10 Ağustos 2014 Pazar

G., ENGELLER VE AİLE

Bugün malum seçim günü. Bilinçsiz seçmen olduğumdan mı, o kadar yol tepip oy vermeye tembellik etmesem sonucun değişmeyeceğini bilmemden midir bilinmez, il dışına gidip oy vermedim bugün. Tatil adresimizi resmi olarak kurumlarımıza her yıl bildirsek de, zahmet edip seçmen kağıdı bilgilerimiz değiştirilmiyor yetkililer tarafından, bulunduğumuz şehirde oy veremiyoruz!

Neyse asıl konum bu değil aslında. Bugün haberlerde, engellilerin oy kullanmasının ne kadar zor hatta imkansız olduğuna dair bir şeyler vardı. Aynı zamanda da, doğuştan bir engelli arkadaşımın doğum günü bugün. Doğduğunda bazı iç organları dışarıdaymış, yerine yerleştirilirken  bir kısmı zedelenmiş, bu nedenle bir bacağı felçli kalmış, skolyoz (omurga eğriliği), kifoz (kamburluk), bir bacağın diğerinden kısa olması, boy kısalığı gibi sorunlar kalmış ona miras. "Nasıl olsa ölür" diyerek nüfus kağıdını bile bir sonraki yılın Ocak ayında çıkarmış ailesi. Bu yüzden onun, bunun, şunun doğum günü, evlilik yıldönümü vesaireyi nedense hatırlayan ben, asıl doğum günü tarihini değil resmi tarihi biliyordum. Kelimelik oynamak için açık tuttuğum Facebook hesabım hatırlatıverdi asıl doğum gününü. 

Uzun zamandır, onun hakkında yazmak isteyip nereden başlayacağımı bilemiyordum, bugün vesile oldu. İnsanın ailesinin ölmesini beklemesi, bunu bir de ona anlatması nasıl bir histir tasvir bile edemiyorum. G., bunu ve engelini yüzüne vuran insanları anlatırken gözyaşlarını tutamayan ve bu duygusallığına kızan biri. Nasıl duygusal ve kırılgan olmaz ki insan! Belki de içinde yaşadığı aile nedeniyle ne yaparsa yapsın güvensiz, kendini yetersiz görmeye teşne ve zor empati kurabilen biri. Üniversite mezunu, KPSS kazanıp devlet memuru olmuş bir öğretmen, üstüne yüksek lisans bitirmiş, daha önce yurt dışı öğretmen eğitimine gitmeyi başarmış, şimdi de yurt dışında öğretmenlik yapma hakkı kazanmış, uzun zamandır kendi tabiriyle "normal" ehliyet almak istediği için almaya direndiği engelli ehliyetini de almak üzere olan biri olmasına rağmen hep bir yetersizlik duygusu hakim kendisinde. 

Benim tanıdığım en çalışkan öğretmen ve belki de insan olsa da kendini asla yeterli gör(e)meyen, nerede sınav varsa başvurup deli gibi çalışan, evden çıkmama uğruna bir hedefe odaklanan biri G. Kendisine, ailesine, başkalarına ve hayata ispatlamak istediği bir şeyler var hep. Tıbbın yeteri kadar ilerlememesine buruk, giymek istediği hatta çoğumuzun dudak büktüğü renkli topuklu ayakkabılarını  ve mini elbiselerini giyip dolaşma hayali kurarak yaşamaya devam ederken. 

Benim de doğum deformasyonu, sonradan da akademik hayattan hatıra bir skolyozum var ama şimdilik duruşta biraz bozukluk, ciğerlerde basınç dışında hayatımı çok da etkilemiyor.  G.' nin durumu ile kıyaslanamaz elbette durumum ama kendisini iyi hissetmesi, yalnız olmadığını bilmesi için dile getiriyorum arada. Çok işe yaramasa da! Hepimizin psikolojik sağlamlığı, birbirimizden farklı. Hayattan beklentilerimiz, engellerimizin bize ne kadar engel olduğu da. Dünkü yazımda bahsettiğim sırtta hissedilen destektir belki de bu algı farkını yaratan. Benim ailem, onun ailesi olsaydı takar, daha hırslı, kendi dışında başkalarının sorunlarının çok da önemli olmadığını düşünen biri olurdum belki ben de.

G., ENGELLER VE AİLE

Bugün malum seçim günü. Bilinçsiz seçmen olduğumdan mı, o kadar yol tepip oy vermeye tembellik etmesem sonucun değişmeyeceğini bilmemden midir bilinmez, il dışına gidip oy vermedim bugün. Tatil adresimizi resmi olarak kurumlarımıza her yıl bildirsek de, zahmet edip seçmen kağıdı bilgilerimiz değiştirilmiyor yetkililer tarafından, bulunduğumuz şehirde oy veremiyoruz!

Neyse asıl konum bu değil aslında. Bugün haberlerde, engellilerin oy kullanmasının ne kadar zor hatta imkansız olduğuna dair bir şeyler vardı. Aynı zamanda da, doğuştan bir engelli arkadaşımın doğum günü bugün. Doğduğunda bazı iç organları dışarıdaymış, yerine yerleştirilirken  bir kısmı zedelenmiş, bu nedenle bir bacağı felçli kalmış, skolyoz (omurga eğriliği), kifoz (kamburluk), bir bacağın diğerinden kısa olması, boy kısalığı gibi sorunlar kalmış ona miras. "Nasıl olsa ölür" diyerek nüfus kağıdını bile bir sonraki yılın Ocak ayında çıkarmış ailesi. Bu yüzden onun, bunun, şunun doğum günü, evlilik yıldönümü vesaireyi nedense hatırlayan ben, asıl doğum günü tarihini değil resmi tarihi biliyordum. Kelimelik oynamak için açık tuttuğum Facebook hesabım hatırlatıverdi asıl doğum gününü. 

Uzun zamandır, onun hakkında yazmak isteyip nereden başlayacağımı bilemiyordum, bugün vesile oldu. İnsanın ailesinin ölmesini beklemesi, bunu bir de ona anlatması nasıl bir histir tasvir bile edemiyorum. G., bunu ve engelini yüzüne vuran insanları anlatırken gözyaşlarını tutamayan ve bu duygusallığına kızan biri. Nasıl duygusal ve kırılgan olmaz ki insan! Belki de içinde yaşadığı aile nedeniyle ne yaparsa yapsın güvensiz, kendini yetersiz görmeye teşne ve zor empati kurabilen biri. Üniversite mezunu, KPSS kazanıp devlet memuru olmuş bir öğretmen, üstüne yüksek lisans bitirmiş, daha önce yurt dışı öğretmen eğitimine gitmeyi başarmış, şimdi de yurt dışında öğretmenlik yapma hakkı kazanmış, uzun zamandır kendi tabiriyle "normal" ehliyet almak istediği için almaya direndiği engelli ehliyetini de almak üzere olan biri olmasına rağmen hep bir yetersizlik duygusu hakim kendisinde. 

Benim tanıdığım en çalışkan öğretmen ve belki de insan olsa da kendini asla yeterli gör(e)meyen, nerede sınav varsa başvurup deli gibi çalışan, evden çıkmama uğruna bir hedefe odaklanan biri G. Kendisine, ailesine, başkalarına ve hayata ispatlamak istediği bir şeyler var hep. Tıbbın yeteri kadar ilerlememesine buruk, giymek istediği hatta çoğumuzun dudak büktüğü renkli topuklu ayakkabılarını  ve mini elbiselerini giyip dolaşma hayali kurarak yaşamaya devam ederken. 

Benim de doğum deformasyonu, sonradan da akademik hayattan hatıra bir skolyozum var ama şimdilik duruşta biraz bozukluk, ciğerlerde basınç dışında hayatımı çok da etkilemiyor.  G.' nin durumu ile kıyaslanamaz elbette durumum ama kendisini iyi hissetmesi, yalnız olmadığını bilmesi için dile getiriyorum arada. Çok işe yaramasa da! Hepimizin psikolojik sağlamlığı, birbirimizden farklı. Hayattan beklentilerimiz, engellerimizin bize ne kadar engel olduğu da. Dünkü yazımda bahsettiğim sırtta hissedilen destektir belki de bu algı farkını yaratan. Benim ailem, onun ailesi olsaydı takar, daha hırslı, kendi dışında başkalarının sorunlarının çok da önemli olmadığını düşünen biri olurdum belki ben de.

9 Ağustos 2014 Cumartesi

DAĞINIK YAZI

"Ne ekersen onu biçersin.", çocuk yetiştirmedeki temel motto değil kanımca. Çok iyi niyetli olan ve bütün iyi niyetiyle çocuk yetiştirmeye çalışıp bir sosyopat ebeveyni de olunabiliyor ne yazık ki. Çevresel koşullar, mizaç, medya ve daha bir sürü etken var çocuk hamurunu yoğuran. 

Ama!

Çocuğa gösterilen ilgi ve sevgi, o kadar sihirli bir güç ki, sanki olabilecek bütün olumsuzlukları baştan önleyebilirmiş gibi. Sevgi ve ilgiyle büyüyen her birey, ileride daha güçlü, hayatta daha dik ve mücadeleci olabiliyor.Tüm olumsuzluklara rağmen, onu koşulsuz seven birilerinin olduğunu bilmek ona güç veriyor. Sırtını dayayabileceği birilerinin olması, birilerine arkanızı dönebilmek büyük lüks. Herkeste olmadığı için lüks. 

Birkaç çocuk yetiştirip tecrübelerine dayanarak ahkam kesebilecek biri olmasam da, ailecek gelişimine (ben maalesef çoğu zaman uzaktan) tanık ve dahil olduğumu biri var hayatımızda. Bugün itibariyle 21 buçuk aylık. En iyi yapabildiğimiz şeyi yapıp ilgi ve sevgiyle büyütmeye çalıştığımız. Yukarıda bahsettiğim sırtına dayanılan desteklerden olmaya bilinçsizce teşneyiz belki. Kitaplarda yazan reçete misali "İlgi göster, sev." sloganlarıyla değil içimizden geldiği gibi. İleride de ilişkimizin bugünkü gibi sıcak olmamasından ne kadar kırılabileceğimizi bile konuşarak, bundan korkarak.

Çok dağınık bir yazı oldu farkındayım ama bu aralar Minnoş, sanki 40 yıldır görüşmemişiz gibi boynuma sımsıkı sarılmaya, yanaklarıma ıslak öpücükler kondurmaya başladı, arkamdan ağlayıp gece evlerinde misafir olmaya zorladı beni. Umarım bu yakınlığımız hep sürer hayat boyu. 

NOT: Sürekli çocuğundan bahsedip her konuyu çocuğa bağlayanlara gıcık olurum ben. Onlara döndüm!

DAĞINIK YAZI

"Ne ekersen onu biçersin.", çocuk yetiştirmedeki temel motto değil kanımca. Çok iyi niyetli olan ve bütün iyi niyetiyle çocuk yetiştirmeye çalışıp bir sosyopat ebeveyni de olunabiliyor ne yazık ki. Çevresel koşullar, mizaç, medya ve daha bir sürü etken var çocuk hamurunu yoğuran. 

Ama!

Çocuğa gösterilen ilgi ve sevgi, o kadar sihirli bir güç ki, sanki olabilecek bütün olumsuzlukları baştan önleyebilirmiş gibi. Sevgi ve ilgiyle büyüyen her birey, ileride daha güçlü, hayatta daha dik ve mücadeleci olabiliyor.Tüm olumsuzluklara rağmen, onu koşulsuz seven birilerinin olduğunu bilmek ona güç veriyor. Sırtını dayayabileceği birilerinin olması, birilerine arkanızı dönebilmek büyük lüks. Herkeste olmadığı için lüks. 

Birkaç çocuk yetiştirip tecrübelerine dayanarak ahkam kesebilecek biri olmasam da, ailecek gelişimine (ben maalesef çoğu zaman uzaktan) tanık ve dahil olduğumu biri var hayatımızda. Bugün itibariyle 21 buçuk aylık. En iyi yapabildiğimiz şeyi yapıp ilgi ve sevgiyle büyütmeye çalıştığımız. Yukarıda bahsettiğim sırtına dayanılan desteklerden olmaya bilinçsizce teşneyiz belki. Kitaplarda yazan reçete misali "İlgi göster, sev." sloganlarıyla değil içimizden geldiği gibi. İleride de ilişkimizin bugünkü gibi sıcak olmamasından ne kadar kırılabileceğimizi bile konuşarak, bundan korkarak.

Çok dağınık bir yazı oldu farkındayım ama bu aralar Minnoş, sanki 40 yıldır görüşmemişiz gibi boynuma sımsıkı sarılmaya, yanaklarıma ıslak öpücükler kondurmaya başladı, arkamdan ağlayıp gece evlerinde misafir olmaya zorladı beni. Umarım bu yakınlığımız hep sürer hayat boyu. 

NOT: Sürekli çocuğundan bahsedip her konuyu çocuğa bağlayanlara gıcık olurum ben. Onlara döndüm!

6 Ağustos 2014 Çarşamba

AĞUSTOS BİR GELDİ, PİR GELDİ

Temmuz ortalarından itibaren benim için geri sayımım başlar. Birlikte şu kadar gün kaldığını, denizi şu kadar zaman göremeyeceğimi söylenir dururum. Cerenmus'un bahsettiği yaşamın Temmuz, Ağustos ve sonra gelecekse diğer dönemleri ile ilgili bir derdim yok ama Ağuıstos'ta bilet ayarlama, boş eve dönüp evi temizleme gibi çabuk çözülecek sorunları dert ederim yıllardır. Bu sorunların asıl kaynağı özlemle baş etme, bunun farkındayım ama terzi ve sökük meselesi işte!

Ağustos geldi pir geldi zaten. Kuzenin kına ve nikahı gibi zorunlu bir etkinlik dolayısıyla il dışına çıkmak gerekti ailecek. Zaten sevmiyorum bu teraneleri ama kuzenin hatrına gittik, toplumsal varlıklarız ya bir de, aman ayıp olmasın.  Minnoş, havale geçirip durduğu için il dışına ilk kez sağlık sorunları nedeniyle çıkmıştı, o da Ankara kırsalına. Bu kez, Öğrenen Anne'nin Seyşeller tatilini falan örnek verip gaza getirdik anne ve babasını, Amasra'da ev tutuldu birkaç günlüğüne. Tabii hepimiz öğrenen anneanne, dede, teyzeler ve enişte olarak gördük ki, Minnoş'un şansına yağmurlu giden hava sağlığına da iyi gelmedi. Erken dönülen tatilde zaten nanemolla olan Minnoş, dün geceyi hastanede geçirdi. Teyzesi benden gelen astıma yatkın alerjik bünye, ömrümüzden ömür aldı. Nefes alırken zorlandığını görmek, nefesimizi tıkadı.  "Hastanelerin yokluğunu görmeyelim ama yolumuz da düşmesin." temennileriyle atlattık bu süreci de. Tekrarı olmasın.Evde olmak güzel:)

AĞUSTOS BİR GELDİ, PİR GELDİ

Temmuz ortalarından itibaren benim için geri sayımım başlar. Birlikte şu kadar gün kaldığını, denizi şu kadar zaman göremeyeceğimi söylenir dururum. Cerenmus'un bahsettiği yaşamın Temmuz, Ağustos ve sonra gelecekse diğer dönemleri ile ilgili bir derdim yok ama Ağuıstos'ta bilet ayarlama, boş eve dönüp evi temizleme gibi çabuk çözülecek sorunları dert ederim yıllardır. Bu sorunların asıl kaynağı özlemle baş etme, bunun farkındayım ama terzi ve sökük meselesi işte!

Ağustos geldi pir geldi zaten. Kuzenin kına ve nikahı gibi zorunlu bir etkinlik dolayısıyla il dışına çıkmak gerekti ailecek. Zaten sevmiyorum bu teraneleri ama kuzenin hatrına gittik, toplumsal varlıklarız ya bir de, aman ayıp olmasın.  Minnoş, havale geçirip durduğu için il dışına ilk kez sağlık sorunları nedeniyle çıkmıştı, o da Ankara kırsalına. Bu kez, Öğrenen Anne'nin Seyşeller tatilini falan örnek verip gaza getirdik anne ve babasını, Amasra'da ev tutuldu birkaç günlüğüne. Tabii hepimiz öğrenen anneanne, dede, teyzeler ve enişte olarak gördük ki, Minnoş'un şansına yağmurlu giden hava sağlığına da iyi gelmedi. Erken dönülen tatilde zaten nanemolla olan Minnoş, dün geceyi hastanede geçirdi. Teyzesi benden gelen astıma yatkın alerjik bünye, ömrümüzden ömür aldı. Nefes alırken zorlandığını görmek, nefesimizi tıkadı.  "Hastanelerin yokluğunu görmeyelim ama yolumuz da düşmesin." temennileriyle atlattık bu süreci de. Tekrarı olmasın.Evde olmak güzel:)

28 Temmuz 2014 Pazartesi

MAGAZİNDEN TÜREYEN SORULAR

Kenan Doğulu ile yarın Los Angeles'ta evlenecek olan Beren Saat, kına gecesi yapıp kına yakmış. Blogcağızımı magazin köşesi yapmaya niyetim yok, bu haberi de bir yere bağlayacağım tabii:)
Pınar Altuğ şaşaalı bir kına gecesi yapınca, Can Dündar bir yazı döşenmişti bu konuda. Yıllarca birlikte yaşadığın adamla evlenmeden önce kına gecesi düzenleyip akşam da aynı eve dönmenin manasızlığı üzerine. Can Dündar, karısını boynuzlarken yakalanıp yine de tıpış tıpış evine kabul edilen bir adam  (flaş flaş flaş) olduğundan beri çok saygı duymasam da, yazısı duygularıma tercüman olmuştu. Ben de eğer ailesinin ve kişinin meşrebi birlikte yaşamaya, evlenmeden çocuk yapmaya  olumsuz bakmıyorsa, o kadar zaman birlikte yaşadıktan sonra olaya resmiyet kazandırma isteğinin altında yatanları sorgulama ihtiyacı duyarım. Kendince zamanın şartlarına uyduğunu, şehirli gibi  yaşadığını savunup yaşayadururken birden olayı çiftetelliye bağlayan nedenler kafamı kurcalar. Bir yanın kopup gitmek isterken, bir yanın geleneklere bu kadar bağlı olmasının nedenleri...

MAGAZİNDEN TÜREYEN SORULAR

Kenan Doğulu ile yarın Los Angeles'ta evlenecek olan Beren Saat, kına gecesi yapıp kına yakmış. Blogcağızımı magazin köşesi yapmaya niyetim yok, bu haberi de bir yere bağlayacağım tabii:)
Pınar Altuğ şaşaalı bir kına gecesi yapınca, Can Dündar bir yazı döşenmişti bu konuda. Yıllarca birlikte yaşadığın adamla evlenmeden önce kına gecesi düzenleyip akşam da aynı eve dönmenin manasızlığı üzerine. Can Dündar, karısını boynuzlarken yakalanıp yine de tıpış tıpış evine kabul edilen bir adam  (flaş flaş flaş) olduğundan beri çok saygı duymasam da, yazısı duygularıma tercüman olmuştu. Ben de eğer ailesinin ve kişinin meşrebi birlikte yaşamaya, evlenmeden çocuk yapmaya  olumsuz bakmıyorsa, o kadar zaman birlikte yaşadıktan sonra olaya resmiyet kazandırma isteğinin altında yatanları sorgulama ihtiyacı duyarım. Kendince zamanın şartlarına uyduğunu, şehirli gibi  yaşadığını savunup yaşayadururken birden olayı çiftetelliye bağlayan nedenler kafamı kurcalar. Bir yanın kopup gitmek isterken, bir yanın geleneklere bu kadar bağlı olmasının nedenleri...

24 Temmuz 2014 Perşembe

SINAV SONUÇLARININ ARDINDAN

Üniversite sınav sonuçları gibi yerleştirme sonuçları da jet hızıyla açıklandı. Yeni ÖSYM, hız konusunda iddialı görünüyor. Süre azalınca haklarındaki şaibelerin de azalacağını düşünüyorlar sanırım.


Dün, bir sürü ailede ne duygu dalgalanmaları yaşanmıştır. Yıllar önce yaşadığımız gibi. Ben sınava ilk girdiğim yıl, henüz 16 yaşındayken okulda tercihlerimizi ortalarda gezinirken görüp sekreter zannettiğimiz rehber öğretmenle değil tarih öğretmeniyle yapmak zorunda kalmıştım.Kazandığımı öğrendiğimde üzüntüden ağlamıştım çünkü puanımla yerleşebileceğim yerlerden düşük bir  yerdi, sonuçta kayıt olup gitmedim, ertesi yıl bir dolu puanım kesildi yeni sınava girerken. TM öğrencisi olarak Fen alanından bir bölüme yerleşmek de cabası. Ailem, çok bilinçli değildi, etraftaki ilk örnektim, ceremesini çektim yani. Gerçi, istemediğim bir bölümde okumama kararıma destek olan bir ailem vardı, şanslıydım. Sonra istediğim bölüm ve üniversitede, üstelik tam burslu okudum, cebime harçlığım da okul tarafından verilerek. 

Ama!

Sonuçlar her açıklandığında, birileri istediği bölüme yerleşemedi ya da hiç bir yere yerleşemedi diye üzülürken, sırf parası var diye özel okullara giden hatta barajı aşamadığı halde önce misafir öğrenci, sonra asıl öğrenci olan binlercesi geliyor aklıma. Sinir oluyorum özel okulların varlığına. Onlardan birinde keyifle okumama rağmen adil gelmiyor varlıkları.Bu ülkede, gerçekten eğitimde eşitlik yok! Kendini yetersiz, başarısız, çaresiz gören iyi puan almış ama istediğine ulaşamamış bir sürü parlak genç varken, güdük dimağların parayı bastırıp diplomalı olmaları canımı sıkıyor.

SINAV SONUÇLARININ ARDINDAN

Üniversite sınav sonuçları gibi yerleştirme sonuçları da jet hızıyla açıklandı. Yeni ÖSYM, hız konusunda iddialı görünüyor. Süre azalınca haklarındaki şaibelerin de azalacağını düşünüyorlar sanırım.


Dün, bir sürü ailede ne duygu dalgalanmaları yaşanmıştır. Yıllar önce yaşadığımız gibi. Ben sınava ilk girdiğim yıl, henüz 16 yaşındayken okulda tercihlerimizi ortalarda gezinirken görüp sekreter zannettiğimiz rehber öğretmenle değil tarih öğretmeniyle yapmak zorunda kalmıştım.Kazandığımı öğrendiğimde üzüntüden ağlamıştım çünkü puanımla yerleşebileceğim yerlerden düşük bir  yerdi, sonuçta kayıt olup gitmedim, ertesi yıl bir dolu puanım kesildi yeni sınava girerken. TM öğrencisi olarak Fen alanından bir bölüme yerleşmek de cabası. Ailem, çok bilinçli değildi, etraftaki ilk örnektim, ceremesini çektim yani. Gerçi, istemediğim bir bölümde okumama kararıma destek olan bir ailem vardı, şanslıydım. Sonra istediğim bölüm ve üniversitede, üstelik tam burslu okudum, cebime harçlığım da okul tarafından verilerek. 

Ama!

Sonuçlar her açıklandığında, birileri istediği bölüme yerleşemedi ya da hiç bir yere yerleşemedi diye üzülürken, sırf parası var diye özel okullara giden hatta barajı aşamadığı halde önce misafir öğrenci, sonra asıl öğrenci olan binlercesi geliyor aklıma. Sinir oluyorum özel okulların varlığına. Onlardan birinde keyifle okumama rağmen adil gelmiyor varlıkları.Bu ülkede, gerçekten eğitimde eşitlik yok! Kendini yetersiz, başarısız, çaresiz gören iyi puan almış ama istediğine ulaşamamış bir sürü parlak genç varken, güdük dimağların parayı bastırıp diplomalı olmaları canımı sıkıyor.