek çok örneğini görüyoruz. O yüzden, Meryem Uzerli gibileri,
adamlar onlarla evlenmediği için dert yanmak yerine bu örneklere bakıp "Zaten bitecekti" diyebilmeliler. 

2 Ocak 2014 Perşembe

ZENGİNİN PARASI, SADECE ZÜĞÜRDÜN ÇENESİNİ YORMAZ!


Siyaset denilince, kafasında siyasetle ilgili uzaktan takip edilen, kirli bulunan, temiz ve dürüst insanların pek de bulaşmadığı bir şema olan bir kuşağın mensubuyum. Sonraki kuşaklarda da algı çok değişmedi, sadece kuşaklara verilen isimler değişti (X kuşağı, Y kuşağı, vb.) Bu nedenle, 17 Aralık'taki operasyonun siyasi boyutundan çok medyatik tarafı, insanlar için iyi bir malzeme oldu kanısındayım. "Hangi bakan ve oğlu, kaç ayakkabı kutusu kullandı?"sorunsalından çok "Ne olacak Ebru Gündeş'in hali?" daha çok meşgul etti gündemi.

Gündeş'in yaşayan babasının sahte mezarı başında el açıp gözyaşları döktüğünü unutup kendisini dürüstlük abidesi sananlar, daha da bir şaşırdı. Milletçe çabuk unutmaya meyilli olduğumuzdan, bu mert kadıncağız (!) ekranda kendisi, eşi ve çocuğu için ağlarken içleri buruluverdi. Adam, daha otuzuna merdiven dayamadan yabancı bir ülkede habire mal varlığı edinirken, bir yalı yetmemiş gibi iki yalı alıp tüp geçitle alttan birleştirirken karısı da "Kocam, bana Mars'ı da alacak." diye dalga geçmekteydi. Ne bilsin, ailece MARS olacaklarını! Yılbaşı gecesini de karakolda geçirip, programında eğlenemeyeceğini!

Bu operasyonun öncesinde, adamın mal varlığı bayağı bir çene yormuştu ama sonrasında yaşananlarla sadece züğürtlerin çenesinin yorulmayacağı ortaya çıktı. Hapishanede gün sayacak bir adam, onu dışarıda beklerse bir eş ve anne- babasını seçme şansı olsa belki bu ailenin semtine bile uğramayacak bir kız çocuğu; bu saatten sonra züğürdün çenesinden daha fazla yorulacak! Olan da, her zaman olduğu gibi yanlış anne-babanın çocuğuna olacak:(



ZENGİNİN PARASI, SADECE ZÜĞÜRDÜN ÇENESİNİ YORMAZ!


Siyaset denilince, kafasında siyasetle ilgili uzaktan takip edilen, kirli bulunan, temiz ve dürüst insanların pek de bulaşmadığı bir şema olan bir kuşağın mensubuyum. Sonraki kuşaklarda da algı çok değişmedi, sadece kuşaklara verilen isimler değişti (X kuşağı, Y kuşağı, vb.) Bu nedenle, 17 Aralık'taki operasyonun siyasi boyutundan çok medyatik tarafı, insanlar için iyi bir malzeme oldu kanısındayım. "Hangi bakan ve oğlu, kaç ayakkabı kutusu kullandı?"sorunsalından çok "Ne olacak Ebru Gündeş'in hali?" daha çok meşgul etti gündemi.

Gündeş'in yaşayan babasının sahte mezarı başında el açıp gözyaşları döktüğünü unutup kendisini dürüstlük abidesi sananlar, daha da bir şaşırdı. Milletçe çabuk unutmaya meyilli olduğumuzdan, bu mert kadıncağız (!) ekranda kendisi, eşi ve çocuğu için ağlarken içleri buruluverdi. Adam, daha otuzuna merdiven dayamadan yabancı bir ülkede habire mal varlığı edinirken, bir yalı yetmemiş gibi iki yalı alıp tüp geçitle alttan birleştirirken karısı da "Kocam, bana Mars'ı da alacak." diye dalga geçmekteydi. Ne bilsin, ailece MARS olacaklarını! Yılbaşı gecesini de karakolda geçirip, programında eğlenemeyeceğini!

Bu operasyonun öncesinde, adamın mal varlığı bayağı bir çene yormuştu ama sonrasında yaşananlarla sadece züğürtlerin çenesinin yorulmayacağı ortaya çıktı. Hapishanede gün sayacak bir adam, onu dışarıda beklerse bir eş ve anne- babasını seçme şansı olsa belki bu ailenin semtine bile uğramayacak bir kız çocuğu; bu saatten sonra züğürdün çenesinden daha fazla yorulacak! Olan da, her zaman olduğu gibi yanlış anne-babanın çocuğuna olacak:(



1 Ocak 2014 Çarşamba

TACİZCİLERİN FAZLA MESAİSİ




Ne zaman bu ülkede büyük kitlelerin bir araya geldiği bir eğlence, bir gösteri hasıl olsa, tacizci görüntülerini izlemek de kaçınılmaz olur. Dün gece, Taksim, Nişantaşı gibi merkezlerde düzenlenen yılbaşı eğlenceleri ile ilgili haberlerin bir kısmı da tacizcilerin "iş başında" olduğunu dile getiriyordu. Sanki bu adamlar (daha kadın tacizciye denk gelmedik bu haberlerde, şükür:), birer mevsimlik işçi ve eğlence mevsimi geldiğinde organize olup ortalığa saçılıyorlar.Muhtemelen, içkinin dozunu kaçırma, arkadaş gazı gibi bilumum sebeplerle yaptıkları hayvanca desek hayvanlara hakaret olacak davranışları nedeniyle kısa bir karakol ziyaretinden sonra dışarı salınıyorlar, ziyaretin kısa olanı da yeni icraatlerinin kapısını aralıyor! Bir de, ekrana çıkmaktan mahçup numarası yapıp bu durumdan bir dizi, reklam teklifi falan çıkar belki diye kameraya şebek gibi gülümseyenler var ki, evlerden uzak!

Bu adamların, dışarı kolayca çıkabilmelerinden daha vahimi de, gece dışarıda olan ve eğlenen kadınların her türlü tacizi hak ettiklerine inanan insanların varlığı. Bu zihniyet, kadınları içeriye hapsetmenin kapılarını da aralıyor maalesef. Evlerimiz çok güvenli olsa bari. Bu ülkede 80'li, 90'lı yaşlarındaki komşu teyzelerine saldıranlar da mevcut:(

Kadın ya da erkek hakkından önce insan olmaktan doğan haklarımız bize bahşedilse, başkasının herhangi bir özgürlüğünü kısıtlamadan  eğlence vb. kendi özgürlüklerimizi doya doya kullanabilsek o zaman takvimin değişmesi anlamlı hale gelecek. Değişen sadece takvim yaprağı ise ve zihniyetler değişmiyorsa, tacizcilerin fazla mesailerini izlemekten kurtulamayacağız'

TACİZCİLERİN FAZLA MESAİSİ




Ne zaman bu ülkede büyük kitlelerin bir araya geldiği bir eğlence, bir gösteri hasıl olsa, tacizci görüntülerini izlemek de kaçınılmaz olur. Dün gece, Taksim, Nişantaşı gibi merkezlerde düzenlenen yılbaşı eğlenceleri ile ilgili haberlerin bir kısmı da tacizcilerin "iş başında" olduğunu dile getiriyordu. Sanki bu adamlar (daha kadın tacizciye denk gelmedik bu haberlerde, şükür:), birer mevsimlik işçi ve eğlence mevsimi geldiğinde organize olup ortalığa saçılıyorlar.Muhtemelen, içkinin dozunu kaçırma, arkadaş gazı gibi bilumum sebeplerle yaptıkları hayvanca desek hayvanlara hakaret olacak davranışları nedeniyle kısa bir karakol ziyaretinden sonra dışarı salınıyorlar, ziyaretin kısa olanı da yeni icraatlerinin kapısını aralıyor! Bir de, ekrana çıkmaktan mahçup numarası yapıp bu durumdan bir dizi, reklam teklifi falan çıkar belki diye kameraya şebek gibi gülümseyenler var ki, evlerden uzak!

Bu adamların, dışarı kolayca çıkabilmelerinden daha vahimi de, gece dışarıda olan ve eğlenen kadınların her türlü tacizi hak ettiklerine inanan insanların varlığı. Bu zihniyet, kadınları içeriye hapsetmenin kapılarını da aralıyor maalesef. Evlerimiz çok güvenli olsa bari. Bu ülkede 80'li, 90'lı yaşlarındaki komşu teyzelerine saldıranlar da mevcut:(

Kadın ya da erkek hakkından önce insan olmaktan doğan haklarımız bize bahşedilse, başkasının herhangi bir özgürlüğünü kısıtlamadan  eğlence vb. kendi özgürlüklerimizi doya doya kullanabilsek o zaman takvimin değişmesi anlamlı hale gelecek. Değişen sadece takvim yaprağı ise ve zihniyetler değişmiyorsa, tacizcilerin fazla mesailerini izlemekten kurtulamayacağız'

31 Aralık 2013 Salı

YAŞLI YILIN GENCİNE DEVİR TESLİMİ



Yaşlı ve eski yılın giderken ağladığı ile ilgili bir hikaye ya da masal vardı.Genç ve dinamik olansa üzerine yüklenen yükten dolayı  pek mutlu başlamıyordu yolculuğuna. 2013 giderken, 2014'ün ruh hali nedir bilinmez. Ayrıca, insanoğlunun 365 gün olmasında karar kıldığı bir yıllık zaman dilimi, farklı uzunlukta olsaydı (bunun yarısı ya da 2 katı) yeni yılla ilgili beklentilerin değişip değişmeyeceği de! Bir yılın iyi ya da kötü, hatta mükemmel ya da berbat geçmesi; her birey için kendine özgü. Sevdiklerimizi, sağlığımızı, mutluluğumuzu, huzurumuzu
kaybetmediğimiz ve bunlara bağlı pek çok olumlu durumu koruduğumuz yıllar belki hep özlemle anacağımız yıllar. Kayıplarla, özlemlerle dolu olanlarsa insanların bir an önce bitmesini umdukları. Değişen takvim yapraklarıyla bir şeylerin iyiye gideceği umudu...

Kayıpsız ve ayıpsız yeni bir yıl dileğiyle...