ARKADAŞ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ARKADAŞ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Ağustos 2014 Pazar

G., ENGELLER VE AİLE

Bugün malum seçim günü. Bilinçsiz seçmen olduğumdan mı, o kadar yol tepip oy vermeye tembellik etmesem sonucun değişmeyeceğini bilmemden midir bilinmez, il dışına gidip oy vermedim bugün. Tatil adresimizi resmi olarak kurumlarımıza her yıl bildirsek de, zahmet edip seçmen kağıdı bilgilerimiz değiştirilmiyor yetkililer tarafından, bulunduğumuz şehirde oy veremiyoruz!

Neyse asıl konum bu değil aslında. Bugün haberlerde, engellilerin oy kullanmasının ne kadar zor hatta imkansız olduğuna dair bir şeyler vardı. Aynı zamanda da, doğuştan bir engelli arkadaşımın doğum günü bugün. Doğduğunda bazı iç organları dışarıdaymış, yerine yerleştirilirken  bir kısmı zedelenmiş, bu nedenle bir bacağı felçli kalmış, skolyoz (omurga eğriliği), kifoz (kamburluk), bir bacağın diğerinden kısa olması, boy kısalığı gibi sorunlar kalmış ona miras. "Nasıl olsa ölür" diyerek nüfus kağıdını bile bir sonraki yılın Ocak ayında çıkarmış ailesi. Bu yüzden onun, bunun, şunun doğum günü, evlilik yıldönümü vesaireyi nedense hatırlayan ben, asıl doğum günü tarihini değil resmi tarihi biliyordum. Kelimelik oynamak için açık tuttuğum Facebook hesabım hatırlatıverdi asıl doğum gününü. 

Uzun zamandır, onun hakkında yazmak isteyip nereden başlayacağımı bilemiyordum, bugün vesile oldu. İnsanın ailesinin ölmesini beklemesi, bunu bir de ona anlatması nasıl bir histir tasvir bile edemiyorum. G., bunu ve engelini yüzüne vuran insanları anlatırken gözyaşlarını tutamayan ve bu duygusallığına kızan biri. Nasıl duygusal ve kırılgan olmaz ki insan! Belki de içinde yaşadığı aile nedeniyle ne yaparsa yapsın güvensiz, kendini yetersiz görmeye teşne ve zor empati kurabilen biri. Üniversite mezunu, KPSS kazanıp devlet memuru olmuş bir öğretmen, üstüne yüksek lisans bitirmiş, daha önce yurt dışı öğretmen eğitimine gitmeyi başarmış, şimdi de yurt dışında öğretmenlik yapma hakkı kazanmış, uzun zamandır kendi tabiriyle "normal" ehliyet almak istediği için almaya direndiği engelli ehliyetini de almak üzere olan biri olmasına rağmen hep bir yetersizlik duygusu hakim kendisinde. 

Benim tanıdığım en çalışkan öğretmen ve belki de insan olsa da kendini asla yeterli gör(e)meyen, nerede sınav varsa başvurup deli gibi çalışan, evden çıkmama uğruna bir hedefe odaklanan biri G. Kendisine, ailesine, başkalarına ve hayata ispatlamak istediği bir şeyler var hep. Tıbbın yeteri kadar ilerlememesine buruk, giymek istediği hatta çoğumuzun dudak büktüğü renkli topuklu ayakkabılarını  ve mini elbiselerini giyip dolaşma hayali kurarak yaşamaya devam ederken. 

Benim de doğum deformasyonu, sonradan da akademik hayattan hatıra bir skolyozum var ama şimdilik duruşta biraz bozukluk, ciğerlerde basınç dışında hayatımı çok da etkilemiyor.  G.' nin durumu ile kıyaslanamaz elbette durumum ama kendisini iyi hissetmesi, yalnız olmadığını bilmesi için dile getiriyorum arada. Çok işe yaramasa da! Hepimizin psikolojik sağlamlığı, birbirimizden farklı. Hayattan beklentilerimiz, engellerimizin bize ne kadar engel olduğu da. Dünkü yazımda bahsettiğim sırtta hissedilen destektir belki de bu algı farkını yaratan. Benim ailem, onun ailesi olsaydı takar, daha hırslı, kendi dışında başkalarının sorunlarının çok da önemli olmadığını düşünen biri olurdum belki ben de.

G., ENGELLER VE AİLE

Bugün malum seçim günü. Bilinçsiz seçmen olduğumdan mı, o kadar yol tepip oy vermeye tembellik etmesem sonucun değişmeyeceğini bilmemden midir bilinmez, il dışına gidip oy vermedim bugün. Tatil adresimizi resmi olarak kurumlarımıza her yıl bildirsek de, zahmet edip seçmen kağıdı bilgilerimiz değiştirilmiyor yetkililer tarafından, bulunduğumuz şehirde oy veremiyoruz!

Neyse asıl konum bu değil aslında. Bugün haberlerde, engellilerin oy kullanmasının ne kadar zor hatta imkansız olduğuna dair bir şeyler vardı. Aynı zamanda da, doğuştan bir engelli arkadaşımın doğum günü bugün. Doğduğunda bazı iç organları dışarıdaymış, yerine yerleştirilirken  bir kısmı zedelenmiş, bu nedenle bir bacağı felçli kalmış, skolyoz (omurga eğriliği), kifoz (kamburluk), bir bacağın diğerinden kısa olması, boy kısalığı gibi sorunlar kalmış ona miras. "Nasıl olsa ölür" diyerek nüfus kağıdını bile bir sonraki yılın Ocak ayında çıkarmış ailesi. Bu yüzden onun, bunun, şunun doğum günü, evlilik yıldönümü vesaireyi nedense hatırlayan ben, asıl doğum günü tarihini değil resmi tarihi biliyordum. Kelimelik oynamak için açık tuttuğum Facebook hesabım hatırlatıverdi asıl doğum gününü. 

Uzun zamandır, onun hakkında yazmak isteyip nereden başlayacağımı bilemiyordum, bugün vesile oldu. İnsanın ailesinin ölmesini beklemesi, bunu bir de ona anlatması nasıl bir histir tasvir bile edemiyorum. G., bunu ve engelini yüzüne vuran insanları anlatırken gözyaşlarını tutamayan ve bu duygusallığına kızan biri. Nasıl duygusal ve kırılgan olmaz ki insan! Belki de içinde yaşadığı aile nedeniyle ne yaparsa yapsın güvensiz, kendini yetersiz görmeye teşne ve zor empati kurabilen biri. Üniversite mezunu, KPSS kazanıp devlet memuru olmuş bir öğretmen, üstüne yüksek lisans bitirmiş, daha önce yurt dışı öğretmen eğitimine gitmeyi başarmış, şimdi de yurt dışında öğretmenlik yapma hakkı kazanmış, uzun zamandır kendi tabiriyle "normal" ehliyet almak istediği için almaya direndiği engelli ehliyetini de almak üzere olan biri olmasına rağmen hep bir yetersizlik duygusu hakim kendisinde. 

Benim tanıdığım en çalışkan öğretmen ve belki de insan olsa da kendini asla yeterli gör(e)meyen, nerede sınav varsa başvurup deli gibi çalışan, evden çıkmama uğruna bir hedefe odaklanan biri G. Kendisine, ailesine, başkalarına ve hayata ispatlamak istediği bir şeyler var hep. Tıbbın yeteri kadar ilerlememesine buruk, giymek istediği hatta çoğumuzun dudak büktüğü renkli topuklu ayakkabılarını  ve mini elbiselerini giyip dolaşma hayali kurarak yaşamaya devam ederken. 

Benim de doğum deformasyonu, sonradan da akademik hayattan hatıra bir skolyozum var ama şimdilik duruşta biraz bozukluk, ciğerlerde basınç dışında hayatımı çok da etkilemiyor.  G.' nin durumu ile kıyaslanamaz elbette durumum ama kendisini iyi hissetmesi, yalnız olmadığını bilmesi için dile getiriyorum arada. Çok işe yaramasa da! Hepimizin psikolojik sağlamlığı, birbirimizden farklı. Hayattan beklentilerimiz, engellerimizin bize ne kadar engel olduğu da. Dünkü yazımda bahsettiğim sırtta hissedilen destektir belki de bu algı farkını yaratan. Benim ailem, onun ailesi olsaydı takar, daha hırslı, kendi dışında başkalarının sorunlarının çok da önemli olmadığını düşünen biri olurdum belki ben de.

19 Temmuz 2014 Cumartesi

YEMEK ESNASI SAVAŞLARI

Geçen gece yarısı yemek yer ve  televizyon izlerken, alt yazılarla son dakika haberi olarak girdi İsrail'in Filistin hava, kara ve deniz harekatları. Körfez Savaşı sırasında da böyle, 7 gün 24 saat yayın yaparken tek devlet ve tek özel kanalımız, ekran başındayken yine yemek saatlerinde savaş görüntüleri izlerdik. Bilinçaltımıza işleyenleri, o dönemde çocuk olanların şiddeti ne kadar doğal bir olay görebileceği gerçeği bir kez daha dank etti kafama.

Biz, korunaklı, aile saadetli evlerimizde otururken birilerinin tepesinden güller yağmıyordu. Bize kansız, gözyaşsız savaşlar izletildi yıllarca. Oysa, birileri bu gerçekleri yaşayarak, travmalar atlatarak büyüyor ya da büyüyemeden ölüyor. 

Doktoradan Kosovalı bir arkadaşım var, E. Bir derste sunum sırasında, yaşlılık ve ölüm konusuna denk gelince fenalaşmış ve hocadan izin alıp dışarı çıkmıştı. Yıllarca ülkesinde, Sırpların saldırısına maruz kaldıkları için her gece tüm aile fertleri sarılarak vedalaştıktan sonra yatarlarmış yataklarına. Bir de, burada tepesinden sürekli geçen uçaklar nedeniyle korktuğunu söylemişti. Kendisi psikolojik danışman ve belki bu kaygılarla, korkularla baş edip gelecek kuşaklara da aynı kaygıları bulaştırmaz ama aynı şansa sahip olmayan niceleri var, korku da kuşaktan kuşağa aktarılıyor ne yazık ki aynı şiddet gibi. Şimdi kendisi bir anne adayıyken, geleceğin daha aydınlık olmasını umuyorum, bu denli şiddet sadece filmlerde falan olsun.

YEMEK ESNASI SAVAŞLARI

Geçen gece yarısı yemek yer ve  televizyon izlerken, alt yazılarla son dakika haberi olarak girdi İsrail'in Filistin hava, kara ve deniz harekatları. Körfez Savaşı sırasında da böyle, 7 gün 24 saat yayın yaparken tek devlet ve tek özel kanalımız, ekran başındayken yine yemek saatlerinde savaş görüntüleri izlerdik. Bilinçaltımıza işleyenleri, o dönemde çocuk olanların şiddeti ne kadar doğal bir olay görebileceği gerçeği bir kez daha dank etti kafama.

Biz, korunaklı, aile saadetli evlerimizde otururken birilerinin tepesinden güller yağmıyordu. Bize kansız, gözyaşsız savaşlar izletildi yıllarca. Oysa, birileri bu gerçekleri yaşayarak, travmalar atlatarak büyüyor ya da büyüyemeden ölüyor. 

Doktoradan Kosovalı bir arkadaşım var, E. Bir derste sunum sırasında, yaşlılık ve ölüm konusuna denk gelince fenalaşmış ve hocadan izin alıp dışarı çıkmıştı. Yıllarca ülkesinde, Sırpların saldırısına maruz kaldıkları için her gece tüm aile fertleri sarılarak vedalaştıktan sonra yatarlarmış yataklarına. Bir de, burada tepesinden sürekli geçen uçaklar nedeniyle korktuğunu söylemişti. Kendisi psikolojik danışman ve belki bu kaygılarla, korkularla baş edip gelecek kuşaklara da aynı kaygıları bulaştırmaz ama aynı şansa sahip olmayan niceleri var, korku da kuşaktan kuşağa aktarılıyor ne yazık ki aynı şiddet gibi. Şimdi kendisi bir anne adayıyken, geleceğin daha aydınlık olmasını umuyorum, bu denli şiddet sadece filmlerde falan olsun.

17 Temmuz 2014 Perşembe

KUTLAMALAR HAFTASI ve BA MİNNOŞU

2 gündür bilgisayarı açmadan yaşıyorum. Kelimelik oynadığımız arkadaşlarım merak edip sohbet kısmına not düşmüş, nerelerde olduğumu sormuş, biri aradı hatta:) Biz bu kadar sık arayıp sorar mıydık birbirimizi? İyi oldu gerçi.
 Annemin de güzel yaptığı ıspanaklı pasta görseli.


Deniz ayağının altındayken denize girme, onu  izle, kitap oku, yeğenin (Ba ya da Minnoş diyeyim, böyle "kocacığım kocacığım" diyen tipler gibi sinir oldum kendime "yeğenim" derken, ondan izin almadan adını da kullanamam:) ile oyna derken günler geçedursun, bu hafta 2 özel gün var ailede. Bizimkilerin 39. evlilik yıldönümü (39 dile kolay, bizim kuşağa zor) ve kardeşimin eşinin doğum günü. Ayın 13.ünde Ba, anneanne ve dedesine aldığımız pastanın  mumlarını üfledi. Şimdi her şeyden habersiz bir şekilde uyuyor, akşama bir pasta daha üfleyecek. O. nun da(doğum günü kişisi) kutlamadan haberi yok, kardeşimle kahvaltıya davetli olduğunu zannediyor. Doğum günü 19 Temmuz ama sınav için Ankara'ya gidecekleri için erkene aldık kutlamayı. Babam, sipariş pastayı aldı, üzerinde Ba.'nın dilinden bir mesaj olan pastayı. Nerede ne zaman kutlama olacaksa, nerede pasta ve mum varsa, başrolde Ba!

KUTLAMALAR HAFTASI ve BA MİNNOŞU

2 gündür bilgisayarı açmadan yaşıyorum. Kelimelik oynadığımız arkadaşlarım merak edip sohbet kısmına not düşmüş, nerelerde olduğumu sormuş, biri aradı hatta:) Biz bu kadar sık arayıp sorar mıydık birbirimizi? İyi oldu gerçi.
 Annemin de güzel yaptığı ıspanaklı pasta görseli.


Deniz ayağının altındayken denize girme, onu  izle, kitap oku, yeğenin (Ba ya da Minnoş diyeyim, böyle "kocacığım kocacığım" diyen tipler gibi sinir oldum kendime "yeğenim" derken, ondan izin almadan adını da kullanamam:) ile oyna derken günler geçedursun, bu hafta 2 özel gün var ailede. Bizimkilerin 39. evlilik yıldönümü (39 dile kolay, bizim kuşağa zor) ve kardeşimin eşinin doğum günü. Ayın 13.ünde Ba, anneanne ve dedesine aldığımız pastanın  mumlarını üfledi. Şimdi her şeyden habersiz bir şekilde uyuyor, akşama bir pasta daha üfleyecek. O. nun da(doğum günü kişisi) kutlamadan haberi yok, kardeşimle kahvaltıya davetli olduğunu zannediyor. Doğum günü 19 Temmuz ama sınav için Ankara'ya gidecekleri için erkene aldık kutlamayı. Babam, sipariş pastayı aldı, üzerinde Ba.'nın dilinden bir mesaj olan pastayı. Nerede ne zaman kutlama olacaksa, nerede pasta ve mum varsa, başrolde Ba!

28 Haziran 2014 Cumartesi

TİK MACERAM VE AÇIK İLETİŞİM


Dün, uzun zamandır beklenen TİK (Tez İzleme Komitesi) vardı. Atlattım. Şeker hastası olup ne yapacağı belli olmayan bir prof pamuk şekeri kıvamına yakındı,diğer üniversiteden gelen zaten hep ılımlı sağolsun. 

Benim hocam ise harikalar yarattı! Günler öncesinden gönderdiğim literatüre dönüt beklerken, yüksek lisans öğrencilerini de araya katıp toplu dönüt şöleni verecekmiş, ben eve gitme planları yaparken geceden e-posta atıp buyurdu, o da sağolsun! Müsait olup olmadığımzı sormuş sözde ama yola çıkacağımı öğrenince sabah arayıp çok kızdığını, teklif bile etmememi söyledi, moralimi bozup gerginliğime gerginlik ekledi. 

Biz Ocak'tan beri veri toplarken sayı yok 300, yok 400 olsun diye artırmaya devam ediyor örneklem sayımızı. Bir de TİK sırasında, diğer hocalar sayının dert olmadığını, bunu destekleyen yayınlar olduğunu dile getirirken, bir makalede 1000 örneklemin mükemmel olduğunu görüp, "Emekli olana kadar veri toplatırmışım öğrencime, mükemmelliyetçiyim ya." deyiverdi kendisiyle dalga geçerek.

Enstitüye dilekçe yazmayı unutup resmi olarak haftaya giriyor gireceğim bir jüri yarattı kendince. Haziran'da girilmesi gereken jüriye girdim ama kağıt üzerinde Temmuz olacak, "Umarım bir sıkıntı çıkmaz" diyerek sıkılıp duruyorum enstitü müdürü hocadan teyidini almama rağmen.Ben her şeyi organize etmişken bir dilekçe yazacak altı üstü ama hatırlatma üstüne hatırlatma yaptığım halde ihale bana kalacaktı.

Tamam ben ters doğmuşum, annemin deyişiyle işlerim önce ters gider, ben toparlarmışım ama bir günde bu kadar sınanınca sınırlarımı aştım. Duygularını kolayca içinde tutamayan, özellikle de bunlar olumsuz duygularsa karşımdakinin yüzüne söylememenin ona haksızlık, bana da yük olduğunu düşünen biri olarak hocaya sabah onun sinirli olabileceğini ama moralimi bozduğunu, babamın ameliyat için beni beklediğini(tatile girince en azından annemle dönüşümlü  refakat edebiliriz diye planlamıştım), onun mükemmeliyetçi olabileceğini ama benim "artık" olmadığımı, dilekçe konusunda da hafızasına hep güvenmiş olduğumu olaylar cereyan ettiğinde söyleyiverdim. Sabah "Aman sakın bir şey söyleme, hoca tezini bırakır." diyen bir arkadaşım bu halimi çılgınca buluyor ama sanırım beni tanıyan herkes, hoca da dahil bu huyumun farkında, o yüzden, gerilmeyip açık iletişimle duygularımızı ifade etmeye devam edebiliyoruz. Can çıkar huy çıkmaz diyenler doğru söylemiş, ne diyeyim:)

TİK MACERAM VE AÇIK İLETİŞİM


Dün, uzun zamandır beklenen TİK (Tez İzleme Komitesi) vardı. Atlattım. Şeker hastası olup ne yapacağı belli olmayan bir prof pamuk şekeri kıvamına yakındı,diğer üniversiteden gelen zaten hep ılımlı sağolsun. 

Benim hocam ise harikalar yarattı! Günler öncesinden gönderdiğim literatüre dönüt beklerken, yüksek lisans öğrencilerini de araya katıp toplu dönüt şöleni verecekmiş, ben eve gitme planları yaparken geceden e-posta atıp buyurdu, o da sağolsun! Müsait olup olmadığımzı sormuş sözde ama yola çıkacağımı öğrenince sabah arayıp çok kızdığını, teklif bile etmememi söyledi, moralimi bozup gerginliğime gerginlik ekledi. 

Biz Ocak'tan beri veri toplarken sayı yok 300, yok 400 olsun diye artırmaya devam ediyor örneklem sayımızı. Bir de TİK sırasında, diğer hocalar sayının dert olmadığını, bunu destekleyen yayınlar olduğunu dile getirirken, bir makalede 1000 örneklemin mükemmel olduğunu görüp, "Emekli olana kadar veri toplatırmışım öğrencime, mükemmelliyetçiyim ya." deyiverdi kendisiyle dalga geçerek.

Enstitüye dilekçe yazmayı unutup resmi olarak haftaya giriyor gireceğim bir jüri yarattı kendince. Haziran'da girilmesi gereken jüriye girdim ama kağıt üzerinde Temmuz olacak, "Umarım bir sıkıntı çıkmaz" diyerek sıkılıp duruyorum enstitü müdürü hocadan teyidini almama rağmen.Ben her şeyi organize etmişken bir dilekçe yazacak altı üstü ama hatırlatma üstüne hatırlatma yaptığım halde ihale bana kalacaktı.

Tamam ben ters doğmuşum, annemin deyişiyle işlerim önce ters gider, ben toparlarmışım ama bir günde bu kadar sınanınca sınırlarımı aştım. Duygularını kolayca içinde tutamayan, özellikle de bunlar olumsuz duygularsa karşımdakinin yüzüne söylememenin ona haksızlık, bana da yük olduğunu düşünen biri olarak hocaya sabah onun sinirli olabileceğini ama moralimi bozduğunu, babamın ameliyat için beni beklediğini(tatile girince en azından annemle dönüşümlü  refakat edebiliriz diye planlamıştım), onun mükemmeliyetçi olabileceğini ama benim "artık" olmadığımı, dilekçe konusunda da hafızasına hep güvenmiş olduğumu olaylar cereyan ettiğinde söyleyiverdim. Sabah "Aman sakın bir şey söyleme, hoca tezini bırakır." diyen bir arkadaşım bu halimi çılgınca buluyor ama sanırım beni tanıyan herkes, hoca da dahil bu huyumun farkında, o yüzden, gerilmeyip açık iletişimle duygularımızı ifade etmeye devam edebiliyoruz. Can çıkar huy çıkmaz diyenler doğru söylemiş, ne diyeyim:)

21 Haziran 2014 Cumartesi

KARAR VERME AŞAMASI, AİLE VE DİĞER ETKENLER





Kararsız bir insan sayılmam, yakından tanıyanların gözünde verdiği karardan dönmeyen bir imajım da var,söylerler ama bu hafta içi 5 günlük sürede il dışı tayinler açılınca zorlu bir karar verme aşaması geçirdim. 

Topu topu Zonguldak il merkezinde tek bir okul açıktı, o da butik okul gibi, az öğrencili bir Anadolu Lisesi. Yıllardır sınavla Anadolu Lisesi öğretmeni olma hakkı kazanıp sınavsız torpilliler yüzünden meslek lisesinde çalışmaya mahkum biri olarak çok cazip, hatta ailem yüz yüze, ben telefonla müdürüyle konuşunca doktoradan dolayı programda esnek davranacağını söyledi, daha da cazip. Zaten ailemi özlemek, yıllardır uzakta yaşamak, onlarla beraber kaç yılımızı beraber geçirebileceğimizi düşünmek vicdanımı zorluyor. Lojmanı da değiştirip taşınma ihtimali de var bir yandan. Bir yandan da, ailemle yaşadığımda 2 araç ya da 1 araç artı yürüme mesafesi. Üstüne psikolojik danışmanların ölçek doldurmada isteksiz olmalarından dolayı (Tembellikleri ayrı bir tez konusu!!!) şimdiye kadar bitirmeyi planladığım ve hala veri toplamaya devam ettiğim tezim. Tayin istesem bu yıl, tez bittiğinde üniversite kadrosu bulduğum yere yine tayin, 2 türlü iş yani.

Bir de, o okulun Roman mahallesiyle karşılıklı olması, benim o yolu kazasız belasız geçebilme endişem eklendi kafa karışıklığıma. Ben ki, lisansını böyle bir mahalleye kurulmuş bir üniversitede tamamlayıp üstüne aynı mahalleye atanıp 3 yıl görev yapmış biriyim ;İstanbul'da. Hatta, bir göreve yetişmek için taksiye binmeye çalıştığımızda şoför o mahalleye giremeyeceğini söylemişti öyle bir kötü imaj yani. Buna rağmen, okuldaki Roman öğrencileri hiç etiketlediğimi hatırlamıyorum hatta Karadenizli ve Doğulu ailelere tercih ettiğimi hatırlıyorum velilerin yaklaşımlarını. Bir de kültüre duyarlı p.d.  kavramıyla ilgili tez yazıyorum ama tedirginliklerim varmış, bir farkındalık kazandım. Geçenlerde yolda annem, kardeşim ve yeğenimle yürürken yolumuzu çevirip laf atan ergen Romana takıldı aklım istemeden. Kendi ellerimle o tercihi yapamadım.

Bu süreçte, özellikle babamla annemin kafasını çok şişirdim. Hatta dün sabah çok uykumu almışım gibi sabahın  5:30'unda kalkıp 6.30'da babamı arayıp yine sordum. Biraz anlayışsız bir annem babam olsa, "Gelmezsen hakkımızı helal etmeyiz, ne öyle oralarda uzakta." deseler, duygu sömürüsü yapsalar daha kolay karar verir miydim bilmiyorum. "Yakınımızda olmanı isteriz ama kendini zora sokma, bitirince buralara yakın bir yerlere bakarız." falan deyince ihale bana kaldı.Kötü bir karar verince "Sizin yüzünüzden." deme hakkımı elimden almış oldular:)Ailesiyle uzakta yaşayıp ilişkileri de uzak olan arkadaşlarımın kalma kararını net alabilmelerine bile imrenecek hale gelmeye yakındım o süreçte. Nihayetinde, en kötü karar bile kararsızlıktan iyiymiş bir kez daha gördüm. Hizmet puanı benden daha yüksek puanlı biri o okula yerleşirse, "Yazsaydım da çıkmayacakmış!" deyip bir ferahlayacağım o derece:)

KARAR VERME AŞAMASI, AİLE VE DİĞER ETKENLER





Kararsız bir insan sayılmam, yakından tanıyanların gözünde verdiği karardan dönmeyen bir imajım da var,söylerler ama bu hafta içi 5 günlük sürede il dışı tayinler açılınca zorlu bir karar verme aşaması geçirdim. 

Topu topu Zonguldak il merkezinde tek bir okul açıktı, o da butik okul gibi, az öğrencili bir Anadolu Lisesi. Yıllardır sınavla Anadolu Lisesi öğretmeni olma hakkı kazanıp sınavsız torpilliler yüzünden meslek lisesinde çalışmaya mahkum biri olarak çok cazip, hatta ailem yüz yüze, ben telefonla müdürüyle konuşunca doktoradan dolayı programda esnek davranacağını söyledi, daha da cazip. Zaten ailemi özlemek, yıllardır uzakta yaşamak, onlarla beraber kaç yılımızı beraber geçirebileceğimizi düşünmek vicdanımı zorluyor. Lojmanı da değiştirip taşınma ihtimali de var bir yandan. Bir yandan da, ailemle yaşadığımda 2 araç ya da 1 araç artı yürüme mesafesi. Üstüne psikolojik danışmanların ölçek doldurmada isteksiz olmalarından dolayı (Tembellikleri ayrı bir tez konusu!!!) şimdiye kadar bitirmeyi planladığım ve hala veri toplamaya devam ettiğim tezim. Tayin istesem bu yıl, tez bittiğinde üniversite kadrosu bulduğum yere yine tayin, 2 türlü iş yani.

Bir de, o okulun Roman mahallesiyle karşılıklı olması, benim o yolu kazasız belasız geçebilme endişem eklendi kafa karışıklığıma. Ben ki, lisansını böyle bir mahalleye kurulmuş bir üniversitede tamamlayıp üstüne aynı mahalleye atanıp 3 yıl görev yapmış biriyim ;İstanbul'da. Hatta, bir göreve yetişmek için taksiye binmeye çalıştığımızda şoför o mahalleye giremeyeceğini söylemişti öyle bir kötü imaj yani. Buna rağmen, okuldaki Roman öğrencileri hiç etiketlediğimi hatırlamıyorum hatta Karadenizli ve Doğulu ailelere tercih ettiğimi hatırlıyorum velilerin yaklaşımlarını. Bir de kültüre duyarlı p.d.  kavramıyla ilgili tez yazıyorum ama tedirginliklerim varmış, bir farkındalık kazandım. Geçenlerde yolda annem, kardeşim ve yeğenimle yürürken yolumuzu çevirip laf atan ergen Romana takıldı aklım istemeden. Kendi ellerimle o tercihi yapamadım.

Bu süreçte, özellikle babamla annemin kafasını çok şişirdim. Hatta dün sabah çok uykumu almışım gibi sabahın  5:30'unda kalkıp 6.30'da babamı arayıp yine sordum. Biraz anlayışsız bir annem babam olsa, "Gelmezsen hakkımızı helal etmeyiz, ne öyle oralarda uzakta." deseler, duygu sömürüsü yapsalar daha kolay karar verir miydim bilmiyorum. "Yakınımızda olmanı isteriz ama kendini zora sokma, bitirince buralara yakın bir yerlere bakarız." falan deyince ihale bana kaldı.Kötü bir karar verince "Sizin yüzünüzden." deme hakkımı elimden almış oldular:)Ailesiyle uzakta yaşayıp ilişkileri de uzak olan arkadaşlarımın kalma kararını net alabilmelerine bile imrenecek hale gelmeye yakındım o süreçte. Nihayetinde, en kötü karar bile kararsızlıktan iyiymiş bir kez daha gördüm. Hizmet puanı benden daha yüksek puanlı biri o okula yerleşirse, "Yazsaydım da çıkmayacakmış!" deyip bir ferahlayacağım o derece:)

18 Haziran 2014 Çarşamba

DÖNÜT ALMAK


İlgimi çeken, takip ettiğim bazı bloglara yorum yazıyorum zaman zaman. Yazıyı yazana bir yorum bırakmanın, aynı ya da farklı fikirde olduğumuzu belirtmenin teşvik edici bir yanı olduğuna da inanıyorum. En azından benim için durum böyle. Yazdıklarıma yorum bırakılması, tanımadığım insanlarla bir tanışıklık hissi uyandırıyor ve o yorum hakkında düşünmek de bir nevi beyin jimnastiği gibi geliyor bana. 

Aynı şekilde, bıraktığım yorumlara da yazarın bir cevap vermesini beklediğimi fark ettim. Yorumların umursandığını, okunduğunu görme ihtiyacı belki de. Bunun sadece benimle ilgili bir durum olmadığını düşünüyorum çünkü hayatımız boyunca toplumsal varlıklar olarak kendimizden emin olup olmadığımızdan bağımsız olarak başkalarının duygularını ve düşüncelerini merak eder dururuz. Bunu sorarak öğrenebildiklerimiz kadar, sorma şansımız olmayanların fikrini de merak ederiz. Bu yüzden, insanlar zahmet edip yazdıklarıma yorum bırakınca bir şeyler yazmadan geçemiyorum. Yazdıklarını paylaşıp, yoruma açık bırakan ama yorum bırakanlardan dönütü esirgeyenleri de çözemiyorum. Sadece gidiş bileti almak gibi ucu açık...Cevapsız mektuplar gibi boşa yazılmış...

DÖNÜT ALMAK


İlgimi çeken, takip ettiğim bazı bloglara yorum yazıyorum zaman zaman. Yazıyı yazana bir yorum bırakmanın, aynı ya da farklı fikirde olduğumuzu belirtmenin teşvik edici bir yanı olduğuna da inanıyorum. En azından benim için durum böyle. Yazdıklarıma yorum bırakılması, tanımadığım insanlarla bir tanışıklık hissi uyandırıyor ve o yorum hakkında düşünmek de bir nevi beyin jimnastiği gibi geliyor bana. 

Aynı şekilde, bıraktığım yorumlara da yazarın bir cevap vermesini beklediğimi fark ettim. Yorumların umursandığını, okunduğunu görme ihtiyacı belki de. Bunun sadece benimle ilgili bir durum olmadığını düşünüyorum çünkü hayatımız boyunca toplumsal varlıklar olarak kendimizden emin olup olmadığımızdan bağımsız olarak başkalarının duygularını ve düşüncelerini merak eder dururuz. Bunu sorarak öğrenebildiklerimiz kadar, sorma şansımız olmayanların fikrini de merak ederiz. Bu yüzden, insanlar zahmet edip yazdıklarıma yorum bırakınca bir şeyler yazmadan geçemiyorum. Yazdıklarını paylaşıp, yoruma açık bırakan ama yorum bırakanlardan dönütü esirgeyenleri de çözemiyorum. Sadece gidiş bileti almak gibi ucu açık...Cevapsız mektuplar gibi boşa yazılmış...

12 Haziran 2014 Perşembe

BALE VE ÖNYARGI

Nisan'da biletlerini alıp Soma olayı dolayısıyla ertelenen bale ve müzikal biletlerimiz vardı (Gündem çabucak değiştiğinden Soma'yı anan yok, o ayrı!). Biletleri aldığımız arkadaşlardan biri annesinin kanser tedavisi sonuç verince yanında olmak istedi ve Ankara'ya gitti. Kızı ve kendisi için aldığımız 2 bilet de açıkta kaldı yani. Biletleri başka bir arkadaşa gitmesi için verdi, onun da annesi ziyaretine gelince, biletler yine sahipsiz kaldı. 
Pazartesi akşamki bale gösterisi için arkadaşlara gelip gelemeyeceklerini sorduk. Biletler bedava, kimse ücret istememesine rağmen "Sıkılırım.", "Hiç baleye gitmedim, sıkıcıdır.", "Evden çıkmak zor gelir.", "Klasik müzik var, istemem." gibi bahaneler üretildi.Bu mazeretleri bildirenlerin tümü üniversite mezunu öğretmenler bu arada. Neyse sonunda, gelmeyi isteyen 2 kişi çıktı, onlar da son anda vazgeçebileceklerini söylediler. Yine de geldiler.

Akşam müthiş bir gösteri izledik (3. sıraya bilet almamıza rağmen davetiyeli seyirciler gelmeye zahmet etmediğinden en önden izledik gösteriyi. Sahneden bize atılan gülleri kaptık hatta:) İlk kez baleyle tanışan toplamda 3 arkadaşım gösteriye bayıldı. Bu akşam da müzikal bileti bulmak için erkenden gişeye gidip şanslarını deneyecekler hatta. Okulda da, bir önceki gösterinin izlenimlerini anlata anlata bitiremediklerinden seneye onlara da bilet almamızı isteyen bir kitle oluştu.

Kıssadan hisse şu ki; önyargı kötü bir şey, kendimize yeni bir şeyler denemek için şans vermek gerek. 

BALE VE ÖNYARGI

Nisan'da biletlerini alıp Soma olayı dolayısıyla ertelenen bale ve müzikal biletlerimiz vardı (Gündem çabucak değiştiğinden Soma'yı anan yok, o ayrı!). Biletleri aldığımız arkadaşlardan biri annesinin kanser tedavisi sonuç verince yanında olmak istedi ve Ankara'ya gitti. Kızı ve kendisi için aldığımız 2 bilet de açıkta kaldı yani. Biletleri başka bir arkadaşa gitmesi için verdi, onun da annesi ziyaretine gelince, biletler yine sahipsiz kaldı. 
Pazartesi akşamki bale gösterisi için arkadaşlara gelip gelemeyeceklerini sorduk. Biletler bedava, kimse ücret istememesine rağmen "Sıkılırım.", "Hiç baleye gitmedim, sıkıcıdır.", "Evden çıkmak zor gelir.", "Klasik müzik var, istemem." gibi bahaneler üretildi.Bu mazeretleri bildirenlerin tümü üniversite mezunu öğretmenler bu arada. Neyse sonunda, gelmeyi isteyen 2 kişi çıktı, onlar da son anda vazgeçebileceklerini söylediler. Yine de geldiler.

Akşam müthiş bir gösteri izledik (3. sıraya bilet almamıza rağmen davetiyeli seyirciler gelmeye zahmet etmediğinden en önden izledik gösteriyi. Sahneden bize atılan gülleri kaptık hatta:) İlk kez baleyle tanışan toplamda 3 arkadaşım gösteriye bayıldı. Bu akşam da müzikal bileti bulmak için erkenden gişeye gidip şanslarını deneyecekler hatta. Okulda da, bir önceki gösterinin izlenimlerini anlata anlata bitiremediklerinden seneye onlara da bilet almamızı isteyen bir kitle oluştu.

Kıssadan hisse şu ki; önyargı kötü bir şey, kendimize yeni bir şeyler denemek için şans vermek gerek. 

30 Mayıs 2014 Cuma

D.SEKİ VE DİĞERLERİ


Şarkıcı, besteci ve söz yazarı Deniz Seki için yakalanma emrinin çıkması, bugün tüm haber bültenlerinin konusuydu. Daha önce, 218 gün hapiste yatmış olan Seki, Yargıtay'ın yeniden yatmasına yönelik onadığı cezasına itiraz etmiş, sonuç umduğu gibi olumlu olmamış yani kendisine uyuşturucu temin etmekten bir ceza biçilmiş ve hapse geri dönmesi gerekiyor.

Geçenlerde bir programda, "Ben yapmadım." diye isyan ederken izledim kendisini. Uyuşturucu kullanmış ama satmamış, başkalarına temin etmemiş olduğunu ifade ediyordu. Telefon kayıtlarında ise, bir kişinin tek başına kullanmayacağı kadar çok madde sipariş ettiği bulunmuş, miktarın fazlalığından başkalarıyla da paylaştığı kararına varılmış. 

Sözün özü, Deniz Seki AİHM başvurusu yapar da cezası iptal edilmezse, 40'lı yaşlarını hapiste sürdürecek gibi. Romantik şarkılar yazan, tanıdıklarının çok duygusal olduğunu söyledikleri bir isim, bu süreçten çok etkileniyordur tahminimce. Eğer başkalarıyla, ikram, para karşılığı, rica sonucu, ne olursa olsun paylaştıysa ve birilerinin de kendisi gibi zehirlenmesine göz yumduysa çok masum gelmiyor bana. 

Ülke kanunlarına göre yasak bir madde ve biraz izan sahibi biri bu maddelerin zararlarından haberdar. Bir yandan da, geçen yıl bir operasyonda yakalanan diğer ünlülerin  paçayı sıyırması ise adil değil. Eşit suça, eşit olmayan ceza yani ya da adamına göre muamele!

D.SEKİ VE DİĞERLERİ


Şarkıcı, besteci ve söz yazarı Deniz Seki için yakalanma emrinin çıkması, bugün tüm haber bültenlerinin konusuydu. Daha önce, 218 gün hapiste yatmış olan Seki, Yargıtay'ın yeniden yatmasına yönelik onadığı cezasına itiraz etmiş, sonuç umduğu gibi olumlu olmamış yani kendisine uyuşturucu temin etmekten bir ceza biçilmiş ve hapse geri dönmesi gerekiyor.

Geçenlerde bir programda, "Ben yapmadım." diye isyan ederken izledim kendisini. Uyuşturucu kullanmış ama satmamış, başkalarına temin etmemiş olduğunu ifade ediyordu. Telefon kayıtlarında ise, bir kişinin tek başına kullanmayacağı kadar çok madde sipariş ettiği bulunmuş, miktarın fazlalığından başkalarıyla da paylaştığı kararına varılmış. 

Sözün özü, Deniz Seki AİHM başvurusu yapar da cezası iptal edilmezse, 40'lı yaşlarını hapiste sürdürecek gibi. Romantik şarkılar yazan, tanıdıklarının çok duygusal olduğunu söyledikleri bir isim, bu süreçten çok etkileniyordur tahminimce. Eğer başkalarıyla, ikram, para karşılığı, rica sonucu, ne olursa olsun paylaştıysa ve birilerinin de kendisi gibi zehirlenmesine göz yumduysa çok masum gelmiyor bana. 

Ülke kanunlarına göre yasak bir madde ve biraz izan sahibi biri bu maddelerin zararlarından haberdar. Bir yandan da, geçen yıl bir operasyonda yakalanan diğer ünlülerin  paçayı sıyırması ise adil değil. Eşit suça, eşit olmayan ceza yani ya da adamına göre muamele!

27 Mayıs 2014 Salı

ÇOCUKLUK ANILARI VE GÖRSELLİK

Bugün okuldan bir arkadaşla (Arkadaş yazmama bakmayın, insanlara uzun bir süre sizli- bizli hitap etme alışkanlığım var!) sohbet ederken konu çocukluk anılarımıza geliverdi. Okullarda, öğrencileri sıraya dizip boylarını ölçme ve kilolarını tartma geleneği vardı hatırladığımız. Farklı yıllarda, birimiz kuzeyde birimiz güneyde olsak da kantarın üstüne çıkıp tartılma durumu, süt ve fındık dağıtımı gibi rutin bir uygulamaymış demek ki. 
     Foto: www.cihanozdemir.com


Her neyse, tartılma esnasında herkes 30-35 kilo çekerken, 40 kilo çıkan arkadaşlarına çok güldüklerini ve onu ağlattıklarını anlattı. O anda, yıllar öncesinde hepimizden şişman çıkan arkadaşımı çok garip bulduğumu hatırlayıverdim. Onun tartıya çıktığı anki hali hala gözümün önünde. Daha uzun olana hiç garipseyerek bakmamış ama şişmanı yadırgamıştık çocuk aklımızla. Ben de uzun ve incelerden olduğumdan yadırgamamıştım uzun olanı belki de, bilmiyorum. Ne de olsa o bizdendi!

Görsel algımız daha çocukken, uzun ve/veya ince olmayı güzel ve kabul edebilir bulurken, kısa ve/veya şişman olansa alay konusu, çirkin, küçümsenir oluveriyor bu algıyla. Lisansta sosyal psikoloji kitabında yetişkinlerin daha güzel buldukları bebeklere daha iyi davrandıklarına dair bir çalışmayla ilgili bir şeyler okumuştum. O kadar acımasız ayrımlarımız var yani görsellikle ilgili. 

Bunları yazarken, televizyonda Türkiye Güzellik Yarışması başladı tesadüfe bakalım ki:) Görselliğin alabildiğine yarıştığı, estetikli burunların başkalarına kıvrıldığı, lise mezunlarının "Üniversiteye hazırlanıyor." diye pazarlandığı, çok azının beyin kıvrımlarının da güzel olduğuna şahit olduğumuz kızcağızların yarıştığı eğlenceli yarışma!




ÇOCUKLUK ANILARI VE GÖRSELLİK

Bugün okuldan bir arkadaşla (Arkadaş yazmama bakmayın, insanlara uzun bir süre sizli- bizli hitap etme alışkanlığım var!) sohbet ederken konu çocukluk anılarımıza geliverdi. Okullarda, öğrencileri sıraya dizip boylarını ölçme ve kilolarını tartma geleneği vardı hatırladığımız. Farklı yıllarda, birimiz kuzeyde birimiz güneyde olsak da kantarın üstüne çıkıp tartılma durumu, süt ve fındık dağıtımı gibi rutin bir uygulamaymış demek ki. 
     Foto: www.cihanozdemir.com


Her neyse, tartılma esnasında herkes 30-35 kilo çekerken, 40 kilo çıkan arkadaşlarına çok güldüklerini ve onu ağlattıklarını anlattı. O anda, yıllar öncesinde hepimizden şişman çıkan arkadaşımı çok garip bulduğumu hatırlayıverdim. Onun tartıya çıktığı anki hali hala gözümün önünde. Daha uzun olana hiç garipseyerek bakmamış ama şişmanı yadırgamıştık çocuk aklımızla. Ben de uzun ve incelerden olduğumdan yadırgamamıştım uzun olanı belki de, bilmiyorum. Ne de olsa o bizdendi!

Görsel algımız daha çocukken, uzun ve/veya ince olmayı güzel ve kabul edebilir bulurken, kısa ve/veya şişman olansa alay konusu, çirkin, küçümsenir oluveriyor bu algıyla. Lisansta sosyal psikoloji kitabında yetişkinlerin daha güzel buldukları bebeklere daha iyi davrandıklarına dair bir çalışmayla ilgili bir şeyler okumuştum. O kadar acımasız ayrımlarımız var yani görsellikle ilgili. 

Bunları yazarken, televizyonda Türkiye Güzellik Yarışması başladı tesadüfe bakalım ki:) Görselliğin alabildiğine yarıştığı, estetikli burunların başkalarına kıvrıldığı, lise mezunlarının "Üniversiteye hazırlanıyor." diye pazarlandığı, çok azının beyin kıvrımlarının da güzel olduğuna şahit olduğumuz kızcağızların yarıştığı eğlenceli yarışma!




24 Mayıs 2014 Cumartesi

TÜRK HALKININ AFETLE İMTİHANI

Üzerinde oturduğum kanepe ile birlikte kayıp geri geliverdim. Burada tramvay kazıları nedeniyle zaten bir araç geçse uzun zamandır üst katlarda oturanlar olarak sarsıldığımızdan depremden emin olamadım önce.

 Internetten rasathanenin sitesi açılmıyordu. İlk etapta kanallarda aramak aklıma gelmedi. Babamı aradım, burada o kadar hissedildiyse Sakarya merkezli falansa onlar ne durumdadır diye merak ettim. Yakınlık itibariyle, gerek Marmara, gerekse Düzce'deki depremler hissedilmişti Zonguldak'ta. Hissetmemişler, rahatladım. O esnada bir arkadaşım Facebook'a yazmış "Fena sallandık." diye.Üst kat komşum, Düzce depremini yakından yaşayanlardan ve yakınlarını kaybedenlerden olduğundan korkudan aşağıya indiğini yazmış bana.

Depremin merkezini ararken 24 Mayıs 2014 yazdığımda, çoktan sözlüklerde "24 Mayıs 2014 Eskişehir, Bursa, İstanbul, Tekirdağ, vs. depremi" gibi başlıklar atıldığını gördüm. Biri "Tatlı tatlı salladı." yazmış hatta!

Ben de dahil olmak üzere, önceki depremlerden ders almadığımızı, yakınlarımı ve depremin kaynağını aramak dışında hiçbir şey yapamadığımı görmüş bulunuyorum. Milletçe eğitilerek değil yaşayarak öğreniyoruz sanki. Üst kat komşum can havliyle kendini aşağıya atarken, araştırma yapma hevesinin başka açıklaması olamaz çünkü. Sözlüklere başlık atanların psikolojisine girmeye gerek yok, nasıl bir zevktir uzmanlar anlamakta zorlanır. Onlar tatlı tatlı sallanmaya devam etsinler!


TÜRK HALKININ AFETLE İMTİHANI

Üzerinde oturduğum kanepe ile birlikte kayıp geri geliverdim. Burada tramvay kazıları nedeniyle zaten bir araç geçse uzun zamandır üst katlarda oturanlar olarak sarsıldığımızdan depremden emin olamadım önce.

 Internetten rasathanenin sitesi açılmıyordu. İlk etapta kanallarda aramak aklıma gelmedi. Babamı aradım, burada o kadar hissedildiyse Sakarya merkezli falansa onlar ne durumdadır diye merak ettim. Yakınlık itibariyle, gerek Marmara, gerekse Düzce'deki depremler hissedilmişti Zonguldak'ta. Hissetmemişler, rahatladım. O esnada bir arkadaşım Facebook'a yazmış "Fena sallandık." diye.Üst kat komşum, Düzce depremini yakından yaşayanlardan ve yakınlarını kaybedenlerden olduğundan korkudan aşağıya indiğini yazmış bana.

Depremin merkezini ararken 24 Mayıs 2014 yazdığımda, çoktan sözlüklerde "24 Mayıs 2014 Eskişehir, Bursa, İstanbul, Tekirdağ, vs. depremi" gibi başlıklar atıldığını gördüm. Biri "Tatlı tatlı salladı." yazmış hatta!

Ben de dahil olmak üzere, önceki depremlerden ders almadığımızı, yakınlarımı ve depremin kaynağını aramak dışında hiçbir şey yapamadığımı görmüş bulunuyorum. Milletçe eğitilerek değil yaşayarak öğreniyoruz sanki. Üst kat komşum can havliyle kendini aşağıya atarken, araştırma yapma hevesinin başka açıklaması olamaz çünkü. Sözlüklere başlık atanların psikolojisine girmeye gerek yok, nasıl bir zevktir uzmanlar anlamakta zorlanır. Onlar tatlı tatlı sallanmaya devam etsinler!