24 Aralık 2016 Cumartesi

YAŞAMIN KIYISINDA GAMSIZ BAYKUŞ

Bu sabah, ağrı sızı ile sabahın köründe uyanıkken birden bir şangırtı ve patırtı koptu. Babam, bu aralar Koah nedeniyle sık sık acillik olup ilaç ve oksijen takviyesi ile ayakta durabildiğinden önce aklıma onun düştüğü geldi (Ben burada yaşamazken bana söylenmeyen düşmeleri var!)  Annem de fırlamış sesle. O penceredeydi. Kalorifer kazanının üstüne briket çökmüş, bacayı kırmış, kaloriferci kendini kurtarmış ama alevler devam ettiği için itfaiye çağrılmış. Doğalgaz şebekesi sokağa geldi ama kömür cennetinde tüm şehirdeki evlere gelmesine zaman var, henüz bu yüzden hala kaloriferci yakıyor kaloriferi.

Neyse, ben itfaiyenin gelecegini haber aldım, yattim yatağa. Sonra bir ara geldi mi diye kontrol ettim, gelmiş. Minnoş için, "İtfaiyeci Sam bize geldi." temalı bir fotoğrafını çeksem mi diye içimden geçti, yetişkin benim çocuk benimi durdutdu ( Mesleki jargon da olsun biraz:) Bknz. TRANSAKSİYONEL ANALİZ) Teli açmaya da üşenmiştim itiraf edeyim.
 
Tekrar yattığımda, annem babama sigortaları attırmayı öneriyor, eşyaları çıkarmayı planlıyor, bir yandan da felaket senaryoları yazıyordu. Bu arada babamı  da sıçratarak uyandırdığımızı söyleyince yine sigarasını içmiş (maalesef hala!), rahatmış diye de serzenişte bulundu.

8 ve 9 Aralık'ta gittiğim İş Güvenliği ve Sağlığı seminerinde, her apartmanda yangın tüpü olması gerektiği ama bizde olmadığı, ilk iş ev tipi bir tane edinmek gerektiği düşüncesi ve kalorifer yanmaz da üşürüm diye battaniyemi de üzerime alma temkinliliği ile öğleye kadar uyudum. Resmen yangın tehlikesi biti mi diye düşünmeden uyudum, resmen!

Minnoş parktayken hiiileyip duran, kongreye gitmeden önce stresten bir adet beyaz tel edinen bendeniz, hayati bir tehlike olunca yatırırdım. Eskişehir'de deprem olduğunda da, dışarı fırlayan üst kat komşumun aksine depremin şiddetine bakmak için haberleri okumuştum netten! Bu nasıl bir şuursuzluktur bilmem. Sanki intihara eğilimliyim de, en ufak bir afet ve kaza bana yardımcı olsun diye beklemedeyim. Oysa güvende olma, hayattaki en önemli önceliklerimden, Maslow amcanın en sevdiğim basamaklarından. Bir yandan genel anlamda daha temkinli ve panik olan kendime şaşıyorum, bir yandan da "İtfaiye çağrılmış, gelmiş, zaten güvendeydim, annem ve babam da olayı takipteydi.Babam da düşmemiş." diyorum. Çözemedim ben beni, anlayan beri gelsin :)


YAŞAMIN KIYISINDA GAMSIZ BAYKUŞ

Bu sabah, ağrı sızı ile sabahın köründe uyanıkken birden bir şangırtı ve patırtı koptu. Babam, bu aralar Koah nedeniyle sık sık acillik olup ilaç ve oksijen takviyesi ile ayakta durabildiğinden önce aklıma onun düştüğü geldi (Ben burada yaşamazken bana söylenmeyen düşmeleri var!)  Annem de fırlamış sesle. O penceredeydi. Kalorifer kazanının üstüne briket çökmüş, bacayı kırmış, kaloriferci kendini kurtarmış ama alevler devam ettiği için itfaiye çağrılmış. Doğalgaz şebekesi sokağa geldi ama kömür cennetinde tüm şehirdeki evlere gelmesine zaman var, henüz bu yüzden hala kaloriferci yakıyor kaloriferi.

Neyse, ben itfaiyenin gelecegini haber aldım, yattim yatağa. Sonra bir ara geldi mi diye kontrol ettim, gelmiş. Minnoş için, "İtfaiyeci Sam bize geldi." temalı bir fotoğrafını çeksem mi diye içimden geçti, yetişkin benim çocuk benimi durdutdu ( Mesleki jargon da olsun biraz:) Bknz. TRANSAKSİYONEL ANALİZ) Teli açmaya da üşenmiştim itiraf edeyim.
 
Tekrar yattığımda, annem babama sigortaları attırmayı öneriyor, eşyaları çıkarmayı planlıyor, bir yandan da felaket senaryoları yazıyordu. Bu arada babamı  da sıçratarak uyandırdığımızı söyleyince yine sigarasını içmiş (maalesef hala!), rahatmış diye de serzenişte bulundu.

8 ve 9 Aralık'ta gittiğim İş Güvenliği ve Sağlığı seminerinde, her apartmanda yangın tüpü olması gerektiği ama bizde olmadığı, ilk iş ev tipi bir tane edinmek gerektiği düşüncesi ve kalorifer yanmaz da üşürüm diye battaniyemi de üzerime alma temkinliliği ile öğleye kadar uyudum. Resmen yangın tehlikesi biti mi diye düşünmeden uyudum, resmen!

Minnoş parktayken hiiileyip duran, kongreye gitmeden önce stresten bir adet beyaz tel edinen bendeniz, hayati bir tehlike olunca yatırırdım. Eskişehir'de deprem olduğunda da, dışarı fırlayan üst kat komşumun aksine depremin şiddetine bakmak için haberleri okumuştum netten! Bu nasıl bir şuursuzluktur bilmem. Sanki intihara eğilimliyim de, en ufak bir afet ve kaza bana yardımcı olsun diye beklemedeyim. Oysa güvende olma, hayattaki en önemli önceliklerimden, Maslow amcanın en sevdiğim basamaklarından. Bir yandan genel anlamda daha temkinli ve panik olan kendime şaşıyorum, bir yandan da "İtfaiye çağrılmış, gelmiş, zaten güvendeydim, annem ve babam da olayı takipteydi.Babam da düşmemiş." diyorum. Çözemedim ben beni, anlayan beri gelsin :)


23 Aralık 2016 Cuma

BU SENİN ÖDEVİN!

Bizim okul hala ikili öğretimdeki nadir okullardan (bizim diye bahsetmeye başlamışım). Sürekli tekli öğretime geçileceği söylentisi yayılıyor ama icraat yok.

Sabahçı olan ortaokullar 07.45'te mesaiye başlıyor, ilkokullar ise 13.40'ta. Haliyle minicik çocuklar gün yüzü görmeden günü bitiriyor çünkü çıkış 18.30'da. Sabahtan kalkıp parka falan giden de yok, o saatlerde haftasonu ya da gece yapılmayan ödevler yapılıyor, yaptırılıyor.

Ödev yasaklasın, yasaklamasın tartışmasını çok anlamlı bulnuyorum, tekrarı sağlayan,, araştırmaya yönelten çalışmalar yaptırılmalı bence, bunun adına da ödev deniyorsa ödev o zaman. Verilen ödevi ailenin yapması ya da çocuğun tek başına yapamayacağı ödevlerin verikmesiyle ilgili tüm derdim. İlkokul öğrencisine verilen öğrendiği yabancı kelimeyi birkaç kere yazma çalışmasını bile ebeveyn yapıyor. Yamuk yumuk el yazısı hop iki satır sonra düzeliveriyor:) Kontrol edince de notu iliştirivveriyorum ya da veliye doğrudan söylüyorum ödevi onlara vermediğimi.

Şimdi bu kadar laf (yer) kalabalığı neden derseniz, bunları okulda çalışan bir öğretmenin 5'e giden kızını sabahın 5'inde uyandırıp sınava çalıştırdığını söylemesi ve takdir beklemesi getirdi. Çocuk, sınava önceden çalışmamış, ya Sosyal Bilgiler'de olduğu gibi 4 (5 üzerinden) alırsaymış! Geçen yıl öğrencim olan kızı telkinlerle evine yakın okula gönderdi. Özellikle bu denetim hastalığından kurtulması gerektiğini söyleyip öneride bulunanlardan biri de bendim. Anlayacağınız değişen bir durum yok zihniyette. Eğitim seviyesi yükselse de bizdeki maksimum lise mezunu velilerden bir farkı yok. Sonra oturup düşünüyoruz çocukların neden sorumluluk sahibi, bağımsız, içten denetimli olmadıkları hakkında!!!


BU SENİN ÖDEVİN!

Bizim okul hala ikili öğretimdeki nadir okullardan (bizim diye bahsetmeye başlamışım). Sürekli tekli öğretime geçileceği söylentisi yayılıyor ama icraat yok.

Sabahçı olan ortaokullar 07.45'te mesaiye başlıyor, ilkokullar ise 13.40'ta. Haliyle minicik çocuklar gün yüzü görmeden günü bitiriyor çünkü çıkış 18.30'da. Sabahtan kalkıp parka falan giden de yok, o saatlerde haftasonu ya da gece yapılmayan ödevler yapılıyor, yaptırılıyor.

Ödev yasaklasın, yasaklamasın tartışmasını çok anlamlı bulnuyorum, tekrarı sağlayan,, araştırmaya yönelten çalışmalar yaptırılmalı bence, bunun adına da ödev deniyorsa ödev o zaman. Verilen ödevi ailenin yapması ya da çocuğun tek başına yapamayacağı ödevlerin verikmesiyle ilgili tüm derdim. İlkokul öğrencisine verilen öğrendiği yabancı kelimeyi birkaç kere yazma çalışmasını bile ebeveyn yapıyor. Yamuk yumuk el yazısı hop iki satır sonra düzeliveriyor:) Kontrol edince de notu iliştirivveriyorum ya da veliye doğrudan söylüyorum ödevi onlara vermediğimi.

Şimdi bu kadar laf (yer) kalabalığı neden derseniz, bunları okulda çalışan bir öğretmenin 5'e giden kızını sabahın 5'inde uyandırıp sınava çalıştırdığını söylemesi ve takdir beklemesi getirdi. Çocuk, sınava önceden çalışmamış, ya Sosyal Bilgiler'de olduğu gibi 4 (5 üzerinden) alırsaymış! Geçen yıl öğrencim olan kızı telkinlerle evine yakın okula gönderdi. Özellikle bu denetim hastalığından kurtulması gerektiğini söyleyip öneride bulunanlardan biri de bendim. Anlayacağınız değişen bir durum yok zihniyette. Eğitim seviyesi yükselse de bizdeki maksimum lise mezunu velilerden bir farkı yok. Sonra oturup düşünüyoruz çocukların neden sorumluluk sahibi, bağımsız, içten denetimli olmadıkları hakkında!!!


20 Aralık 2016 Salı

İYİ HABER SERVİSİ

Zeliha Kılıç. Bu adı bir yerlere not etmek lazım. PISA da falan ülkece dibe vurmuşken umut ışığımız olabilir o ve onun gibiler.

Doktora düzeyinde bir matematik öğrencisi ABD'de ve artık ödüllü. Haberi de Aziz Sancar vermiş. Hani Nobel ödülü sonrası, "Eşi de Türk değilmiş, kendisi de, zaten burada da yaşamıyor." şeklinde bol bol saçmalanan Aziz Sancar. Bu kez, sadece olumlu bir gündem bulduğumuza sevinip bu haberle de olsa soluk alabilsek keşke.



İYİ HABER SERVİSİ

Zeliha Kılıç. Bu adı bir yerlere not etmek lazım. PISA da falan ülkece dibe vurmuşken umut ışığımız olabilir o ve onun gibiler.

Doktora düzeyinde bir matematik öğrencisi ABD'de ve artık ödüllü. Haberi de Aziz Sancar vermiş. Hani Nobel ödülü sonrası, "Eşi de Türk değilmiş, kendisi de, zaten burada da yaşamıyor." şeklinde bol bol saçmalanan Aziz Sancar. Bu kez, sadece olumlu bir gündem bulduğumuza sevinip bu haberle de olsa soluk alabilsek keşke.



17 Aralık 2016 Cumartesi

PANDORA'NIN KUTUSU

Politikayı, politika içeren yazılar yazmayı sevmiyorum. Çıkarı, hesabı, art niyeti olmayan birinin politikacı olabileceğine de inanmıyorum, daha doğrusu inandıramadılar sırf hizmet etme aşkına bu yollara baş koyduklarına. Gördüğüm tüm örnekler için geçerli bu. Bunun adı apolitiklik değil belki ama antipolitiklik diyeyim.

Ama...

İstemeden de olsa, gündemle ilgili ne yazsam bir politik eleştiri oluyor mecburen. Bizi yönetenler ya da yönetmeye aday olanlar bulandırıyor ortalığı çünkü. Kendi hesaplaşmaları bitmediği sürece de olan bize olacak. Sürü gibi peşlerinden giden de nasiplenecek, eleştirmeye doyamayan da! Son patlama sonrası, dişe diş kana kan isteyip ortalığı bulandıran da, açılım yapmaktan başka bir halt yapmaya vakti olmayan da, ayakkabı kutusunda öfkeleri biriktiren de (kutu demişken çağrışım yaptı yine yıldönümünde)!

O yüzden, olumsuz gündem falan yazasım yok. Kimseyi ilgilendirmese de, kişisel gündemde kalıp sayfamı temiz tutasım var. En azından bir süre.

PANDORA'NIN KUTUSU

Politikayı, politika içeren yazılar yazmayı sevmiyorum. Çıkarı, hesabı, art niyeti olmayan birinin politikacı olabileceğine de inanmıyorum, daha doğrusu inandıramadılar sırf hizmet etme aşkına bu yollara baş koyduklarına. Gördüğüm tüm örnekler için geçerli bu. Bunun adı apolitiklik değil belki ama antipolitiklik diyeyim.

Ama...

İstemeden de olsa, gündemle ilgili ne yazsam bir politik eleştiri oluyor mecburen. Bizi yönetenler ya da yönetmeye aday olanlar bulandırıyor ortalığı çünkü. Kendi hesaplaşmaları bitmediği sürece de olan bize olacak. Sürü gibi peşlerinden giden de nasiplenecek, eleştirmeye doyamayan da! Son patlama sonrası, dişe diş kana kan isteyip ortalığı bulandıran da, açılım yapmaktan başka bir halt yapmaya vakti olmayan da, ayakkabı kutusunda öfkeleri biriktiren de (kutu demişken çağrışım yaptı yine yıldönümünde)!

O yüzden, olumsuz gündem falan yazasım yok. Kimseyi ilgilendirmese de, kişisel gündemde kalıp sayfamı temiz tutasım var. En azından bir süre.

13 Aralık 2016 Salı

DOĞU FARKI/ GAZİANTEP

İlk görev yerim Doğu Anadolu'daydı. 15 ay sonra yüksek lisans sayesinde kurtulmuştum. Resmen kurtulmuşluk hissi, hala aynı histeyim,yıllar geçse de.

Gaziantep'le ilgili izlenimlerimi bir sonraki yazıda yazasım var. Gezi yazisi yazmayı sevmesem de var bu kez.

En önemli öğretim, Doğu ve Güneydoğu halkı aynıymış algım yıkıldı sanki. Hava daha ılıman olunca, insanların karakteri de daha munis G.Anadolu'da. Misafirperverlik tavan yapmış durumda. Bir örnek yaşadık ki, kendimizi sorguladık. Biz artık yöresel yemeklerden yorulup bir zincirin kafesinde kahvaltı yaparken, üşüyüp yer değiştirmek istedik. Garson yer gösterdi, bir de baktık ki, orada başkaları oturuyor. Adamlar bizi görünce kalkıp yer verdiler. Çok mahçup olup bize boş dendiği için geldiğimizi söyledik. Israr edip yeri bize verdiler. Sanki kafede müşteri değil tüm şehrin misafiri imişiz gibi! Doğu bu anlamda çok farklıydı, ayırttığım otobüs biletleri kendi yakınlarına satılır, düzgün iletişimde tepemize çıkılırdı. Kongre yerini dert etmemin sebeplerinden biri de bu yaşadıklarımdı biraz da. Kıssadan hisse önyargılı olmamak gerekmiş!


Not: Yazasım var deyip taslağa atmışım bu yazıyı ama o arada bir sürü Antep fotoğrafı olan telefonum kafayı yiyip teknik servise gitti. Hem de sadece şarj soketini değiştirmek için ilk teknik servise gidişinde mahvettikleri için 2. kez! Yaparken içine etmek, işte bizim tamir anlayışımız!!!



DOĞU FARKI/ GAZİANTEP

İlk görev yerim Doğu Anadolu'daydı. 15 ay sonra yüksek lisans sayesinde kurtulmuştum. Resmen kurtulmuşluk hissi, hala aynı histeyim,yıllar geçse de.

Gaziantep'le ilgili izlenimlerimi bir sonraki yazıda yazasım var. Gezi yazisi yazmayı sevmesem de var bu kez.

En önemli öğretim, Doğu ve Güneydoğu halkı aynıymış algım yıkıldı sanki. Hava daha ılıman olunca, insanların karakteri de daha munis G.Anadolu'da. Misafirperverlik tavan yapmış durumda. Bir örnek yaşadık ki, kendimizi sorguladık. Biz artık yöresel yemeklerden yorulup bir zincirin kafesinde kahvaltı yaparken, üşüyüp yer değiştirmek istedik. Garson yer gösterdi, bir de baktık ki, orada başkaları oturuyor. Adamlar bizi görünce kalkıp yer verdiler. Çok mahçup olup bize boş dendiği için geldiğimizi söyledik. Israr edip yeri bize verdiler. Sanki kafede müşteri değil tüm şehrin misafiri imişiz gibi! Doğu bu anlamda çok farklıydı, ayırttığım otobüs biletleri kendi yakınlarına satılır, düzgün iletişimde tepemize çıkılırdı. Kongre yerini dert etmemin sebeplerinden biri de bu yaşadıklarımdı biraz da. Kıssadan hisse önyargılı olmamak gerekmiş!


Not: Yazasım var deyip taslağa atmışım bu yazıyı ama o arada bir sürü Antep fotoğrafı olan telefonum kafayı yiyip teknik servise gitti. Hem de sadece şarj soketini değiştirmek için ilk teknik servise gidişinde mahvettikleri için 2. kez! Yaparken içine etmek, işte bizim tamir anlayışımız!!!