15 Mayıs 2014 Perşembe

KARAELMAS

Mahallede tramvay çalışmaları sırasında telefon kablosunu koparmayı başardıkları için 4 gündür Internet bağlantısı da yok haliyle. Bir sempozyum ve il içi tayin başvuruları da aynı döneme gelince harika oldu! Benim kişisel şanssızlıklarım, hayata şanssız gelip şanssız doğanların yanında hikaye, o da ayrı!

Manisa Soma'daki maden faciası ile ilgili haberleri Internet gazeteleri, forumlar, bloglar gibi platformlardan değil daha çok TVden takip etmek durumunda kaldım olaydan beri. Politikacıların olaya bakış açısından, medyanın yanlılığından midem bulanıyor artık. Ruh sağlığımı korumak için kanal değiştirip kaçmak ya da televizyonu hepten kapatmayı seçtim çoğu zaman. 1800'lerin İngiltere'si, 1900'llerin Amerika'sı ile kıyaslanan 2014 Türkiye'sinde hayatın ne kadar değersiz olduğunu bir kez daha idrak etmek acı oldu çünkü. Sözde teselli cümleleri etmeyi bile başaramayanların yönettiği bir ülkede yaşamak da dokunuyor her zamanki gibi. 

Madenle ilgili faciaların hep yaşandığı, canların hep yandığı bir yerde doğup büyüdüm. Ben 10 yaşındayken, karşı komşumuzun madende ölümü kişisel tarihimin ilk maden faciasıydı. Yıllar sonra, öğretmenliğimin ilk yılında dersine girdiğim bir öğrencimin ölüm haberini televizyonda izledim. Daha reşit bile değildi ocağa girdiğinde! Zaten madende çalışmış birinin doğal ölümü bile akciğer kanseriydi nihayetinde.

Yıllar geçti, maden facialarına "kaza" deme alışkanlıkları geçmedi. Karaelmas adına bile tahammül edemeyip Zonguldak'taki üniversitenin adını bir politikacı adıyla değiştiren, "Madenciliğin doğasında kazalar ve ölüm vardır." demekten vazgeçmeyen politikacıların doğasında ne var merak etmiyorum artık! İnsanlık olmadığı kesin.

KARAELMAS

Mahallede tramvay çalışmaları sırasında telefon kablosunu koparmayı başardıkları için 4 gündür Internet bağlantısı da yok haliyle. Bir sempozyum ve il içi tayin başvuruları da aynı döneme gelince harika oldu! Benim kişisel şanssızlıklarım, hayata şanssız gelip şanssız doğanların yanında hikaye, o da ayrı!

Manisa Soma'daki maden faciası ile ilgili haberleri Internet gazeteleri, forumlar, bloglar gibi platformlardan değil daha çok TVden takip etmek durumunda kaldım olaydan beri. Politikacıların olaya bakış açısından, medyanın yanlılığından midem bulanıyor artık. Ruh sağlığımı korumak için kanal değiştirip kaçmak ya da televizyonu hepten kapatmayı seçtim çoğu zaman. 1800'lerin İngiltere'si, 1900'llerin Amerika'sı ile kıyaslanan 2014 Türkiye'sinde hayatın ne kadar değersiz olduğunu bir kez daha idrak etmek acı oldu çünkü. Sözde teselli cümleleri etmeyi bile başaramayanların yönettiği bir ülkede yaşamak da dokunuyor her zamanki gibi. 

Madenle ilgili faciaların hep yaşandığı, canların hep yandığı bir yerde doğup büyüdüm. Ben 10 yaşındayken, karşı komşumuzun madende ölümü kişisel tarihimin ilk maden faciasıydı. Yıllar sonra, öğretmenliğimin ilk yılında dersine girdiğim bir öğrencimin ölüm haberini televizyonda izledim. Daha reşit bile değildi ocağa girdiğinde! Zaten madende çalışmış birinin doğal ölümü bile akciğer kanseriydi nihayetinde.

Yıllar geçti, maden facialarına "kaza" deme alışkanlıkları geçmedi. Karaelmas adına bile tahammül edemeyip Zonguldak'taki üniversitenin adını bir politikacı adıyla değiştiren, "Madenciliğin doğasında kazalar ve ölüm vardır." demekten vazgeçmeyen politikacıların doğasında ne var merak etmiyorum artık! İnsanlık olmadığı kesin.

11 Mayıs 2014 Pazar

HERKESİN ANNELER GÜNÜ DEĞİL!

Belki de en çok anlaşıp en çok didiştiğimiz, en çok eleştirdiğimiz yanlarına günün birinde sahip olduğumuzu fark edip hayrete düştüğümüz, yanlış bağlandığımızda, en ufak hatasında tüm hayatımıza mal olabilecek trajediler yaratmaya muktedir, elinden gelenin en iyisini yapmaya çalıştığında hayat boyu belkemiğimizi sapasağlam tutabilmemize ön ayak kadınların günü bugün. 

Tek bir anne türü yok ama hepsine ait bir gün var ne yazık ki! Çocuğunu sevgilisi ile bir olup öldüren kadına da aynı sıfat veriliyor, "Tüm annelerin Anneler Günü kutlu olsun" derken onların da günü kutlanmış oluyor. Temennide bulunurken de seçici olmalı, herkese aynı paye verilmemeli bence. Kelimelerin gücü burada ortaya çıkıyor, gözümüzden kaçanlar göz çıkarabiliyor. O yüzden, bu gün vesilesiyle anneliği hatalar yapsa da hatalarını telafi ederek, kendisini de yok etmeden çocuğunun varlık savaşında ona destek olarak yaşayan iyi niyetli tüm annelerin gününü kutlarım. Başta annem olmak üzere bu kategoriye giren tanıdığım tüm kadınların (bloglar vasıtasıyla da bir sürü anne tanımış oldum!) ve tanımadıklarımın günleri kutlu olsun. 


HERKESİN ANNELER GÜNÜ DEĞİL!

Belki de en çok anlaşıp en çok didiştiğimiz, en çok eleştirdiğimiz yanlarına günün birinde sahip olduğumuzu fark edip hayrete düştüğümüz, yanlış bağlandığımızda, en ufak hatasında tüm hayatımıza mal olabilecek trajediler yaratmaya muktedir, elinden gelenin en iyisini yapmaya çalıştığında hayat boyu belkemiğimizi sapasağlam tutabilmemize ön ayak kadınların günü bugün. 

Tek bir anne türü yok ama hepsine ait bir gün var ne yazık ki! Çocuğunu sevgilisi ile bir olup öldüren kadına da aynı sıfat veriliyor, "Tüm annelerin Anneler Günü kutlu olsun" derken onların da günü kutlanmış oluyor. Temennide bulunurken de seçici olmalı, herkese aynı paye verilmemeli bence. Kelimelerin gücü burada ortaya çıkıyor, gözümüzden kaçanlar göz çıkarabiliyor. O yüzden, bu gün vesilesiyle anneliği hatalar yapsa da hatalarını telafi ederek, kendisini de yok etmeden çocuğunun varlık savaşında ona destek olarak yaşayan iyi niyetli tüm annelerin gününü kutlarım. Başta annem olmak üzere bu kategoriye giren tanıdığım tüm kadınların (bloglar vasıtasıyla da bir sürü anne tanımış oldum!) ve tanımadıklarımın günleri kutlu olsun. 


6 Mayıs 2014 Salı

HIZIR GİBİ YETİŞMEK

Hıdırellez konulu yazılara denk geldiğimde konuya ne kadar uzaktan baktığımı fark ettim. Küçükken galiba o da bir kere, soğana iplik bağlayıp ertesi gün ne kadar büyüdüğünü kontrol etme deneyimi dışında Hıdırellez, yakın çevremin ve dolayısıyla benim gündemimizde tarihi ve hikayesi bilinen bir gün olmanın dışında bir yer kaplamamış. Umudunu kaybetmiş, dilek dilemekten vazgeçmiş de değiliz ama bu geleneği de çok benimsememişiz diyelim. 


Okuduğum yazı ve yorumlarda, bu gün için heyecanlanan, bu günü baharın müjdecisi sayıp sevinen birilerinin olduğunu görmek, hala ortak eğlenceler yaratıp dilekler dileyebilmek, kutlayacak günlerin olması ne güzel! Umudu koruyup dileklerimizin gerçekleşeceği günlerin gelmesini beklemek ve bunu resimle, çulla çaputla, çocuksu sevinçle yapmak ne hoş!

Herkesin iyi niyetli tüm dileklerinin gerçekleşmesine yardımcı "Hızır gibi yetişen" sevenleri, azimleri, cesaretleri, bitmek bilmeyen enerjileri ve umutları olsun!

HIZIR GİBİ YETİŞMEK

Hıdırellez konulu yazılara denk geldiğimde konuya ne kadar uzaktan baktığımı fark ettim. Küçükken galiba o da bir kere, soğana iplik bağlayıp ertesi gün ne kadar büyüdüğünü kontrol etme deneyimi dışında Hıdırellez, yakın çevremin ve dolayısıyla benim gündemimizde tarihi ve hikayesi bilinen bir gün olmanın dışında bir yer kaplamamış. Umudunu kaybetmiş, dilek dilemekten vazgeçmiş de değiliz ama bu geleneği de çok benimsememişiz diyelim. 


Okuduğum yazı ve yorumlarda, bu gün için heyecanlanan, bu günü baharın müjdecisi sayıp sevinen birilerinin olduğunu görmek, hala ortak eğlenceler yaratıp dilekler dileyebilmek, kutlayacak günlerin olması ne güzel! Umudu koruyup dileklerimizin gerçekleşeceği günlerin gelmesini beklemek ve bunu resimle, çulla çaputla, çocuksu sevinçle yapmak ne hoş!

Herkesin iyi niyetli tüm dileklerinin gerçekleşmesine yardımcı "Hızır gibi yetişen" sevenleri, azimleri, cesaretleri, bitmek bilmeyen enerjileri ve umutları olsun!

4 Mayıs 2014 Pazar

O. VELİ 100 YAŞINDA (O ÇUKUR OLMASAYDI, BELKİ !)

Dün bahsettiğim "Orhan Veli 100 Yaşında" adlı sergiye geçen cumartesi gittim. Kuzenimde kalırken evinde Internet bağlantısı ile ilgili sorun olduğundan ve benim telefonum da inadımdan hala akılsız olduğundan geçen hafta blogu öksüz bıraktım. 

Taksim'de arkadaşımı beklerken denk geldik sergiye. Yapı Kredi, hem sergiyi düzenlemiş hem de O.Veli kitaplarına %25 indirim başlatmış.Kitabevi kısmının hemen önünde inanılmaz bir kalabalık vardı, ben ukala ukala "Bu kalabalık sergi için olamaz!" dedim ve haklı çıktım:( Afro-Amerikalıların müzik eşliğinde dans gösterilerineymiş yoğun ilgi. Müzik de, dans da güzeldir  itirazım yok ama sergiler de dolsun taşsın (Pek bir sitemkar gördüm kendimi:) Kalabalığı yarıp kitapçıya uğradık önce, kitaplarımızı aldık (Hoşgör Köftecisi ve Yalnız Seni Arıyorum). Sonra sergi salonuna doğru İstiklal'i arşınladık. 

Dans gösterisine olan yoğun ilgi yoktu ama sergi salonu boş da değildi. Üniversiteli gençler ve orta yaş üzeri daha ilgi göstermiş durumdaydı, bir de biz, 30'larını süren aradakiler.

Sergide, O.Veli'nin ablası aracılığıyla ulaşılan fotoğraflar, el yazısıyla yazılan şiirler, çeviri taslakları, ölümü sırasında yanında olan eşyaları, kitapları ve dünkü yazıda gördüğünüz O.Veli'nin koltukta oturan heykeli vardı. Çok küçükken çekilmiş bir fotoğrafını gördüğümde, ölümün çocuklara hiç yakışmadığını düşündüm bir kez daha. O.Veli, hep çok başına buyruk ve sıradanlığı bile olağan dışı hale getiren bir isimdir benim için.

 Henüz 36 yaşındayken belediyenin açtığı bir çukura düşüp sonradan bunun etkisiyle beyin kanaması geçirip ölmesi de hep ona ve bizim ülkeye has bir ölüm olarak gelmiştir bana. Bu ülke için sıradan sayılabilecek, kolayca kaza diye adlandırılabilen bir ölüm; başka yerde olsa infial yaratırdı, olağan dışı sayılırdı. Gabriel Garcia Marquez'in öldüğü yaşı düşününce aklımdan bunlar geçti. O.Veli 100 yaşına kadar yaşasaydı daha neler yazardı diye merak etmeden ve ihmallerimize sinirlenmeden duramadım. 

O. VELİ 100 YAŞINDA (O ÇUKUR OLMASAYDI, BELKİ !)

Dün bahsettiğim "Orhan Veli 100 Yaşında" adlı sergiye geçen cumartesi gittim. Kuzenimde kalırken evinde Internet bağlantısı ile ilgili sorun olduğundan ve benim telefonum da inadımdan hala akılsız olduğundan geçen hafta blogu öksüz bıraktım. 

Taksim'de arkadaşımı beklerken denk geldik sergiye. Yapı Kredi, hem sergiyi düzenlemiş hem de O.Veli kitaplarına %25 indirim başlatmış.Kitabevi kısmının hemen önünde inanılmaz bir kalabalık vardı, ben ukala ukala "Bu kalabalık sergi için olamaz!" dedim ve haklı çıktım:( Afro-Amerikalıların müzik eşliğinde dans gösterilerineymiş yoğun ilgi. Müzik de, dans da güzeldir  itirazım yok ama sergiler de dolsun taşsın (Pek bir sitemkar gördüm kendimi:) Kalabalığı yarıp kitapçıya uğradık önce, kitaplarımızı aldık (Hoşgör Köftecisi ve Yalnız Seni Arıyorum). Sonra sergi salonuna doğru İstiklal'i arşınladık. 

Dans gösterisine olan yoğun ilgi yoktu ama sergi salonu boş da değildi. Üniversiteli gençler ve orta yaş üzeri daha ilgi göstermiş durumdaydı, bir de biz, 30'larını süren aradakiler.

Sergide, O.Veli'nin ablası aracılığıyla ulaşılan fotoğraflar, el yazısıyla yazılan şiirler, çeviri taslakları, ölümü sırasında yanında olan eşyaları, kitapları ve dünkü yazıda gördüğünüz O.Veli'nin koltukta oturan heykeli vardı. Çok küçükken çekilmiş bir fotoğrafını gördüğümde, ölümün çocuklara hiç yakışmadığını düşündüm bir kez daha. O.Veli, hep çok başına buyruk ve sıradanlığı bile olağan dışı hale getiren bir isimdir benim için.

 Henüz 36 yaşındayken belediyenin açtığı bir çukura düşüp sonradan bunun etkisiyle beyin kanaması geçirip ölmesi de hep ona ve bizim ülkeye has bir ölüm olarak gelmiştir bana. Bu ülke için sıradan sayılabilecek, kolayca kaza diye adlandırılabilen bir ölüm; başka yerde olsa infial yaratırdı, olağan dışı sayılırdı. Gabriel Garcia Marquez'in öldüğü yaşı düşününce aklımdan bunlar geçti. O.Veli 100 yaşına kadar yaşasaydı daha neler yazardı diye merak etmeden ve ihmallerimize sinirlenmeden duramadım. 

3 Mayıs 2014 Cumartesi

LEYLEK HAVADA...GÖÇMEN KUŞ YOLLARDA...

Geçen perşembeden beri toplamda 3 bölge arasında yolculuk halinde olduğumdan, blog yazmak bir yana mesaj kutuma gelen 2 yorumu bile sonradan görüp cevaplayabildim (Teknik aksaklığı da bertaraf edip yorum almak çok iyi geldi:)
Bu mevsimde, göçmen kuşlar misali hafta sonlarına da olsa sıkıştırdığım mini tatiller yapma ihtiyacım hasıl olur.Kuzenime göre, bu mevsim benim "Paskalya Bayramı'm":) Bu sefer kaç haftadır, "Bu hafta uygun değil, sonra gideyim." dediğim İstanbul'a, 10 yılımı geçirdiğim vazgeçilmezime gittim. Çok da planlı olmadı bu seyahat. Akşam kuzenimle yazışırken "Yüz yüze konuşalım." dedik. O gelemiyordu,"Gel" dedi. Üstüne bir arkadaşım, ne zaman oraya gideceğimi sordu, zaten erteleyip duruyordum, geceden sırt çantamı hazırladım ama yorgun olursam gitmemeye karar veririm diye bilet falan ayırtmadım. Sabah kalktım, boynum tutuktu, okula gittim, bir enerji, bir enerji, okul sonrası atladım gittim terminale. Cuma günüm boş benim, perşembe akşam kurs vardı, ilk defa ektim vicdan azabı duyarak ama "Bu aralar hocalar bile ekiyor kursu!" diye de kendimi rahatlatarak. Züğürt tesellisi, kendini kandırma, adı neyse işte ondan:) Eğitim-öğretim işlerine bir mola verdim yani.


Pazar günü dönsem de, araya bol sohbetli,hasret gidermeli (10 ay olmuş!) gezmeli hatta bir de kültürel etkinlikli - Orhan Veli 100 yaşında sergisi, Onu da sonra anlatırım:)- bir tatil sıkıştırdım. Çok iyi geldi.Yetmedi, salı günü uzun zamandır beklediğim alerji testini olmaya doktora gittim, doktor astıma yatkınlık buldu, "Astımsınız diyemem ama değilsiniz de diyemem." mealli bir açıklama yaptı. Rapor aldım 2 gün, perşembe 1 Mayıs tatilini de fırsat bilip Zonguldak'a geldim nekahat evresinde. 1 saniye farkla hızlı treni kaçırdığım bir yolculukla ulaştım yuvaya. Murhpy eksik olmasın!


LEYLEK HAVADA...GÖÇMEN KUŞ YOLLARDA...

Geçen perşembeden beri toplamda 3 bölge arasında yolculuk halinde olduğumdan, blog yazmak bir yana mesaj kutuma gelen 2 yorumu bile sonradan görüp cevaplayabildim (Teknik aksaklığı da bertaraf edip yorum almak çok iyi geldi:)
Bu mevsimde, göçmen kuşlar misali hafta sonlarına da olsa sıkıştırdığım mini tatiller yapma ihtiyacım hasıl olur.Kuzenime göre, bu mevsim benim "Paskalya Bayramı'm":) Bu sefer kaç haftadır, "Bu hafta uygun değil, sonra gideyim." dediğim İstanbul'a, 10 yılımı geçirdiğim vazgeçilmezime gittim. Çok da planlı olmadı bu seyahat. Akşam kuzenimle yazışırken "Yüz yüze konuşalım." dedik. O gelemiyordu,"Gel" dedi. Üstüne bir arkadaşım, ne zaman oraya gideceğimi sordu, zaten erteleyip duruyordum, geceden sırt çantamı hazırladım ama yorgun olursam gitmemeye karar veririm diye bilet falan ayırtmadım. Sabah kalktım, boynum tutuktu, okula gittim, bir enerji, bir enerji, okul sonrası atladım gittim terminale. Cuma günüm boş benim, perşembe akşam kurs vardı, ilk defa ektim vicdan azabı duyarak ama "Bu aralar hocalar bile ekiyor kursu!" diye de kendimi rahatlatarak. Züğürt tesellisi, kendini kandırma, adı neyse işte ondan:) Eğitim-öğretim işlerine bir mola verdim yani.


Pazar günü dönsem de, araya bol sohbetli,hasret gidermeli (10 ay olmuş!) gezmeli hatta bir de kültürel etkinlikli - Orhan Veli 100 yaşında sergisi, Onu da sonra anlatırım:)- bir tatil sıkıştırdım. Çok iyi geldi.Yetmedi, salı günü uzun zamandır beklediğim alerji testini olmaya doktora gittim, doktor astıma yatkınlık buldu, "Astımsınız diyemem ama değilsiniz de diyemem." mealli bir açıklama yaptı. Rapor aldım 2 gün, perşembe 1 Mayıs tatilini de fırsat bilip Zonguldak'a geldim nekahat evresinde. 1 saniye farkla hızlı treni kaçırdığım bir yolculukla ulaştım yuvaya. Murhpy eksik olmasın!