9 Ekim 2021 Cumartesi

ÖLMEYEN BÜYÜYOR!

Çok uzun zamandır, "ara ver, seyrek yaz" modunda tavsadı blogum. "Ha bugün, ha yarın yazarım." ile "Toptan kapat, gitsin!" arasında salınırken ( kapatmaya karar vermeye daha yakınken, son anda  içindekileri yok etmeye kıyamayıp içe aktardım, yazılar yedeklenip yorumlar yok olmuş blog görüntülenirken!)zamanın ne kadar hızlı aktığını da bir kez daha fark ettim. Bir de, başladığım şey sürünse de kesip atmakta zorlandığımı, geçen süreye,verilen emeğe kıyamadığımı .O başka konu ama zamannnn, o fena!

Bugün küçük teyzemi kaybedeli tam 11 yıl oldu. Yine bir Cumartesi'ydi. Hayatta en büyük korkularımdan biri olan, başka şehirdeyken ölüm haberi almak gerçekleşti o gün. Teyzemle birlikte yer yön duygumu da kaybettim sanki o gün. Defalarca gittiğim otobüs firmasının bankosunu bulamayıp laboratuvar faresi gibi dolaştım terminalde. O afallama ve yalnızlık hissini unutamadım hala!

 O kadar anıya rağmen  onu en çok özdeşleştirdiğim Milka'dan aldığı Alman pastası ❤
Benim de,yeğenimle aynı yerde, onun  "kırmızı pasta" deyip bestelediği şarkılarda yer alan kalpli kırmızı pasta rituelimizin olması da bundan galiba. Arkamdan en çok bunu mu hatırlar bilmem ama!

Teyzemle aramızda 20 yaş varken, 9 oldu bu yıl. 
Arkasından tek tek giden anneannem ve büyük teyzem gibi ailenin kadınlarının meşhur sözünü doğrularcasına: " Ölmeyen büyüyor!"








 

27 Nisan 2021 Salı

EMEKLİLİKTE BAŞA TAKILANLAR

Bir şekilde çalışma hayatının içinde olmak, en çok işe  yarama hissini ve mesleğim itibariyle birilerine dokunmayı getiriyor bence. Daha ötesi, "

"Fazla derse gir,kurs al,etüt aç, parayı bol al!" parolasıyla çalışıp havuzlu ev taksidi ödeyen meslektaşlarım da var aynı okulda. İmrenme yerine derin bir acıma hissederken yakalıyorum kendimi ve maaş  karşılığı çalıştığım, ek dersim değil boş günüm olduğu için şükrediyorum. Sırf bu programı bulamam diye tayin isteme konusunu bile erteledim kaç yıldır, oysa habire yer değiştiririm ben ve doktora sonrası hala aynı terane  karın ağrım bile az ders sayesinde azalıyor, yoksa depresyonun eşiğinde olurdum eski okulumdaki tempoyla.

C. reddettiği tam zamanlı iş teklifi ve aldığı olumsuz tepkilerden bahsedince, uzun zamandır kendime ve yakın çevreme boca ettiğim, erken emeklilik hayallerim geldi aklıma. Çalışmayı seviyorum, ya öğrenci ya da ev dışı çalışan olduğum için başka alternatif de bilmiyorum aslında. Yine de en büyük hayalim, devletten emekli olup sırtımı sağlama alıp (sabit emekli maaşı), sonra özel bir üniversitede haftada bir ders ya da bir merkezde bir-iki danışanla seanslar şeklinde bir yaşam. İşten atılsam, "Zaten geçinecek emekli maaşım var" diyebilmek. İstemezsem, bırakma özgürlüğü. 

Anahtar sözcük bu: Özgürlük! 58 yaşına kadar dayatılan emeklilik yaşından sıyrılıp lisans sırasında kütüphanesinde 2 yıl çalıştığım üniversitem sigorta yapsaydı 53'te emekli olabileceğimi, aradaki bu 5 yılın çok değerli olduğunu düşünürken,çokça  da konuşurken yakalıyorum kendimi. Bu okulda, 65'te zorunlu emekli olan meslektaşlarıma " Keşke görev süresi becayişi de olsaydı." diye az söylenmedim. Vereyim bendeki fazla yılları, alsın kullansın:)

Uzun çalışma karşılığında daha fazla para, daha fazla prestij  veya ne arzuluyorsak; bu hepimizin hayali olmak zorunda değil. Belki daha az para, ve. ama daha çok zaman bazılarımızın ihtiyacı olan. Benimki de öyle en azından. 



13 Nisan 2021 Salı

AŞILANSAK ÇİÇEK AÇAR MIYIZ?

Bu sabah, telefonu açar açmaz  okulun gayri resmi  WhatsApp grubundan (MEB ve BİP sevgisi ayrı hikaye) aşı sırasının geldiğini, randevu aldığını yazan arkadaş  mesajları ile karşılaştım. Bir heyecanla e- nabız sayfasına ulaşıp aşı  onayı vereyim dedim, aile hekimini seçince pat inaktif aşı seçildi. Öğretmenlere Biontech falan haberleri vardı  ama e- nabız bundan habersiz gibi. 

Sonra oradan randevu falan almadan, MHRS'yi aradım. Aile hekimi zaten randevu takviminde kapalı,sistemden seçim yaptırmadı. Her koşulda mecbur aranacaktı yani.

Anneme Şubat'ta kolayca e-nabız üzerinden randevu alırken,  geçen hafta için babama da aynı sorun çıktı. Babam, doktorlar kemoterapi ilaçlarına ara vermesini ya da aşıyı seçmesi söylediği için beklemişti. Son gidişimizde,  yeni kararın beklemeden aşı önerisi olduğu iletildi. Kanser hastalarını da, ilaca 2 hafta öngörülmeden aşılıyorlar yani. Doktor, aşı  ile ilgili tek bildiklerinin kemoterapi sürecinin aşı etkisini azalttığı gerçeği olduğunu söyledi 😞 

(Aradan geçen 3 yılda, kanserle ilgili hala milim milim ve el yordamıyla ilerlendiğini, kararların bile anlık olduğunu görmekten ve yaşamaktan yorgunum. Tek başına, sosyal destekten yoksun birinin bu süreçte işi çok zor. Okumadan, sormadan, koşturmadan, bir sürü hatayı düzeltmeye çalışmadan yürümüyor hiçbir iş!)

Kendi randevuma gelince, şehrin taa tepedeki Biontech yapan güzide (!)hastanesinden randevu alabildim. Euro almış  başını giderken, koronaher yerde cirit atarken evden zor çıkıyoruz ama Avrupa  kafatasçılık yapar da sınırları aşamam diye de kaygılarım baskın çıktı biraz. Daha çok da, daha önceden de bahsettiğim ülke ve teknolojisi seçimi etkili oldu, Alman disiplinini seçtim (Vallahi,  bir şu robot süpürgede aştı kendini Çin, araya reklam aldım:)

Alerjik reaksiyon falan olur mu diye de hafiften bir kaygım da yok değil. İlk grip aşısının, yerlerde süründüm çünkü. Yine de ötekine meyletmedi  gönlüm:) Yarını bekleyip göreceğiz.





12 Ocak 2021 Salı

YAŞ ALMAK, SAYGI VE SABIR

Her pazartesi okula sınıf defterlerini imzalamaya gidiyorum. Beraber gittiğim iki sınıf öğretmeni ve dönüşümlü çalışan idarecilerden eğer müdür denk gelmişse odada maskesiz 3 kişiye maruz kalıyorum. Bir de maskesiz hizmetli, 4.

 "Bir çay daha içelim.","Aynı odada yarım saat  kalınca maske de olsa fark  etmez.", " Benim maskeye alerjik var.", " 85 yaşında, evden çıkmayan bir kadın da korona olmuş. (Sonradan eve bir temizlikçi geldiği de ekleniyor hikâyeye ama korona taşıyabileceği ile vurgu da yapılmadan!)". Bunlar, bugüne kadar duyduğum bahanelerden birkaçı. Hoşsohbet de keratalar, normalde oturup iki lafın belini kırarsın. Oysa durum, insana saygı ve bencillikten uzak durma kategorisinde olunca, alıp kitabımı imza sonrası 2 saatlik mesaiyi doldurayım diye boş bir sınıfta çile dolduruyorum. 

Geçen hafta, imza esnasında arkama açık pencereyi almış otururken, bir güzel de soğuğu yemişim aldatıcı kış güneşinde. Sonra da, geniz akıntısı, diş eti sızlaması, boyun ağrısı gibi ortaya karışık bir çeşniyle girdim yeni yaşıma. " Artık 40000 bakımını bile geçtin." diyenlere "Yaşlılık değil bu, büyüme sancısı." geyiği yaparak. Tabii, yersen! :)

Korona bir şey öğretecekse, başkasına saygıyı öğretsin en çok, bunu diliyorum. Yirmili yaşlarındaki dünyayı ve insanları daha kolay düzeltebileceği umuduyla yaşayan biri olsam, çok daha kırılgan olurdum şu süreçte.  Daha da, saldırgan tabii. Yaş almamıza dua etsinler!

5 Ocak 2021 Salı

BAĞLANMA

Bugün telefonum 6 yaşına girdi :) Ekranında pigment sorunları var az da olsa, zor şarj oluyor, o kadar dolmuş ki yeğenimin video ve fotoları ile onları silip Whatsaap gincellemesine yer açamadım bile.

Bahsetmiştim, eskisinden de " O beni bırakmadan, ben onu bırakmam." diye ayrılamıyordum da, android olsun diye doğum günüm öncesinde  hediye olarak almıştı kardeşlerim. Yeğenimin fotolarını uzaktayken daha rahat göreyim diye.  Yeğenim, minicik elleriyle vermişti paketi. Ben onlara model seçtik sanırken. Buna da hediye diye bir acayip bağlandım. Sağlam da çıktı, özenli de kullanmışım ben kerata:) 

Diz üstü de 11ini doldurdu Ekim'de:) Çocuk olsalar, biri ilkokullu, öteki ortaokullu, o derece! 

Acayip bağlanma sorununa işaret belki bunlar.Al, incele, deş! Sadece çok rahat şehir ve okul  değiştiriyor olmayı nereye koyacağım, onu bilemedim. Buraya da kazık çakmaktan korkuyorum mesela. Ailem olmasa bu kadar zor dururdum. 

Güncelleme: 21.26 itibariyle saatlerdir şarj olmayan telefonumun beni bıraktığına ikna oldum, sipariş veriyoruz birazdan. 

31 Aralık 2020 Perşembe

2020

Babamın çocukluk  arkadaşı M. amcayı kaybederek başlamıştık bu yıla. Hızlı girdik yani.  Üstüne dünya hızına yetişemediğimiz bir virüsle tanıştı. 2020'yi zor unuturuz.

Yine de yeni yıl  gelirken eski yılla değil de yaşananlarla hesaplaşmak gerek bence. 2020 ile çooook büyük hesaplaşmalarım yok çünkü koronaya yakalanmayan,  korona nedeniyle ailesinden ve yakın akrabalarından birini kaybetmeyen,  işini kaybetmeyip maaş almaya devam eden azınlık sayılan gruptayım çok şükür. Can sıkıntıları, tatile gidememeler, kaygılar, günlük telâşlar bonusu bu sürecin, olsun varsın, yeter ki sağlık olsun. Bu kafaya geldim bu yıl birazcık da olsa. Daha çok şeyi dert eden biriyken koronadan çok kanser dönüştürdü beni.

Sağlıklı, mutlu, kayıpsız ve ayıpsız bir yeni yıl olsun.

27 Aralık 2020 Pazar

KIRMIZI ODALI KRALİÇE (!)

Ruh sağlığı uzmanlarının uygulama deneyimlerini kitaplaştırmaları,  hep eleştiriye açık bir konu. Yalom da olsanız (o da transferans ve karşıt transferans konusunda okun ucunda çoğu zaman), danışan/ hasta/ müşteri ne derseniz deyin siz ve onun arasındaki özeli ifşa ediyorsunuzdur bir nevi. İzin de alsanız, karakteristik özellikleri değiştirseniz, eğitim amaçlı sunduğunuzu söyleseniz de eleştiri kaçınılmaz bu alanda. Mahremiyet başta olmak üzere etik sorunsalı devrede çünkü!

Ülkemizde de bu aralar Gülseren Budayıcıoğlu (Ben uzun süre Budaycıoğlu diye kodlamışım kadını, niye ğ yok bu soyadında diye sorgulayarak), gerek kitapları gerekse dizileriyle bu tartışmaların odağı. İzleyicinin ağlama ihtiyacını doyuran, ataerkil, başkanındaki derdi görüp kendi derdini unutmayı hedefleyen, buram buram acı dolu diziler bunlar. Böyle hikayeler elbette yaşanıyor ama dizi sosuna bulanınca üstüne ketçap konmuş pasta tadına geliyor:

Birini "Bu kadının tarzını çok itici buluyorum, aslını öğreneyim." diye okudum kitapların birini  (Madalyonun İçi), ötekini de yılbaşı hediyesi olarak  yeğenime seçtirip kardeşim almış (Kral Kaybederse), öyle okudum. Çabucak bitti bugün itibariyle ama paketi açtığımda nasıl bir ifade takındıysam kardeşim "Beğenmedin." dedi. Paketten çıkan öteki  hediyeye daha insani bir tepki verdim çünkü:( Kitaba değil yazarına olduğunu söyledim bu ifademin. 

Neyse, ötekine göre daha akıcı çünkü daha bütünlüklü. Ötekinde, bir vakanın ilk kısmından 40 sayfa sonra anlatılıyor, arka arkaya okuma çabasıyla ileri geri gitme gibi bir kurgu  ve dizgi sorunu vardı. 

İki kitapta da ortak olan, " Ben acayip duyarlı, empati ve sempati dolu bir psikoterapistim." vurgusu. Bu,  danışanın ağzından da, kendi ifadelerinden de gözümüze çarptırılıp kafamıza kakılıyor.  Çaylı-kahveli, bol ağlamalı ve sarılmalı seanslardan bahsetmiyorum bile. Bahsettim ama:)  Arif Verimli'nin altını çizdiği gibi " panda" kıvamında sarılmalı olanlardan işte:)

Röportajlarını okuyunca, üstüne çalışma şartlarının ağırlığı ile ilgili bir köşe yazısını paylaştığı için 5 psikoloğunu isten biraz paldır küldür işten atınca kişiliği ile ilgili biraz yorum sahibi olunabiliyor diye düşünmüştüm ama kitaplar daha net fikir veriyor insana. Satır aralarını okuma şansı bir nevi. Örneğin, danışanının pırlanta bir kolyeyi boynuna takıvermesi, ofisi süsleyen danışan hediyesi biblo ve tesbihler... Öğretmenler gününde de çiçek vs. yüz kızartır, etik olarak yasaktır hediye. Ruh sağlığı alanındaysa  yaptırımı da olur. Yazarken yazmaktan utanmayıp özdenetime bile takılmamış yaptığı şey ve alenen yazmış. Sonrasında, danışanına bunun etiği konusunda bir açıklama bile yaptığını belirten bir ifade bile yok ardında. 







21 Aralık 2020 Pazartesi

NOT

Dönem sonu yaklaşırken not verileceği de açıklandı karnelere. Üstelik yazılı falan gibi daha elle tutulur bir veri de yokken ilkokullar için. 

Mart ayından beri gelgitli eğitim- öğretim döneminde uzaktan ya da yakından, paylaşım yaptığımız her platformdan ulaşan öğrenciler var. Bir de kapı duvar olanlar. Maddi imkanı olmayıp teknolojiye ulaşamayan, sağlık sorunuyla okula gelemeyen olduğu kadar umursamazlıktan  varlık göstermeyen de.

Haftada bir gün okula gidiyoruz imza atmak için ya,  onu da atamıyorum, çoğu öğretmen defteri kendi malı gibi evine götürüyor:( Bugün uzun zamandır canlı derslere giremeyen bir öğrencimi sordum okulda. Telefonu var ama Internet paketi yok  diye biliyorum, belki paket yükleriz diye operatörünü sordum. Babasının emekli olduğunu, ayrıca bir de kömür ocağı sahibi olduğunu öğrenip dumur olmamı sağladı sorum. 

Yine sınıf annesi sistemi ile diğer velilerle iletişim kurmamı sağlayan velim, kendi çocuğunu hiçbir derse sok(a)mıyo. Çocuk evinin karşısındaki okula geldiğinde bile annesi için ağlayan 5.5 aylık doğup güvenli bağlanamayan bir tip. 

Küçük bir okul, sorarak görerek araştırarak kimin ne durumda olduğunu az çok öğrenebiliyor insan. Yine de not vermek benim için tam bir bela bu süreçte. "Öğrenebildiği yanına kar kalsın." deyip dönemi notsuz bitirme kararı vermelerini bekliyorum tepedekilerin. Üste pislemeyi bırakıp!

13 Aralık 2020 Pazar

(A)SOSYAL DEVLET

Kardeşim, okuldan bir arkadaşının akrabası SMA hastası bir bebekle ilgili kampanyadan bahsetti bugün. Henüz 8 aylık. Yardim için ünlülere falan ulaşmaya çalışıyormuş ailesi. 

SMA'da 2 yaş sonrası tedavi yapılamıyor ve ilaç 2.4 milyon dolar. Bir sürü kampanya var ve 2 yaşa en yakın olanı kurtarıp daha küçükleri sonraya bırakmak da genel eğilim kampanyalarda:( 

Sıranın gelmesini beklemek, o esnada tedavi şansının tükenmesi, bir sürü hastalık semptomu, vb. Kimse çocuğuyla sınanmasın!

Kişisel olarak ne yapabiliriz diye uğraşıyorsun bu durumlarda. Maddi yardım, olabildiğince çok insana ulaşmalarına destek. Eee sonra? O para kaçı için toplanabiliyor? 

Türkiye'de 3000 civarı SMA hastası olduğunu okudum. Kişisel desteklerle hepsinin üstesinden gelinmesi çok zor, hatta imkansız. 

Benzerini immünoterapi için akciğer kanseri hastaları da yaşıyor. Oysa sosyal bir devlette, ilaç şu kadarmış, temin edilmiş- edilmemiş kişilerin derdi değil. Bir yerlere kolaylıkla ayrılabilen bütçeler, aynı anda 5 maaş alan kişilerin fazla maaşları falan istenirse insan canını kurtarmak için de kullanılabilir, günü kurtarmak yerine!

Not: Bahsettiğim bebek: Alpaslan Başoğlu-Zonguldak 







27 Kasım 2020 Cuma

SEN KİMSİNİZ?

Yeğenim, bu seneki uzaktan eğitimin bir kısmını bizde yapıyor. Korkudan mesafe  koyalım birbirimize derken, her geldiğinde kalıyor bir daha gelememe korkusuyla.  Böyle böyle bayağı uzaktan eğitim sürecine veli kanadından da katılmış oldum.

Bugün öğleden sonraki derse ilk girenlerdendi.  Akşam 7'ye kadar süren çılgın bir programları var ve bu başka karın ağrısı konu! Derse girişte, öğretmen "Merhaba!" dedi. O da cevap olarak " Merhaba!". Sonra da ayarı yedi 8 yaşındaki çocuk:( " Merhaba öğretmenim demen gerekirdi. Hadi söyle!"  Çocuğun sesi içine kaçtı bunu duyunca, ezilip büzülüp söyledi.  

Kadının her derste çığlık çığlığa ders anlatması, hiç sohbet etmeden derse girişi, derse Matematik diye başlayıp son 5 dakikada Türkçe'ye dönmesi, azarları,  teneffüsten süre çalmaları, oyun oynatmaya söz verip 30 dakika boyunca yazısını bitirmeyeni  bekleyip dersi oyunsuz bitirmesi falan hanesine düştüğümüzeksi notlardı. Bugün zirvesini yaptı nezdimde. 

Durumu, kardeşime ilettiğimde, bana bugünkü twitter gündemini işgal  eden akademisyenden bahsetti. Hani şu, " Sevgiler" demeden önce " saygı" sunulmayı bekleyen Tansel bilmem ne oğlu! O derece ayar  oldum ki soyadını da unuttum:) 

Saygı ve sevgi tabii ki önemli ama bunu sevgisiz, saygısız, itici ve hatta hadsiz bir şekilde dikte edince şırınga edilmiş bir şekilde karşıdan bize akmıyor. Kazanılması, hak edilmesi gerekiyor, söke söke alınması değil! O yüzden eminim ki, yeğenim dahil bu sınıftaki  öğrencilerin hiçbiri arayıp sormayacak öğretmenlerini mezun olunca.  O  akademisyen de, yetişkin öğrencilerinin gözünde bugünkünden değerli olamayacak. Sevmeden sevgi, saygı göstermeden saygı beklemek zavallılık çünkü!!!