ÖZEL GÜNLER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ÖZEL GÜNLER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Mart 2015 Cuma

RENKLİ TELEVİZYON

13 Mart 1985.
Tam 30 yıl önce, bizim eve renkli televizyon girmişti. Siyah- beyaz izlediğimiz reklamları, şekerlerin gerçek rengini görmenin heyecanını hatırlıyorum. Kıyafetlerin rengini tahmin etmek yerine gerçeğinin görmenin heyecanı...

O günlerden bugüne, bilgisayar, net, cep telefonu, akıllı telefon gibi nice yenilik, nice teknoloji girdi hayatımıza. Her teknolojik gelismeyi ucundan kıyısından yakaladık biz 70lerin sonu ya da 80lerin başında doğanlar. Diğer kuşaklardan farklı olan yanımız, çocukluğumuz, ergenliğimiz. gençliğimiz ve yetiskinliğimiz hep bir teknolojik gelişmeyle özdeşleşti. Sizi bilmem ama belki çocuk saflığından, hiçbiri renkli televizyon kadar heyecan vermedi.

RENKLİ TELEVİZYON

13 Mart 1985.
Tam 30 yıl önce, bizim eve renkli televizyon girmişti. Siyah- beyaz izlediğimiz reklamları, şekerlerin gerçek rengini görmenin heyecanını hatırlıyorum. Kıyafetlerin rengini tahmin etmek yerine gerçeğinin görmenin heyecanı...

O günlerden bugüne, bilgisayar, net, cep telefonu, akıllı telefon gibi nice yenilik, nice teknoloji girdi hayatımıza. Her teknolojik gelismeyi ucundan kıyısından yakaladık biz 70lerin sonu ya da 80lerin başında doğanlar. Diğer kuşaklardan farklı olan yanımız, çocukluğumuz, ergenliğimiz. gençliğimiz ve yetiskinliğimiz hep bir teknolojik gelişmeyle özdeşleşti. Sizi bilmem ama belki çocuk saflığından, hiçbiri renkli televizyon kadar heyecan vermedi.

7 Mart 2015 Cumartesi

KA- DIN

Yarının Dünya Kadınlar Günü (aslında emekçi kadınlar!) olması dolayısıyla, eli kalem tutan, ağzı laf yapan, düşünmeye zahmet eden herkesin yazacak birkaç satırı, edecek birkaç kelamı ve üretecek fikri olacak bol bol. 9 Mart olduğunda ise, gündemimiz değişiverecek, nasılsa dünyada özellikle bu ülkede sık sık değişiverdiği gibi. 

         O yüzden, geçen yıl yazdığım şu yazıda olduğu gibi, kadın olduğumuz için cezalı ve mazlum hissettirmeyen mutlu azınlıktan sayılmamı sağlayan aileme teşekkür etmek, aynı şansa sahip olmayanları görüp halime şükredebilmekten utanmak dışında bir şey yapmak gelmiyor içimden.

KA- DIN

Yarının Dünya Kadınlar Günü (aslında emekçi kadınlar!) olması dolayısıyla, eli kalem tutan, ağzı laf yapan, düşünmeye zahmet eden herkesin yazacak birkaç satırı, edecek birkaç kelamı ve üretecek fikri olacak bol bol. 9 Mart olduğunda ise, gündemimiz değişiverecek, nasılsa dünyada özellikle bu ülkede sık sık değişiverdiği gibi. 

         O yüzden, geçen yıl yazdığım şu yazıda olduğu gibi, kadın olduğumuz için cezalı ve mazlum hissettirmeyen mutlu azınlıktan sayılmamı sağlayan aileme teşekkür etmek, aynı şansa sahip olmayanları görüp halime şükredebilmekten utanmak dışında bir şey yapmak gelmiyor içimden.

3 Mart 2015 Salı

BLOG ANALİZİM VE CERENMUS

             Sanal ortamda paylaşımda bulunduğum kimseyi, banal ortamda da arkadaşım diye tanımlamayan bir bünyem var. Yalnız, blog yazmak arkadaşlıktan da farklı bir mertebede kaynaştırıyor sanki bizleri. Yakınlarımıza açmayıp, köşe bucak sakladığımız günlüklerimizi gönüllü olarak çarşaf çarşaf seriyoruz birbirimizin önüne. Bu yüzden, gerçek dünyadaki arkadaşlarımızla paylaştığımızdan daha farklı, daha kendimize özgü kurguladığımız bir dünya kurmuş gibiyiz. Yine gerçeklerimizle buradayız ama ne kadar açmak istersek kendimizi o kadar açtığımız bir dünya bu. Jestlerle, mimiklerle, tonlama ve vurgularımızla ifşa olmadığımız, kendimizi açmak istediğimiz kadar açtığımız...
          
          Daha önce ortak dersler almamıza rağmen, bu  platformda tanıştığım/tanıdığım ve tanıdığım kadarını yakın bulduğum insanlar var hepimiz gibi. Onlardan birinin doğum günü bugün. Kendisi şimdi tatilde ve sosyal ortamlardan biraz uzakta. O paylaşmadan fevri davranıp kutlamak istedim. Tüm sevdiklerinle nice yıllara Cerenmus:)  



BLOG ANALİZİM VE CERENMUS

             Sanal ortamda paylaşımda bulunduğum kimseyi, banal ortamda da arkadaşım diye tanımlamayan bir bünyem var. Yalnız, blog yazmak arkadaşlıktan da farklı bir mertebede kaynaştırıyor sanki bizleri. Yakınlarımıza açmayıp, köşe bucak sakladığımız günlüklerimizi gönüllü olarak çarşaf çarşaf seriyoruz birbirimizin önüne. Bu yüzden, gerçek dünyadaki arkadaşlarımızla paylaştığımızdan daha farklı, daha kendimize özgü kurguladığımız bir dünya kurmuş gibiyiz. Yine gerçeklerimizle buradayız ama ne kadar açmak istersek kendimizi o kadar açtığımız bir dünya bu. Jestlerle, mimiklerle, tonlama ve vurgularımızla ifşa olmadığımız, kendimizi açmak istediğimiz kadar açtığımız...
          
          Daha önce ortak dersler almamıza rağmen, bu  platformda tanıştığım/tanıdığım ve tanıdığım kadarını yakın bulduğum insanlar var hepimiz gibi. Onlardan birinin doğum günü bugün. Kendisi şimdi tatilde ve sosyal ortamlardan biraz uzakta. O paylaşmadan fevri davranıp kutlamak istedim. Tüm sevdiklerinle nice yıllara Cerenmus:)  



8 Ocak 2015 Perşembe

BİR YAŞIMA DAHA GİRDİM

"Bir yaşıma daha girdim." sözü, bugün geçerli benim için. Ailemden fiziki olarak ayrı ama diğer sevdiklerimin mesajları, telefonları, sürprizleri ve hediyeleri ile geçti bugün. FB hatırlattı belki bir kısmına ama olsun:) 


BİR YAŞIMA DAHA GİRDİM

"Bir yaşıma daha girdim." sözü, bugün geçerli benim için. Ailemden fiziki olarak ayrı ama diğer sevdiklerimin mesajları, telefonları, sürprizleri ve hediyeleri ile geçti bugün. FB hatırlattı belki bir kısmına ama olsun:) 


6 Ocak 2015 Salı

YOL YORGUNU

Cuma günlerim zaten boş, perşembe de yılbaşı dolayısıyla tatil diye eve gitme planlarımı çok önceden yapmıştım. Babamı belki en azından bir sorunu nedeniyle doktora götürmeyi başarırım diye mesai saatlerinden yararlanayım diye Çarşamba için de mazeret izni aldım Salı gecesi yola çıkabilmek için. Belki izin alamam diye önceden aldığım bileti, sonradan bir gün öncesi için değiştirdim. Sonra Pazartesi yağan kar durmayınca, Salı gününden kar tatili ilan edildi 1,5 gün. İzni boşuna aldım yani. 

Gündüz yağış devam ettiği için otobüs firması Pamukkale'yi arayıp seferlerin iptal olup olmadığını sorduğumda, olursa mesaj atacaklarını söylediler. Gece, iki tramvayla aktarmalı yol tepip neredeyse iki saat sonra terminale ulaştım. Yol kenarından yolcu almak, firmadan firmaya, şoförden şoföre değişiyor bu şehirde. Neyse, terminale ulaştığımda İstanbul seferleri hariç tüm seferlerin iptal edildiğini öğrendim. Tırıs tırıs geri dönme çabası, şehir içi otobüslerin gelmemesi ve saatlerce firmayı arayıp, bekleyip tam taksiye binecekken başka bir firmanın servis aracıyla tekrar terminale dönüp tekrar servisle eve dönmem... Sinir harbi yaşadım, ailemi endişelendirdim ve o günden beridir yorgunluğumu atamadım. FB sayfalarına ilgilerinden dolayı teşekkür eden bir mesaj attım, o günden beri habire arıyorlar:)

Ertesi gün başka ifrit olduğum bir firmayla (seçenek yok!) öğlen otobüsü ile yollarda dura kalka Zonguldak'a gittim. "Bu valizi bu şehirde açmayacağım." inadım yüzünden bilet alıp otobüslerin gittiği herhangi bir yere gitmeyi bile düşündüm. O kadar mahsur kalmış hissettim ki, sanki doğuda kar yolları tıkayınca hastaneye bile ulaşamayan yurdum insanı acınasılığı çöktü üstüme. Gerçi benimki mutlu sondu, eve vardım. 

Yıllardır ilk defa yılbaşında evdeydim. Bizim için 1 Ocak,  babamın doğum günü olduğu için hep özeldir.İyi ki var:)

Bu arada yaklaşan doğum günüm için, bana kalsa hiçbir zaman almam diye kardeşlerim ve eşleri akıllı telefon ve tablet karışımı bir aygıt da aldılar, Minnoş elleriyle verdi hediyemi:) Doğum günümde onlardan uzakta olacağım ama erken kutlama yapmış olduk. 


YOL YORGUNU

Cuma günlerim zaten boş, perşembe de yılbaşı dolayısıyla tatil diye eve gitme planlarımı çok önceden yapmıştım. Babamı belki en azından bir sorunu nedeniyle doktora götürmeyi başarırım diye mesai saatlerinden yararlanayım diye Çarşamba için de mazeret izni aldım Salı gecesi yola çıkabilmek için. Belki izin alamam diye önceden aldığım bileti, sonradan bir gün öncesi için değiştirdim. Sonra Pazartesi yağan kar durmayınca, Salı gününden kar tatili ilan edildi 1,5 gün. İzni boşuna aldım yani. 

Gündüz yağış devam ettiği için otobüs firması Pamukkale'yi arayıp seferlerin iptal olup olmadığını sorduğumda, olursa mesaj atacaklarını söylediler. Gece, iki tramvayla aktarmalı yol tepip neredeyse iki saat sonra terminale ulaştım. Yol kenarından yolcu almak, firmadan firmaya, şoförden şoföre değişiyor bu şehirde. Neyse, terminale ulaştığımda İstanbul seferleri hariç tüm seferlerin iptal edildiğini öğrendim. Tırıs tırıs geri dönme çabası, şehir içi otobüslerin gelmemesi ve saatlerce firmayı arayıp, bekleyip tam taksiye binecekken başka bir firmanın servis aracıyla tekrar terminale dönüp tekrar servisle eve dönmem... Sinir harbi yaşadım, ailemi endişelendirdim ve o günden beridir yorgunluğumu atamadım. FB sayfalarına ilgilerinden dolayı teşekkür eden bir mesaj attım, o günden beri habire arıyorlar:)

Ertesi gün başka ifrit olduğum bir firmayla (seçenek yok!) öğlen otobüsü ile yollarda dura kalka Zonguldak'a gittim. "Bu valizi bu şehirde açmayacağım." inadım yüzünden bilet alıp otobüslerin gittiği herhangi bir yere gitmeyi bile düşündüm. O kadar mahsur kalmış hissettim ki, sanki doğuda kar yolları tıkayınca hastaneye bile ulaşamayan yurdum insanı acınasılığı çöktü üstüme. Gerçi benimki mutlu sondu, eve vardım. 

Yıllardır ilk defa yılbaşında evdeydim. Bizim için 1 Ocak,  babamın doğum günü olduğu için hep özeldir.İyi ki var:)

Bu arada yaklaşan doğum günüm için, bana kalsa hiçbir zaman almam diye kardeşlerim ve eşleri akıllı telefon ve tablet karışımı bir aygıt da aldılar, Minnoş elleriyle verdi hediyemi:) Doğum günümde onlardan uzakta olacağım ama erken kutlama yapmış olduk. 


26 Aralık 2014 Cuma

YILBAŞI NEŞESİ

Yılbaşı yaklaşmaya başlayıp etrafta süsler, ışıklar ve renkler artmaya başladığından beri yeni yılla ilgili konuşmalar, yorumlar da artıyor haliyle. Kendimizi bildiğimizden beri, eski yıla yaşlı Noel Baba benzetmesiyle edilen vedalar, yeni yılı çıtır Noel Baba ile karşılamalar. Bildiğimiz klişeler...

Daha bitmeden eski yılı kışkışlama merakı, yeni yıla dair abartılı beklentileri de getiriyor. Eski yılı lanetli, gitmesi gereken, çabucak tüketilmesi gereken bir ucube olarak def etme merakı çoğu kişide kolayca gözlemlenebiliyor. Sanki bitmesi beklenen yıl, tüm sevdiklerini götürmüş, bütün doğal afetleri aynı anda yaşamış, evsiz- barksız kalmış, Maslow'un hiyerarşi basamaklarında ilk basamağa bile atlayamamış da, gitmesini bekliyor bu yılın. 

Yeni yıl, tabii ki biz beklesek de beklemesek de, istesek de istemesek de gelecek insanoğlu zamanları dilimlere ayırdığından beri ama bu şuursuz neşe, düşündürücü geliyor bana. Eğlenmek için başka sebeplerin bulunamaması, kendi kendini gaza getirip eğlenmek için yılbaşını bir umut kapısı yapıveriyor belki de bazıları için. Eleştirmiyorum, sadece üstünde düşünüp yazıyorum aslında. Altında yatanları anlamaya çalışarak!

Sevdiklerimizi götürmeyen, seveceğimiz yeni şeyler getiren yeni bir yıl gelmesini diliyor, gerçekçi "yılbaşı neşeleri" diliyorum herkese.

YILBAŞI NEŞESİ

Yılbaşı yaklaşmaya başlayıp etrafta süsler, ışıklar ve renkler artmaya başladığından beri yeni yılla ilgili konuşmalar, yorumlar da artıyor haliyle. Kendimizi bildiğimizden beri, eski yıla yaşlı Noel Baba benzetmesiyle edilen vedalar, yeni yılı çıtır Noel Baba ile karşılamalar. Bildiğimiz klişeler...

Daha bitmeden eski yılı kışkışlama merakı, yeni yıla dair abartılı beklentileri de getiriyor. Eski yılı lanetli, gitmesi gereken, çabucak tüketilmesi gereken bir ucube olarak def etme merakı çoğu kişide kolayca gözlemlenebiliyor. Sanki bitmesi beklenen yıl, tüm sevdiklerini götürmüş, bütün doğal afetleri aynı anda yaşamış, evsiz- barksız kalmış, Maslow'un hiyerarşi basamaklarında ilk basamağa bile atlayamamış da, gitmesini bekliyor bu yılın. 

Yeni yıl, tabii ki biz beklesek de beklemesek de, istesek de istemesek de gelecek insanoğlu zamanları dilimlere ayırdığından beri ama bu şuursuz neşe, düşündürücü geliyor bana. Eğlenmek için başka sebeplerin bulunamaması, kendi kendini gaza getirip eğlenmek için yılbaşını bir umut kapısı yapıveriyor belki de bazıları için. Eleştirmiyorum, sadece üstünde düşünüp yazıyorum aslında. Altında yatanları anlamaya çalışarak!

Sevdiklerimizi götürmeyen, seveceğimiz yeni şeyler getiren yeni bir yıl gelmesini diliyor, gerçekçi "yılbaşı neşeleri" diliyorum herkese.

4 Kasım 2014 Salı

RAPORLU HAFTANIN ÖZETİ

Geçen hafta raporlu olunca yuvaya döndüm fırsattan istifade. Zaten Minnoş, Ankara'ya doktora götürülecekti. Her nezle oluşunda ciğerleri doluyor ve hastanelik oluyor. Benden miras genetik yatkınlık olunca da astımdan şüphelenilmişti, o yüzden tavsiye üzerine bulunan bir doktorun yolunu tutması gerekti, ben de onunla alerji uzmanının yolunu tuttum meraktan. 

Gitmeden bir de grip aşısı oldum, kolum balon gibi oldu ilk defa. Daha önce 4 kez aşı oldum, ilk üçünde gripten beterdi halim. Mide bulantısı, baş dönmesi, ses kısıklığı hafta boyunca sürmüştü, tek iyi yanı burun akıntısının olmamasıydı. Bazı bünyeler, bu tepkiyi verirmiş öğrendiğime göre. Bendeki de ne bahtsa, nadir bulunan özelliğim nanemolla bünyem:)

Bütün hafta hastalıkla geçmedi neyse ki! Kardeşim, çalışan bir anne olduğundan Minnoş'a annem ve babam bakıyor hafta içi. Ben de eklendim bakım veren listesine neredeyse 10 gün. Daha doğrusu, yeme, içme, alt temizleme, uyutma gibi temel ihtiyaçları annem halletti, ben işin eğlenceli kısmını devraldım. Sabah 8.30'da, gece geç yatmanın etkisiyle uykulu olsam da, o geliyor diye kalktım. Kahvaltı sonrası abuk subuk müziklerle deli gibi dans edip tepindik, bağırarak şarkıları deforme edip söyledim, onu güldürdüm, güldüm, eğlendim. Sadece 1 gün teze göz atabildim ama değdi. 

Gelmeden 1 gün önce de küçük teyzesi dışında aile fertlerinin olduğu, baba tarafının da dahil olduğu, doktor randevusu nedeniyle gecikmeli kutladığımız bir doğum günü yaptık. Her fırsatta pasta üfleyen Minnoş, bu kez "İyi ki doğdun!" tezahüratı yapan sayısı artınca başka bir mest oldu. Hayran kitlesinin çoğalmasına sevindi yavrucak:) Uyku vakti gelince, yavaş yavaş evlerimizin yoluna koyulduk. 

Babası bizi eve bırakmak üzereyken yaygarayı koparıp evin dış kapısında dikildi. Uyusun diye "Ben aşağıdan bir şeyler alıp geleceğim, sen evde bekle." diye bir martaval çıktı ağzımdan. Çocukcağız, babası bizi bırakıp eve dönünce arkasında beni aramış, "İye, iye" (Teyze, oluyor İYE:) diye. Gecenin köründe ağlama krizlerine girmiş. Çok kötü oldum, her şeyi anladığını unutup gaflete düştüm, yavrucağızı kandırmış bulundum. Alışmamış ağızda martaval patladı anlayacağınız! Minnoş'u üzdüğümle kaldım:(

Üstüne, ertesi gün yola çıkacakken bir de terminalde babası onu oyaladı,  gözden kaybolduğumu önce fark etmedi ama tam arabalarına bineceklerken beni otobüste görüverdi, bir kıyamet de orada koptu. Ağlama krizlerine girmiş arkamdan yine. Dün de önce yattığım odayı, sonra bütün evi aramış bize gelince. Bulamayınca yine ağlamış. Özlenmek güzel de, onu üzmek değil!

RAPORLU HAFTANIN ÖZETİ

Geçen hafta raporlu olunca yuvaya döndüm fırsattan istifade. Zaten Minnoş, Ankara'ya doktora götürülecekti. Her nezle oluşunda ciğerleri doluyor ve hastanelik oluyor. Benden miras genetik yatkınlık olunca da astımdan şüphelenilmişti, o yüzden tavsiye üzerine bulunan bir doktorun yolunu tutması gerekti, ben de onunla alerji uzmanının yolunu tuttum meraktan. 

Gitmeden bir de grip aşısı oldum, kolum balon gibi oldu ilk defa. Daha önce 4 kez aşı oldum, ilk üçünde gripten beterdi halim. Mide bulantısı, baş dönmesi, ses kısıklığı hafta boyunca sürmüştü, tek iyi yanı burun akıntısının olmamasıydı. Bazı bünyeler, bu tepkiyi verirmiş öğrendiğime göre. Bendeki de ne bahtsa, nadir bulunan özelliğim nanemolla bünyem:)

Bütün hafta hastalıkla geçmedi neyse ki! Kardeşim, çalışan bir anne olduğundan Minnoş'a annem ve babam bakıyor hafta içi. Ben de eklendim bakım veren listesine neredeyse 10 gün. Daha doğrusu, yeme, içme, alt temizleme, uyutma gibi temel ihtiyaçları annem halletti, ben işin eğlenceli kısmını devraldım. Sabah 8.30'da, gece geç yatmanın etkisiyle uykulu olsam da, o geliyor diye kalktım. Kahvaltı sonrası abuk subuk müziklerle deli gibi dans edip tepindik, bağırarak şarkıları deforme edip söyledim, onu güldürdüm, güldüm, eğlendim. Sadece 1 gün teze göz atabildim ama değdi. 

Gelmeden 1 gün önce de küçük teyzesi dışında aile fertlerinin olduğu, baba tarafının da dahil olduğu, doktor randevusu nedeniyle gecikmeli kutladığımız bir doğum günü yaptık. Her fırsatta pasta üfleyen Minnoş, bu kez "İyi ki doğdun!" tezahüratı yapan sayısı artınca başka bir mest oldu. Hayran kitlesinin çoğalmasına sevindi yavrucak:) Uyku vakti gelince, yavaş yavaş evlerimizin yoluna koyulduk. 

Babası bizi eve bırakmak üzereyken yaygarayı koparıp evin dış kapısında dikildi. Uyusun diye "Ben aşağıdan bir şeyler alıp geleceğim, sen evde bekle." diye bir martaval çıktı ağzımdan. Çocukcağız, babası bizi bırakıp eve dönünce arkasında beni aramış, "İye, iye" (Teyze, oluyor İYE:) diye. Gecenin köründe ağlama krizlerine girmiş. Çok kötü oldum, her şeyi anladığını unutup gaflete düştüm, yavrucağızı kandırmış bulundum. Alışmamış ağızda martaval patladı anlayacağınız! Minnoş'u üzdüğümle kaldım:(

Üstüne, ertesi gün yola çıkacakken bir de terminalde babası onu oyaladı,  gözden kaybolduğumu önce fark etmedi ama tam arabalarına bineceklerken beni otobüste görüverdi, bir kıyamet de orada koptu. Ağlama krizlerine girmiş arkamdan yine. Dün de önce yattığım odayı, sonra bütün evi aramış bize gelince. Bulamayınca yine ağlamış. Özlenmek güzel de, onu üzmek değil!

24 Ekim 2014 Cuma

İYİ Kİ GELDİN:)

Tam 2 yıl önce....

Teyzemi kaybettikten tam 2 yıl 2 hafta sonra...

Teyze yaptın beni telefonuna "Küçük Anne" diye kaydeden  küçük teyzeni ve beni. 

Hissettiğim duyguya isim koymakta zorlanıyorum, diğer teyzene göre adı "aşk" bunun. Herkesin herhangi birine duyabileceği duygudan farklı bir şey olduğunu düşünüyorum senin için hissettiklerimizin. O yüzden aşk da değil, ilk defa tanımlamakta zorluk çekiyorum duygularımı. 

Kendimi farklı yönlerimle tanımamı sağlayan, ağır abla buldukları beni "hoplak, tırlak" birine dönüştüren, yorgunluktan tükenmişken birden deli gibi oyunlar oynamaya başlatan, sesini duyduğumda ve yüzünü gözümün önüne getirdiğimde sırıtmamı sağlayan acayip bir duygu durumu.

Duygularımı- tanımlayamadığım duygularımı- hiç tanımadığım insanlara ifşa etmeme bile sebep oldun. İyi ki varsın, iyi ki geldin, hep sana söylediğim gibi "Hepimiz seni çok seviyoruz."


İYİ Kİ GELDİN:)

Tam 2 yıl önce....

Teyzemi kaybettikten tam 2 yıl 2 hafta sonra...

Teyze yaptın beni telefonuna "Küçük Anne" diye kaydeden  küçük teyzeni ve beni. 

Hissettiğim duyguya isim koymakta zorlanıyorum, diğer teyzene göre adı "aşk" bunun. Herkesin herhangi birine duyabileceği duygudan farklı bir şey olduğunu düşünüyorum senin için hissettiklerimizin. O yüzden aşk da değil, ilk defa tanımlamakta zorluk çekiyorum duygularımı. 

Kendimi farklı yönlerimle tanımamı sağlayan, ağır abla buldukları beni "hoplak, tırlak" birine dönüştüren, yorgunluktan tükenmişken birden deli gibi oyunlar oynamaya başlatan, sesini duyduğumda ve yüzünü gözümün önüne getirdiğimde sırıtmamı sağlayan acayip bir duygu durumu.

Duygularımı- tanımlayamadığım duygularımı- hiç tanımadığım insanlara ifşa etmeme bile sebep oldun. İyi ki varsın, iyi ki geldin, hep sana söylediğim gibi "Hepimiz seni çok seviyoruz."


4 Ekim 2014 Cumartesi

DALYA

Bu benim 100. yazımmış! Evimdeyim, hepimiz bir araya gelebildik:) Evden uzakta olduğum zaman diliminde yani hayatımın yarısında olduğu gibi, bayramlar benim için eve kavuşma vakitleri. Sevmediğim doğu ilinde tayinimin çıkmasını beklediğim günlere denk gelen tek bayram haricinde, tüm bayramlarda ailemle yan yanaydım. Dini ya da milli anlamı hep geri planda kalmıştır bu yüzden bayramlarımın. 

100. yazıyı da, eve kavuşmanın sevinciyle yazayım diye beklettim, bekledim. Dalya derken evde olayım istedim. Salıdan beri buradayım, huzurluyum. Küçük atışmalara başlayacak kadar alıştım ev haline:) 

İyi bayramlar, iyi tatiller, nice 100ler :)

DALYA

Bu benim 100. yazımmış! Evimdeyim, hepimiz bir araya gelebildik:) Evden uzakta olduğum zaman diliminde yani hayatımın yarısında olduğu gibi, bayramlar benim için eve kavuşma vakitleri. Sevmediğim doğu ilinde tayinimin çıkmasını beklediğim günlere denk gelen tek bayram haricinde, tüm bayramlarda ailemle yan yanaydım. Dini ya da milli anlamı hep geri planda kalmıştır bu yüzden bayramlarımın. 

100. yazıyı da, eve kavuşmanın sevinciyle yazayım diye beklettim, bekledim. Dalya derken evde olayım istedim. Salıdan beri buradayım, huzurluyum. Küçük atışmalara başlayacak kadar alıştım ev haline:) 

İyi bayramlar, iyi tatiller, nice 100ler :)

27 Ağustos 2014 Çarşamba

22

Minnoş'un 22. ayını sürdüğü bu günlerde (ay dönümü kutlamalarına devam,  gelsin her bahaneye üflenen mumlar!)  ve çok daha öncesinde, bizim ahalide benim de tam, günü gününe hem de, 22 aylıkken kardeş sahibi olup "abla" payesi edinmemi konuşur olduk. Ne kadar küçük, savunmasız, ilgiye muhtaç olduğuna bakıp bakıp, her anını daha da ilgiyle gözlemleyerek kardeşimle aramızdaki yaş farkının azlığının herkese haksızlık olduğuna kanaat getirmiş bulunduk. 

Özellikle annem, beni o yaşta istemeden de olsa abla yaptıkları için bana haksızlık ettiğine karar vermiş durumda. Torununun bu yaşta ağabey olma ihtimalini düşünüp bu ihtimali korkunç bulmakta, büyük olanın daha çok ihmal edileceğini düşünüp üzülmekte yani. Ben o yaşlarda, derdini anlatan bir bebe-çocukmuşum, o yüzden Minnoş ile kıyaslama yapmaya başlamadan kardeşler arasındaki 22 aylık fark ona çok da az gelmezdi. Şimdi önünde  daha somut bir örnek dururken fark daha çarpıcı geldi.

Biz de, merdivenli ve sobalı bir evde, bugünün teknolojisi olmadan, başkasından da yardım almadan 2 çocuğa bakmak durumunda olduğu için kendimizi onun yerine koyup eski hallerine acımaktayız. Karşılıklı empatiyi açmış bir sempati hali yani. 

Abla olmaktan yana bir sıkıntım olmasa da, illa çoğalma ihityacı duyuluyorsa (bizimkilerinki bilinçli olmamış o yaşlardaki hemen herkesinki gibi) çocuklar arasındaki yaş farkının anne- babayı da, çocukları da mağdur etmemesi gerektiğine inanıyorum. Tam 2 yaş krizi evrelerinde bir kardeş sahibi olmak, bende mutlaka izler bırakmıştır. Titizlikle hatta obsessiflikle eleştirildiğimde kendimi böyle savunuyorum:) 

22

Minnoş'un 22. ayını sürdüğü bu günlerde (ay dönümü kutlamalarına devam,  gelsin her bahaneye üflenen mumlar!)  ve çok daha öncesinde, bizim ahalide benim de tam, günü gününe hem de, 22 aylıkken kardeş sahibi olup "abla" payesi edinmemi konuşur olduk. Ne kadar küçük, savunmasız, ilgiye muhtaç olduğuna bakıp bakıp, her anını daha da ilgiyle gözlemleyerek kardeşimle aramızdaki yaş farkının azlığının herkese haksızlık olduğuna kanaat getirmiş bulunduk. 

Özellikle annem, beni o yaşta istemeden de olsa abla yaptıkları için bana haksızlık ettiğine karar vermiş durumda. Torununun bu yaşta ağabey olma ihtimalini düşünüp bu ihtimali korkunç bulmakta, büyük olanın daha çok ihmal edileceğini düşünüp üzülmekte yani. Ben o yaşlarda, derdini anlatan bir bebe-çocukmuşum, o yüzden Minnoş ile kıyaslama yapmaya başlamadan kardeşler arasındaki 22 aylık fark ona çok da az gelmezdi. Şimdi önünde  daha somut bir örnek dururken fark daha çarpıcı geldi.

Biz de, merdivenli ve sobalı bir evde, bugünün teknolojisi olmadan, başkasından da yardım almadan 2 çocuğa bakmak durumunda olduğu için kendimizi onun yerine koyup eski hallerine acımaktayız. Karşılıklı empatiyi açmış bir sempati hali yani. 

Abla olmaktan yana bir sıkıntım olmasa da, illa çoğalma ihityacı duyuluyorsa (bizimkilerinki bilinçli olmamış o yaşlardaki hemen herkesinki gibi) çocuklar arasındaki yaş farkının anne- babayı da, çocukları da mağdur etmemesi gerektiğine inanıyorum. Tam 2 yaş krizi evrelerinde bir kardeş sahibi olmak, bende mutlaka izler bırakmıştır. Titizlikle hatta obsessiflikle eleştirildiğimde kendimi böyle savunuyorum:)