Dün akşam, bir kaç yıldır oynayan ama biletleri hemen tükendiğinden izleyemediğim bir tiyatro oyununu yani Açık Aile'yi izlemeye gittim. Yalnız başına gezmekten çok keyif alıp kendini oyalama konusunda sıkıntı yaşamayan biriyim ama sanırım bir oyuna ilk defa yalnız gidişimdi bu.
Program yapıp biletleri almadan önce birbirimizi haberdar ettiğimiz, biletleri müsait alanın aldığı bir arkadaş grubum var. Bu kez, oyuna gitmeyi planladığımız arkadaşım, gözleri rahat görmediği için kalan yerlerden almaya cesaret edemedi, sahne amfi tiyatro tarzı eğimli değil çünkü oyunun oynadığı salonda. Öndeki kafalardan bazen sahneyi izlemek imkansızlaşıyor.Yine de, sezon bitmek üzereyken ben de oyunu kaçırmak istemedim ve bileti bir kaç hafta öncesinden önlerden ve en köşeden bulabildim.
Mesaiden sonra, yemek, üst baş değiştirme faslından sonra oyunun oynadığı Gençlik Merkezi'ne 45 dakika önceden gidip kendime çay ve tatlı keyfi yaptım önce.
Ve perde!...(Burada, oyunun konusundan bahsedeceğim. İzleme şansı olmayanlar bilsin istedim ama izleyebilecek olanlar, okumayabilirler!)
Açık Aile, seyirciyi de, teknik ekibi de içine alan çok dinamik ve interaktif, iki kişilik bir oyun. Özellikle Özlem Boyacı harikalar yaratıyor. Eşini sürekli aldatan bir adam, aldatılmaya dayanamayıp sürekli intihar girişimine yeltenen bir kadın. Konu vahim olsa da, oyun komedi dolu. Adamın karısına açık aile sistemine uymalarını tavsiye etmesiyle curcuna başlıyor. Kadın önce zayıflamaya, diskolara gitmeye, etrafı kesmeye başlıyor. Bu arada, adamın da işleri tıkırında. Her sevgilisini eve getirme özgürlüğü var, bazılarına aşık oluyor, hamile kalmamaları için doktora götürmesini bile eşinden isteyecek kadar yüzsüzlük yapabiliyor, annesi gibi gördüğünü söylediği karısının değişim çabalarıyla dalga geçiyor. Ta ki kadın; iş bulup, kendine ev tutup, bir de gerçekten aşık olana kadar! Atomla ilgili çalışmalar yapan, rockçı, gitar ve piyano çalan, kadın için şarkı yapan, birlikte olmak için kadının hazır olmasını bekleyen, romantik, 5 diplomalı Nobel'e aday bir profesöre. Adam, kendini bu yeni adamla kıyaslamaya ve kadına tekrar ilan-ı aşk etmeye başlıyor, başlıktaki sözü söylüyor, intihar edeceğini dile getirip duruyor. İşler tersine dönüyor yani! Kadın, kocasına kıyamayıp ona profesörün hayali olduğunu bile söylüyor ama gerçek anlaşılıyor, adam intihar ediyor sonunda.
Kadına ve erkeğe biçilen toplumsal rolleri o kadar tempolu ve keyifli anlatan bir oyundan sonra, bu konuda tekrar kafa yormamak mümkün değil. Benim aklıma üşüşenler şunlar oldu:
- Erkeklerin, hayatlarındaki kadının bir başkasına aşık olma ihtimalinden ne denli etkilenebildikleri,
-Aşık olunan adamı daha üstün nitelikli olarak adlandırmışlarsa özgüvenlerinin çöktüğü,
- Aldatılan kadınların suçu kendilerinde arayıp değişime kendilerinden başlama çabaları,
-İlişkiden gitmeye gönlü ya da mecali olmayanın gururunu ayaklar altına alabildiği ve bu yüzden kendisine saygısının kalmadığı,
-Kısasa kısasın özellikle yapan için can acıtıcı olabildiği,
- Kadınların kendi ayakları üstünde durmasının ne kadar önemli olduğu,
-Açık aile sisteminin yaralar açabildiği,
-Aileye açık olmanın güzelliği ama açık ailenin kekremsi hali!
DİPNOT/DERİN NOT: Oyunun yazarları Dario Fo ve eşi Franca Rame.