18 Eylül 2014 Perşembe

OFFFFFFFFF

Galiba dünyadan haberdar olmayıp, cahil mutluluğuyla yaşamanın en iyisi olduğuna karar verip haberlerden uzak durmak gerek. Bugün, engelli kızına yıllarca karısının bilgisi dahilinde tecavüz eden, üstüne kızı defalarca hamile bırakıp bebekleri vahşice öldüren bir yaratıkla ilgili haberleri duyunca, görünce böyle bir karar almanın doğruluğunu düşündüm durdum. Dehşete düştüm, kanal değiştirmek dışında çare bulamadım. 

O kızcağızın hayatının kumandası elinde olamadı. Hayata engellerle başlamışken, baba denemeyecek yaratık başka engeller koydu önüne. Anne denemeyecek yaratık da, bunlara göz yumdu. Belki evden atar, döver, söver korkusuyla. İnsanlığı değil kendi konforunu seçerek. 

Bir yerlerde birilerinin başına gelen felaketleri bile takip etmek yorucuyken, bir de bunlara maruz kalanların olduğunu bilmek zor geldi. Kötülüklerin, haksızlıkların, adiliklerin fişi çekilmeden haber kaynaklarımın fişini çekmek tek çare geldi işte.

OFFFFFFFFF

Galiba dünyadan haberdar olmayıp, cahil mutluluğuyla yaşamanın en iyisi olduğuna karar verip haberlerden uzak durmak gerek. Bugün, engelli kızına yıllarca karısının bilgisi dahilinde tecavüz eden, üstüne kızı defalarca hamile bırakıp bebekleri vahşice öldüren bir yaratıkla ilgili haberleri duyunca, görünce böyle bir karar almanın doğruluğunu düşündüm durdum. Dehşete düştüm, kanal değiştirmek dışında çare bulamadım. 

O kızcağızın hayatının kumandası elinde olamadı. Hayata engellerle başlamışken, baba denemeyecek yaratık başka engeller koydu önüne. Anne denemeyecek yaratık da, bunlara göz yumdu. Belki evden atar, döver, söver korkusuyla. İnsanlığı değil kendi konforunu seçerek. 

Bir yerlerde birilerinin başına gelen felaketleri bile takip etmek yorucuyken, bir de bunlara maruz kalanların olduğunu bilmek zor geldi. Kötülüklerin, haksızlıkların, adiliklerin fişi çekilmeden haber kaynaklarımın fişini çekmek tek çare geldi işte.

16 Eylül 2014 Salı

İZLENİMLER...

Gezi yazısı yazmayı sevmiyorum çünkü gittiğim yerin olumlu yanlarına odaklanmak yerine gözüme ba1tanları anlatmaya yatkınım. Gittiğim yerlerde bir turist nerelere giderse, kültür turizmine neler dahilse gezmekten hoşlanıyorum,az vakitte gezip görmekten yorulana kadar dolaştığım oluyor ama iş bunları yazıya dökmeye gelince istekli değilim ben. 

Gezi yazıları okurken de, mevcut riskler, alternatifler dışında ilgimi çeken pek bir şey olmuyor. Herkesin izlenimleri kendine özel diye düşünüyorum. Birinin ilkbaharda gittiği bir yere ben kışın gitsem, yanımda başka insanlar olsa vs. tüm koşullar gibi o yere bakış açım da farklı olacak, bunu biliyorum. O yüzden, Ayvalık'la ilgili o kadar reklam kampanyasının sadece reklam ve efsane mi yoksa gerçeklerle örülü mü olduğuna gidip gören herkes kendi karar versin de diyebilirim. Benim için şehir efsanesiydi, Zonguldak'ın çok daha güzel olduğuna karar verdim,lağım kokusundan burnumun direkleri sızladı ama yine deniz görmek, bol bol müze gezmek, Kaz Dağları'na çıkmak güzeldi diyebilirim özetle.

Drama kursuna gelince, farklı şehirlerden ve branşlardan, çeşitli yaş gruplarından 100ü aşkın insanın 4 ayrı grupta bir araya geldiği bir ortam olarak çok renkliydi. Ben giderken çekingendim. Kendimi biliyorum, Beden Eğitimi dersleri kabusumdu, topluluk içinde elim ayağıma dolaşırdı. Hala da, yeni ortamlara kolay adapte olabilen biri değilim, uzun uzun gözlemleyip yavaş yavaş kaynaşırım. Yaratıcı drama yaparken, yavaş kaynaşma şansı yok oysa. El ele tutuşup çember olurken birden kaynaşıveriyor insan:) Sabah 08.45, öğlen 13.00 arası sadece bir kaç kısa mola haricinde, durum böyle olunca, beraber sürekli  doğaçlayıp canlandırma yapınca kaynaşmamak mümkün değil. Üstelik, grupla psikolojik danışma oturumlarında olduğu gibi bazen etkinliklerin dışında kalıp gözlemleme şansı da yok, sürekli bir faaliyet hali.Yorucu ama keyifli ve farklı bir deneyimdi benim açımdan anlayacağınız. Kısa dönemde, iletişim adreslerinin alındığı, sosyal medya gruplarının kurulup paylaşımlar yapıldığı hızlı bir kaynaşma süreci oldu. Bir süre sonra, ağız alışkanlığıyla yurt diye bahsetmeye başladığımız otelde kurulan  arkadaşlıklar da cabası. Ben bile bir kaç telefon numarası ile ayrıldım. 


İZLENİMLER...

Gezi yazısı yazmayı sevmiyorum çünkü gittiğim yerin olumlu yanlarına odaklanmak yerine gözüme ba1tanları anlatmaya yatkınım. Gittiğim yerlerde bir turist nerelere giderse, kültür turizmine neler dahilse gezmekten hoşlanıyorum,az vakitte gezip görmekten yorulana kadar dolaştığım oluyor ama iş bunları yazıya dökmeye gelince istekli değilim ben. 

Gezi yazıları okurken de, mevcut riskler, alternatifler dışında ilgimi çeken pek bir şey olmuyor. Herkesin izlenimleri kendine özel diye düşünüyorum. Birinin ilkbaharda gittiği bir yere ben kışın gitsem, yanımda başka insanlar olsa vs. tüm koşullar gibi o yere bakış açım da farklı olacak, bunu biliyorum. O yüzden, Ayvalık'la ilgili o kadar reklam kampanyasının sadece reklam ve efsane mi yoksa gerçeklerle örülü mü olduğuna gidip gören herkes kendi karar versin de diyebilirim. Benim için şehir efsanesiydi, Zonguldak'ın çok daha güzel olduğuna karar verdim,lağım kokusundan burnumun direkleri sızladı ama yine deniz görmek, bol bol müze gezmek, Kaz Dağları'na çıkmak güzeldi diyebilirim özetle.

Drama kursuna gelince, farklı şehirlerden ve branşlardan, çeşitli yaş gruplarından 100ü aşkın insanın 4 ayrı grupta bir araya geldiği bir ortam olarak çok renkliydi. Ben giderken çekingendim. Kendimi biliyorum, Beden Eğitimi dersleri kabusumdu, topluluk içinde elim ayağıma dolaşırdı. Hala da, yeni ortamlara kolay adapte olabilen biri değilim, uzun uzun gözlemleyip yavaş yavaş kaynaşırım. Yaratıcı drama yaparken, yavaş kaynaşma şansı yok oysa. El ele tutuşup çember olurken birden kaynaşıveriyor insan:) Sabah 08.45, öğlen 13.00 arası sadece bir kaç kısa mola haricinde, durum böyle olunca, beraber sürekli  doğaçlayıp canlandırma yapınca kaynaşmamak mümkün değil. Üstelik, grupla psikolojik danışma oturumlarında olduğu gibi bazen etkinliklerin dışında kalıp gözlemleme şansı da yok, sürekli bir faaliyet hali.Yorucu ama keyifli ve farklı bir deneyimdi benim açımdan anlayacağınız. Kısa dönemde, iletişim adreslerinin alındığı, sosyal medya gruplarının kurulup paylaşımlar yapıldığı hızlı bir kaynaşma süreci oldu. Bir süre sonra, ağız alışkanlığıyla yurt diye bahsetmeye başladığımız otelde kurulan  arkadaşlıklar da cabası. Ben bile bir kaç telefon numarası ile ayrıldım. 


14 Eylül 2014 Pazar

YİNE GİTTİM, YİNE DÖNDÜM

Bloga bu kadar uzun süre ara vermemiştim ama ev(ler)den uzaktaydım geçen Pazar'dan beri. Akıllı telefon falan almam lazım galiba artık. Uzun süre yazmamak, ya biriktirip yazamamaya ya da yazdıklarımızı paylaşma konusunda kendimizi sorgulamaya itiyor. En azından bende öyle oluyor. Neden tanımadığım insanlarla bir şeyler paylaştığımı sorguladım bir süre. Bu Cuma gecesi eve döndüğümden beri de, yazmaya niyetlenip nereden başlayacağımı bilemeyecek kadar gündem doluydum. 

Tam da dönüş üstüne yazı yazıp, evi  toparlamaya, sabahları erken kalkmaya alışmaya çalışırken yazıdan 2 gün sonra Cuma günü elime yazın başvurduğum seminere kabul edildiğime dair bir faks geçti, hem de mesai bitimine yakın.Yazın seminer dönemi okulda boş boş oturup lak lak yapmayalım diye 5 tane faaliyet başvurusu yaptığım halde, müdür sadece 1 tanesini onaylayabilmişti. Birlikte gitmeyi planladığımız arkadaşımın ise hiçbir faaliyetini onaylamayı becerememiş. 450 kişinin başvurduğunu bildiğimden umudum çok da yoktu. Şansım döndü yani bu sefer:) 

Ama! (İlla bir ama olmak zorunda mı?)

Okulda müdür görevine son verilmesinin şerefine(!) izne ayrılmış haldeyken, memur dışında muhatap bulamaz, yetkililerin meşgul çalan telefonlarına ulaşmaya çalışırken gerim gerim gerildim. Sonra Pazar günü yola çıkmak için hazırlıklara, bilet ayarlamalara geldi sıra. Halledip yola çıktım sabah sabah. Akşam Ayvalık Lale Adası'nda denize nazır uygulama otelinde yerimiz hazırdı. Eğitim alacağımız okul, otelin yanı başındaydı. 

Drama kursunun detayları ve Ayvalık izlenimlerim az sonraaaaaaaa!


.

YİNE GİTTİM, YİNE DÖNDÜM

Bloga bu kadar uzun süre ara vermemiştim ama ev(ler)den uzaktaydım geçen Pazar'dan beri. Akıllı telefon falan almam lazım galiba artık. Uzun süre yazmamak, ya biriktirip yazamamaya ya da yazdıklarımızı paylaşma konusunda kendimizi sorgulamaya itiyor. En azından bende öyle oluyor. Neden tanımadığım insanlarla bir şeyler paylaştığımı sorguladım bir süre. Bu Cuma gecesi eve döndüğümden beri de, yazmaya niyetlenip nereden başlayacağımı bilemeyecek kadar gündem doluydum. 

Tam da dönüş üstüne yazı yazıp, evi  toparlamaya, sabahları erken kalkmaya alışmaya çalışırken yazıdan 2 gün sonra Cuma günü elime yazın başvurduğum seminere kabul edildiğime dair bir faks geçti, hem de mesai bitimine yakın.Yazın seminer dönemi okulda boş boş oturup lak lak yapmayalım diye 5 tane faaliyet başvurusu yaptığım halde, müdür sadece 1 tanesini onaylayabilmişti. Birlikte gitmeyi planladığımız arkadaşımın ise hiçbir faaliyetini onaylamayı becerememiş. 450 kişinin başvurduğunu bildiğimden umudum çok da yoktu. Şansım döndü yani bu sefer:) 

Ama! (İlla bir ama olmak zorunda mı?)

Okulda müdür görevine son verilmesinin şerefine(!) izne ayrılmış haldeyken, memur dışında muhatap bulamaz, yetkililerin meşgul çalan telefonlarına ulaşmaya çalışırken gerim gerim gerildim. Sonra Pazar günü yola çıkmak için hazırlıklara, bilet ayarlamalara geldi sıra. Halledip yola çıktım sabah sabah. Akşam Ayvalık Lale Adası'nda denize nazır uygulama otelinde yerimiz hazırdı. Eğitim alacağımız okul, otelin yanı başındaydı. 

Drama kursunun detayları ve Ayvalık izlenimlerim az sonraaaaaaaa!


.

3 Eylül 2014 Çarşamba

DÖNÜŞ ÜSTÜNE

Tatil bitti, geriye döndüm! Bayrama kadar özlemle dolu günler başladı yani. Giderken filtresi elimde kalan, su boşaltamayan makinem ve tez bitince nasılsa taşınacağım, taşınırken daha öncekini de nakliyeciler oraya buraya çarpmıştı diye yenisini almamam, lojmanda bu yıl kalmaya devam edip edememe durumu, tez için veri toplama telaşının devamı (ne uzun sürdü Yarabbi!), okul açılana kadar elimize geçmeyip okulun ilk günü elime tutuşturulacak ders programının ne olacağı endişesi, 2 aydır boş olan evi temizleme... Yuvadan (yuvaya değil!) dönüş, tüm yetişkinlik sorumluluklarını sırtlanmak demek benim için anlayacağınız.

Sorumluluklar yüklenmek, bu sorumlulukların üstesinden gelmeye çalışmak zor da olsa güzel yine de. Hayat hep tatildeki gibi olsa, babam çayı demlese, annem kahvaltıyı hazırlasa şeklinde geçmez hayat! Farkındayım. Tatilde de yapacaklarımın listesini düşünüp kafamı yorsam da, eyleme geçmeme lüksüm vardı, galiba bunu arıyorum. Ailemin özlemiyle birleşince, tatilin bitmesi zor geldi. Yıllardır aynı ruh haliyle başlıyorum yeni eğitim-öğretim yılına. Alıştım ama kanıksayamadım. Ben kolay kolay kanıksayabilen  biri değilim ne de olsa. İnsanları da, olayları da!

DÖNÜŞ ÜSTÜNE

Tatil bitti, geriye döndüm! Bayrama kadar özlemle dolu günler başladı yani. Giderken filtresi elimde kalan, su boşaltamayan makinem ve tez bitince nasılsa taşınacağım, taşınırken daha öncekini de nakliyeciler oraya buraya çarpmıştı diye yenisini almamam, lojmanda bu yıl kalmaya devam edip edememe durumu, tez için veri toplama telaşının devamı (ne uzun sürdü Yarabbi!), okul açılana kadar elimize geçmeyip okulun ilk günü elime tutuşturulacak ders programının ne olacağı endişesi, 2 aydır boş olan evi temizleme... Yuvadan (yuvaya değil!) dönüş, tüm yetişkinlik sorumluluklarını sırtlanmak demek benim için anlayacağınız.

Sorumluluklar yüklenmek, bu sorumlulukların üstesinden gelmeye çalışmak zor da olsa güzel yine de. Hayat hep tatildeki gibi olsa, babam çayı demlese, annem kahvaltıyı hazırlasa şeklinde geçmez hayat! Farkındayım. Tatilde de yapacaklarımın listesini düşünüp kafamı yorsam da, eyleme geçmeme lüksüm vardı, galiba bunu arıyorum. Ailemin özlemiyle birleşince, tatilin bitmesi zor geldi. Yıllardır aynı ruh haliyle başlıyorum yeni eğitim-öğretim yılına. Alıştım ama kanıksayamadım. Ben kolay kolay kanıksayabilen  biri değilim ne de olsa. İnsanları da, olayları da!

27 Ağustos 2014 Çarşamba

22

Minnoş'un 22. ayını sürdüğü bu günlerde (ay dönümü kutlamalarına devam,  gelsin her bahaneye üflenen mumlar!)  ve çok daha öncesinde, bizim ahalide benim de tam, günü gününe hem de, 22 aylıkken kardeş sahibi olup "abla" payesi edinmemi konuşur olduk. Ne kadar küçük, savunmasız, ilgiye muhtaç olduğuna bakıp bakıp, her anını daha da ilgiyle gözlemleyerek kardeşimle aramızdaki yaş farkının azlığının herkese haksızlık olduğuna kanaat getirmiş bulunduk. 

Özellikle annem, beni o yaşta istemeden de olsa abla yaptıkları için bana haksızlık ettiğine karar vermiş durumda. Torununun bu yaşta ağabey olma ihtimalini düşünüp bu ihtimali korkunç bulmakta, büyük olanın daha çok ihmal edileceğini düşünüp üzülmekte yani. Ben o yaşlarda, derdini anlatan bir bebe-çocukmuşum, o yüzden Minnoş ile kıyaslama yapmaya başlamadan kardeşler arasındaki 22 aylık fark ona çok da az gelmezdi. Şimdi önünde  daha somut bir örnek dururken fark daha çarpıcı geldi.

Biz de, merdivenli ve sobalı bir evde, bugünün teknolojisi olmadan, başkasından da yardım almadan 2 çocuğa bakmak durumunda olduğu için kendimizi onun yerine koyup eski hallerine acımaktayız. Karşılıklı empatiyi açmış bir sempati hali yani. 

Abla olmaktan yana bir sıkıntım olmasa da, illa çoğalma ihityacı duyuluyorsa (bizimkilerinki bilinçli olmamış o yaşlardaki hemen herkesinki gibi) çocuklar arasındaki yaş farkının anne- babayı da, çocukları da mağdur etmemesi gerektiğine inanıyorum. Tam 2 yaş krizi evrelerinde bir kardeş sahibi olmak, bende mutlaka izler bırakmıştır. Titizlikle hatta obsessiflikle eleştirildiğimde kendimi böyle savunuyorum:) 

22

Minnoş'un 22. ayını sürdüğü bu günlerde (ay dönümü kutlamalarına devam,  gelsin her bahaneye üflenen mumlar!)  ve çok daha öncesinde, bizim ahalide benim de tam, günü gününe hem de, 22 aylıkken kardeş sahibi olup "abla" payesi edinmemi konuşur olduk. Ne kadar küçük, savunmasız, ilgiye muhtaç olduğuna bakıp bakıp, her anını daha da ilgiyle gözlemleyerek kardeşimle aramızdaki yaş farkının azlığının herkese haksızlık olduğuna kanaat getirmiş bulunduk. 

Özellikle annem, beni o yaşta istemeden de olsa abla yaptıkları için bana haksızlık ettiğine karar vermiş durumda. Torununun bu yaşta ağabey olma ihtimalini düşünüp bu ihtimali korkunç bulmakta, büyük olanın daha çok ihmal edileceğini düşünüp üzülmekte yani. Ben o yaşlarda, derdini anlatan bir bebe-çocukmuşum, o yüzden Minnoş ile kıyaslama yapmaya başlamadan kardeşler arasındaki 22 aylık fark ona çok da az gelmezdi. Şimdi önünde  daha somut bir örnek dururken fark daha çarpıcı geldi.

Biz de, merdivenli ve sobalı bir evde, bugünün teknolojisi olmadan, başkasından da yardım almadan 2 çocuğa bakmak durumunda olduğu için kendimizi onun yerine koyup eski hallerine acımaktayız. Karşılıklı empatiyi açmış bir sempati hali yani. 

Abla olmaktan yana bir sıkıntım olmasa da, illa çoğalma ihityacı duyuluyorsa (bizimkilerinki bilinçli olmamış o yaşlardaki hemen herkesinki gibi) çocuklar arasındaki yaş farkının anne- babayı da, çocukları da mağdur etmemesi gerektiğine inanıyorum. Tam 2 yaş krizi evrelerinde bir kardeş sahibi olmak, bende mutlaka izler bırakmıştır. Titizlikle hatta obsessiflikle eleştirildiğimde kendimi böyle savunuyorum:)