YARIŞMA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
YARIŞMA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Ekim 2016 Cumartesi

DİZİ DİZİ İNCİLER

Televizyonda son bir aydır yeni sezonun başlamasıyla, yine dizi ve yarışma enflasyonu da aldı başını gidiyor. İşin dizi kısmına çok odaklanamıyorum ezelden beri. Çok az diziyi baştan sona takip edebiliyorum tüm bölümleriyle.

Aynı konuların her sezona yayıldığı, mankenden bozma (eğitim almadıysa fena!) oyuncuların başrolde, usta tiyatrocuların çeşni olarak yer aldığı, sonunu baştan kestirebildiğimiz, esas kız ve oğlanın yanlış anlamalarıyla dolu, iyinin sonunda hep kazandığı, klişe cenneti neredeyse tümü. Türkiye ekranlarında Kore dizileri yıkabiliyor sanki bu genellemeleri. Tabii o da düzgün uyarlanabilir ve Türk filmlerinden aşırma replikleri ile doldurulmazsa.

Doktora uygulama derslerinde bazı üniversiteli danışanlarım, Kore dizilerine hayran olduklarını hatta Korece öğrenmeye başladıklarını söylediklerinde çok aşina değildim bu mevzulara. Zamanla iyi örneklere denk gelince, ters köşe sonlar cazip geldi bana da. Her karakterin içinde iyi ve kötünün barınabilmesi, esas kız ya da oğlanın da dokuz canlı olmayıp ölümlü olması, özetle gerçekçilik çekici geldi bana. Hayat Şarkısı, fena bir örnek sayılmaz şimdilik. Çok fazla sulandırılmadı henüz.

DİZİ DİZİ İNCİLER

Televizyonda son bir aydır yeni sezonun başlamasıyla, yine dizi ve yarışma enflasyonu da aldı başını gidiyor. İşin dizi kısmına çok odaklanamıyorum ezelden beri. Çok az diziyi baştan sona takip edebiliyorum tüm bölümleriyle.

Aynı konuların her sezona yayıldığı, mankenden bozma (eğitim almadıysa fena!) oyuncuların başrolde, usta tiyatrocuların çeşni olarak yer aldığı, sonunu baştan kestirebildiğimiz, esas kız ve oğlanın yanlış anlamalarıyla dolu, iyinin sonunda hep kazandığı, klişe cenneti neredeyse tümü. Türkiye ekranlarında Kore dizileri yıkabiliyor sanki bu genellemeleri. Tabii o da düzgün uyarlanabilir ve Türk filmlerinden aşırma replikleri ile doldurulmazsa.

Doktora uygulama derslerinde bazı üniversiteli danışanlarım, Kore dizilerine hayran olduklarını hatta Korece öğrenmeye başladıklarını söylediklerinde çok aşina değildim bu mevzulara. Zamanla iyi örneklere denk gelince, ters köşe sonlar cazip geldi bana da. Her karakterin içinde iyi ve kötünün barınabilmesi, esas kız ya da oğlanın da dokuz canlı olmayıp ölümlü olması, özetle gerçekçilik çekici geldi bana. Hayat Şarkısı, fena bir örnek sayılmaz şimdilik. Çok fazla sulandırılmadı henüz.

11 Mayıs 2015 Pazartesi

ANI YAKALAMAK

Bu aralar çok konuşur ve şahit olur durumda olduğumuz bir şey var: Her anı fotoğraflayıp an kaydetme sapkınlığı. Sapkınlık diyorum çünkü herhangi bir gösteriyi adam akıllı izlemek ve anın keyfini çıkarmak yerine şipşak fotoğraflamak neyin kaygısı anlamak zor. 

Farkındayım eski zamanlardaki şık şıkıdım giyinip herhangi bir gösteri izleme döneminde olmadığınızın. Bu dönemler, o zamanlardan farklı olacak tabii ama daha baştan uyarı yapılmasına rağmen nedir kaçamak kaçamak telefonları çıkarıp flaş patlatmak?! Opera ve bale seyircisi seçkindir falan diye kandırmacaya da gerek yok. Daha geçen gün önümüzde oturan genç, sahneye sadece foto ve kamera çekimi için baktı üç saat içinde. Sözde, para verip bir sanatsal etkinliğe katıldı ama sorsak tek sahneyi hatırlamaz.Abartısız durum bu! Ama bütün bunlara rağmen çektiklerini sosyal medyaya yüklemekten geri kalmadı. O an orada, "şimdi ve burada"yı yaşamaktan uzak, sadece fiziken olmanın, ona buna sözüm ona sanatsever görünmenin ne anlamı var? Git evinde otur, Survivor izle, olmayan karizman çizilmez be adam!

ANI YAKALAMAK

Bu aralar çok konuşur ve şahit olur durumda olduğumuz bir şey var: Her anı fotoğraflayıp an kaydetme sapkınlığı. Sapkınlık diyorum çünkü herhangi bir gösteriyi adam akıllı izlemek ve anın keyfini çıkarmak yerine şipşak fotoğraflamak neyin kaygısı anlamak zor. 

Farkındayım eski zamanlardaki şık şıkıdım giyinip herhangi bir gösteri izleme döneminde olmadığınızın. Bu dönemler, o zamanlardan farklı olacak tabii ama daha baştan uyarı yapılmasına rağmen nedir kaçamak kaçamak telefonları çıkarıp flaş patlatmak?! Opera ve bale seyircisi seçkindir falan diye kandırmacaya da gerek yok. Daha geçen gün önümüzde oturan genç, sahneye sadece foto ve kamera çekimi için baktı üç saat içinde. Sözde, para verip bir sanatsal etkinliğe katıldı ama sorsak tek sahneyi hatırlamaz.Abartısız durum bu! Ama bütün bunlara rağmen çektiklerini sosyal medyaya yüklemekten geri kalmadı. O an orada, "şimdi ve burada"yı yaşamaktan uzak, sadece fiziken olmanın, ona buna sözüm ona sanatsever görünmenin ne anlamı var? Git evinde otur, Survivor izle, olmayan karizman çizilmez be adam!

17 Aralık 2014 Çarşamba

KUTU KUTU PENSE

"Kutu gibi ev"
"Kutu kutu pense"
"Açtırma kutuyu, söyletme kötüyü"
"Pandora'nın Kutusu"
"Tele Kutu Yarışması"

Hooooooooop! Serbest çağrışım! 

Sabahın 6'sında veri toplama ile ilgili bir kabus görüp uyanıp bir daha da uyuyamadığımda, bugünün 17 Aralık olduğu düştü aklıma. Bir yıl önce kutu denince aklımıza gelen şeylere yenisi eklendi: "Ayakkabı Kutusu"!!!

O kutular, doldu, boşaldı. Sahiplerinin canı yanmadan kutu içindeki paralar, yandı, bitti, kül oldu. Yine her zamanki gibi zenginin parası, züğürdün çenesini yordu!

KUTU KUTU PENSE

"Kutu gibi ev"
"Kutu kutu pense"
"Açtırma kutuyu, söyletme kötüyü"
"Pandora'nın Kutusu"
"Tele Kutu Yarışması"

Hooooooooop! Serbest çağrışım! 

Sabahın 6'sında veri toplama ile ilgili bir kabus görüp uyanıp bir daha da uyuyamadığımda, bugünün 17 Aralık olduğu düştü aklıma. Bir yıl önce kutu denince aklımıza gelen şeylere yenisi eklendi: "Ayakkabı Kutusu"!!!

O kutular, doldu, boşaldı. Sahiplerinin canı yanmadan kutu içindeki paralar, yandı, bitti, kül oldu. Yine her zamanki gibi zenginin parası, züğürdün çenesini yordu!

14 Nisan 2014 Pazartesi

YANLIŞ KELİME: HIRS

TATİL DEYİNCE başlıklı yazımda anlatmıştım. Netteki oyunlara çok meraklı olmayan ben, "Kelimelik" adlı oyunu oynamaya başladım. Bu oyun, "scrabble" mantığının interaktif bir şekilde bilgisayar ya da telefon aracılığıyla oynanmasına dayalı. Kelime üretip beyin jimnastiği yapmak için birebir. 

Tatilden dönünce, çevremde de bu oyunu oynayan arkadaşlarım olduğunu öğrendim. Yabancılarla oynamaktansa, oyun üstüne geyik yapma şansımız da olsun ve aynı anda oyunun başına kurulalım diye birlikte oynuyoruz. Böylece, karşı tarafın atağını saatlerce beklemeden oyun oynamak mümkün olabiliyor. Birbirimize mesajlar iletebileceğimiz bir sohbet kısmının olması da cabası. Yoğunsak, uyuyacaksak, oyuna sonra devam etmek istiyorsak birbirimizi haberdar edebiliyoruz hatta yenene tebrik mesajları iletebiliyoruz.Oyunu oynayanların  kelime hazinesi kadar şansa da sahip olması gerekiyor. Öyle kelimeler üretebileceğiniz noktalarda, sesli harf gelmeyince bir şey yazmanız mümkün olamıyor. "Sesli gelmiyor!" diye dertleniyoruz. Genelde birbiriyle iletişim kurabilen, nazları birbirine geçen kişiler olunca rakipler, oyun çok keyifli çünkü bir yandan eğlenip, bir yandan da bulmaca çözer vaziyetteyiz. Birbirimizi motive de ediyoruz, "Bir dahakine olur." diyoruz. Buraya kadar her şey yolunda yani. Yalnız, grubumuzda bir arkadaşımız var ki, hırs küpü. Size sesli harf gelmezse, tepkisi "Teslim ol kısmına bas!", "Yazamayacaksan bekletme" falan oluyor. Genelde, onunla oynarken sesli harf fakiriyim ben. Kitap falan okumayı sevmediğini söyleyen bu arkadaşa sesli harf yağıyor ve kelimeleri art arda dizebiliyor, harf gelmeyince de hırslandığını ifade ediyor. Şansı rast gitsin ama ben, bir oyunu bile rekabet ortamına çevirdiği için onunla oynarken diğerleriyle oynarken aldığım keyfi almadığımı fark ediyorum bir süredir. Oyunu yavaştan oynayıp önce eş zamanlı oynadığım diğerlerine cevap verip, onun yeni oyun isteklerini görmezden gelebiliyorum. Galiba ben hayatımın her alanında azimli insanları sevdim ama hırslılardan uzak durmaya çalıştım. Bunu çoğu zaman bilinçli yaptım, ipleri koparma ihtiyacı duydum çünkü enerjimi sömürüyorlarmış gibi gelmiştir hep. Üniversitede "Kendi notlarımdan önce seninkine bakıyorum." diyen de, azmetse kendisiyle yarışacak ama hırsından başkasını hedef alan diğerleri de... 

YANLIŞ KELİME: HIRS

TATİL DEYİNCE başlıklı yazımda anlatmıştım. Netteki oyunlara çok meraklı olmayan ben, "Kelimelik" adlı oyunu oynamaya başladım. Bu oyun, "scrabble" mantığının interaktif bir şekilde bilgisayar ya da telefon aracılığıyla oynanmasına dayalı. Kelime üretip beyin jimnastiği yapmak için birebir. 

Tatilden dönünce, çevremde de bu oyunu oynayan arkadaşlarım olduğunu öğrendim. Yabancılarla oynamaktansa, oyun üstüne geyik yapma şansımız da olsun ve aynı anda oyunun başına kurulalım diye birlikte oynuyoruz. Böylece, karşı tarafın atağını saatlerce beklemeden oyun oynamak mümkün olabiliyor. Birbirimize mesajlar iletebileceğimiz bir sohbet kısmının olması da cabası. Yoğunsak, uyuyacaksak, oyuna sonra devam etmek istiyorsak birbirimizi haberdar edebiliyoruz hatta yenene tebrik mesajları iletebiliyoruz.Oyunu oynayanların  kelime hazinesi kadar şansa da sahip olması gerekiyor. Öyle kelimeler üretebileceğiniz noktalarda, sesli harf gelmeyince bir şey yazmanız mümkün olamıyor. "Sesli gelmiyor!" diye dertleniyoruz. Genelde birbiriyle iletişim kurabilen, nazları birbirine geçen kişiler olunca rakipler, oyun çok keyifli çünkü bir yandan eğlenip, bir yandan da bulmaca çözer vaziyetteyiz. Birbirimizi motive de ediyoruz, "Bir dahakine olur." diyoruz. Buraya kadar her şey yolunda yani. Yalnız, grubumuzda bir arkadaşımız var ki, hırs küpü. Size sesli harf gelmezse, tepkisi "Teslim ol kısmına bas!", "Yazamayacaksan bekletme" falan oluyor. Genelde, onunla oynarken sesli harf fakiriyim ben. Kitap falan okumayı sevmediğini söyleyen bu arkadaşa sesli harf yağıyor ve kelimeleri art arda dizebiliyor, harf gelmeyince de hırslandığını ifade ediyor. Şansı rast gitsin ama ben, bir oyunu bile rekabet ortamına çevirdiği için onunla oynarken diğerleriyle oynarken aldığım keyfi almadığımı fark ediyorum bir süredir. Oyunu yavaştan oynayıp önce eş zamanlı oynadığım diğerlerine cevap verip, onun yeni oyun isteklerini görmezden gelebiliyorum. Galiba ben hayatımın her alanında azimli insanları sevdim ama hırslılardan uzak durmaya çalıştım. Bunu çoğu zaman bilinçli yaptım, ipleri koparma ihtiyacı duydum çünkü enerjimi sömürüyorlarmış gibi gelmiştir hep. Üniversitede "Kendi notlarımdan önce seninkine bakıyorum." diyen de, azmetse kendisiyle yarışacak ama hırsından başkasını hedef alan diğerleri de... 

10 Ocak 2014 Cuma

GÜNDÜZ EKRANI VE SOSYOLOJİK ÇIKARIMIM

Televizyonu; aynı anda yemek yemek, bir şeyler okuyup yazmak, telefonla konuşmak gibi faaliyetlerle beraber çoğu zaman radyo gibi fon sesi olarak kullandığımdan, birkaç kanalı çeken belediye sistemi ile idare ederim. Hem çalışan hem okuyan bir insan olduğumdan, gündüz ekranı denilen ekranla  da aram pek iyi değildir. O yüzden, özellikle hafta içi gündüz saatlerinde kanal değiştirme rekortmenlerinden biriyim herhalde.Akşam ekranlarında ne istediğini bilip ona göre kanal açan ben; kumandayı bir yana fırlatabiliyorken, sabah saatlerinde eleştirdiğim "zap müptelaları"na dönüşüveriyorum.

Bu uzun girizgahtan sonra gelelim, sözün özüne: Sabah hatta öğle saatlerinde ekran kadın programlarıyla dolu malumunuz. Bunların bir kısmı sohbet, şarkı, uzman konuk ile dolu. Diğer grup ise; yarışma. Bu yarışmalar; bilgi yarışması falan değil doğrudan performansa yönelik. Örneğin; bugün bir kanalda anneler-kızlar yarışırken diğerinde gelinler-kaynanalar yarışmakta. Gelin- kaynana rekabeti, araya oğulların alınması ile sorulan sorularla renklendirilmiş sözüm ona. Zavallı erkekler, annesine ya da eşine hak verip birinin yarışmayı kazanmasında söz sahibi oluyorlar. Aşağı tükürsem sakal, yukarı tükürsem bıyık olayı tam anlamıyla. Bir yandan eve eşiyle dönecek, tartışmayı göze alması lazım. Bir yandan, anne hakkı. Ne söylese boş.

İşin acıklı yanı, Türk erkeklerinin eşi ve annesi arasındaki tampon bölge olmaktan uzak, çoğu zaman aradaki sürtüşmeleri ekrandan öğrenen, annesini de eşini de tanımadığını öğrendiği halini izlemek. Bir de kendisini konuya hakim, ailenin direği görme acınasılığı. Örneğin; bir adamcağız "Evde kimin sözü geçer?" sorusuna, hem annesi, hem eşi "Gelinin sözü geçer." diye cevap vermelerine rağmen, "Benim sözüm geçer." deme gafletinde bulundu. O ana kadar, birbirine düşmüş olan gelin-kaynana ikilisi, el birliğiyle adamı sindirdiler, evde sözünün geçme ihtimalinin bile olmadığını bir çırpıda ekran başında öğretiverdiler:) Ben de, gündüz kuşağından sosyolojik bir ders çıkarmış oldum. Paylaşmasam olmazdı:)


GÜNDÜZ EKRANI VE SOSYOLOJİK ÇIKARIMIM

Televizyonu; aynı anda yemek yemek, bir şeyler okuyup yazmak, telefonla konuşmak gibi faaliyetlerle beraber çoğu zaman radyo gibi fon sesi olarak kullandığımdan, birkaç kanalı çeken belediye sistemi ile idare ederim. Hem çalışan hem okuyan bir insan olduğumdan, gündüz ekranı denilen ekranla  da aram pek iyi değildir. O yüzden, özellikle hafta içi gündüz saatlerinde kanal değiştirme rekortmenlerinden biriyim herhalde.Akşam ekranlarında ne istediğini bilip ona göre kanal açan ben; kumandayı bir yana fırlatabiliyorken, sabah saatlerinde eleştirdiğim "zap müptelaları"na dönüşüveriyorum.

Bu uzun girizgahtan sonra gelelim, sözün özüne: Sabah hatta öğle saatlerinde ekran kadın programlarıyla dolu malumunuz. Bunların bir kısmı sohbet, şarkı, uzman konuk ile dolu. Diğer grup ise; yarışma. Bu yarışmalar; bilgi yarışması falan değil doğrudan performansa yönelik. Örneğin; bugün bir kanalda anneler-kızlar yarışırken diğerinde gelinler-kaynanalar yarışmakta. Gelin- kaynana rekabeti, araya oğulların alınması ile sorulan sorularla renklendirilmiş sözüm ona. Zavallı erkekler, annesine ya da eşine hak verip birinin yarışmayı kazanmasında söz sahibi oluyorlar. Aşağı tükürsem sakal, yukarı tükürsem bıyık olayı tam anlamıyla. Bir yandan eve eşiyle dönecek, tartışmayı göze alması lazım. Bir yandan, anne hakkı. Ne söylese boş.

İşin acıklı yanı, Türk erkeklerinin eşi ve annesi arasındaki tampon bölge olmaktan uzak, çoğu zaman aradaki sürtüşmeleri ekrandan öğrenen, annesini de eşini de tanımadığını öğrendiği halini izlemek. Bir de kendisini konuya hakim, ailenin direği görme acınasılığı. Örneğin; bir adamcağız "Evde kimin sözü geçer?" sorusuna, hem annesi, hem eşi "Gelinin sözü geçer." diye cevap vermelerine rağmen, "Benim sözüm geçer." deme gafletinde bulundu. O ana kadar, birbirine düşmüş olan gelin-kaynana ikilisi, el birliğiyle adamı sindirdiler, evde sözünün geçme ihtimalinin bile olmadığını bir çırpıda ekran başında öğretiverdiler:) Ben de, gündüz kuşağından sosyolojik bir ders çıkarmış oldum. Paylaşmasam olmazdı:)


7 Ocak 2014 Salı

KARGALARIN BÜLBÜLLERE ZULMÜ




Daha önce, dikkatsizlik nedeniyle sildiğim "Kelime Oyunu, Oyunlara mı Geldi?" yazımda da bahsettiğim gibi, yarışma denince aklına bilgi yarışması gelenlerdenim. Bu durum, televizyonda sadece belgesel izlediğini söyleyenlerin ukalalığından değil yetiştiğim kuşak itibariyle yarışma eşittir bilgi sınama diye öğrenmemden. Uzun zamandır ekranlarda, bilgi yarışmalarıyla yarışır sayıda en iyi sesi, şarkıcıyı seçmeye yönelik yarışma mevcut. Bunları da, sırf meraktan izlemişliğim var. Eleştirmek için bilmek lazım ,değil mi?

Bu yarışmaların, yarışmacıları parlatmak, ortaya iyi sesler çıkarmak gibi bir kaygılarının olmadığı aşikar.  Jüri denilen ünlü isimlerden oluşan insan güruhunun ne kadar nüktedan, hazır cevap ve müzikten anlayan dehalar olduğunu bizlere ispatlama çabası; sanki bu yarışmaların yegane amacı. Jüri üyesi seçme kriterleri, bu saydıklarıma göre yapılınca adamcıkların/kadıncıkların kulaklarımızı o güne kadar nasıl tırmaladıkları göz ardı ediliveriyor. Bu durum da, jüri üyelerinden kat be kat daha iyi sesli, daha yetenekli ve haddini bilen yarışmacılar ortaya çıkarıyor. Bu manzara da, bir grup karganın bülbüllere "Sen detone ve sürtone oldun, bu şarkıda duygunu seyirciye geçiremedin, mikrofonu çok salladın, sahneye tam hakimiyet kuramadın, tizlerde/ peslerde iyi değildin" diye ukalalık yapmasını andırıyor. İnsan önce bir kendine bakar, çuvaldızı da umarım o bet seslerin çıktığı gırtlağa sokar:)


KARGALARIN BÜLBÜLLERE ZULMÜ




Daha önce, dikkatsizlik nedeniyle sildiğim "Kelime Oyunu, Oyunlara mı Geldi?" yazımda da bahsettiğim gibi, yarışma denince aklına bilgi yarışması gelenlerdenim. Bu durum, televizyonda sadece belgesel izlediğini söyleyenlerin ukalalığından değil yetiştiğim kuşak itibariyle yarışma eşittir bilgi sınama diye öğrenmemden. Uzun zamandır ekranlarda, bilgi yarışmalarıyla yarışır sayıda en iyi sesi, şarkıcıyı seçmeye yönelik yarışma mevcut. Bunları da, sırf meraktan izlemişliğim var. Eleştirmek için bilmek lazım ,değil mi?

Bu yarışmaların, yarışmacıları parlatmak, ortaya iyi sesler çıkarmak gibi bir kaygılarının olmadığı aşikar.  Jüri denilen ünlü isimlerden oluşan insan güruhunun ne kadar nüktedan, hazır cevap ve müzikten anlayan dehalar olduğunu bizlere ispatlama çabası; sanki bu yarışmaların yegane amacı. Jüri üyesi seçme kriterleri, bu saydıklarıma göre yapılınca adamcıkların/kadıncıkların kulaklarımızı o güne kadar nasıl tırmaladıkları göz ardı ediliveriyor. Bu durum da, jüri üyelerinden kat be kat daha iyi sesli, daha yetenekli ve haddini bilen yarışmacılar ortaya çıkarıyor. Bu manzara da, bir grup karganın bülbüllere "Sen detone ve sürtone oldun, bu şarkıda duygunu seyirciye geçiremedin, mikrofonu çok salladın, sahneye tam hakimiyet kuramadın, tizlerde/ peslerde iyi değildin" diye ukalalık yapmasını andırıyor. İnsan önce bir kendine bakar, çuvaldızı da umarım o bet seslerin çıktığı gırtlağa sokar:)


28 Aralık 2013 Cumartesi

BLOGGER'IN ACEMİSİ

Yayınlarımı düzenleyeyim derken, 24 Aralık 2013 tarihli "Kelime Oyunu, Oyunlara mı Geldi?" isimli yazımı yok ediverdim:( Geri getirme konusunda da acemi olunca, gül gibi yazım sizlere ömür! Dün bahsettiğim Murphy mi iş başında, bende sürmenaj olma durumu mu söz konusu biinmez. Sonuç olarak, yazı gitti,bir yerlerden geri getirebilirsem ne ala! Aynı içerikte başka bir yazı yazmak da içimden gelmedi, ilkiyle aynı duyguda olmaz fikrindeyim. Haber vereyim istedim.

BLOGGER'IN ACEMİSİ

Yayınlarımı düzenleyeyim derken, 24 Aralık 2013 tarihli "Kelime Oyunu, Oyunlara mı Geldi?" isimli yazımı yok ediverdim:( Geri getirme konusunda da acemi olunca, gül gibi yazım sizlere ömür! Dün bahsettiğim Murphy mi iş başında, bende sürmenaj olma durumu mu söz konusu biinmez. Sonuç olarak, yazı gitti,bir yerlerden geri getirebilirsem ne ala! Aynı içerikte başka bir yazı yazmak da içimden gelmedi, ilkiyle aynı duyguda olmaz fikrindeyim. Haber vereyim istedim.

16 Aralık 2013 Pazartesi

REENKARNASYON VE ÇİN İLİŞKİSİ

Başlığa bakınca bağlantının hemen kurulması zor gibi. Geçenlerde "Kim Milyoner Olmak İster?" yarışmasında reenkarnasyon ile yeniden dünyaya gelmenin yasalarla resmi olarak yasaklandığı ülke soruluyordu ve yanıtı da Çin'di. Nüfus o kadar fazla ki, insancıkların öldükten sonra yeniden vücut bulup dünyayı işgal etmelerine resmi makamlarca kafa yorulmuş, çözüm olarak da yeniden doğuşa yasak koymada karar kılınmış bence. 
Bizde ise, resmi makamlarca 3 çocuk (en son söylemlerde sayı 5'i buldu!) dayatması, teşviki, tavsiyesi- adını ne koyarsak o-yüzünden nüfusumuzun alıp başını gitmesi hedefleniyor. Okuma-yazma bilmeyen ama zorunlu eğitimle zorunlu diploma sahibi, işsiz, mutsuz bir kalabalık! Kim, bu doğacak çocuklara ne kalitede, nasıl bir yaşam sunacak bunun hesabı ise önemli değil, yeter ki üreyelim, pıtrak gibi çoğalıp dünyaya yayılalım! Sonra işimize gelmezse, eğitim sistemimizde yaptığımız gibi yeni kararlar alıp azalmanın yollarını buluruz. Belki günün birinde o kadar artar ki nüfusumuz, bizde de benzeri bir yasa çıkar, reenkarnasyonu tümüyle yasaklarız ya da 3 kereden fazla olmasını engelleriz, başbakan her konuşmasında "Bu dünyaya 3 kereden fazla gelmeyin vatandaşlarım" buyurur:)

REENKARNASYON VE ÇİN İLİŞKİSİ

Başlığa bakınca bağlantının hemen kurulması zor gibi. Geçenlerde "Kim Milyoner Olmak İster?" yarışmasında reenkarnasyon ile yeniden dünyaya gelmenin yasalarla resmi olarak yasaklandığı ülke soruluyordu ve yanıtı da Çin'di. Nüfus o kadar fazla ki, insancıkların öldükten sonra yeniden vücut bulup dünyayı işgal etmelerine resmi makamlarca kafa yorulmuş, çözüm olarak da yeniden doğuşa yasak koymada karar kılınmış bence. 
Bizde ise, resmi makamlarca 3 çocuk (en son söylemlerde sayı 5'i buldu!) dayatması, teşviki, tavsiyesi- adını ne koyarsak o-yüzünden nüfusumuzun alıp başını gitmesi hedefleniyor. Okuma-yazma bilmeyen ama zorunlu eğitimle zorunlu diploma sahibi, işsiz, mutsuz bir kalabalık! Kim, bu doğacak çocuklara ne kalitede, nasıl bir yaşam sunacak bunun hesabı ise önemli değil, yeter ki üreyelim, pıtrak gibi çoğalıp dünyaya yayılalım! Sonra işimize gelmezse, eğitim sistemimizde yaptığımız gibi yeni kararlar alıp azalmanın yollarını buluruz. Belki günün birinde o kadar artar ki nüfusumuz, bizde de benzeri bir yasa çıkar, reenkarnasyonu tümüyle yasaklarız ya da 3 kereden fazla olmasını engelleriz, başbakan her konuşmasında "Bu dünyaya 3 kereden fazla gelmeyin vatandaşlarım" buyurur:)