PSİKOLOJİK DANIŞMA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
PSİKOLOJİK DANIŞMA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Ekim 2014 Pazartesi

HABERDAR OLMA HAKKI

Minnoş, dün gece acillik olmuş, gece hastanede yatmış yine. Tabii ben bunu hastaneden çıktıklarında, küçük kardeşim sayesinde öğrendim. Bana da, ona da söylenmemiş üzülmeyelim diye.

Ailemin bizi üzüntülerden koruma mekanizması bu şekilde işliyor çoğu zaman. Çaresi olmayan, bir katkımızın olamayacağı, sadece üzülmekle yetineceğimizi düşündükleri olayları saklamayı tercih ediyorlar. Dedemin ve babaannemin ölümü bir süre saklanmıştı, babam bayılıp düşünce, Minnoş yine hastanelik olunca da durum değişmedi. Bulaşıcı mıdır bilmem, eniştem de teyzemin kanserin son evresinde olduğunu hepimizden saklamıştı biz onu ilk evrede zannedip umutla beklerken. Şoku atlatmamız uzun sürdü haliyle.

Süreç ya da sonuç olumsuz da olsa, saklanmaması taraftarıyım. Sevdiklerimizi korumak, üzmemek adına olumsuzlukları saklamak onları olumsuzluklar karşısında hazırlıklı kılmıyor, olumsuzluklara karşı aniden bir emrivakiyle karşı karşıya bırakıveriyor. İçsel bir süreçten geçip kabullenmeye giden yola hazırlık yapabilecekken, pat diye süreçten habersiz sonucun içine itiveriyor. 

Hayat, maalesef her zaman olumlu gelişmelerle selamlamıyor bizi. Koruma dürtüsüyle gerçekleri saklamak, haber alma özgürlüğü kadar gardımızı almayı da engelliyor bence. 

HABERDAR OLMA HAKKI

Minnoş, dün gece acillik olmuş, gece hastanede yatmış yine. Tabii ben bunu hastaneden çıktıklarında, küçük kardeşim sayesinde öğrendim. Bana da, ona da söylenmemiş üzülmeyelim diye.

Ailemin bizi üzüntülerden koruma mekanizması bu şekilde işliyor çoğu zaman. Çaresi olmayan, bir katkımızın olamayacağı, sadece üzülmekle yetineceğimizi düşündükleri olayları saklamayı tercih ediyorlar. Dedemin ve babaannemin ölümü bir süre saklanmıştı, babam bayılıp düşünce, Minnoş yine hastanelik olunca da durum değişmedi. Bulaşıcı mıdır bilmem, eniştem de teyzemin kanserin son evresinde olduğunu hepimizden saklamıştı biz onu ilk evrede zannedip umutla beklerken. Şoku atlatmamız uzun sürdü haliyle.

Süreç ya da sonuç olumsuz da olsa, saklanmaması taraftarıyım. Sevdiklerimizi korumak, üzmemek adına olumsuzlukları saklamak onları olumsuzluklar karşısında hazırlıklı kılmıyor, olumsuzluklara karşı aniden bir emrivakiyle karşı karşıya bırakıveriyor. İçsel bir süreçten geçip kabullenmeye giden yola hazırlık yapabilecekken, pat diye süreçten habersiz sonucun içine itiveriyor. 

Hayat, maalesef her zaman olumlu gelişmelerle selamlamıyor bizi. Koruma dürtüsüyle gerçekleri saklamak, haber alma özgürlüğü kadar gardımızı almayı da engelliyor bence. 

16 Eylül 2014 Salı

İZLENİMLER...

Gezi yazısı yazmayı sevmiyorum çünkü gittiğim yerin olumlu yanlarına odaklanmak yerine gözüme ba1tanları anlatmaya yatkınım. Gittiğim yerlerde bir turist nerelere giderse, kültür turizmine neler dahilse gezmekten hoşlanıyorum,az vakitte gezip görmekten yorulana kadar dolaştığım oluyor ama iş bunları yazıya dökmeye gelince istekli değilim ben. 

Gezi yazıları okurken de, mevcut riskler, alternatifler dışında ilgimi çeken pek bir şey olmuyor. Herkesin izlenimleri kendine özel diye düşünüyorum. Birinin ilkbaharda gittiği bir yere ben kışın gitsem, yanımda başka insanlar olsa vs. tüm koşullar gibi o yere bakış açım da farklı olacak, bunu biliyorum. O yüzden, Ayvalık'la ilgili o kadar reklam kampanyasının sadece reklam ve efsane mi yoksa gerçeklerle örülü mü olduğuna gidip gören herkes kendi karar versin de diyebilirim. Benim için şehir efsanesiydi, Zonguldak'ın çok daha güzel olduğuna karar verdim,lağım kokusundan burnumun direkleri sızladı ama yine deniz görmek, bol bol müze gezmek, Kaz Dağları'na çıkmak güzeldi diyebilirim özetle.

Drama kursuna gelince, farklı şehirlerden ve branşlardan, çeşitli yaş gruplarından 100ü aşkın insanın 4 ayrı grupta bir araya geldiği bir ortam olarak çok renkliydi. Ben giderken çekingendim. Kendimi biliyorum, Beden Eğitimi dersleri kabusumdu, topluluk içinde elim ayağıma dolaşırdı. Hala da, yeni ortamlara kolay adapte olabilen biri değilim, uzun uzun gözlemleyip yavaş yavaş kaynaşırım. Yaratıcı drama yaparken, yavaş kaynaşma şansı yok oysa. El ele tutuşup çember olurken birden kaynaşıveriyor insan:) Sabah 08.45, öğlen 13.00 arası sadece bir kaç kısa mola haricinde, durum böyle olunca, beraber sürekli  doğaçlayıp canlandırma yapınca kaynaşmamak mümkün değil. Üstelik, grupla psikolojik danışma oturumlarında olduğu gibi bazen etkinliklerin dışında kalıp gözlemleme şansı da yok, sürekli bir faaliyet hali.Yorucu ama keyifli ve farklı bir deneyimdi benim açımdan anlayacağınız. Kısa dönemde, iletişim adreslerinin alındığı, sosyal medya gruplarının kurulup paylaşımlar yapıldığı hızlı bir kaynaşma süreci oldu. Bir süre sonra, ağız alışkanlığıyla yurt diye bahsetmeye başladığımız otelde kurulan  arkadaşlıklar da cabası. Ben bile bir kaç telefon numarası ile ayrıldım. 


İZLENİMLER...

Gezi yazısı yazmayı sevmiyorum çünkü gittiğim yerin olumlu yanlarına odaklanmak yerine gözüme ba1tanları anlatmaya yatkınım. Gittiğim yerlerde bir turist nerelere giderse, kültür turizmine neler dahilse gezmekten hoşlanıyorum,az vakitte gezip görmekten yorulana kadar dolaştığım oluyor ama iş bunları yazıya dökmeye gelince istekli değilim ben. 

Gezi yazıları okurken de, mevcut riskler, alternatifler dışında ilgimi çeken pek bir şey olmuyor. Herkesin izlenimleri kendine özel diye düşünüyorum. Birinin ilkbaharda gittiği bir yere ben kışın gitsem, yanımda başka insanlar olsa vs. tüm koşullar gibi o yere bakış açım da farklı olacak, bunu biliyorum. O yüzden, Ayvalık'la ilgili o kadar reklam kampanyasının sadece reklam ve efsane mi yoksa gerçeklerle örülü mü olduğuna gidip gören herkes kendi karar versin de diyebilirim. Benim için şehir efsanesiydi, Zonguldak'ın çok daha güzel olduğuna karar verdim,lağım kokusundan burnumun direkleri sızladı ama yine deniz görmek, bol bol müze gezmek, Kaz Dağları'na çıkmak güzeldi diyebilirim özetle.

Drama kursuna gelince, farklı şehirlerden ve branşlardan, çeşitli yaş gruplarından 100ü aşkın insanın 4 ayrı grupta bir araya geldiği bir ortam olarak çok renkliydi. Ben giderken çekingendim. Kendimi biliyorum, Beden Eğitimi dersleri kabusumdu, topluluk içinde elim ayağıma dolaşırdı. Hala da, yeni ortamlara kolay adapte olabilen biri değilim, uzun uzun gözlemleyip yavaş yavaş kaynaşırım. Yaratıcı drama yaparken, yavaş kaynaşma şansı yok oysa. El ele tutuşup çember olurken birden kaynaşıveriyor insan:) Sabah 08.45, öğlen 13.00 arası sadece bir kaç kısa mola haricinde, durum böyle olunca, beraber sürekli  doğaçlayıp canlandırma yapınca kaynaşmamak mümkün değil. Üstelik, grupla psikolojik danışma oturumlarında olduğu gibi bazen etkinliklerin dışında kalıp gözlemleme şansı da yok, sürekli bir faaliyet hali.Yorucu ama keyifli ve farklı bir deneyimdi benim açımdan anlayacağınız. Kısa dönemde, iletişim adreslerinin alındığı, sosyal medya gruplarının kurulup paylaşımlar yapıldığı hızlı bir kaynaşma süreci oldu. Bir süre sonra, ağız alışkanlığıyla yurt diye bahsetmeye başladığımız otelde kurulan  arkadaşlıklar da cabası. Ben bile bir kaç telefon numarası ile ayrıldım. 


14 Eylül 2014 Pazar

YİNE GİTTİM, YİNE DÖNDÜM

Bloga bu kadar uzun süre ara vermemiştim ama ev(ler)den uzaktaydım geçen Pazar'dan beri. Akıllı telefon falan almam lazım galiba artık. Uzun süre yazmamak, ya biriktirip yazamamaya ya da yazdıklarımızı paylaşma konusunda kendimizi sorgulamaya itiyor. En azından bende öyle oluyor. Neden tanımadığım insanlarla bir şeyler paylaştığımı sorguladım bir süre. Bu Cuma gecesi eve döndüğümden beri de, yazmaya niyetlenip nereden başlayacağımı bilemeyecek kadar gündem doluydum. 

Tam da dönüş üstüne yazı yazıp, evi  toparlamaya, sabahları erken kalkmaya alışmaya çalışırken yazıdan 2 gün sonra Cuma günü elime yazın başvurduğum seminere kabul edildiğime dair bir faks geçti, hem de mesai bitimine yakın.Yazın seminer dönemi okulda boş boş oturup lak lak yapmayalım diye 5 tane faaliyet başvurusu yaptığım halde, müdür sadece 1 tanesini onaylayabilmişti. Birlikte gitmeyi planladığımız arkadaşımın ise hiçbir faaliyetini onaylamayı becerememiş. 450 kişinin başvurduğunu bildiğimden umudum çok da yoktu. Şansım döndü yani bu sefer:) 

Ama! (İlla bir ama olmak zorunda mı?)

Okulda müdür görevine son verilmesinin şerefine(!) izne ayrılmış haldeyken, memur dışında muhatap bulamaz, yetkililerin meşgul çalan telefonlarına ulaşmaya çalışırken gerim gerim gerildim. Sonra Pazar günü yola çıkmak için hazırlıklara, bilet ayarlamalara geldi sıra. Halledip yola çıktım sabah sabah. Akşam Ayvalık Lale Adası'nda denize nazır uygulama otelinde yerimiz hazırdı. Eğitim alacağımız okul, otelin yanı başındaydı. 

Drama kursunun detayları ve Ayvalık izlenimlerim az sonraaaaaaaa!


.

YİNE GİTTİM, YİNE DÖNDÜM

Bloga bu kadar uzun süre ara vermemiştim ama ev(ler)den uzaktaydım geçen Pazar'dan beri. Akıllı telefon falan almam lazım galiba artık. Uzun süre yazmamak, ya biriktirip yazamamaya ya da yazdıklarımızı paylaşma konusunda kendimizi sorgulamaya itiyor. En azından bende öyle oluyor. Neden tanımadığım insanlarla bir şeyler paylaştığımı sorguladım bir süre. Bu Cuma gecesi eve döndüğümden beri de, yazmaya niyetlenip nereden başlayacağımı bilemeyecek kadar gündem doluydum. 

Tam da dönüş üstüne yazı yazıp, evi  toparlamaya, sabahları erken kalkmaya alışmaya çalışırken yazıdan 2 gün sonra Cuma günü elime yazın başvurduğum seminere kabul edildiğime dair bir faks geçti, hem de mesai bitimine yakın.Yazın seminer dönemi okulda boş boş oturup lak lak yapmayalım diye 5 tane faaliyet başvurusu yaptığım halde, müdür sadece 1 tanesini onaylayabilmişti. Birlikte gitmeyi planladığımız arkadaşımın ise hiçbir faaliyetini onaylamayı becerememiş. 450 kişinin başvurduğunu bildiğimden umudum çok da yoktu. Şansım döndü yani bu sefer:) 

Ama! (İlla bir ama olmak zorunda mı?)

Okulda müdür görevine son verilmesinin şerefine(!) izne ayrılmış haldeyken, memur dışında muhatap bulamaz, yetkililerin meşgul çalan telefonlarına ulaşmaya çalışırken gerim gerim gerildim. Sonra Pazar günü yola çıkmak için hazırlıklara, bilet ayarlamalara geldi sıra. Halledip yola çıktım sabah sabah. Akşam Ayvalık Lale Adası'nda denize nazır uygulama otelinde yerimiz hazırdı. Eğitim alacağımız okul, otelin yanı başındaydı. 

Drama kursunun detayları ve Ayvalık izlenimlerim az sonraaaaaaaa!


.

27 Ağustos 2014 Çarşamba

22

Minnoş'un 22. ayını sürdüğü bu günlerde (ay dönümü kutlamalarına devam,  gelsin her bahaneye üflenen mumlar!)  ve çok daha öncesinde, bizim ahalide benim de tam, günü gününe hem de, 22 aylıkken kardeş sahibi olup "abla" payesi edinmemi konuşur olduk. Ne kadar küçük, savunmasız, ilgiye muhtaç olduğuna bakıp bakıp, her anını daha da ilgiyle gözlemleyerek kardeşimle aramızdaki yaş farkının azlığının herkese haksızlık olduğuna kanaat getirmiş bulunduk. 

Özellikle annem, beni o yaşta istemeden de olsa abla yaptıkları için bana haksızlık ettiğine karar vermiş durumda. Torununun bu yaşta ağabey olma ihtimalini düşünüp bu ihtimali korkunç bulmakta, büyük olanın daha çok ihmal edileceğini düşünüp üzülmekte yani. Ben o yaşlarda, derdini anlatan bir bebe-çocukmuşum, o yüzden Minnoş ile kıyaslama yapmaya başlamadan kardeşler arasındaki 22 aylık fark ona çok da az gelmezdi. Şimdi önünde  daha somut bir örnek dururken fark daha çarpıcı geldi.

Biz de, merdivenli ve sobalı bir evde, bugünün teknolojisi olmadan, başkasından da yardım almadan 2 çocuğa bakmak durumunda olduğu için kendimizi onun yerine koyup eski hallerine acımaktayız. Karşılıklı empatiyi açmış bir sempati hali yani. 

Abla olmaktan yana bir sıkıntım olmasa da, illa çoğalma ihityacı duyuluyorsa (bizimkilerinki bilinçli olmamış o yaşlardaki hemen herkesinki gibi) çocuklar arasındaki yaş farkının anne- babayı da, çocukları da mağdur etmemesi gerektiğine inanıyorum. Tam 2 yaş krizi evrelerinde bir kardeş sahibi olmak, bende mutlaka izler bırakmıştır. Titizlikle hatta obsessiflikle eleştirildiğimde kendimi böyle savunuyorum:) 

22

Minnoş'un 22. ayını sürdüğü bu günlerde (ay dönümü kutlamalarına devam,  gelsin her bahaneye üflenen mumlar!)  ve çok daha öncesinde, bizim ahalide benim de tam, günü gününe hem de, 22 aylıkken kardeş sahibi olup "abla" payesi edinmemi konuşur olduk. Ne kadar küçük, savunmasız, ilgiye muhtaç olduğuna bakıp bakıp, her anını daha da ilgiyle gözlemleyerek kardeşimle aramızdaki yaş farkının azlığının herkese haksızlık olduğuna kanaat getirmiş bulunduk. 

Özellikle annem, beni o yaşta istemeden de olsa abla yaptıkları için bana haksızlık ettiğine karar vermiş durumda. Torununun bu yaşta ağabey olma ihtimalini düşünüp bu ihtimali korkunç bulmakta, büyük olanın daha çok ihmal edileceğini düşünüp üzülmekte yani. Ben o yaşlarda, derdini anlatan bir bebe-çocukmuşum, o yüzden Minnoş ile kıyaslama yapmaya başlamadan kardeşler arasındaki 22 aylık fark ona çok da az gelmezdi. Şimdi önünde  daha somut bir örnek dururken fark daha çarpıcı geldi.

Biz de, merdivenli ve sobalı bir evde, bugünün teknolojisi olmadan, başkasından da yardım almadan 2 çocuğa bakmak durumunda olduğu için kendimizi onun yerine koyup eski hallerine acımaktayız. Karşılıklı empatiyi açmış bir sempati hali yani. 

Abla olmaktan yana bir sıkıntım olmasa da, illa çoğalma ihityacı duyuluyorsa (bizimkilerinki bilinçli olmamış o yaşlardaki hemen herkesinki gibi) çocuklar arasındaki yaş farkının anne- babayı da, çocukları da mağdur etmemesi gerektiğine inanıyorum. Tam 2 yaş krizi evrelerinde bir kardeş sahibi olmak, bende mutlaka izler bırakmıştır. Titizlikle hatta obsessiflikle eleştirildiğimde kendimi böyle savunuyorum:) 

28 Haziran 2014 Cumartesi

TİK MACERAM VE AÇIK İLETİŞİM


Dün, uzun zamandır beklenen TİK (Tez İzleme Komitesi) vardı. Atlattım. Şeker hastası olup ne yapacağı belli olmayan bir prof pamuk şekeri kıvamına yakındı,diğer üniversiteden gelen zaten hep ılımlı sağolsun. 

Benim hocam ise harikalar yarattı! Günler öncesinden gönderdiğim literatüre dönüt beklerken, yüksek lisans öğrencilerini de araya katıp toplu dönüt şöleni verecekmiş, ben eve gitme planları yaparken geceden e-posta atıp buyurdu, o da sağolsun! Müsait olup olmadığımzı sormuş sözde ama yola çıkacağımı öğrenince sabah arayıp çok kızdığını, teklif bile etmememi söyledi, moralimi bozup gerginliğime gerginlik ekledi. 

Biz Ocak'tan beri veri toplarken sayı yok 300, yok 400 olsun diye artırmaya devam ediyor örneklem sayımızı. Bir de TİK sırasında, diğer hocalar sayının dert olmadığını, bunu destekleyen yayınlar olduğunu dile getirirken, bir makalede 1000 örneklemin mükemmel olduğunu görüp, "Emekli olana kadar veri toplatırmışım öğrencime, mükemmelliyetçiyim ya." deyiverdi kendisiyle dalga geçerek.

Enstitüye dilekçe yazmayı unutup resmi olarak haftaya giriyor gireceğim bir jüri yarattı kendince. Haziran'da girilmesi gereken jüriye girdim ama kağıt üzerinde Temmuz olacak, "Umarım bir sıkıntı çıkmaz" diyerek sıkılıp duruyorum enstitü müdürü hocadan teyidini almama rağmen.Ben her şeyi organize etmişken bir dilekçe yazacak altı üstü ama hatırlatma üstüne hatırlatma yaptığım halde ihale bana kalacaktı.

Tamam ben ters doğmuşum, annemin deyişiyle işlerim önce ters gider, ben toparlarmışım ama bir günde bu kadar sınanınca sınırlarımı aştım. Duygularını kolayca içinde tutamayan, özellikle de bunlar olumsuz duygularsa karşımdakinin yüzüne söylememenin ona haksızlık, bana da yük olduğunu düşünen biri olarak hocaya sabah onun sinirli olabileceğini ama moralimi bozduğunu, babamın ameliyat için beni beklediğini(tatile girince en azından annemle dönüşümlü  refakat edebiliriz diye planlamıştım), onun mükemmeliyetçi olabileceğini ama benim "artık" olmadığımı, dilekçe konusunda da hafızasına hep güvenmiş olduğumu olaylar cereyan ettiğinde söyleyiverdim. Sabah "Aman sakın bir şey söyleme, hoca tezini bırakır." diyen bir arkadaşım bu halimi çılgınca buluyor ama sanırım beni tanıyan herkes, hoca da dahil bu huyumun farkında, o yüzden, gerilmeyip açık iletişimle duygularımızı ifade etmeye devam edebiliyoruz. Can çıkar huy çıkmaz diyenler doğru söylemiş, ne diyeyim:)

TİK MACERAM VE AÇIK İLETİŞİM


Dün, uzun zamandır beklenen TİK (Tez İzleme Komitesi) vardı. Atlattım. Şeker hastası olup ne yapacağı belli olmayan bir prof pamuk şekeri kıvamına yakındı,diğer üniversiteden gelen zaten hep ılımlı sağolsun. 

Benim hocam ise harikalar yarattı! Günler öncesinden gönderdiğim literatüre dönüt beklerken, yüksek lisans öğrencilerini de araya katıp toplu dönüt şöleni verecekmiş, ben eve gitme planları yaparken geceden e-posta atıp buyurdu, o da sağolsun! Müsait olup olmadığımzı sormuş sözde ama yola çıkacağımı öğrenince sabah arayıp çok kızdığını, teklif bile etmememi söyledi, moralimi bozup gerginliğime gerginlik ekledi. 

Biz Ocak'tan beri veri toplarken sayı yok 300, yok 400 olsun diye artırmaya devam ediyor örneklem sayımızı. Bir de TİK sırasında, diğer hocalar sayının dert olmadığını, bunu destekleyen yayınlar olduğunu dile getirirken, bir makalede 1000 örneklemin mükemmel olduğunu görüp, "Emekli olana kadar veri toplatırmışım öğrencime, mükemmelliyetçiyim ya." deyiverdi kendisiyle dalga geçerek.

Enstitüye dilekçe yazmayı unutup resmi olarak haftaya giriyor gireceğim bir jüri yarattı kendince. Haziran'da girilmesi gereken jüriye girdim ama kağıt üzerinde Temmuz olacak, "Umarım bir sıkıntı çıkmaz" diyerek sıkılıp duruyorum enstitü müdürü hocadan teyidini almama rağmen.Ben her şeyi organize etmişken bir dilekçe yazacak altı üstü ama hatırlatma üstüne hatırlatma yaptığım halde ihale bana kalacaktı.

Tamam ben ters doğmuşum, annemin deyişiyle işlerim önce ters gider, ben toparlarmışım ama bir günde bu kadar sınanınca sınırlarımı aştım. Duygularını kolayca içinde tutamayan, özellikle de bunlar olumsuz duygularsa karşımdakinin yüzüne söylememenin ona haksızlık, bana da yük olduğunu düşünen biri olarak hocaya sabah onun sinirli olabileceğini ama moralimi bozduğunu, babamın ameliyat için beni beklediğini(tatile girince en azından annemle dönüşümlü  refakat edebiliriz diye planlamıştım), onun mükemmeliyetçi olabileceğini ama benim "artık" olmadığımı, dilekçe konusunda da hafızasına hep güvenmiş olduğumu olaylar cereyan ettiğinde söyleyiverdim. Sabah "Aman sakın bir şey söyleme, hoca tezini bırakır." diyen bir arkadaşım bu halimi çılgınca buluyor ama sanırım beni tanıyan herkes, hoca da dahil bu huyumun farkında, o yüzden, gerilmeyip açık iletişimle duygularımızı ifade etmeye devam edebiliyoruz. Can çıkar huy çıkmaz diyenler doğru söylemiş, ne diyeyim:)

21 Haziran 2014 Cumartesi

KARAR VERME AŞAMASI, AİLE VE DİĞER ETKENLER





Kararsız bir insan sayılmam, yakından tanıyanların gözünde verdiği karardan dönmeyen bir imajım da var,söylerler ama bu hafta içi 5 günlük sürede il dışı tayinler açılınca zorlu bir karar verme aşaması geçirdim. 

Topu topu Zonguldak il merkezinde tek bir okul açıktı, o da butik okul gibi, az öğrencili bir Anadolu Lisesi. Yıllardır sınavla Anadolu Lisesi öğretmeni olma hakkı kazanıp sınavsız torpilliler yüzünden meslek lisesinde çalışmaya mahkum biri olarak çok cazip, hatta ailem yüz yüze, ben telefonla müdürüyle konuşunca doktoradan dolayı programda esnek davranacağını söyledi, daha da cazip. Zaten ailemi özlemek, yıllardır uzakta yaşamak, onlarla beraber kaç yılımızı beraber geçirebileceğimizi düşünmek vicdanımı zorluyor. Lojmanı da değiştirip taşınma ihtimali de var bir yandan. Bir yandan da, ailemle yaşadığımda 2 araç ya da 1 araç artı yürüme mesafesi. Üstüne psikolojik danışmanların ölçek doldurmada isteksiz olmalarından dolayı (Tembellikleri ayrı bir tez konusu!!!) şimdiye kadar bitirmeyi planladığım ve hala veri toplamaya devam ettiğim tezim. Tayin istesem bu yıl, tez bittiğinde üniversite kadrosu bulduğum yere yine tayin, 2 türlü iş yani.

Bir de, o okulun Roman mahallesiyle karşılıklı olması, benim o yolu kazasız belasız geçebilme endişem eklendi kafa karışıklığıma. Ben ki, lisansını böyle bir mahalleye kurulmuş bir üniversitede tamamlayıp üstüne aynı mahalleye atanıp 3 yıl görev yapmış biriyim ;İstanbul'da. Hatta, bir göreve yetişmek için taksiye binmeye çalıştığımızda şoför o mahalleye giremeyeceğini söylemişti öyle bir kötü imaj yani. Buna rağmen, okuldaki Roman öğrencileri hiç etiketlediğimi hatırlamıyorum hatta Karadenizli ve Doğulu ailelere tercih ettiğimi hatırlıyorum velilerin yaklaşımlarını. Bir de kültüre duyarlı p.d.  kavramıyla ilgili tez yazıyorum ama tedirginliklerim varmış, bir farkındalık kazandım. Geçenlerde yolda annem, kardeşim ve yeğenimle yürürken yolumuzu çevirip laf atan ergen Romana takıldı aklım istemeden. Kendi ellerimle o tercihi yapamadım.

Bu süreçte, özellikle babamla annemin kafasını çok şişirdim. Hatta dün sabah çok uykumu almışım gibi sabahın  5:30'unda kalkıp 6.30'da babamı arayıp yine sordum. Biraz anlayışsız bir annem babam olsa, "Gelmezsen hakkımızı helal etmeyiz, ne öyle oralarda uzakta." deseler, duygu sömürüsü yapsalar daha kolay karar verir miydim bilmiyorum. "Yakınımızda olmanı isteriz ama kendini zora sokma, bitirince buralara yakın bir yerlere bakarız." falan deyince ihale bana kaldı.Kötü bir karar verince "Sizin yüzünüzden." deme hakkımı elimden almış oldular:)Ailesiyle uzakta yaşayıp ilişkileri de uzak olan arkadaşlarımın kalma kararını net alabilmelerine bile imrenecek hale gelmeye yakındım o süreçte. Nihayetinde, en kötü karar bile kararsızlıktan iyiymiş bir kez daha gördüm. Hizmet puanı benden daha yüksek puanlı biri o okula yerleşirse, "Yazsaydım da çıkmayacakmış!" deyip bir ferahlayacağım o derece:)

KARAR VERME AŞAMASI, AİLE VE DİĞER ETKENLER





Kararsız bir insan sayılmam, yakından tanıyanların gözünde verdiği karardan dönmeyen bir imajım da var,söylerler ama bu hafta içi 5 günlük sürede il dışı tayinler açılınca zorlu bir karar verme aşaması geçirdim. 

Topu topu Zonguldak il merkezinde tek bir okul açıktı, o da butik okul gibi, az öğrencili bir Anadolu Lisesi. Yıllardır sınavla Anadolu Lisesi öğretmeni olma hakkı kazanıp sınavsız torpilliler yüzünden meslek lisesinde çalışmaya mahkum biri olarak çok cazip, hatta ailem yüz yüze, ben telefonla müdürüyle konuşunca doktoradan dolayı programda esnek davranacağını söyledi, daha da cazip. Zaten ailemi özlemek, yıllardır uzakta yaşamak, onlarla beraber kaç yılımızı beraber geçirebileceğimizi düşünmek vicdanımı zorluyor. Lojmanı da değiştirip taşınma ihtimali de var bir yandan. Bir yandan da, ailemle yaşadığımda 2 araç ya da 1 araç artı yürüme mesafesi. Üstüne psikolojik danışmanların ölçek doldurmada isteksiz olmalarından dolayı (Tembellikleri ayrı bir tez konusu!!!) şimdiye kadar bitirmeyi planladığım ve hala veri toplamaya devam ettiğim tezim. Tayin istesem bu yıl, tez bittiğinde üniversite kadrosu bulduğum yere yine tayin, 2 türlü iş yani.

Bir de, o okulun Roman mahallesiyle karşılıklı olması, benim o yolu kazasız belasız geçebilme endişem eklendi kafa karışıklığıma. Ben ki, lisansını böyle bir mahalleye kurulmuş bir üniversitede tamamlayıp üstüne aynı mahalleye atanıp 3 yıl görev yapmış biriyim ;İstanbul'da. Hatta, bir göreve yetişmek için taksiye binmeye çalıştığımızda şoför o mahalleye giremeyeceğini söylemişti öyle bir kötü imaj yani. Buna rağmen, okuldaki Roman öğrencileri hiç etiketlediğimi hatırlamıyorum hatta Karadenizli ve Doğulu ailelere tercih ettiğimi hatırlıyorum velilerin yaklaşımlarını. Bir de kültüre duyarlı p.d.  kavramıyla ilgili tez yazıyorum ama tedirginliklerim varmış, bir farkındalık kazandım. Geçenlerde yolda annem, kardeşim ve yeğenimle yürürken yolumuzu çevirip laf atan ergen Romana takıldı aklım istemeden. Kendi ellerimle o tercihi yapamadım.

Bu süreçte, özellikle babamla annemin kafasını çok şişirdim. Hatta dün sabah çok uykumu almışım gibi sabahın  5:30'unda kalkıp 6.30'da babamı arayıp yine sordum. Biraz anlayışsız bir annem babam olsa, "Gelmezsen hakkımızı helal etmeyiz, ne öyle oralarda uzakta." deseler, duygu sömürüsü yapsalar daha kolay karar verir miydim bilmiyorum. "Yakınımızda olmanı isteriz ama kendini zora sokma, bitirince buralara yakın bir yerlere bakarız." falan deyince ihale bana kaldı.Kötü bir karar verince "Sizin yüzünüzden." deme hakkımı elimden almış oldular:)Ailesiyle uzakta yaşayıp ilişkileri de uzak olan arkadaşlarımın kalma kararını net alabilmelerine bile imrenecek hale gelmeye yakındım o süreçte. Nihayetinde, en kötü karar bile kararsızlıktan iyiymiş bir kez daha gördüm. Hizmet puanı benden daha yüksek puanlı biri o okula yerleşirse, "Yazsaydım da çıkmayacakmış!" deyip bir ferahlayacağım o derece:)

3 Haziran 2014 Salı

DENGELER ŞAŞMASIN!

Bu aralar, havalar gibi bir gelgitli ruh hali içinde misiniz bilmem ama ben 27 Haziran'da Tez İzleme Komitesi için yazmaya devam, bir yandan "Yazılı sorusu hazırla, yazılı yap, yazılı oku. % 50 tutmadıysa, soru hazırla, yine yazılı yap, yine oku, not gir." rutininden kafayı sıyırmak üzereyim. Komite için hocaların hepsine uygun gün ve saat ayarlamak, il dışından gelene ayrı, üniversite dışından gelene ayrı ayrı yine yeni yeniden dönüp tarih teyit etmek, bu arada tezde kalem oynatmadığım günler için kendime lanet edip kardeşimin deyimiyle bir zamanlar üzerinde çalıştığım "akademik erteleme" konusunda örnek vaka olduğum günleri hatırlamak... Gerçi hakkımı da yemeyeyim, hem gezdim, hem okuyup yazdım genelde:)

Bu kadar yoğunken, kafayı da sıyırmamak için hala deşarj olmaya ihtiyacım olduğunu biliyorum. Kafayı kaldırmadan, günlerce evden çıkmadan ders yapmak da anlamlı gelmedi bunca yıllık öğrenciliğimde. Eeee zaten bir yandan sabahın köründe kalkıp gırtlak patlatıyorum, bir yandan da doktora. Biraz sosyal etkinlikle nefes almasam hepten boğulurum gibi geliyor. O yüzden, "Çocuk da yaparım, kariyer de." mantığını benimseyenler gibi iş, tez ve sosyal etkinlik bir arada yürütmeye çalışıyorum. Aylar öncesinden gidip müzikal, bale bileti bile aldım, izlemezsem kötü hissederim.
Doğru yolda olup olmadığım konusunda kafam karışık ama ben dengeyi başka türlü sağlayamıyorum. 


Kıssadan hisse: Terzi söküğünü dikemez!

DENGELER ŞAŞMASIN!

Bu aralar, havalar gibi bir gelgitli ruh hali içinde misiniz bilmem ama ben 27 Haziran'da Tez İzleme Komitesi için yazmaya devam, bir yandan "Yazılı sorusu hazırla, yazılı yap, yazılı oku. % 50 tutmadıysa, soru hazırla, yine yazılı yap, yine oku, not gir." rutininden kafayı sıyırmak üzereyim. Komite için hocaların hepsine uygun gün ve saat ayarlamak, il dışından gelene ayrı, üniversite dışından gelene ayrı ayrı yine yeni yeniden dönüp tarih teyit etmek, bu arada tezde kalem oynatmadığım günler için kendime lanet edip kardeşimin deyimiyle bir zamanlar üzerinde çalıştığım "akademik erteleme" konusunda örnek vaka olduğum günleri hatırlamak... Gerçi hakkımı da yemeyeyim, hem gezdim, hem okuyup yazdım genelde:)

Bu kadar yoğunken, kafayı da sıyırmamak için hala deşarj olmaya ihtiyacım olduğunu biliyorum. Kafayı kaldırmadan, günlerce evden çıkmadan ders yapmak da anlamlı gelmedi bunca yıllık öğrenciliğimde. Eeee zaten bir yandan sabahın köründe kalkıp gırtlak patlatıyorum, bir yandan da doktora. Biraz sosyal etkinlikle nefes almasam hepten boğulurum gibi geliyor. O yüzden, "Çocuk da yaparım, kariyer de." mantığını benimseyenler gibi iş, tez ve sosyal etkinlik bir arada yürütmeye çalışıyorum. Aylar öncesinden gidip müzikal, bale bileti bile aldım, izlemezsem kötü hissederim.
Doğru yolda olup olmadığım konusunda kafam karışık ama ben dengeyi başka türlü sağlayamıyorum. 


Kıssadan hisse: Terzi söküğünü dikemez!

27 Mayıs 2014 Salı

ÇOCUKLUK ANILARI VE GÖRSELLİK

Bugün okuldan bir arkadaşla (Arkadaş yazmama bakmayın, insanlara uzun bir süre sizli- bizli hitap etme alışkanlığım var!) sohbet ederken konu çocukluk anılarımıza geliverdi. Okullarda, öğrencileri sıraya dizip boylarını ölçme ve kilolarını tartma geleneği vardı hatırladığımız. Farklı yıllarda, birimiz kuzeyde birimiz güneyde olsak da kantarın üstüne çıkıp tartılma durumu, süt ve fındık dağıtımı gibi rutin bir uygulamaymış demek ki. 
     Foto: www.cihanozdemir.com


Her neyse, tartılma esnasında herkes 30-35 kilo çekerken, 40 kilo çıkan arkadaşlarına çok güldüklerini ve onu ağlattıklarını anlattı. O anda, yıllar öncesinde hepimizden şişman çıkan arkadaşımı çok garip bulduğumu hatırlayıverdim. Onun tartıya çıktığı anki hali hala gözümün önünde. Daha uzun olana hiç garipseyerek bakmamış ama şişmanı yadırgamıştık çocuk aklımızla. Ben de uzun ve incelerden olduğumdan yadırgamamıştım uzun olanı belki de, bilmiyorum. Ne de olsa o bizdendi!

Görsel algımız daha çocukken, uzun ve/veya ince olmayı güzel ve kabul edebilir bulurken, kısa ve/veya şişman olansa alay konusu, çirkin, küçümsenir oluveriyor bu algıyla. Lisansta sosyal psikoloji kitabında yetişkinlerin daha güzel buldukları bebeklere daha iyi davrandıklarına dair bir çalışmayla ilgili bir şeyler okumuştum. O kadar acımasız ayrımlarımız var yani görsellikle ilgili. 

Bunları yazarken, televizyonda Türkiye Güzellik Yarışması başladı tesadüfe bakalım ki:) Görselliğin alabildiğine yarıştığı, estetikli burunların başkalarına kıvrıldığı, lise mezunlarının "Üniversiteye hazırlanıyor." diye pazarlandığı, çok azının beyin kıvrımlarının da güzel olduğuna şahit olduğumuz kızcağızların yarıştığı eğlenceli yarışma!




ÇOCUKLUK ANILARI VE GÖRSELLİK

Bugün okuldan bir arkadaşla (Arkadaş yazmama bakmayın, insanlara uzun bir süre sizli- bizli hitap etme alışkanlığım var!) sohbet ederken konu çocukluk anılarımıza geliverdi. Okullarda, öğrencileri sıraya dizip boylarını ölçme ve kilolarını tartma geleneği vardı hatırladığımız. Farklı yıllarda, birimiz kuzeyde birimiz güneyde olsak da kantarın üstüne çıkıp tartılma durumu, süt ve fındık dağıtımı gibi rutin bir uygulamaymış demek ki. 
     Foto: www.cihanozdemir.com


Her neyse, tartılma esnasında herkes 30-35 kilo çekerken, 40 kilo çıkan arkadaşlarına çok güldüklerini ve onu ağlattıklarını anlattı. O anda, yıllar öncesinde hepimizden şişman çıkan arkadaşımı çok garip bulduğumu hatırlayıverdim. Onun tartıya çıktığı anki hali hala gözümün önünde. Daha uzun olana hiç garipseyerek bakmamış ama şişmanı yadırgamıştık çocuk aklımızla. Ben de uzun ve incelerden olduğumdan yadırgamamıştım uzun olanı belki de, bilmiyorum. Ne de olsa o bizdendi!

Görsel algımız daha çocukken, uzun ve/veya ince olmayı güzel ve kabul edebilir bulurken, kısa ve/veya şişman olansa alay konusu, çirkin, küçümsenir oluveriyor bu algıyla. Lisansta sosyal psikoloji kitabında yetişkinlerin daha güzel buldukları bebeklere daha iyi davrandıklarına dair bir çalışmayla ilgili bir şeyler okumuştum. O kadar acımasız ayrımlarımız var yani görsellikle ilgili. 

Bunları yazarken, televizyonda Türkiye Güzellik Yarışması başladı tesadüfe bakalım ki:) Görselliğin alabildiğine yarıştığı, estetikli burunların başkalarına kıvrıldığı, lise mezunlarının "Üniversiteye hazırlanıyor." diye pazarlandığı, çok azının beyin kıvrımlarının da güzel olduğuna şahit olduğumuz kızcağızların yarıştığı eğlenceli yarışma!




24 Mayıs 2014 Cumartesi

TÜRK HALKININ AFETLE İMTİHANI

Üzerinde oturduğum kanepe ile birlikte kayıp geri geliverdim. Burada tramvay kazıları nedeniyle zaten bir araç geçse uzun zamandır üst katlarda oturanlar olarak sarsıldığımızdan depremden emin olamadım önce.

 Internetten rasathanenin sitesi açılmıyordu. İlk etapta kanallarda aramak aklıma gelmedi. Babamı aradım, burada o kadar hissedildiyse Sakarya merkezli falansa onlar ne durumdadır diye merak ettim. Yakınlık itibariyle, gerek Marmara, gerekse Düzce'deki depremler hissedilmişti Zonguldak'ta. Hissetmemişler, rahatladım. O esnada bir arkadaşım Facebook'a yazmış "Fena sallandık." diye.Üst kat komşum, Düzce depremini yakından yaşayanlardan ve yakınlarını kaybedenlerden olduğundan korkudan aşağıya indiğini yazmış bana.

Depremin merkezini ararken 24 Mayıs 2014 yazdığımda, çoktan sözlüklerde "24 Mayıs 2014 Eskişehir, Bursa, İstanbul, Tekirdağ, vs. depremi" gibi başlıklar atıldığını gördüm. Biri "Tatlı tatlı salladı." yazmış hatta!

Ben de dahil olmak üzere, önceki depremlerden ders almadığımızı, yakınlarımı ve depremin kaynağını aramak dışında hiçbir şey yapamadığımı görmüş bulunuyorum. Milletçe eğitilerek değil yaşayarak öğreniyoruz sanki. Üst kat komşum can havliyle kendini aşağıya atarken, araştırma yapma hevesinin başka açıklaması olamaz çünkü. Sözlüklere başlık atanların psikolojisine girmeye gerek yok, nasıl bir zevktir uzmanlar anlamakta zorlanır. Onlar tatlı tatlı sallanmaya devam etsinler!


TÜRK HALKININ AFETLE İMTİHANI

Üzerinde oturduğum kanepe ile birlikte kayıp geri geliverdim. Burada tramvay kazıları nedeniyle zaten bir araç geçse uzun zamandır üst katlarda oturanlar olarak sarsıldığımızdan depremden emin olamadım önce.

 Internetten rasathanenin sitesi açılmıyordu. İlk etapta kanallarda aramak aklıma gelmedi. Babamı aradım, burada o kadar hissedildiyse Sakarya merkezli falansa onlar ne durumdadır diye merak ettim. Yakınlık itibariyle, gerek Marmara, gerekse Düzce'deki depremler hissedilmişti Zonguldak'ta. Hissetmemişler, rahatladım. O esnada bir arkadaşım Facebook'a yazmış "Fena sallandık." diye.Üst kat komşum, Düzce depremini yakından yaşayanlardan ve yakınlarını kaybedenlerden olduğundan korkudan aşağıya indiğini yazmış bana.

Depremin merkezini ararken 24 Mayıs 2014 yazdığımda, çoktan sözlüklerde "24 Mayıs 2014 Eskişehir, Bursa, İstanbul, Tekirdağ, vs. depremi" gibi başlıklar atıldığını gördüm. Biri "Tatlı tatlı salladı." yazmış hatta!

Ben de dahil olmak üzere, önceki depremlerden ders almadığımızı, yakınlarımı ve depremin kaynağını aramak dışında hiçbir şey yapamadığımı görmüş bulunuyorum. Milletçe eğitilerek değil yaşayarak öğreniyoruz sanki. Üst kat komşum can havliyle kendini aşağıya atarken, araştırma yapma hevesinin başka açıklaması olamaz çünkü. Sözlüklere başlık atanların psikolojisine girmeye gerek yok, nasıl bir zevktir uzmanlar anlamakta zorlanır. Onlar tatlı tatlı sallanmaya devam etsinler!


18 Mart 2014 Salı

RAPPORT DEDİKLERİ

Bazen 2, bazen de 3 hafta aralıklarla toplam 14 oturum sürecek Bilişsel Davranışçı Terapi Eğitimi kursumuzun ilk yarısını afiyetle tamamladık geçenlerde. Sabahtan okul, arada tez danışmanımla görüşme sonrası sadece yemek yeme molası sonrası kurs şeklindeki yoğun haftalardan sonra tez danışmanımla her hafta yüz yüze buluşmamaya başlayıp - ölçek hale yola gelince- biraz dinlenip kursa gidebilme dönemim başladı. Akşamları üçer saatlik oturumlarda alanının en iyi isimlerinden, dünyada da bu terapide yönetim kadrosunda yer almayı başarmış birinden yani Mehmet Hakan Türkçapar'dan alıyoruz henüz kuramsal aşamadaki kursumuzu. Okul ayarlarsa süpervizyonlu yani bir uzmanın denetimi- gözetimi altındaki eğitim ise sonraki süreç. 


Kursu alanının önemli bir isminden alıyoruz. Biz yani öğrenciler, akademisyenler, üniversitenin Psikolojik Danışma Merkezi çalışanları maaile, tüm arkdaşlar. Genel izlenimimiz, özellikle daha önce aynı isimden ücret karşılığı bu kursu alanların görüşü son birkaç haftaya kadar çok da olumlu değildi. Hocanın, bir elinin hep telefonunda olması, eski videoları izletmesi nedeniyle sanki dersi bir an önce bitirip Ankara'ya dönüvermek ister gibi  geliyordu bize. Son 2 oturumda ise, gözümüzdeki imajı birden değişiverdi. Aslında değişen, sınıfla iletişim kurmaya başlaması, espriler yapması, derse bizi de katmaya çalışması olmuştu. Psikolojik danışmada, "rapport" dediğimiz psikolojik danışman ve danışan arasındaki kabule, empatiye, saygıya dayalı olumlu ilişkiyi haftalar sonra kuruvermiş, dersin o sıkıcı havasını da, yorgunluk hissimizi de ortadan kaldırıvermiş oluverdi. Kişiler aynı olsa da, iletişim biçimi değişiverince olaylara bakış açımızın da hemen değişiverdiğini de uygulamalı görmüş olduk. Sen nelere kadirsin RAPPORT:)






RAPPORT DEDİKLERİ

Bazen 2, bazen de 3 hafta aralıklarla toplam 14 oturum sürecek Bilişsel Davranışçı Terapi Eğitimi kursumuzun ilk yarısını afiyetle tamamladık geçenlerde. Sabahtan okul, arada tez danışmanımla görüşme sonrası sadece yemek yeme molası sonrası kurs şeklindeki yoğun haftalardan sonra tez danışmanımla her hafta yüz yüze buluşmamaya başlayıp - ölçek hale yola gelince- biraz dinlenip kursa gidebilme dönemim başladı. Akşamları üçer saatlik oturumlarda alanının en iyi isimlerinden, dünyada da bu terapide yönetim kadrosunda yer almayı başarmış birinden yani Mehmet Hakan Türkçapar'dan alıyoruz henüz kuramsal aşamadaki kursumuzu. Okul ayarlarsa süpervizyonlu yani bir uzmanın denetimi- gözetimi altındaki eğitim ise sonraki süreç. 


Kursu alanının önemli bir isminden alıyoruz. Biz yani öğrenciler, akademisyenler, üniversitenin Psikolojik Danışma Merkezi çalışanları maaile, tüm arkdaşlar. Genel izlenimimiz, özellikle daha önce aynı isimden ücret karşılığı bu kursu alanların görüşü son birkaç haftaya kadar çok da olumlu değildi. Hocanın, bir elinin hep telefonunda olması, eski videoları izletmesi nedeniyle sanki dersi bir an önce bitirip Ankara'ya dönüvermek ister gibi  geliyordu bize. Son 2 oturumda ise, gözümüzdeki imajı birden değişiverdi. Aslında değişen, sınıfla iletişim kurmaya başlaması, espriler yapması, derse bizi de katmaya çalışması olmuştu. Psikolojik danışmada, "rapport" dediğimiz psikolojik danışman ve danışan arasındaki kabule, empatiye, saygıya dayalı olumlu ilişkiyi haftalar sonra kuruvermiş, dersin o sıkıcı havasını da, yorgunluk hissimizi de ortadan kaldırıvermiş oluverdi. Kişiler aynı olsa da, iletişim biçimi değişiverince olaylara bakış açımızın da hemen değişiverdiğini de uygulamalı görmüş olduk. Sen nelere kadirsin RAPPORT:)