18 Aralık 2013 Çarşamba

NAZAR BAHANE, BOYNUZ ŞAHANE

Kendisini iki ayrı oyuncu ile aldattığını bildiği eşinin aldatmasını, Facebook'a koyduğu aile fotoğraflarına nazar değmesi olarak değerlendiren bir kadının haberi var bugün gazetelerde. Uzun zamandır, magazin gündemini meşgul eden kocacığının aldatmasını nazara bağlayıp sayfasından kaldırdığı aile resimlerinin yerine nazar boncuğu kondurmuş kadın ve asla boşanmayacağını da eklemiş!

Ekonomik özgürlüğü olmayan, çekip gitmek istediğinde ailesinin kol kanat germediği kadınların, sorunlu erkekleri ve evlilikleri sineye çekip evliliği sürdürme çabalarını anlamaya çalışmak daha kolay. Bu durumda bile kendine bir iş bulup hayatını kendi yoluna koyma şansı mevcut. Anlamakta asıl güçlük çektiklerim ise, çekip gitme gücü olsa da gitmeyen kadınlar. Sevilmediğini, önemsenmediğini, hep yedekte başkalarının olacağını bile bile adama toz kondurmamak, maddi olanaklardan, adamın soyadından, çevresinden, alışkanlıklarından vazgeçmemek... İlk grup kadın ne kadar acıma hissi uyandırıyorsa bende, ikincisi için  aynı derecede tiksinti duyuyorum. Kendilerini kandıran/aldatan adamlardan daha çok kendilerini kandırdıkları, çoğu bunu marifet görüp yedi düvele anlatıp meşrulaştırmaya çalıştıkları için... "Nikahımı vermem" deyip gururlarını, onurlarını değmeyen biri uğruna telef ettikleri için...


DİPNOT/ DERİN NOT:Yazının çıkış noktası bir kadın ama bu örnekler, erkekler arasında da mevcut maalesef!

NAZAR BAHANE, BOYNUZ ŞAHANE

Kendisini iki ayrı oyuncu ile aldattığını bildiği eşinin aldatmasını, Facebook'a koyduğu aile fotoğraflarına nazar değmesi olarak değerlendiren bir kadının haberi var bugün gazetelerde. Uzun zamandır, magazin gündemini meşgul eden kocacığının aldatmasını nazara bağlayıp sayfasından kaldırdığı aile resimlerinin yerine nazar boncuğu kondurmuş kadın ve asla boşanmayacağını da eklemiş!

Ekonomik özgürlüğü olmayan, çekip gitmek istediğinde ailesinin kol kanat germediği kadınların, sorunlu erkekleri ve evlilikleri sineye çekip evliliği sürdürme çabalarını anlamaya çalışmak daha kolay. Bu durumda bile kendine bir iş bulup hayatını kendi yoluna koyma şansı mevcut. Anlamakta asıl güçlük çektiklerim ise, çekip gitme gücü olsa da gitmeyen kadınlar. Sevilmediğini, önemsenmediğini, hep yedekte başkalarının olacağını bile bile adama toz kondurmamak, maddi olanaklardan, adamın soyadından, çevresinden, alışkanlıklarından vazgeçmemek... İlk grup kadın ne kadar acıma hissi uyandırıyorsa bende, ikincisi için  aynı derecede tiksinti duyuyorum. Kendilerini kandıran/aldatan adamlardan daha çok kendilerini kandırdıkları, çoğu bunu marifet görüp yedi düvele anlatıp meşrulaştırmaya çalıştıkları için... "Nikahımı vermem" deyip gururlarını, onurlarını değmeyen biri uğruna telef ettikleri için...


DİPNOT/ DERİN NOT:Yazının çıkış noktası bir kadın ama bu örnekler, erkekler arasında da mevcut maalesef!

17 Aralık 2013 Salı

RENKLERİN DİLİ:TÜRKÇE


Sararmak, kızarmak, kızarıp bozarmak, alı al moru mor olmak, morarmak, yeşillenmek, kırlaşmak, kül rengine dönmek, kararmak, karalar bağlamak, saçları beyazlamak, ak düşmek ... Durumuzu anlatırken ne kadar da çok- aklıma gelmeyenler de vardır mutlaka!- yararlanıyoruz renklerden. Sıfat olarak kullanmanın yanında fiillerimiz de renklenmiş durumda. Türkçe zaten renkli, lastikli, eğlenceli bir dil. Dilbilimciler tarafından da matematiksel kuralları olduğu ( "Ğ harfi ile başlayan sözcük yoktur" deniyorsa gerçekten yoktur, İngilizce gibi istisnalarla dolu değildir mesela!) için de mükemmel bir dil kabul edilir ayrıca. 
Başka yabancı dilleri öğrendiğinizde aksanınızdan yabancı olduğunuz anlaşılmayabilir ama Türkçe, her zaman kendine aşina olmayanı ele verir, yabancılığınızı yüzünüze vurur. Bu dile tam anlamıyla hakim olabilmek için nüansları (Yeni öneri, "ayrım" mıydı? "Nüans" kadar anlatmıyor derdimizi!) bilmek, dilin renklerine de  halim olmak gerekiyor. Aksi takdirde, renklerin diline, Türkçe'ye  yabancı kalmak işten değil.

DİPNOT/ DERİN NOT: BLOĞUMU DA FAVORİ RENGİMLE RENKLENDİRDİM, MORARDIM:)

RENKLERİN DİLİ:TÜRKÇE


Sararmak, kızarmak, kızarıp bozarmak, alı al moru mor olmak, morarmak, yeşillenmek, kırlaşmak, kül rengine dönmek, kararmak, karalar bağlamak, saçları beyazlamak, ak düşmek ... Durumuzu anlatırken ne kadar da çok- aklıma gelmeyenler de vardır mutlaka!- yararlanıyoruz renklerden. Sıfat olarak kullanmanın yanında fiillerimiz de renklenmiş durumda. Türkçe zaten renkli, lastikli, eğlenceli bir dil. Dilbilimciler tarafından da matematiksel kuralları olduğu ( "Ğ harfi ile başlayan sözcük yoktur" deniyorsa gerçekten yoktur, İngilizce gibi istisnalarla dolu değildir mesela!) için de mükemmel bir dil kabul edilir ayrıca. 
Başka yabancı dilleri öğrendiğinizde aksanınızdan yabancı olduğunuz anlaşılmayabilir ama Türkçe, her zaman kendine aşina olmayanı ele verir, yabancılığınızı yüzünüze vurur. Bu dile tam anlamıyla hakim olabilmek için nüansları (Yeni öneri, "ayrım" mıydı? "Nüans" kadar anlatmıyor derdimizi!) bilmek, dilin renklerine de  halim olmak gerekiyor. Aksi takdirde, renklerin diline, Türkçe'ye  yabancı kalmak işten değil.

DİPNOT/ DERİN NOT: BLOĞUMU DA FAVORİ RENGİMLE RENKLENDİRDİM, MORARDIM:)

16 Aralık 2013 Pazartesi

REENKARNASYON VE ÇİN İLİŞKİSİ

Başlığa bakınca bağlantının hemen kurulması zor gibi. Geçenlerde "Kim Milyoner Olmak İster?" yarışmasında reenkarnasyon ile yeniden dünyaya gelmenin yasalarla resmi olarak yasaklandığı ülke soruluyordu ve yanıtı da Çin'di. Nüfus o kadar fazla ki, insancıkların öldükten sonra yeniden vücut bulup dünyayı işgal etmelerine resmi makamlarca kafa yorulmuş, çözüm olarak da yeniden doğuşa yasak koymada karar kılınmış bence. 
Bizde ise, resmi makamlarca 3 çocuk (en son söylemlerde sayı 5'i buldu!) dayatması, teşviki, tavsiyesi- adını ne koyarsak o-yüzünden nüfusumuzun alıp başını gitmesi hedefleniyor. Okuma-yazma bilmeyen ama zorunlu eğitimle zorunlu diploma sahibi, işsiz, mutsuz bir kalabalık! Kim, bu doğacak çocuklara ne kalitede, nasıl bir yaşam sunacak bunun hesabı ise önemli değil, yeter ki üreyelim, pıtrak gibi çoğalıp dünyaya yayılalım! Sonra işimize gelmezse, eğitim sistemimizde yaptığımız gibi yeni kararlar alıp azalmanın yollarını buluruz. Belki günün birinde o kadar artar ki nüfusumuz, bizde de benzeri bir yasa çıkar, reenkarnasyonu tümüyle yasaklarız ya da 3 kereden fazla olmasını engelleriz, başbakan her konuşmasında "Bu dünyaya 3 kereden fazla gelmeyin vatandaşlarım" buyurur:)

REENKARNASYON VE ÇİN İLİŞKİSİ

Başlığa bakınca bağlantının hemen kurulması zor gibi. Geçenlerde "Kim Milyoner Olmak İster?" yarışmasında reenkarnasyon ile yeniden dünyaya gelmenin yasalarla resmi olarak yasaklandığı ülke soruluyordu ve yanıtı da Çin'di. Nüfus o kadar fazla ki, insancıkların öldükten sonra yeniden vücut bulup dünyayı işgal etmelerine resmi makamlarca kafa yorulmuş, çözüm olarak da yeniden doğuşa yasak koymada karar kılınmış bence. 
Bizde ise, resmi makamlarca 3 çocuk (en son söylemlerde sayı 5'i buldu!) dayatması, teşviki, tavsiyesi- adını ne koyarsak o-yüzünden nüfusumuzun alıp başını gitmesi hedefleniyor. Okuma-yazma bilmeyen ama zorunlu eğitimle zorunlu diploma sahibi, işsiz, mutsuz bir kalabalık! Kim, bu doğacak çocuklara ne kalitede, nasıl bir yaşam sunacak bunun hesabı ise önemli değil, yeter ki üreyelim, pıtrak gibi çoğalıp dünyaya yayılalım! Sonra işimize gelmezse, eğitim sistemimizde yaptığımız gibi yeni kararlar alıp azalmanın yollarını buluruz. Belki günün birinde o kadar artar ki nüfusumuz, bizde de benzeri bir yasa çıkar, reenkarnasyonu tümüyle yasaklarız ya da 3 kereden fazla olmasını engelleriz, başbakan her konuşmasında "Bu dünyaya 3 kereden fazla gelmeyin vatandaşlarım" buyurur:)

15 Aralık 2013 Pazar

AKLA ZİYAN İŞTİGALLER-!!

Ne yiyeceğine, ne giyeceğine, kimlerle nasıl ilişki kuracağına, kaç kilo alıp kaç kilo vereceğine, hangi işlerde kimlerle çalışacağına, hayatına kimleri alıp kimleri hayatının dışında bırakacağına, bitireceği okullara, öğrenmesi gerekenlere ve tüm bunların doğru zamanlamasına karar veremeyen ademoğulları! Düşünmeyin, taşınmayın hatta kendi kendinize kaşınmayın bile!Tüm bunlara sizin için "Yaşam Koç"unuz karar versin, uygulaması size düşsün. O da size verdiği akılla, Ferrari'sini Satan Bilge'nin arabayı satış hikayesini anlattığı kitabının geliriyle gıcır gıcır yeni arabalar alabilmesi misali köşeyi dönsün! O olmazsa sizler birer köşe yastığısınız ya zaten:)

AKLA ZİYAN İŞTİGALLER-!!

Ne yiyeceğine, ne giyeceğine, kimlerle nasıl ilişki kuracağına, kaç kilo alıp kaç kilo vereceğine, hangi işlerde kimlerle çalışacağına, hayatına kimleri alıp kimleri hayatının dışında bırakacağına, bitireceği okullara, öğrenmesi gerekenlere ve tüm bunların doğru zamanlamasına karar veremeyen ademoğulları! Düşünmeyin, taşınmayın hatta kendi kendinize kaşınmayın bile!Tüm bunlara sizin için "Yaşam Koç"unuz karar versin, uygulaması size düşsün. O da size verdiği akılla, Ferrari'sini Satan Bilge'nin arabayı satış hikayesini anlattığı kitabının geliriyle gıcır gıcır yeni arabalar alabilmesi misali köşeyi dönsün! O olmazsa sizler birer köşe yastığısınız ya zaten:)

13 Aralık 2013 Cuma

KARTOPU ETKİSİ

Olay İstanbul'da geçiyor. 11 yaşındaki bir çocuk, arkadaşlarıyla kartopu oynarken bir taksinin camına kartopu atıyor. Bu duruma sinirlenen taksici, çocuğu kovalamaya başlıyor, çocuk ana caddeye kaçıyor, bir arabanın altında kalıp can veriyor. Taksici ve kazayı yapan aracın şoförü kayıplara karışıyor.

Haberleri izlerken, haber metnini sonuna henüz gelinmemişken sırf oyun uğruna taksicinin camına atılan kartopunun adamın da kaza yapmasına yol açabileceği, adamın kartopuna kızmasının çok da yadırganmayacak bir şey olduğunu düşünürken yakaladım kendimi. Bir yere ulaşmak üzere karda kışta yollara düşmüşken, herhangi birimize kartopu atılsa zıvanadan çıkabilme potansiyelimiz var, öfke eşiğimiz o düzeylere düşebiliyor doğa koşullarına göre.

Haber aktıkça, ezilen çocuğun ardından koşan taksicinin ve çocuğu ezen şoförün topuklayıp kaçması, kamera görüntülerinden polis tarafından halen aranıyor olmaları ise; vicdanlarının da kartopu gibi eriyip gittiğini dank ettirdi. Biri kabaran öfkesine, diğeri hız tutkusuna yenilip birinin ölümüne sebebiyet verdi sonuçta ama olaydan kaçtıkları gibi vicdan azaplarından kaçamazlar umarım.O da öfkeleri ve hızları gibi kartopu etkisiyle çoğalır ve altında kalırlar!

KARTOPU ETKİSİ

Olay İstanbul'da geçiyor. 11 yaşındaki bir çocuk, arkadaşlarıyla kartopu oynarken bir taksinin camına kartopu atıyor. Bu duruma sinirlenen taksici, çocuğu kovalamaya başlıyor, çocuk ana caddeye kaçıyor, bir arabanın altında kalıp can veriyor. Taksici ve kazayı yapan aracın şoförü kayıplara karışıyor.

Haberleri izlerken, haber metnini sonuna henüz gelinmemişken sırf oyun uğruna taksicinin camına atılan kartopunun adamın da kaza yapmasına yol açabileceği, adamın kartopuna kızmasının çok da yadırganmayacak bir şey olduğunu düşünürken yakaladım kendimi. Bir yere ulaşmak üzere karda kışta yollara düşmüşken, herhangi birimize kartopu atılsa zıvanadan çıkabilme potansiyelimiz var, öfke eşiğimiz o düzeylere düşebiliyor doğa koşullarına göre.

Haber aktıkça, ezilen çocuğun ardından koşan taksicinin ve çocuğu ezen şoförün topuklayıp kaçması, kamera görüntülerinden polis tarafından halen aranıyor olmaları ise; vicdanlarının da kartopu gibi eriyip gittiğini dank ettirdi. Biri kabaran öfkesine, diğeri hız tutkusuna yenilip birinin ölümüne sebebiyet verdi sonuçta ama olaydan kaçtıkları gibi vicdan azaplarından kaçamazlar umarım.O da öfkeleri ve hızları gibi kartopu etkisiyle çoğalır ve altında kalırlar!