12 Ocak 2014 Pazar

KADER'İN KADERİ KADER DEĞİL!

Bugün gazete ve dergilerdeki haberlerin birinde, 11.5 yaşında evlenip 12.5 yaşında ilk 14 yaşında ikinci çocuğunu doğuran, ikinci çocuğunun ölümü ile kendisi de vurulmuş olarak odasında bulunan 14 yaşındaki Kader vardı. Saat başı, TV ekranlarında yer alan haberlerde, intihar ya da cinayet şüphesine vurgu yapılıyordu. 


Ölüm şekli ne olursa olsun, yaşam şekli insanı ürpertiyor. Dünkü yazımda bahsettiğim, ödev için tiyatro izleyip sıkılan liseli çocuklardan bile daha çocuk denen yaşta yaşadıkları içler acısı. O kadar çok şey söylenebilir, yazılabilir ki erken yaşta evlendirilip anne yapılan bu kızlar hakkında, artık tekrara düşmekten başka bir anlamı yok! Hala bir yerlerde, onların çocuk olduğunu unutan, kendilerine anne-baba demekten çekinmeyen o kadar çok insan (?) var ki maalesef. Okulların kapanmasına 2 hafta kala, arka arkaya gelen sınavlar için telaşlanması gereken bir çocuk, evlat acısı yaşayabiliyor, belki kendi yaşamına son veriyor, belki daha vahimi öldürülüyor. 


KADER'İN KADERİ KADER DEĞİL!

Bugün gazete ve dergilerdeki haberlerin birinde, 11.5 yaşında evlenip 12.5 yaşında ilk 14 yaşında ikinci çocuğunu doğuran, ikinci çocuğunun ölümü ile kendisi de vurulmuş olarak odasında bulunan 14 yaşındaki Kader vardı. Saat başı, TV ekranlarında yer alan haberlerde, intihar ya da cinayet şüphesine vurgu yapılıyordu. 


Ölüm şekli ne olursa olsun, yaşam şekli insanı ürpertiyor. Dünkü yazımda bahsettiğim, ödev için tiyatro izleyip sıkılan liseli çocuklardan bile daha çocuk denen yaşta yaşadıkları içler acısı. O kadar çok şey söylenebilir, yazılabilir ki erken yaşta evlendirilip anne yapılan bu kızlar hakkında, artık tekrara düşmekten başka bir anlamı yok! Hala bir yerlerde, onların çocuk olduğunu unutan, kendilerine anne-baba demekten çekinmeyen o kadar çok insan (?) var ki maalesef. Okulların kapanmasına 2 hafta kala, arka arkaya gelen sınavlar için telaşlanması gereken bir çocuk, evlat acısı yaşayabiliyor, belki kendi yaşamına son veriyor, belki daha vahimi öldürülüyor. 


TİYATRONUN ZORUNLU İZLEYİCİLERİ


Bu akşam arkadaşımla, onun yeni tanıştığım arkadaşı ve bu arkadaşın babasıyla (tamlamalar ordusu oldu!) geçen haftadan biletini aldığımız bir oyuna gittik. 

Bu şehirde salonlar, genelde tam kapasite ile hizmet veriyor. Üniversite öğrencilerinin yoğunluğu,izleyicilerin büyük bir kısmına denk geliyor. Daha alt öğrenim düzeyindekileri teşvik etmek için de, genelde öğretmenler performans ödevi gibi isimler altında teşvikler icat ediyorlar. Bu akşam da, arkadaşıma daha önce gittiğim bir senfoni orkestrası eşliğindeki bir konserde öğrencilerin öğretmenlerine söylene söylene bir hal olduklarına şahit olduğumu söyledim. Akabinde, arkadaşımın arkadaşının (belki muhtemel yeni arkadaşım) dayısı da oyunda rol aldığı için tebrik için onu beklerken arkadaşımın öğrencileri ile karşılaştık. Liseli bu grubu görünce, oyun da Kurtuluş Savaşı dönemi ile ilgili biraz aksak ritmli olunca içimizde kuşlar kanat çırpıverdi. Neden sonra, onların da öğretmenlerinin verdiği  ödev yüzünden geldiklerini,  biletlerini imzalatıp öğretmenlerine oyuna gittiklerini ispatlama derdinde olduklarını, salondaki bazı liselilerin uyuduğunu öğrenince içimizdeki kuşlar göç ediverdi birdenbire:(

TİYATRONUN ZORUNLU İZLEYİCİLERİ


Bu akşam arkadaşımla, onun yeni tanıştığım arkadaşı ve bu arkadaşın babasıyla (tamlamalar ordusu oldu!) geçen haftadan biletini aldığımız bir oyuna gittik. 

Bu şehirde salonlar, genelde tam kapasite ile hizmet veriyor. Üniversite öğrencilerinin yoğunluğu,izleyicilerin büyük bir kısmına denk geliyor. Daha alt öğrenim düzeyindekileri teşvik etmek için de, genelde öğretmenler performans ödevi gibi isimler altında teşvikler icat ediyorlar. Bu akşam da, arkadaşıma daha önce gittiğim bir senfoni orkestrası eşliğindeki bir konserde öğrencilerin öğretmenlerine söylene söylene bir hal olduklarına şahit olduğumu söyledim. Akabinde, arkadaşımın arkadaşının (belki muhtemel yeni arkadaşım) dayısı da oyunda rol aldığı için tebrik için onu beklerken arkadaşımın öğrencileri ile karşılaştık. Liseli bu grubu görünce, oyun da Kurtuluş Savaşı dönemi ile ilgili biraz aksak ritmli olunca içimizde kuşlar kanat çırpıverdi. Neden sonra, onların da öğretmenlerinin verdiği  ödev yüzünden geldiklerini,  biletlerini imzalatıp öğretmenlerine oyuna gittiklerini ispatlama derdinde olduklarını, salondaki bazı liselilerin uyuduğunu öğrenince içimizdeki kuşlar göç ediverdi birdenbire:(

10 Ocak 2014 Cuma

GÜNDÜZ EKRANI VE SOSYOLOJİK ÇIKARIMIM

Televizyonu; aynı anda yemek yemek, bir şeyler okuyup yazmak, telefonla konuşmak gibi faaliyetlerle beraber çoğu zaman radyo gibi fon sesi olarak kullandığımdan, birkaç kanalı çeken belediye sistemi ile idare ederim. Hem çalışan hem okuyan bir insan olduğumdan, gündüz ekranı denilen ekranla  da aram pek iyi değildir. O yüzden, özellikle hafta içi gündüz saatlerinde kanal değiştirme rekortmenlerinden biriyim herhalde.Akşam ekranlarında ne istediğini bilip ona göre kanal açan ben; kumandayı bir yana fırlatabiliyorken, sabah saatlerinde eleştirdiğim "zap müptelaları"na dönüşüveriyorum.

Bu uzun girizgahtan sonra gelelim, sözün özüne: Sabah hatta öğle saatlerinde ekran kadın programlarıyla dolu malumunuz. Bunların bir kısmı sohbet, şarkı, uzman konuk ile dolu. Diğer grup ise; yarışma. Bu yarışmalar; bilgi yarışması falan değil doğrudan performansa yönelik. Örneğin; bugün bir kanalda anneler-kızlar yarışırken diğerinde gelinler-kaynanalar yarışmakta. Gelin- kaynana rekabeti, araya oğulların alınması ile sorulan sorularla renklendirilmiş sözüm ona. Zavallı erkekler, annesine ya da eşine hak verip birinin yarışmayı kazanmasında söz sahibi oluyorlar. Aşağı tükürsem sakal, yukarı tükürsem bıyık olayı tam anlamıyla. Bir yandan eve eşiyle dönecek, tartışmayı göze alması lazım. Bir yandan, anne hakkı. Ne söylese boş.

İşin acıklı yanı, Türk erkeklerinin eşi ve annesi arasındaki tampon bölge olmaktan uzak, çoğu zaman aradaki sürtüşmeleri ekrandan öğrenen, annesini de eşini de tanımadığını öğrendiği halini izlemek. Bir de kendisini konuya hakim, ailenin direği görme acınasılığı. Örneğin; bir adamcağız "Evde kimin sözü geçer?" sorusuna, hem annesi, hem eşi "Gelinin sözü geçer." diye cevap vermelerine rağmen, "Benim sözüm geçer." deme gafletinde bulundu. O ana kadar, birbirine düşmüş olan gelin-kaynana ikilisi, el birliğiyle adamı sindirdiler, evde sözünün geçme ihtimalinin bile olmadığını bir çırpıda ekran başında öğretiverdiler:) Ben de, gündüz kuşağından sosyolojik bir ders çıkarmış oldum. Paylaşmasam olmazdı:)


GÜNDÜZ EKRANI VE SOSYOLOJİK ÇIKARIMIM

Televizyonu; aynı anda yemek yemek, bir şeyler okuyup yazmak, telefonla konuşmak gibi faaliyetlerle beraber çoğu zaman radyo gibi fon sesi olarak kullandığımdan, birkaç kanalı çeken belediye sistemi ile idare ederim. Hem çalışan hem okuyan bir insan olduğumdan, gündüz ekranı denilen ekranla  da aram pek iyi değildir. O yüzden, özellikle hafta içi gündüz saatlerinde kanal değiştirme rekortmenlerinden biriyim herhalde.Akşam ekranlarında ne istediğini bilip ona göre kanal açan ben; kumandayı bir yana fırlatabiliyorken, sabah saatlerinde eleştirdiğim "zap müptelaları"na dönüşüveriyorum.

Bu uzun girizgahtan sonra gelelim, sözün özüne: Sabah hatta öğle saatlerinde ekran kadın programlarıyla dolu malumunuz. Bunların bir kısmı sohbet, şarkı, uzman konuk ile dolu. Diğer grup ise; yarışma. Bu yarışmalar; bilgi yarışması falan değil doğrudan performansa yönelik. Örneğin; bugün bir kanalda anneler-kızlar yarışırken diğerinde gelinler-kaynanalar yarışmakta. Gelin- kaynana rekabeti, araya oğulların alınması ile sorulan sorularla renklendirilmiş sözüm ona. Zavallı erkekler, annesine ya da eşine hak verip birinin yarışmayı kazanmasında söz sahibi oluyorlar. Aşağı tükürsem sakal, yukarı tükürsem bıyık olayı tam anlamıyla. Bir yandan eve eşiyle dönecek, tartışmayı göze alması lazım. Bir yandan, anne hakkı. Ne söylese boş.

İşin acıklı yanı, Türk erkeklerinin eşi ve annesi arasındaki tampon bölge olmaktan uzak, çoğu zaman aradaki sürtüşmeleri ekrandan öğrenen, annesini de eşini de tanımadığını öğrendiği halini izlemek. Bir de kendisini konuya hakim, ailenin direği görme acınasılığı. Örneğin; bir adamcağız "Evde kimin sözü geçer?" sorusuna, hem annesi, hem eşi "Gelinin sözü geçer." diye cevap vermelerine rağmen, "Benim sözüm geçer." deme gafletinde bulundu. O ana kadar, birbirine düşmüş olan gelin-kaynana ikilisi, el birliğiyle adamı sindirdiler, evde sözünün geçme ihtimalinin bile olmadığını bir çırpıda ekran başında öğretiverdiler:) Ben de, gündüz kuşağından sosyolojik bir ders çıkarmış oldum. Paylaşmasam olmazdı:)


8 Ocak 2014 Çarşamba

YAŞ ALDIKÇA MANİLERİMİZ OLUR BİZİM


Doğum günlerinde, aile fertlerime sakızdan çıkmış maniler gibi kendi yazdığım manileri göndermeyi çok severim.Yıllar önce başlamış bu alışkanlık, kişiye özel, o yıl o kişinin gündeminde ne varsa içeriği bu gündeme uygun, yaşa atıfta bulunulan ve mutlaka kafiyeli maniler yazma ritüeli şeklindedir. Benim başlattığım bu gelenek, aile fertlerine ve aileye yeni katılanlara da sirayet etti yıllar içinde.

Bugün hayatımın en anlamlı hediyelerinden birini,15 aylık olmak üzere olan yeğenimden aldım:))) Ortak geçmişimizi içeren, şiirimsi bir maniler dizisi geldi e-posta kutuma. Bir de, yan yana fotoğraflarımız ve yukarıdaki resim:) Yaş itibariyle, onun adına annesi tarafından özenle yazılan bu mani, galiba toplayıcı- biriktirici şahsımın en değerli parçası olacak:))) 

DİPNOT/ DERİN NOT: Yeni yaşımda, bir e-günlük (blog)  sahibi olduğumu söylesem mi  artık tüm tanıdıklara yoksa böyle anonim kalmak mı güzel karar veremedim!







YAŞ ALDIKÇA MANİLERİMİZ OLUR BİZİM


Doğum günlerinde, aile fertlerime sakızdan çıkmış maniler gibi kendi yazdığım manileri göndermeyi çok severim.Yıllar önce başlamış bu alışkanlık, kişiye özel, o yıl o kişinin gündeminde ne varsa içeriği bu gündeme uygun, yaşa atıfta bulunulan ve mutlaka kafiyeli maniler yazma ritüeli şeklindedir. Benim başlattığım bu gelenek, aile fertlerine ve aileye yeni katılanlara da sirayet etti yıllar içinde.

Bugün hayatımın en anlamlı hediyelerinden birini,15 aylık olmak üzere olan yeğenimden aldım:))) Ortak geçmişimizi içeren, şiirimsi bir maniler dizisi geldi e-posta kutuma. Bir de, yan yana fotoğraflarımız ve yukarıdaki resim:) Yaş itibariyle, onun adına annesi tarafından özenle yazılan bu mani, galiba toplayıcı- biriktirici şahsımın en değerli parçası olacak:))) 

DİPNOT/ DERİN NOT: Yeni yaşımda, bir e-günlük (blog)  sahibi olduğumu söylesem mi  artık tüm tanıdıklara yoksa böyle anonim kalmak mı güzel karar veremedim!







7 Ocak 2014 Salı

KARGALARIN BÜLBÜLLERE ZULMÜ




Daha önce, dikkatsizlik nedeniyle sildiğim "Kelime Oyunu, Oyunlara mı Geldi?" yazımda da bahsettiğim gibi, yarışma denince aklına bilgi yarışması gelenlerdenim. Bu durum, televizyonda sadece belgesel izlediğini söyleyenlerin ukalalığından değil yetiştiğim kuşak itibariyle yarışma eşittir bilgi sınama diye öğrenmemden. Uzun zamandır ekranlarda, bilgi yarışmalarıyla yarışır sayıda en iyi sesi, şarkıcıyı seçmeye yönelik yarışma mevcut. Bunları da, sırf meraktan izlemişliğim var. Eleştirmek için bilmek lazım ,değil mi?

Bu yarışmaların, yarışmacıları parlatmak, ortaya iyi sesler çıkarmak gibi bir kaygılarının olmadığı aşikar.  Jüri denilen ünlü isimlerden oluşan insan güruhunun ne kadar nüktedan, hazır cevap ve müzikten anlayan dehalar olduğunu bizlere ispatlama çabası; sanki bu yarışmaların yegane amacı. Jüri üyesi seçme kriterleri, bu saydıklarıma göre yapılınca adamcıkların/kadıncıkların kulaklarımızı o güne kadar nasıl tırmaladıkları göz ardı ediliveriyor. Bu durum da, jüri üyelerinden kat be kat daha iyi sesli, daha yetenekli ve haddini bilen yarışmacılar ortaya çıkarıyor. Bu manzara da, bir grup karganın bülbüllere "Sen detone ve sürtone oldun, bu şarkıda duygunu seyirciye geçiremedin, mikrofonu çok salladın, sahneye tam hakimiyet kuramadın, tizlerde/ peslerde iyi değildin" diye ukalalık yapmasını andırıyor. İnsan önce bir kendine bakar, çuvaldızı da umarım o bet seslerin çıktığı gırtlağa sokar:)


KARGALARIN BÜLBÜLLERE ZULMÜ




Daha önce, dikkatsizlik nedeniyle sildiğim "Kelime Oyunu, Oyunlara mı Geldi?" yazımda da bahsettiğim gibi, yarışma denince aklına bilgi yarışması gelenlerdenim. Bu durum, televizyonda sadece belgesel izlediğini söyleyenlerin ukalalığından değil yetiştiğim kuşak itibariyle yarışma eşittir bilgi sınama diye öğrenmemden. Uzun zamandır ekranlarda, bilgi yarışmalarıyla yarışır sayıda en iyi sesi, şarkıcıyı seçmeye yönelik yarışma mevcut. Bunları da, sırf meraktan izlemişliğim var. Eleştirmek için bilmek lazım ,değil mi?

Bu yarışmaların, yarışmacıları parlatmak, ortaya iyi sesler çıkarmak gibi bir kaygılarının olmadığı aşikar.  Jüri denilen ünlü isimlerden oluşan insan güruhunun ne kadar nüktedan, hazır cevap ve müzikten anlayan dehalar olduğunu bizlere ispatlama çabası; sanki bu yarışmaların yegane amacı. Jüri üyesi seçme kriterleri, bu saydıklarıma göre yapılınca adamcıkların/kadıncıkların kulaklarımızı o güne kadar nasıl tırmaladıkları göz ardı ediliveriyor. Bu durum da, jüri üyelerinden kat be kat daha iyi sesli, daha yetenekli ve haddini bilen yarışmacılar ortaya çıkarıyor. Bu manzara da, bir grup karganın bülbüllere "Sen detone ve sürtone oldun, bu şarkıda duygunu seyirciye geçiremedin, mikrofonu çok salladın, sahneye tam hakimiyet kuramadın, tizlerde/ peslerde iyi değildin" diye ukalalık yapmasını andırıyor. İnsan önce bir kendine bakar, çuvaldızı da umarım o bet seslerin çıktığı gırtlağa sokar:)