MEDYA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
MEDYA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Eylül 2014 Perşembe

OFFFFFFFFF

Galiba dünyadan haberdar olmayıp, cahil mutluluğuyla yaşamanın en iyisi olduğuna karar verip haberlerden uzak durmak gerek. Bugün, engelli kızına yıllarca karısının bilgisi dahilinde tecavüz eden, üstüne kızı defalarca hamile bırakıp bebekleri vahşice öldüren bir yaratıkla ilgili haberleri duyunca, görünce böyle bir karar almanın doğruluğunu düşündüm durdum. Dehşete düştüm, kanal değiştirmek dışında çare bulamadım. 

O kızcağızın hayatının kumandası elinde olamadı. Hayata engellerle başlamışken, baba denemeyecek yaratık başka engeller koydu önüne. Anne denemeyecek yaratık da, bunlara göz yumdu. Belki evden atar, döver, söver korkusuyla. İnsanlığı değil kendi konforunu seçerek. 

Bir yerlerde birilerinin başına gelen felaketleri bile takip etmek yorucuyken, bir de bunlara maruz kalanların olduğunu bilmek zor geldi. Kötülüklerin, haksızlıkların, adiliklerin fişi çekilmeden haber kaynaklarımın fişini çekmek tek çare geldi işte.

OFFFFFFFFF

Galiba dünyadan haberdar olmayıp, cahil mutluluğuyla yaşamanın en iyisi olduğuna karar verip haberlerden uzak durmak gerek. Bugün, engelli kızına yıllarca karısının bilgisi dahilinde tecavüz eden, üstüne kızı defalarca hamile bırakıp bebekleri vahşice öldüren bir yaratıkla ilgili haberleri duyunca, görünce böyle bir karar almanın doğruluğunu düşündüm durdum. Dehşete düştüm, kanal değiştirmek dışında çare bulamadım. 

O kızcağızın hayatının kumandası elinde olamadı. Hayata engellerle başlamışken, baba denemeyecek yaratık başka engeller koydu önüne. Anne denemeyecek yaratık da, bunlara göz yumdu. Belki evden atar, döver, söver korkusuyla. İnsanlığı değil kendi konforunu seçerek. 

Bir yerlerde birilerinin başına gelen felaketleri bile takip etmek yorucuyken, bir de bunlara maruz kalanların olduğunu bilmek zor geldi. Kötülüklerin, haksızlıkların, adiliklerin fişi çekilmeden haber kaynaklarımın fişini çekmek tek çare geldi işte.

21 Ağustos 2014 Perşembe

KUZENDEN ARKADAŞLIK TEKLİFİ ALMAK

Biliyorsunuz ders esnasında prof. istedi diye açıp, akıllı telefon almama inadından Kelimelik oynadığım tek mecra diye kapatmadığım bir  FB hesabım var. Gelen arkadaşlık isteklerine de gerçekten görüştüğüm biriyse onay verdim bu güne dek. 

Bugün, kuzenim FB yoluyla (Fenerbahçe değil, Facebook haliyle:) arkadaşlık isteği göndermiş bana. Onay verdikten sonra, bir süre ciddi ciddi düşündüm Gerçekten arkadaş mıyız?" diye. Kendisi, teyzemin kızı, benden 2 ay küçük. Anneannemlerde ortak kutlama yapıp fotoğraflanmışlığımız var 2 yaş hatırası. Aramızda, bu kadar az yaş farkı olmasına rağmen hep bir mesafe oldu. Dayımın kızlarıyla bizler yani kardeşlerim ve ben; gerçekten, paylaşarak, konuşarak, dilediğimizi çekinmeden söyleyerek, birbirimize kırılmadan geçen ve bu güne gelen bir ilişkimiz varken, tüm kuzenler onunla ilişkimizde çekimser kaldık. Verilen sırları ortalığa saçar, kendi sırlarının sımsıkı tutulacaklarından emin paylaşırdı. Kardeşleriyle bile aylar süren darılmaları, kırılmaları olurdu, rahmetli teyzem toparlardı durumu. Şimdi evin büyük çocuğu olarak kalmışken, toparlayacak bir anne de olmayınca durumu zorlaştı. 

Benim onunla ilişkimde de, hep rekabet hissettim, hissettirdi bana.Bu yazımda da belirttiğim gibi, kendisine başkalarını hedef alan, hırslı insanlardan uzak durmayı bilinçli olarak seçiyorum ben. Ben okula 1 yıl erken başladım, o 1 yıl sınıfta kaldı, aramızdaki uçurum arttı. Karnesinin zayıflarla dolu olduğuna bakmazsızın "Ne çok 9'un var." demişliği var mesela. Bir keresinde, bir yerlerden atlama oyunu oynarken ayağım burkulmuştu, ayağıma zeytin falan sarıldı şişlik geçsin diye.  İlgi de cabası. O da, eve seke seke gitti zeytin sardırmak için. O, kilolu bir çocuktu, ben uzun ve sıska. Eniştem, çalıştığı hastanede bizi tarttığında aynı kiloda çıkmıştık. 23:) Kemiklerim ağırlık yapmıştı:) Avucumuza yazılan sayıya bakıp eve kadar koşmuştu, "Ben de 23'üm !" diye. Bunların hepsi çocukluk ve ergenlik hırçınlıkları olarak gülüp geçebileceğim şeyler ama yetişkinliğin de sağlam temellere oturmasında etkililer. Büyüdüğünüzde de iyi ilişki kurmak için küçüklükte derin paylaşımlar şart akrabalar arasında, sonra zor oluyor. 

Belki sürekli bir kıyaslama vardı aile içinde ve olumsuz etkileri bize yansıyordu, bilmiyorum. Sürekli, aynı yaşta olmamıza rağmen, dışarı çıkmak için izinler, "Kalem Nasırı da sizinle gelecekse olur." şeklinde bir cümlenin sonunda veriliyordu hatırladığım. Onun kardeşini kıskanıp üzerine tükürüp kahkahalar attığı, benimse kardeşimi hiç kıskanmadığım; onun her alışverişte cama yapışıp bir şeyler istediği, benimse hiç bir şey talep etmediğim dile getiriliyordu. Sonra, o yetişkinliğinde, evlenip üniversite diplomasını köşeye koyup çocuk büyütmeyi seçti, bense sonuna kadar okumayı. Böyle böyle kıyaslar...


En son dayımın kızının nikahında bir araya geldiğimizde, daha samimi buldum onu. Kardeşimin tespiti geldi aklıma, evlenip çocuk sahibi olunca rekabette kendisini üstün sayıp rahatladığı yönünde. Sebep ne olursa olsun, sıcak ilişkiler iyi geliyor büyük aile içinde. 

KUZENDEN ARKADAŞLIK TEKLİFİ ALMAK

Biliyorsunuz ders esnasında prof. istedi diye açıp, akıllı telefon almama inadından Kelimelik oynadığım tek mecra diye kapatmadığım bir  FB hesabım var. Gelen arkadaşlık isteklerine de gerçekten görüştüğüm biriyse onay verdim bu güne dek. 

Bugün, kuzenim FB yoluyla (Fenerbahçe değil, Facebook haliyle:) arkadaşlık isteği göndermiş bana. Onay verdikten sonra, bir süre ciddi ciddi düşündüm Gerçekten arkadaş mıyız?" diye. Kendisi, teyzemin kızı, benden 2 ay küçük. Anneannemlerde ortak kutlama yapıp fotoğraflanmışlığımız var 2 yaş hatırası. Aramızda, bu kadar az yaş farkı olmasına rağmen hep bir mesafe oldu. Dayımın kızlarıyla bizler yani kardeşlerim ve ben; gerçekten, paylaşarak, konuşarak, dilediğimizi çekinmeden söyleyerek, birbirimize kırılmadan geçen ve bu güne gelen bir ilişkimiz varken, tüm kuzenler onunla ilişkimizde çekimser kaldık. Verilen sırları ortalığa saçar, kendi sırlarının sımsıkı tutulacaklarından emin paylaşırdı. Kardeşleriyle bile aylar süren darılmaları, kırılmaları olurdu, rahmetli teyzem toparlardı durumu. Şimdi evin büyük çocuğu olarak kalmışken, toparlayacak bir anne de olmayınca durumu zorlaştı. 

Benim onunla ilişkimde de, hep rekabet hissettim, hissettirdi bana.Bu yazımda da belirttiğim gibi, kendisine başkalarını hedef alan, hırslı insanlardan uzak durmayı bilinçli olarak seçiyorum ben. Ben okula 1 yıl erken başladım, o 1 yıl sınıfta kaldı, aramızdaki uçurum arttı. Karnesinin zayıflarla dolu olduğuna bakmazsızın "Ne çok 9'un var." demişliği var mesela. Bir keresinde, bir yerlerden atlama oyunu oynarken ayağım burkulmuştu, ayağıma zeytin falan sarıldı şişlik geçsin diye.  İlgi de cabası. O da, eve seke seke gitti zeytin sardırmak için. O, kilolu bir çocuktu, ben uzun ve sıska. Eniştem, çalıştığı hastanede bizi tarttığında aynı kiloda çıkmıştık. 23:) Kemiklerim ağırlık yapmıştı:) Avucumuza yazılan sayıya bakıp eve kadar koşmuştu, "Ben de 23'üm !" diye. Bunların hepsi çocukluk ve ergenlik hırçınlıkları olarak gülüp geçebileceğim şeyler ama yetişkinliğin de sağlam temellere oturmasında etkililer. Büyüdüğünüzde de iyi ilişki kurmak için küçüklükte derin paylaşımlar şart akrabalar arasında, sonra zor oluyor. 

Belki sürekli bir kıyaslama vardı aile içinde ve olumsuz etkileri bize yansıyordu, bilmiyorum. Sürekli, aynı yaşta olmamıza rağmen, dışarı çıkmak için izinler, "Kalem Nasırı da sizinle gelecekse olur." şeklinde bir cümlenin sonunda veriliyordu hatırladığım. Onun kardeşini kıskanıp üzerine tükürüp kahkahalar attığı, benimse kardeşimi hiç kıskanmadığım; onun her alışverişte cama yapışıp bir şeyler istediği, benimse hiç bir şey talep etmediğim dile getiriliyordu. Sonra, o yetişkinliğinde, evlenip üniversite diplomasını köşeye koyup çocuk büyütmeyi seçti, bense sonuna kadar okumayı. Böyle böyle kıyaslar...


En son dayımın kızının nikahında bir araya geldiğimizde, daha samimi buldum onu. Kardeşimin tespiti geldi aklıma, evlenip çocuk sahibi olunca rekabette kendisini üstün sayıp rahatladığı yönünde. Sebep ne olursa olsun, sıcak ilişkiler iyi geliyor büyük aile içinde. 

10 Ağustos 2014 Pazar

G., ENGELLER VE AİLE

Bugün malum seçim günü. Bilinçsiz seçmen olduğumdan mı, o kadar yol tepip oy vermeye tembellik etmesem sonucun değişmeyeceğini bilmemden midir bilinmez, il dışına gidip oy vermedim bugün. Tatil adresimizi resmi olarak kurumlarımıza her yıl bildirsek de, zahmet edip seçmen kağıdı bilgilerimiz değiştirilmiyor yetkililer tarafından, bulunduğumuz şehirde oy veremiyoruz!

Neyse asıl konum bu değil aslında. Bugün haberlerde, engellilerin oy kullanmasının ne kadar zor hatta imkansız olduğuna dair bir şeyler vardı. Aynı zamanda da, doğuştan bir engelli arkadaşımın doğum günü bugün. Doğduğunda bazı iç organları dışarıdaymış, yerine yerleştirilirken  bir kısmı zedelenmiş, bu nedenle bir bacağı felçli kalmış, skolyoz (omurga eğriliği), kifoz (kamburluk), bir bacağın diğerinden kısa olması, boy kısalığı gibi sorunlar kalmış ona miras. "Nasıl olsa ölür" diyerek nüfus kağıdını bile bir sonraki yılın Ocak ayında çıkarmış ailesi. Bu yüzden onun, bunun, şunun doğum günü, evlilik yıldönümü vesaireyi nedense hatırlayan ben, asıl doğum günü tarihini değil resmi tarihi biliyordum. Kelimelik oynamak için açık tuttuğum Facebook hesabım hatırlatıverdi asıl doğum gününü. 

Uzun zamandır, onun hakkında yazmak isteyip nereden başlayacağımı bilemiyordum, bugün vesile oldu. İnsanın ailesinin ölmesini beklemesi, bunu bir de ona anlatması nasıl bir histir tasvir bile edemiyorum. G., bunu ve engelini yüzüne vuran insanları anlatırken gözyaşlarını tutamayan ve bu duygusallığına kızan biri. Nasıl duygusal ve kırılgan olmaz ki insan! Belki de içinde yaşadığı aile nedeniyle ne yaparsa yapsın güvensiz, kendini yetersiz görmeye teşne ve zor empati kurabilen biri. Üniversite mezunu, KPSS kazanıp devlet memuru olmuş bir öğretmen, üstüne yüksek lisans bitirmiş, daha önce yurt dışı öğretmen eğitimine gitmeyi başarmış, şimdi de yurt dışında öğretmenlik yapma hakkı kazanmış, uzun zamandır kendi tabiriyle "normal" ehliyet almak istediği için almaya direndiği engelli ehliyetini de almak üzere olan biri olmasına rağmen hep bir yetersizlik duygusu hakim kendisinde. 

Benim tanıdığım en çalışkan öğretmen ve belki de insan olsa da kendini asla yeterli gör(e)meyen, nerede sınav varsa başvurup deli gibi çalışan, evden çıkmama uğruna bir hedefe odaklanan biri G. Kendisine, ailesine, başkalarına ve hayata ispatlamak istediği bir şeyler var hep. Tıbbın yeteri kadar ilerlememesine buruk, giymek istediği hatta çoğumuzun dudak büktüğü renkli topuklu ayakkabılarını  ve mini elbiselerini giyip dolaşma hayali kurarak yaşamaya devam ederken. 

Benim de doğum deformasyonu, sonradan da akademik hayattan hatıra bir skolyozum var ama şimdilik duruşta biraz bozukluk, ciğerlerde basınç dışında hayatımı çok da etkilemiyor.  G.' nin durumu ile kıyaslanamaz elbette durumum ama kendisini iyi hissetmesi, yalnız olmadığını bilmesi için dile getiriyorum arada. Çok işe yaramasa da! Hepimizin psikolojik sağlamlığı, birbirimizden farklı. Hayattan beklentilerimiz, engellerimizin bize ne kadar engel olduğu da. Dünkü yazımda bahsettiğim sırtta hissedilen destektir belki de bu algı farkını yaratan. Benim ailem, onun ailesi olsaydı takar, daha hırslı, kendi dışında başkalarının sorunlarının çok da önemli olmadığını düşünen biri olurdum belki ben de.

G., ENGELLER VE AİLE

Bugün malum seçim günü. Bilinçsiz seçmen olduğumdan mı, o kadar yol tepip oy vermeye tembellik etmesem sonucun değişmeyeceğini bilmemden midir bilinmez, il dışına gidip oy vermedim bugün. Tatil adresimizi resmi olarak kurumlarımıza her yıl bildirsek de, zahmet edip seçmen kağıdı bilgilerimiz değiştirilmiyor yetkililer tarafından, bulunduğumuz şehirde oy veremiyoruz!

Neyse asıl konum bu değil aslında. Bugün haberlerde, engellilerin oy kullanmasının ne kadar zor hatta imkansız olduğuna dair bir şeyler vardı. Aynı zamanda da, doğuştan bir engelli arkadaşımın doğum günü bugün. Doğduğunda bazı iç organları dışarıdaymış, yerine yerleştirilirken  bir kısmı zedelenmiş, bu nedenle bir bacağı felçli kalmış, skolyoz (omurga eğriliği), kifoz (kamburluk), bir bacağın diğerinden kısa olması, boy kısalığı gibi sorunlar kalmış ona miras. "Nasıl olsa ölür" diyerek nüfus kağıdını bile bir sonraki yılın Ocak ayında çıkarmış ailesi. Bu yüzden onun, bunun, şunun doğum günü, evlilik yıldönümü vesaireyi nedense hatırlayan ben, asıl doğum günü tarihini değil resmi tarihi biliyordum. Kelimelik oynamak için açık tuttuğum Facebook hesabım hatırlatıverdi asıl doğum gününü. 

Uzun zamandır, onun hakkında yazmak isteyip nereden başlayacağımı bilemiyordum, bugün vesile oldu. İnsanın ailesinin ölmesini beklemesi, bunu bir de ona anlatması nasıl bir histir tasvir bile edemiyorum. G., bunu ve engelini yüzüne vuran insanları anlatırken gözyaşlarını tutamayan ve bu duygusallığına kızan biri. Nasıl duygusal ve kırılgan olmaz ki insan! Belki de içinde yaşadığı aile nedeniyle ne yaparsa yapsın güvensiz, kendini yetersiz görmeye teşne ve zor empati kurabilen biri. Üniversite mezunu, KPSS kazanıp devlet memuru olmuş bir öğretmen, üstüne yüksek lisans bitirmiş, daha önce yurt dışı öğretmen eğitimine gitmeyi başarmış, şimdi de yurt dışında öğretmenlik yapma hakkı kazanmış, uzun zamandır kendi tabiriyle "normal" ehliyet almak istediği için almaya direndiği engelli ehliyetini de almak üzere olan biri olmasına rağmen hep bir yetersizlik duygusu hakim kendisinde. 

Benim tanıdığım en çalışkan öğretmen ve belki de insan olsa da kendini asla yeterli gör(e)meyen, nerede sınav varsa başvurup deli gibi çalışan, evden çıkmama uğruna bir hedefe odaklanan biri G. Kendisine, ailesine, başkalarına ve hayata ispatlamak istediği bir şeyler var hep. Tıbbın yeteri kadar ilerlememesine buruk, giymek istediği hatta çoğumuzun dudak büktüğü renkli topuklu ayakkabılarını  ve mini elbiselerini giyip dolaşma hayali kurarak yaşamaya devam ederken. 

Benim de doğum deformasyonu, sonradan da akademik hayattan hatıra bir skolyozum var ama şimdilik duruşta biraz bozukluk, ciğerlerde basınç dışında hayatımı çok da etkilemiyor.  G.' nin durumu ile kıyaslanamaz elbette durumum ama kendisini iyi hissetmesi, yalnız olmadığını bilmesi için dile getiriyorum arada. Çok işe yaramasa da! Hepimizin psikolojik sağlamlığı, birbirimizden farklı. Hayattan beklentilerimiz, engellerimizin bize ne kadar engel olduğu da. Dünkü yazımda bahsettiğim sırtta hissedilen destektir belki de bu algı farkını yaratan. Benim ailem, onun ailesi olsaydı takar, daha hırslı, kendi dışında başkalarının sorunlarının çok da önemli olmadığını düşünen biri olurdum belki ben de.

28 Temmuz 2014 Pazartesi

MAGAZİNDEN TÜREYEN SORULAR

Kenan Doğulu ile yarın Los Angeles'ta evlenecek olan Beren Saat, kına gecesi yapıp kına yakmış. Blogcağızımı magazin köşesi yapmaya niyetim yok, bu haberi de bir yere bağlayacağım tabii:)
Pınar Altuğ şaşaalı bir kına gecesi yapınca, Can Dündar bir yazı döşenmişti bu konuda. Yıllarca birlikte yaşadığın adamla evlenmeden önce kına gecesi düzenleyip akşam da aynı eve dönmenin manasızlığı üzerine. Can Dündar, karısını boynuzlarken yakalanıp yine de tıpış tıpış evine kabul edilen bir adam  (flaş flaş flaş) olduğundan beri çok saygı duymasam da, yazısı duygularıma tercüman olmuştu. Ben de eğer ailesinin ve kişinin meşrebi birlikte yaşamaya, evlenmeden çocuk yapmaya  olumsuz bakmıyorsa, o kadar zaman birlikte yaşadıktan sonra olaya resmiyet kazandırma isteğinin altında yatanları sorgulama ihtiyacı duyarım. Kendince zamanın şartlarına uyduğunu, şehirli gibi  yaşadığını savunup yaşayadururken birden olayı çiftetelliye bağlayan nedenler kafamı kurcalar. Bir yanın kopup gitmek isterken, bir yanın geleneklere bu kadar bağlı olmasının nedenleri...

MAGAZİNDEN TÜREYEN SORULAR

Kenan Doğulu ile yarın Los Angeles'ta evlenecek olan Beren Saat, kına gecesi yapıp kına yakmış. Blogcağızımı magazin köşesi yapmaya niyetim yok, bu haberi de bir yere bağlayacağım tabii:)
Pınar Altuğ şaşaalı bir kına gecesi yapınca, Can Dündar bir yazı döşenmişti bu konuda. Yıllarca birlikte yaşadığın adamla evlenmeden önce kına gecesi düzenleyip akşam da aynı eve dönmenin manasızlığı üzerine. Can Dündar, karısını boynuzlarken yakalanıp yine de tıpış tıpış evine kabul edilen bir adam  (flaş flaş flaş) olduğundan beri çok saygı duymasam da, yazısı duygularıma tercüman olmuştu. Ben de eğer ailesinin ve kişinin meşrebi birlikte yaşamaya, evlenmeden çocuk yapmaya  olumsuz bakmıyorsa, o kadar zaman birlikte yaşadıktan sonra olaya resmiyet kazandırma isteğinin altında yatanları sorgulama ihtiyacı duyarım. Kendince zamanın şartlarına uyduğunu, şehirli gibi  yaşadığını savunup yaşayadururken birden olayı çiftetelliye bağlayan nedenler kafamı kurcalar. Bir yanın kopup gitmek isterken, bir yanın geleneklere bu kadar bağlı olmasının nedenleri...

22 Temmuz 2014 Salı

KURULAR- YAŞLAR

Bugün televizyonu açar açmaz, haberlerde Hakkari'de sokağa çıkma yasağının kalktığına dair bir anons duydum. Ben kaç gündür televizyondan uzak teyze rolümle güle oynaya, şebeklik yapa yapa (Kardeşim, öğrencilerimin bu halimi görseler şoke olacaklarını söylüyor:), bu güzel yaz günleri ve tatil bitmesin deyip mutlu mesut yaşarken, aşiretler arası çatışmaya dönen kavgayı bastırmanın yolunu sade vatandaşı eve tıkmakta bulan devlet gerçeği varmış da habersizmişim.

Oruç başınıza vurur, evden çıkmazsınız; canınız istemez, çıkmazsınız; sıcak rahatsız eder, çıkmazsınız da, bu yüzyılda hala aşiret gerçeği yüzünden evden çıkamamak da ne yahu?!!! Aşiret üyeleri, daha güçlü, daha saldırgan, daha tehlikeli diye al sen olayla ilgisi olmayan insanları eve hapset, hem de gece yarılarına kadar. Kurunun yanında yaşın yanması değil bu, tam anlamıyla kuru için yaşın yanması. Bu ülke gerçekten çok güzel yerler ve insanlarla dolu ama bir o kadar da, haksızlıkla. İnsanlıktan nasibini alamamış bir avuç insan, çoğunluğun özgürlüğünü kısıtlayabiliyor baksanıza!

KURULAR- YAŞLAR

Bugün televizyonu açar açmaz, haberlerde Hakkari'de sokağa çıkma yasağının kalktığına dair bir anons duydum. Ben kaç gündür televizyondan uzak teyze rolümle güle oynaya, şebeklik yapa yapa (Kardeşim, öğrencilerimin bu halimi görseler şoke olacaklarını söylüyor:), bu güzel yaz günleri ve tatil bitmesin deyip mutlu mesut yaşarken, aşiretler arası çatışmaya dönen kavgayı bastırmanın yolunu sade vatandaşı eve tıkmakta bulan devlet gerçeği varmış da habersizmişim.

Oruç başınıza vurur, evden çıkmazsınız; canınız istemez, çıkmazsınız; sıcak rahatsız eder, çıkmazsınız da, bu yüzyılda hala aşiret gerçeği yüzünden evden çıkamamak da ne yahu?!!! Aşiret üyeleri, daha güçlü, daha saldırgan, daha tehlikeli diye al sen olayla ilgisi olmayan insanları eve hapset, hem de gece yarılarına kadar. Kurunun yanında yaşın yanması değil bu, tam anlamıyla kuru için yaşın yanması. Bu ülke gerçekten çok güzel yerler ve insanlarla dolu ama bir o kadar da, haksızlıkla. İnsanlıktan nasibini alamamış bir avuç insan, çoğunluğun özgürlüğünü kısıtlayabiliyor baksanıza!

19 Temmuz 2014 Cumartesi

YEMEK ESNASI SAVAŞLARI

Geçen gece yarısı yemek yer ve  televizyon izlerken, alt yazılarla son dakika haberi olarak girdi İsrail'in Filistin hava, kara ve deniz harekatları. Körfez Savaşı sırasında da böyle, 7 gün 24 saat yayın yaparken tek devlet ve tek özel kanalımız, ekran başındayken yine yemek saatlerinde savaş görüntüleri izlerdik. Bilinçaltımıza işleyenleri, o dönemde çocuk olanların şiddeti ne kadar doğal bir olay görebileceği gerçeği bir kez daha dank etti kafama.

Biz, korunaklı, aile saadetli evlerimizde otururken birilerinin tepesinden güller yağmıyordu. Bize kansız, gözyaşsız savaşlar izletildi yıllarca. Oysa, birileri bu gerçekleri yaşayarak, travmalar atlatarak büyüyor ya da büyüyemeden ölüyor. 

Doktoradan Kosovalı bir arkadaşım var, E. Bir derste sunum sırasında, yaşlılık ve ölüm konusuna denk gelince fenalaşmış ve hocadan izin alıp dışarı çıkmıştı. Yıllarca ülkesinde, Sırpların saldırısına maruz kaldıkları için her gece tüm aile fertleri sarılarak vedalaştıktan sonra yatarlarmış yataklarına. Bir de, burada tepesinden sürekli geçen uçaklar nedeniyle korktuğunu söylemişti. Kendisi psikolojik danışman ve belki bu kaygılarla, korkularla baş edip gelecek kuşaklara da aynı kaygıları bulaştırmaz ama aynı şansa sahip olmayan niceleri var, korku da kuşaktan kuşağa aktarılıyor ne yazık ki aynı şiddet gibi. Şimdi kendisi bir anne adayıyken, geleceğin daha aydınlık olmasını umuyorum, bu denli şiddet sadece filmlerde falan olsun.

YEMEK ESNASI SAVAŞLARI

Geçen gece yarısı yemek yer ve  televizyon izlerken, alt yazılarla son dakika haberi olarak girdi İsrail'in Filistin hava, kara ve deniz harekatları. Körfez Savaşı sırasında da böyle, 7 gün 24 saat yayın yaparken tek devlet ve tek özel kanalımız, ekran başındayken yine yemek saatlerinde savaş görüntüleri izlerdik. Bilinçaltımıza işleyenleri, o dönemde çocuk olanların şiddeti ne kadar doğal bir olay görebileceği gerçeği bir kez daha dank etti kafama.

Biz, korunaklı, aile saadetli evlerimizde otururken birilerinin tepesinden güller yağmıyordu. Bize kansız, gözyaşsız savaşlar izletildi yıllarca. Oysa, birileri bu gerçekleri yaşayarak, travmalar atlatarak büyüyor ya da büyüyemeden ölüyor. 

Doktoradan Kosovalı bir arkadaşım var, E. Bir derste sunum sırasında, yaşlılık ve ölüm konusuna denk gelince fenalaşmış ve hocadan izin alıp dışarı çıkmıştı. Yıllarca ülkesinde, Sırpların saldırısına maruz kaldıkları için her gece tüm aile fertleri sarılarak vedalaştıktan sonra yatarlarmış yataklarına. Bir de, burada tepesinden sürekli geçen uçaklar nedeniyle korktuğunu söylemişti. Kendisi psikolojik danışman ve belki bu kaygılarla, korkularla baş edip gelecek kuşaklara da aynı kaygıları bulaştırmaz ama aynı şansa sahip olmayan niceleri var, korku da kuşaktan kuşağa aktarılıyor ne yazık ki aynı şiddet gibi. Şimdi kendisi bir anne adayıyken, geleceğin daha aydınlık olmasını umuyorum, bu denli şiddet sadece filmlerde falan olsun.

7 Haziran 2014 Cumartesi

ŞAŞIRTI BENİ ŞAŞIRTTI:)

 Bu sabah kanalları dolaşırken (Burada bahsettiğim gibisabah ekranında kanal gezme rekortmeniyim malum!), Pepee'ye rastladım.Hem mesleki meraktan, hem de teyzelik durumundan  birkaç saniye takılı kaldım, o anda da annesi Pepee ve arkadaşlarına "Size bir "şaşırtı" yaptım." dedi. Benim bu cümleyi idrak etmem önce zaman aldı.  Sonradan anladım ki, kadıncağız "sürpriz" yapmış:)

Yıllardır İngilizce öğreten biri olarak, yabancı kelimeleri cümle içinde anlamsızca, bilinçsizce, cahilce kullanmayı eleştiririm. Dile sahip çıkma konusunda lisedeki İngilizce öğretmenimiz Bahri Bey'in "Siz Türkçe'yi öğrenin, ben size İngilizce öğretirim." lafını düstur kabul ederim. Üniversite giriş sınavlarında Türkiye 1.si bile çıkarmış bir öğretmendir kendisi ve kendi deneyimlerimde de görüyorum ki, ana dilini bilmeyen, bu dilin kurallarına hakim olmayan birine başka bir dil öğretmek imkansıza yakın. Bir öğrencimin fiil örneği olarak "süt"ü örnek vermesi, benim için kırılma noktalarından biridir. O günden beri "Sütüyoruz, süreceğiz, süttük.":( (Yok, bu kez ağlanacak halimize gülen yüz koyamadım!)

"Bütün bu anlattıklarının Pepee ile ilgisi ne ola ki?" diye sorarsanız, dile sahip çıkma konusunda hassasiyet göstermek, Türkçe hali yaygın kullanılıyorken bizden olmayan bir kelimeyi lafın içine sokuşturup "full dolu" gibi anlamsız laflar etmemek,özetle dile sahip çıkmak gerek derim. Bununla birlikte, yıllardır artık bizden olan kelimelere yeni alternatifler (buna da alternatif bulunmuştur elbet!), otobüsü "çok oturgaçlı götürgeç" gibi zorlama Türkçe yapmak da fazla zorlama ve itici geliyor bana. Edebiyat öğreten bir sürü arkadaşım da, dilimizde yer etmişse, uzun zamandır kullanılıyorsa o sözcüğün bizden olduğunu savunuyor. 

Mevcut icatlar, keşifler bizden çıksa, zaten dünya da "baklava" gibi Türkçe isimleri ile öğrenecek çoğu kelimeyi, dili zenginleştirmek bilimde ilerlemeyle de mümkün yani. Atatürk'ün geometride kullandığımız çoğu terime karşılıklar bulması ve kelimelerin dilimize yerleşmesi, o kelimeyle ilk kez bu karşılıklarla tanışmamızla mümkün olmuş. Yıllardır kullanılan kelimelere bu saatten sonra karşılık bulmaya çalışmak biraz fazla "şaşırtı"lı olmuyor mu bünyemizde?

ŞAŞIRTI BENİ ŞAŞIRTTI:)

 Bu sabah kanalları dolaşırken (Burada bahsettiğim gibisabah ekranında kanal gezme rekortmeniyim malum!), Pepee'ye rastladım.Hem mesleki meraktan, hem de teyzelik durumundan  birkaç saniye takılı kaldım, o anda da annesi Pepee ve arkadaşlarına "Size bir "şaşırtı" yaptım." dedi. Benim bu cümleyi idrak etmem önce zaman aldı.  Sonradan anladım ki, kadıncağız "sürpriz" yapmış:)

Yıllardır İngilizce öğreten biri olarak, yabancı kelimeleri cümle içinde anlamsızca, bilinçsizce, cahilce kullanmayı eleştiririm. Dile sahip çıkma konusunda lisedeki İngilizce öğretmenimiz Bahri Bey'in "Siz Türkçe'yi öğrenin, ben size İngilizce öğretirim." lafını düstur kabul ederim. Üniversite giriş sınavlarında Türkiye 1.si bile çıkarmış bir öğretmendir kendisi ve kendi deneyimlerimde de görüyorum ki, ana dilini bilmeyen, bu dilin kurallarına hakim olmayan birine başka bir dil öğretmek imkansıza yakın. Bir öğrencimin fiil örneği olarak "süt"ü örnek vermesi, benim için kırılma noktalarından biridir. O günden beri "Sütüyoruz, süreceğiz, süttük.":( (Yok, bu kez ağlanacak halimize gülen yüz koyamadım!)

"Bütün bu anlattıklarının Pepee ile ilgisi ne ola ki?" diye sorarsanız, dile sahip çıkma konusunda hassasiyet göstermek, Türkçe hali yaygın kullanılıyorken bizden olmayan bir kelimeyi lafın içine sokuşturup "full dolu" gibi anlamsız laflar etmemek,özetle dile sahip çıkmak gerek derim. Bununla birlikte, yıllardır artık bizden olan kelimelere yeni alternatifler (buna da alternatif bulunmuştur elbet!), otobüsü "çok oturgaçlı götürgeç" gibi zorlama Türkçe yapmak da fazla zorlama ve itici geliyor bana. Edebiyat öğreten bir sürü arkadaşım da, dilimizde yer etmişse, uzun zamandır kullanılıyorsa o sözcüğün bizden olduğunu savunuyor. 

Mevcut icatlar, keşifler bizden çıksa, zaten dünya da "baklava" gibi Türkçe isimleri ile öğrenecek çoğu kelimeyi, dili zenginleştirmek bilimde ilerlemeyle de mümkün yani. Atatürk'ün geometride kullandığımız çoğu terime karşılıklar bulması ve kelimelerin dilimize yerleşmesi, o kelimeyle ilk kez bu karşılıklarla tanışmamızla mümkün olmuş. Yıllardır kullanılan kelimelere bu saatten sonra karşılık bulmaya çalışmak biraz fazla "şaşırtı"lı olmuyor mu bünyemizde?

30 Mayıs 2014 Cuma

D.SEKİ VE DİĞERLERİ


Şarkıcı, besteci ve söz yazarı Deniz Seki için yakalanma emrinin çıkması, bugün tüm haber bültenlerinin konusuydu. Daha önce, 218 gün hapiste yatmış olan Seki, Yargıtay'ın yeniden yatmasına yönelik onadığı cezasına itiraz etmiş, sonuç umduğu gibi olumlu olmamış yani kendisine uyuşturucu temin etmekten bir ceza biçilmiş ve hapse geri dönmesi gerekiyor.

Geçenlerde bir programda, "Ben yapmadım." diye isyan ederken izledim kendisini. Uyuşturucu kullanmış ama satmamış, başkalarına temin etmemiş olduğunu ifade ediyordu. Telefon kayıtlarında ise, bir kişinin tek başına kullanmayacağı kadar çok madde sipariş ettiği bulunmuş, miktarın fazlalığından başkalarıyla da paylaştığı kararına varılmış. 

Sözün özü, Deniz Seki AİHM başvurusu yapar da cezası iptal edilmezse, 40'lı yaşlarını hapiste sürdürecek gibi. Romantik şarkılar yazan, tanıdıklarının çok duygusal olduğunu söyledikleri bir isim, bu süreçten çok etkileniyordur tahminimce. Eğer başkalarıyla, ikram, para karşılığı, rica sonucu, ne olursa olsun paylaştıysa ve birilerinin de kendisi gibi zehirlenmesine göz yumduysa çok masum gelmiyor bana. 

Ülke kanunlarına göre yasak bir madde ve biraz izan sahibi biri bu maddelerin zararlarından haberdar. Bir yandan da, geçen yıl bir operasyonda yakalanan diğer ünlülerin  paçayı sıyırması ise adil değil. Eşit suça, eşit olmayan ceza yani ya da adamına göre muamele!

D.SEKİ VE DİĞERLERİ


Şarkıcı, besteci ve söz yazarı Deniz Seki için yakalanma emrinin çıkması, bugün tüm haber bültenlerinin konusuydu. Daha önce, 218 gün hapiste yatmış olan Seki, Yargıtay'ın yeniden yatmasına yönelik onadığı cezasına itiraz etmiş, sonuç umduğu gibi olumlu olmamış yani kendisine uyuşturucu temin etmekten bir ceza biçilmiş ve hapse geri dönmesi gerekiyor.

Geçenlerde bir programda, "Ben yapmadım." diye isyan ederken izledim kendisini. Uyuşturucu kullanmış ama satmamış, başkalarına temin etmemiş olduğunu ifade ediyordu. Telefon kayıtlarında ise, bir kişinin tek başına kullanmayacağı kadar çok madde sipariş ettiği bulunmuş, miktarın fazlalığından başkalarıyla da paylaştığı kararına varılmış. 

Sözün özü, Deniz Seki AİHM başvurusu yapar da cezası iptal edilmezse, 40'lı yaşlarını hapiste sürdürecek gibi. Romantik şarkılar yazan, tanıdıklarının çok duygusal olduğunu söyledikleri bir isim, bu süreçten çok etkileniyordur tahminimce. Eğer başkalarıyla, ikram, para karşılığı, rica sonucu, ne olursa olsun paylaştıysa ve birilerinin de kendisi gibi zehirlenmesine göz yumduysa çok masum gelmiyor bana. 

Ülke kanunlarına göre yasak bir madde ve biraz izan sahibi biri bu maddelerin zararlarından haberdar. Bir yandan da, geçen yıl bir operasyonda yakalanan diğer ünlülerin  paçayı sıyırması ise adil değil. Eşit suça, eşit olmayan ceza yani ya da adamına göre muamele!

27 Mayıs 2014 Salı

ÇOCUKLUK ANILARI VE GÖRSELLİK

Bugün okuldan bir arkadaşla (Arkadaş yazmama bakmayın, insanlara uzun bir süre sizli- bizli hitap etme alışkanlığım var!) sohbet ederken konu çocukluk anılarımıza geliverdi. Okullarda, öğrencileri sıraya dizip boylarını ölçme ve kilolarını tartma geleneği vardı hatırladığımız. Farklı yıllarda, birimiz kuzeyde birimiz güneyde olsak da kantarın üstüne çıkıp tartılma durumu, süt ve fındık dağıtımı gibi rutin bir uygulamaymış demek ki. 
     Foto: www.cihanozdemir.com


Her neyse, tartılma esnasında herkes 30-35 kilo çekerken, 40 kilo çıkan arkadaşlarına çok güldüklerini ve onu ağlattıklarını anlattı. O anda, yıllar öncesinde hepimizden şişman çıkan arkadaşımı çok garip bulduğumu hatırlayıverdim. Onun tartıya çıktığı anki hali hala gözümün önünde. Daha uzun olana hiç garipseyerek bakmamış ama şişmanı yadırgamıştık çocuk aklımızla. Ben de uzun ve incelerden olduğumdan yadırgamamıştım uzun olanı belki de, bilmiyorum. Ne de olsa o bizdendi!

Görsel algımız daha çocukken, uzun ve/veya ince olmayı güzel ve kabul edebilir bulurken, kısa ve/veya şişman olansa alay konusu, çirkin, küçümsenir oluveriyor bu algıyla. Lisansta sosyal psikoloji kitabında yetişkinlerin daha güzel buldukları bebeklere daha iyi davrandıklarına dair bir çalışmayla ilgili bir şeyler okumuştum. O kadar acımasız ayrımlarımız var yani görsellikle ilgili. 

Bunları yazarken, televizyonda Türkiye Güzellik Yarışması başladı tesadüfe bakalım ki:) Görselliğin alabildiğine yarıştığı, estetikli burunların başkalarına kıvrıldığı, lise mezunlarının "Üniversiteye hazırlanıyor." diye pazarlandığı, çok azının beyin kıvrımlarının da güzel olduğuna şahit olduğumuz kızcağızların yarıştığı eğlenceli yarışma!




ÇOCUKLUK ANILARI VE GÖRSELLİK

Bugün okuldan bir arkadaşla (Arkadaş yazmama bakmayın, insanlara uzun bir süre sizli- bizli hitap etme alışkanlığım var!) sohbet ederken konu çocukluk anılarımıza geliverdi. Okullarda, öğrencileri sıraya dizip boylarını ölçme ve kilolarını tartma geleneği vardı hatırladığımız. Farklı yıllarda, birimiz kuzeyde birimiz güneyde olsak da kantarın üstüne çıkıp tartılma durumu, süt ve fındık dağıtımı gibi rutin bir uygulamaymış demek ki. 
     Foto: www.cihanozdemir.com


Her neyse, tartılma esnasında herkes 30-35 kilo çekerken, 40 kilo çıkan arkadaşlarına çok güldüklerini ve onu ağlattıklarını anlattı. O anda, yıllar öncesinde hepimizden şişman çıkan arkadaşımı çok garip bulduğumu hatırlayıverdim. Onun tartıya çıktığı anki hali hala gözümün önünde. Daha uzun olana hiç garipseyerek bakmamış ama şişmanı yadırgamıştık çocuk aklımızla. Ben de uzun ve incelerden olduğumdan yadırgamamıştım uzun olanı belki de, bilmiyorum. Ne de olsa o bizdendi!

Görsel algımız daha çocukken, uzun ve/veya ince olmayı güzel ve kabul edebilir bulurken, kısa ve/veya şişman olansa alay konusu, çirkin, küçümsenir oluveriyor bu algıyla. Lisansta sosyal psikoloji kitabında yetişkinlerin daha güzel buldukları bebeklere daha iyi davrandıklarına dair bir çalışmayla ilgili bir şeyler okumuştum. O kadar acımasız ayrımlarımız var yani görsellikle ilgili. 

Bunları yazarken, televizyonda Türkiye Güzellik Yarışması başladı tesadüfe bakalım ki:) Görselliğin alabildiğine yarıştığı, estetikli burunların başkalarına kıvrıldığı, lise mezunlarının "Üniversiteye hazırlanıyor." diye pazarlandığı, çok azının beyin kıvrımlarının da güzel olduğuna şahit olduğumuz kızcağızların yarıştığı eğlenceli yarışma!




26 Mayıs 2014 Pazartesi

MİNYATÜR BAHÇELER





Dün gece geç saatlerde kanalları dolaşırken NTV'de bir programda denk geldim Emre Özberk ve Paspasın Bahçelerine.  Bir tabağın içine sığabilecek boyutta, içinde çiti bile olan, farklı bitkilerden oluşan minicik bahçeler düşünün. İnanılmaz bir emek ve görsel şölen.  

Bahçeleri çok beğendim, kişiye özel siparişler bile yapan Özberk'i de çok yetenekli buldum ama gerçek bahçeler varken yeşilden bu kadar uzaklaşıp yeşili tabaklarda görür olmamıza da kafayı taktım. Özellikle şehir merkezlerinde yaşayanlar o kadar uzak kalmış ki yeşile, bir tabak yeşillik bizim için salatadan farklı bir şey olacak bu gidişle. Çit denen şeyin ne olduğunu, üzerinden atlamanın keyfini bilemeyen kuşaklar gelecek sırayla. Büyüklerimizin bize anlattığı televizyonsuz günler gibi biz de yeşilli ve çitli günleri anlatacağız bu kadar hırpani davranırsak doğaya.

MİNYATÜR BAHÇELER





Dün gece geç saatlerde kanalları dolaşırken NTV'de bir programda denk geldim Emre Özberk ve Paspasın Bahçelerine.  Bir tabağın içine sığabilecek boyutta, içinde çiti bile olan, farklı bitkilerden oluşan minicik bahçeler düşünün. İnanılmaz bir emek ve görsel şölen.  

Bahçeleri çok beğendim, kişiye özel siparişler bile yapan Özberk'i de çok yetenekli buldum ama gerçek bahçeler varken yeşilden bu kadar uzaklaşıp yeşili tabaklarda görür olmamıza da kafayı taktım. Özellikle şehir merkezlerinde yaşayanlar o kadar uzak kalmış ki yeşile, bir tabak yeşillik bizim için salatadan farklı bir şey olacak bu gidişle. Çit denen şeyin ne olduğunu, üzerinden atlamanın keyfini bilemeyen kuşaklar gelecek sırayla. Büyüklerimizin bize anlattığı televizyonsuz günler gibi biz de yeşilli ve çitli günleri anlatacağız bu kadar hırpani davranırsak doğaya.