19 Temmuz 2014 Cumartesi

YEMEK ESNASI SAVAŞLARI

Geçen gece yarısı yemek yer ve  televizyon izlerken, alt yazılarla son dakika haberi olarak girdi İsrail'in Filistin hava, kara ve deniz harekatları. Körfez Savaşı sırasında da böyle, 7 gün 24 saat yayın yaparken tek devlet ve tek özel kanalımız, ekran başındayken yine yemek saatlerinde savaş görüntüleri izlerdik. Bilinçaltımıza işleyenleri, o dönemde çocuk olanların şiddeti ne kadar doğal bir olay görebileceği gerçeği bir kez daha dank etti kafama.

Biz, korunaklı, aile saadetli evlerimizde otururken birilerinin tepesinden güller yağmıyordu. Bize kansız, gözyaşsız savaşlar izletildi yıllarca. Oysa, birileri bu gerçekleri yaşayarak, travmalar atlatarak büyüyor ya da büyüyemeden ölüyor. 

Doktoradan Kosovalı bir arkadaşım var, E. Bir derste sunum sırasında, yaşlılık ve ölüm konusuna denk gelince fenalaşmış ve hocadan izin alıp dışarı çıkmıştı. Yıllarca ülkesinde, Sırpların saldırısına maruz kaldıkları için her gece tüm aile fertleri sarılarak vedalaştıktan sonra yatarlarmış yataklarına. Bir de, burada tepesinden sürekli geçen uçaklar nedeniyle korktuğunu söylemişti. Kendisi psikolojik danışman ve belki bu kaygılarla, korkularla baş edip gelecek kuşaklara da aynı kaygıları bulaştırmaz ama aynı şansa sahip olmayan niceleri var, korku da kuşaktan kuşağa aktarılıyor ne yazık ki aynı şiddet gibi. Şimdi kendisi bir anne adayıyken, geleceğin daha aydınlık olmasını umuyorum, bu denli şiddet sadece filmlerde falan olsun.

YEMEK ESNASI SAVAŞLARI

Geçen gece yarısı yemek yer ve  televizyon izlerken, alt yazılarla son dakika haberi olarak girdi İsrail'in Filistin hava, kara ve deniz harekatları. Körfez Savaşı sırasında da böyle, 7 gün 24 saat yayın yaparken tek devlet ve tek özel kanalımız, ekran başındayken yine yemek saatlerinde savaş görüntüleri izlerdik. Bilinçaltımıza işleyenleri, o dönemde çocuk olanların şiddeti ne kadar doğal bir olay görebileceği gerçeği bir kez daha dank etti kafama.

Biz, korunaklı, aile saadetli evlerimizde otururken birilerinin tepesinden güller yağmıyordu. Bize kansız, gözyaşsız savaşlar izletildi yıllarca. Oysa, birileri bu gerçekleri yaşayarak, travmalar atlatarak büyüyor ya da büyüyemeden ölüyor. 

Doktoradan Kosovalı bir arkadaşım var, E. Bir derste sunum sırasında, yaşlılık ve ölüm konusuna denk gelince fenalaşmış ve hocadan izin alıp dışarı çıkmıştı. Yıllarca ülkesinde, Sırpların saldırısına maruz kaldıkları için her gece tüm aile fertleri sarılarak vedalaştıktan sonra yatarlarmış yataklarına. Bir de, burada tepesinden sürekli geçen uçaklar nedeniyle korktuğunu söylemişti. Kendisi psikolojik danışman ve belki bu kaygılarla, korkularla baş edip gelecek kuşaklara da aynı kaygıları bulaştırmaz ama aynı şansa sahip olmayan niceleri var, korku da kuşaktan kuşağa aktarılıyor ne yazık ki aynı şiddet gibi. Şimdi kendisi bir anne adayıyken, geleceğin daha aydınlık olmasını umuyorum, bu denli şiddet sadece filmlerde falan olsun.

17 Temmuz 2014 Perşembe

KUTLAMALAR HAFTASI ve BA MİNNOŞU

2 gündür bilgisayarı açmadan yaşıyorum. Kelimelik oynadığımız arkadaşlarım merak edip sohbet kısmına not düşmüş, nerelerde olduğumu sormuş, biri aradı hatta:) Biz bu kadar sık arayıp sorar mıydık birbirimizi? İyi oldu gerçi.
 Annemin de güzel yaptığı ıspanaklı pasta görseli.


Deniz ayağının altındayken denize girme, onu  izle, kitap oku, yeğenin (Ba ya da Minnoş diyeyim, böyle "kocacığım kocacığım" diyen tipler gibi sinir oldum kendime "yeğenim" derken, ondan izin almadan adını da kullanamam:) ile oyna derken günler geçedursun, bu hafta 2 özel gün var ailede. Bizimkilerin 39. evlilik yıldönümü (39 dile kolay, bizim kuşağa zor) ve kardeşimin eşinin doğum günü. Ayın 13.ünde Ba, anneanne ve dedesine aldığımız pastanın  mumlarını üfledi. Şimdi her şeyden habersiz bir şekilde uyuyor, akşama bir pasta daha üfleyecek. O. nun da(doğum günü kişisi) kutlamadan haberi yok, kardeşimle kahvaltıya davetli olduğunu zannediyor. Doğum günü 19 Temmuz ama sınav için Ankara'ya gidecekleri için erkene aldık kutlamayı. Babam, sipariş pastayı aldı, üzerinde Ba.'nın dilinden bir mesaj olan pastayı. Nerede ne zaman kutlama olacaksa, nerede pasta ve mum varsa, başrolde Ba!

KUTLAMALAR HAFTASI ve BA MİNNOŞU

2 gündür bilgisayarı açmadan yaşıyorum. Kelimelik oynadığımız arkadaşlarım merak edip sohbet kısmına not düşmüş, nerelerde olduğumu sormuş, biri aradı hatta:) Biz bu kadar sık arayıp sorar mıydık birbirimizi? İyi oldu gerçi.
 Annemin de güzel yaptığı ıspanaklı pasta görseli.


Deniz ayağının altındayken denize girme, onu  izle, kitap oku, yeğenin (Ba ya da Minnoş diyeyim, böyle "kocacığım kocacığım" diyen tipler gibi sinir oldum kendime "yeğenim" derken, ondan izin almadan adını da kullanamam:) ile oyna derken günler geçedursun, bu hafta 2 özel gün var ailede. Bizimkilerin 39. evlilik yıldönümü (39 dile kolay, bizim kuşağa zor) ve kardeşimin eşinin doğum günü. Ayın 13.ünde Ba, anneanne ve dedesine aldığımız pastanın  mumlarını üfledi. Şimdi her şeyden habersiz bir şekilde uyuyor, akşama bir pasta daha üfleyecek. O. nun da(doğum günü kişisi) kutlamadan haberi yok, kardeşimle kahvaltıya davetli olduğunu zannediyor. Doğum günü 19 Temmuz ama sınav için Ankara'ya gidecekleri için erkene aldık kutlamayı. Babam, sipariş pastayı aldı, üzerinde Ba.'nın dilinden bir mesaj olan pastayı. Nerede ne zaman kutlama olacaksa, nerede pasta ve mum varsa, başrolde Ba!

11 Temmuz 2014 Cuma

KPSS VE G. HALA BAĞLANTISI NE OLA Kİ?!

Küçük kardeşim, bu yıl da KPSS'ye hazırlanıyor. Geçen yıl yarım puanla atanamadığı için çok daha gergin, zaten kaygılı ve güvensiz bir öğrenciyken her an patlamaya hazır bir bomba kıvamına geldi. Geçen hafta ilk aşamayı atlattı ama hükümet, alan sınavı diye yeni bir para kazanma yolu bulduğu için 20 Temmuz'da yine sınav var anlayacağınız.
Gün içinde ve gece, yaz falan dinlemeyip ders çalışırken onu rahatsız etmemek için çok aramıyoruz ama destek olmak, hal hatır sormak için aramadan da duramıyoruz. Biraz önce aradığımda, laf arasında "9 günün kaldı değil mi?" deyince cevabı sert oldu. "Aynı G. halam gibisin, bana hatırlatma, geriliyorum." Yok ben hatırlatmasam, zaman akmayacak belki ama G. halaya benzetilmek de hoştu (!) doğrusu. 

G. halam, babamın ablası, 2 biyolojik halamdan biri. Bir de, halamlarla birbirlerinin annelerinden süt emmiş Ş. halam var ki (süt anne geleneği yok bizde ama başka ne denir belli değil!), kendisini diğerlerinden daha yakın, daha samimi  görürüz. Kan bağı, her şey değil yani. Neyse dağılmadan, G. halam, ailenin felaket tellalıdır. Nerede kim hastalanmış, boşanmış, ölmüş ondan duyarız. Hayatımızda hiç tanımadığımız, bilmem ne amcanın damadının dayısının kızı gibi zincirleme akraba tamlamalarının başına gelen her türlü teraneyi ondan haber alırız. Ben de, aile içinde bir sevgi kelebeği, mutluluk balonu falan sayılmadığımdan,olumsuzluklardan bahsedince ona benzetiliyorum bazen ama yok ben felaketçi değil gerçekçiyim. Kabul etmem G. hala olmayı:)Sözün özü, gerçeği belirtince damgayı yiyiverdim kardeşimden. 

Kişiliğimiz, olaylara verdiğimiz tepkileri nasıl da etkiliyor. Bazılarımızda sınırlı zaman, motivasyonu artırıp hızlı çalışmayı sağlarken, bazılarmızda kaygıdan sürmenaj olmaya giden bir gedik açıyor. Kardeşimde olduğu gibi, hatırlamak bile sinir bozucu oluyor geçen zamanı.

KPSS VE G. HALA BAĞLANTISI NE OLA Kİ?!

Küçük kardeşim, bu yıl da KPSS'ye hazırlanıyor. Geçen yıl yarım puanla atanamadığı için çok daha gergin, zaten kaygılı ve güvensiz bir öğrenciyken her an patlamaya hazır bir bomba kıvamına geldi. Geçen hafta ilk aşamayı atlattı ama hükümet, alan sınavı diye yeni bir para kazanma yolu bulduğu için 20 Temmuz'da yine sınav var anlayacağınız.
Gün içinde ve gece, yaz falan dinlemeyip ders çalışırken onu rahatsız etmemek için çok aramıyoruz ama destek olmak, hal hatır sormak için aramadan da duramıyoruz. Biraz önce aradığımda, laf arasında "9 günün kaldı değil mi?" deyince cevabı sert oldu. "Aynı G. halam gibisin, bana hatırlatma, geriliyorum." Yok ben hatırlatmasam, zaman akmayacak belki ama G. halaya benzetilmek de hoştu (!) doğrusu. 

G. halam, babamın ablası, 2 biyolojik halamdan biri. Bir de, halamlarla birbirlerinin annelerinden süt emmiş Ş. halam var ki (süt anne geleneği yok bizde ama başka ne denir belli değil!), kendisini diğerlerinden daha yakın, daha samimi  görürüz. Kan bağı, her şey değil yani. Neyse dağılmadan, G. halam, ailenin felaket tellalıdır. Nerede kim hastalanmış, boşanmış, ölmüş ondan duyarız. Hayatımızda hiç tanımadığımız, bilmem ne amcanın damadının dayısının kızı gibi zincirleme akraba tamlamalarının başına gelen her türlü teraneyi ondan haber alırız. Ben de, aile içinde bir sevgi kelebeği, mutluluk balonu falan sayılmadığımdan,olumsuzluklardan bahsedince ona benzetiliyorum bazen ama yok ben felaketçi değil gerçekçiyim. Kabul etmem G. hala olmayı:)Sözün özü, gerçeği belirtince damgayı yiyiverdim kardeşimden. 

Kişiliğimiz, olaylara verdiğimiz tepkileri nasıl da etkiliyor. Bazılarımızda sınırlı zaman, motivasyonu artırıp hızlı çalışmayı sağlarken, bazılarmızda kaygıdan sürmenaj olmaya giden bir gedik açıyor. Kardeşimde olduğu gibi, hatırlamak bile sinir bozucu oluyor geçen zamanı.

6 Temmuz 2014 Pazar

YAZIM GELDİ:)


Pazartesi günü ses kısıklığı ve boğaz ağrısı eşliğindeki halsizliğim de engel olamadı keyfimin kaçmasına. Yaşasın!Tez hocam, yazdıklarımı beğenmiş, üstüne örneklem sayısının artması için girişimlerde bulunmuş, bir de sayı artmasa da mevcut sayının yeterli olduğunu kaynaklarla destekleyince biraz daha ılımlı bir hale gelmişken hissettiklerim öyle bir gönül rahatlığı ki sormayın. (Kadıncağız bir de elleriyle topladığı dutları getirmiş son görüşmemizde. böyle bizim ilişkimiz, ortası, dengesi yok:) Gerçi, bir şeyler yolunda gitmeseydi de, tatil gelmiş, eve ve aileme kavuşmuşum, telafi ederdi ruhum bu durumu.

Aylakça, balkondan görünen denize karşı ayaklarımı uzatıp gün ışığında (zaten sağlıklı olmayan gözlerim doktorada çok yoruldu, gözlerimi kısmadan yapay ışıkta zor okumak) kitap okumak, aylardır hayalimdi. Günlerdir, yeğenimle oynamak, ailemle sohbet etmek, uzun zamandır onları özlememişim gibi sivrileşmek ve yeme-içme gibi temel ihtiyaçlar dışında arayanların beni bulduğu yer, balkon. Telefonu bir kenara atmak, bilgisayarı seyrek açmak, sıcaktan kavrulurken istemezsem dışarı çıkmamak ne lüks.Tüm hayatım böyle geçse, lüks olmaktan öte sıkıcı bir şey haline gelebilir ama özlemle beklenince tadından yenmiyor.

YAZIM GELDİ:)


Pazartesi günü ses kısıklığı ve boğaz ağrısı eşliğindeki halsizliğim de engel olamadı keyfimin kaçmasına. Yaşasın!Tez hocam, yazdıklarımı beğenmiş, üstüne örneklem sayısının artması için girişimlerde bulunmuş, bir de sayı artmasa da mevcut sayının yeterli olduğunu kaynaklarla destekleyince biraz daha ılımlı bir hale gelmişken hissettiklerim öyle bir gönül rahatlığı ki sormayın. (Kadıncağız bir de elleriyle topladığı dutları getirmiş son görüşmemizde. böyle bizim ilişkimiz, ortası, dengesi yok:) Gerçi, bir şeyler yolunda gitmeseydi de, tatil gelmiş, eve ve aileme kavuşmuşum, telafi ederdi ruhum bu durumu.

Aylakça, balkondan görünen denize karşı ayaklarımı uzatıp gün ışığında (zaten sağlıklı olmayan gözlerim doktorada çok yoruldu, gözlerimi kısmadan yapay ışıkta zor okumak) kitap okumak, aylardır hayalimdi. Günlerdir, yeğenimle oynamak, ailemle sohbet etmek, uzun zamandır onları özlememişim gibi sivrileşmek ve yeme-içme gibi temel ihtiyaçlar dışında arayanların beni bulduğu yer, balkon. Telefonu bir kenara atmak, bilgisayarı seyrek açmak, sıcaktan kavrulurken istemezsem dışarı çıkmamak ne lüks.Tüm hayatım böyle geçse, lüks olmaktan öte sıkıcı bir şey haline gelebilir ama özlemle beklenince tadından yenmiyor.

28 Haziran 2014 Cumartesi

TİK MACERAM VE AÇIK İLETİŞİM


Dün, uzun zamandır beklenen TİK (Tez İzleme Komitesi) vardı. Atlattım. Şeker hastası olup ne yapacağı belli olmayan bir prof pamuk şekeri kıvamına yakındı,diğer üniversiteden gelen zaten hep ılımlı sağolsun. 

Benim hocam ise harikalar yarattı! Günler öncesinden gönderdiğim literatüre dönüt beklerken, yüksek lisans öğrencilerini de araya katıp toplu dönüt şöleni verecekmiş, ben eve gitme planları yaparken geceden e-posta atıp buyurdu, o da sağolsun! Müsait olup olmadığımzı sormuş sözde ama yola çıkacağımı öğrenince sabah arayıp çok kızdığını, teklif bile etmememi söyledi, moralimi bozup gerginliğime gerginlik ekledi. 

Biz Ocak'tan beri veri toplarken sayı yok 300, yok 400 olsun diye artırmaya devam ediyor örneklem sayımızı. Bir de TİK sırasında, diğer hocalar sayının dert olmadığını, bunu destekleyen yayınlar olduğunu dile getirirken, bir makalede 1000 örneklemin mükemmel olduğunu görüp, "Emekli olana kadar veri toplatırmışım öğrencime, mükemmelliyetçiyim ya." deyiverdi kendisiyle dalga geçerek.

Enstitüye dilekçe yazmayı unutup resmi olarak haftaya giriyor gireceğim bir jüri yarattı kendince. Haziran'da girilmesi gereken jüriye girdim ama kağıt üzerinde Temmuz olacak, "Umarım bir sıkıntı çıkmaz" diyerek sıkılıp duruyorum enstitü müdürü hocadan teyidini almama rağmen.Ben her şeyi organize etmişken bir dilekçe yazacak altı üstü ama hatırlatma üstüne hatırlatma yaptığım halde ihale bana kalacaktı.

Tamam ben ters doğmuşum, annemin deyişiyle işlerim önce ters gider, ben toparlarmışım ama bir günde bu kadar sınanınca sınırlarımı aştım. Duygularını kolayca içinde tutamayan, özellikle de bunlar olumsuz duygularsa karşımdakinin yüzüne söylememenin ona haksızlık, bana da yük olduğunu düşünen biri olarak hocaya sabah onun sinirli olabileceğini ama moralimi bozduğunu, babamın ameliyat için beni beklediğini(tatile girince en azından annemle dönüşümlü  refakat edebiliriz diye planlamıştım), onun mükemmeliyetçi olabileceğini ama benim "artık" olmadığımı, dilekçe konusunda da hafızasına hep güvenmiş olduğumu olaylar cereyan ettiğinde söyleyiverdim. Sabah "Aman sakın bir şey söyleme, hoca tezini bırakır." diyen bir arkadaşım bu halimi çılgınca buluyor ama sanırım beni tanıyan herkes, hoca da dahil bu huyumun farkında, o yüzden, gerilmeyip açık iletişimle duygularımızı ifade etmeye devam edebiliyoruz. Can çıkar huy çıkmaz diyenler doğru söylemiş, ne diyeyim:)

TİK MACERAM VE AÇIK İLETİŞİM


Dün, uzun zamandır beklenen TİK (Tez İzleme Komitesi) vardı. Atlattım. Şeker hastası olup ne yapacağı belli olmayan bir prof pamuk şekeri kıvamına yakındı,diğer üniversiteden gelen zaten hep ılımlı sağolsun. 

Benim hocam ise harikalar yarattı! Günler öncesinden gönderdiğim literatüre dönüt beklerken, yüksek lisans öğrencilerini de araya katıp toplu dönüt şöleni verecekmiş, ben eve gitme planları yaparken geceden e-posta atıp buyurdu, o da sağolsun! Müsait olup olmadığımzı sormuş sözde ama yola çıkacağımı öğrenince sabah arayıp çok kızdığını, teklif bile etmememi söyledi, moralimi bozup gerginliğime gerginlik ekledi. 

Biz Ocak'tan beri veri toplarken sayı yok 300, yok 400 olsun diye artırmaya devam ediyor örneklem sayımızı. Bir de TİK sırasında, diğer hocalar sayının dert olmadığını, bunu destekleyen yayınlar olduğunu dile getirirken, bir makalede 1000 örneklemin mükemmel olduğunu görüp, "Emekli olana kadar veri toplatırmışım öğrencime, mükemmelliyetçiyim ya." deyiverdi kendisiyle dalga geçerek.

Enstitüye dilekçe yazmayı unutup resmi olarak haftaya giriyor gireceğim bir jüri yarattı kendince. Haziran'da girilmesi gereken jüriye girdim ama kağıt üzerinde Temmuz olacak, "Umarım bir sıkıntı çıkmaz" diyerek sıkılıp duruyorum enstitü müdürü hocadan teyidini almama rağmen.Ben her şeyi organize etmişken bir dilekçe yazacak altı üstü ama hatırlatma üstüne hatırlatma yaptığım halde ihale bana kalacaktı.

Tamam ben ters doğmuşum, annemin deyişiyle işlerim önce ters gider, ben toparlarmışım ama bir günde bu kadar sınanınca sınırlarımı aştım. Duygularını kolayca içinde tutamayan, özellikle de bunlar olumsuz duygularsa karşımdakinin yüzüne söylememenin ona haksızlık, bana da yük olduğunu düşünen biri olarak hocaya sabah onun sinirli olabileceğini ama moralimi bozduğunu, babamın ameliyat için beni beklediğini(tatile girince en azından annemle dönüşümlü  refakat edebiliriz diye planlamıştım), onun mükemmeliyetçi olabileceğini ama benim "artık" olmadığımı, dilekçe konusunda da hafızasına hep güvenmiş olduğumu olaylar cereyan ettiğinde söyleyiverdim. Sabah "Aman sakın bir şey söyleme, hoca tezini bırakır." diyen bir arkadaşım bu halimi çılgınca buluyor ama sanırım beni tanıyan herkes, hoca da dahil bu huyumun farkında, o yüzden, gerilmeyip açık iletişimle duygularımızı ifade etmeye devam edebiliyoruz. Can çıkar huy çıkmaz diyenler doğru söylemiş, ne diyeyim:)