5 Aralık 2014 Cuma

ÇAY ÇAY ÇAY

Damak zevkinin, genetik ya da psikolojik olarak belirlendiği ve değişebilir olduğu bilim adamlarınca tartışıladursun, bizim ailede 3 kuşaktır abartılı bir çay sevdası hakim. Türk milleti olarak zaten milli içeceğimiz ayran değil çay sayılmalı milletçe çay sevdamızdan dolayı ama bizim durumumuz bir bağımlılık düzeyinde gözetim altına alınabilir abartıda.

Daha önceki nesillerde durum nedir bilmiyorum ama babamın sabah kalkar kalkmaz yaktığı sigarasına eşlik eden zift kıvamındaki, uzun uzun kaynatılıp demlenmeye bırakılmış, üstünden kısacık zaman geçse de defalarca yine yeni yeniden ritüel halinde az şekerli çayı dillere destandır.

 Bayrağı ondan devralan ben, üniversiteden beri çaya benzeyen her şeyi içip çay konusundaki tiryakiliğine gustosunu ekleyememiş bir tiryakiyim. O, ince belli bardakla içer çayı, ben kazan boyutunda kupalarla. Ben üniversite yurdundan beri herkesin kaşığını daldırdığı toz şekeri kullanmamak, kantine de şeker taşıamamak için şekersiz içerim çayı, o çay kaşığının ucuyla aldığı az şekerle. Birebir kopya değil yani tiryakiliğimiz. 

Ama ben de onun gibi çaya kavuşamazsam baş ağrısı ile gezerim, çaya verdiğim parayı yemeğe, giysiye, başka bir  zevke vermemiş olabilirim hayatım boyunca. Babamın gecenin 2sinde demlediği çayı içmem için yaptığı davetlere yatağımdan kalkarak yüksünmeden icabet ettim kendimi bildim bileli. 

Yeşil çayın moda olduğu, beyaz çaya da meyledildiği bu günlerde çay siyah olmalı illa ki! Dünyadaki bütün hastalıklara, sorunlara derman olduğunu ispatlasalar bile yeşil çay olmaz tercihim, beyazı zaten denemedim ama netim siyah konusunda. İnatçıyım hatta:) Habire şuna zararlı, bunu azaltır deyip KARAlama kampanyası yapsalar da, yararlarının daha çok olduğuna inanırım. Mutlu ediyor tiryakilerini daha ne olsun?!

Babam ve benden sonra, çaysak (annemin deyimiyle çay tiryakileri:) aile fertlerine Minnoş da eklendi. Kelime dağarcığına "çay" kelimesini eklediğinden beri  bizim içtiğimiz çayları görünce, bir kaç damla çaya soğuk su ve şeker katılmış bir nevi şerbet kıvamında çayı ısrarla " Çay, çay, çay" diye bağırıp  istiyor. Yaşına uygun bitki çaylarına aynı hazla atılmadı hiç ama babamın herkesin itirazına rağmen bir kez denettiği çayın tiryakisi oluverdi. Onun durumunda genetik ne kadar işledi bilmem ama Minnoş'a acayip model olduk, sonu hayrolsun:)





ÇAY ÇAY ÇAY

Damak zevkinin, genetik ya da psikolojik olarak belirlendiği ve değişebilir olduğu bilim adamlarınca tartışıladursun, bizim ailede 3 kuşaktır abartılı bir çay sevdası hakim. Türk milleti olarak zaten milli içeceğimiz ayran değil çay sayılmalı milletçe çay sevdamızdan dolayı ama bizim durumumuz bir bağımlılık düzeyinde gözetim altına alınabilir abartıda.

Daha önceki nesillerde durum nedir bilmiyorum ama babamın sabah kalkar kalkmaz yaktığı sigarasına eşlik eden zift kıvamındaki, uzun uzun kaynatılıp demlenmeye bırakılmış, üstünden kısacık zaman geçse de defalarca yine yeni yeniden ritüel halinde az şekerli çayı dillere destandır.

 Bayrağı ondan devralan ben, üniversiteden beri çaya benzeyen her şeyi içip çay konusundaki tiryakiliğine gustosunu ekleyememiş bir tiryakiyim. O, ince belli bardakla içer çayı, ben kazan boyutunda kupalarla. Ben üniversite yurdundan beri herkesin kaşığını daldırdığı toz şekeri kullanmamak, kantine de şeker taşıamamak için şekersiz içerim çayı, o çay kaşığının ucuyla aldığı az şekerle. Birebir kopya değil yani tiryakiliğimiz. 

Ama ben de onun gibi çaya kavuşamazsam baş ağrısı ile gezerim, çaya verdiğim parayı yemeğe, giysiye, başka bir  zevke vermemiş olabilirim hayatım boyunca. Babamın gecenin 2sinde demlediği çayı içmem için yaptığı davetlere yatağımdan kalkarak yüksünmeden icabet ettim kendimi bildim bileli. 

Yeşil çayın moda olduğu, beyaz çaya da meyledildiği bu günlerde çay siyah olmalı illa ki! Dünyadaki bütün hastalıklara, sorunlara derman olduğunu ispatlasalar bile yeşil çay olmaz tercihim, beyazı zaten denemedim ama netim siyah konusunda. İnatçıyım hatta:) Habire şuna zararlı, bunu azaltır deyip KARAlama kampanyası yapsalar da, yararlarının daha çok olduğuna inanırım. Mutlu ediyor tiryakilerini daha ne olsun?!

Babam ve benden sonra, çaysak (annemin deyimiyle çay tiryakileri:) aile fertlerine Minnoş da eklendi. Kelime dağarcığına "çay" kelimesini eklediğinden beri  bizim içtiğimiz çayları görünce, bir kaç damla çaya soğuk su ve şeker katılmış bir nevi şerbet kıvamında çayı ısrarla " Çay, çay, çay" diye bağırıp  istiyor. Yaşına uygun bitki çaylarına aynı hazla atılmadı hiç ama babamın herkesin itirazına rağmen bir kez denettiği çayın tiryakisi oluverdi. Onun durumunda genetik ne kadar işledi bilmem ama Minnoş'a acayip model olduk, sonu hayrolsun:)





3 Aralık 2014 Çarşamba

BAHARI BEKLEYEN KUMRU

Yine yuvada, yine raporlu bir haftadayım. Anneannem de bizde,Minnoş da dahil 4 kuşak bir aradayız. 

Aile saadeti yaşamak bir yana, havalar bu kadar kasvetli olunca yazı yazmak bile zor geldi. Sonradan gördüğüm çağrılara, aramalara bile dönmeye tembellik ettiğim bir ruh hali! Oysa, yol kenarında otobüs beklerken mis gibi bir havayı arkamda bırakıp geldim. Ben gelmeden önceki günlerde orası da ayazdı, şimdi burası da yağmur çamur kaç gündür.

Mahvedecekse güzel havalar mahvetsin beni. Yaş aldıkça ılık günleri daha çok özler oldum. Balıkçı kazaklar giymeyi, çizmeler, botlar almayı severken azıcık güneşi görmek içimde kelebekler uçuruyor artık.Yaza hiç düşkün olamadım ezelden beri ama baharlar mis. Bekleme tuşuma basıldı sanki, beklemedeyim. 

BAHARI BEKLEYEN KUMRU

Yine yuvada, yine raporlu bir haftadayım. Anneannem de bizde,Minnoş da dahil 4 kuşak bir aradayız. 

Aile saadeti yaşamak bir yana, havalar bu kadar kasvetli olunca yazı yazmak bile zor geldi. Sonradan gördüğüm çağrılara, aramalara bile dönmeye tembellik ettiğim bir ruh hali! Oysa, yol kenarında otobüs beklerken mis gibi bir havayı arkamda bırakıp geldim. Ben gelmeden önceki günlerde orası da ayazdı, şimdi burası da yağmur çamur kaç gündür.

Mahvedecekse güzel havalar mahvetsin beni. Yaş aldıkça ılık günleri daha çok özler oldum. Balıkçı kazaklar giymeyi, çizmeler, botlar almayı severken azıcık güneşi görmek içimde kelebekler uçuruyor artık.Yaza hiç düşkün olamadım ezelden beri ama baharlar mis. Bekleme tuşuma basıldı sanki, beklemedeyim. 

22 Kasım 2014 Cumartesi

KARIŞIK

Önceki hafta sonu eve kapanıp teze yoğunlaştığımdan beri evde oturup kafa dinleme, sosyalleşmeme isteği doğdu bende. Havalar da gelgitli olunca dışarı çıkmak zulüm oldu sanki. Üstüne beden de eşlik etti havalara, dökülüyor. 

Tüm bunlara ek bu hafta, sanki inadına dokuz Çarşamba bir araya geldi durumunda. Tez danışmanımla buluşmak için randevulaşma (O, yine yoğunluktan unuttu!), doktorda saatlerce muayene, film çekimi, kontrol üçgeninde dikilmece, aç bilaç beklemenin ve yorgunluğun akşama kulak-baş ve boyun ağrısı olarak geri dönmesi, Bilişsel Davranışçı Terapi Kursu aylar öncesinde bitmesine rağmen sınavının bugün yapılmış olması, arkadaşımın tez danışmanıyla sorun yaşadığı için 10 saat derse girdiğim günün akşamında buluşup konuşmak istemesi... Bir de bu aralar ailemi çok özledim ama TİK'in erkene alınması ihtimali yüzünden plan yapamıyorum. Yazarken yoruldum!

O gün zorlayıcı olsa da, arkadaşımla buluşmam, eve kapanma döngümü kırdı. Birlikte 2 akşam yemeği sonrası bugün de sinema. Daha geç saatte olmasın diye ben başka filme girdim gerçi. Sırf sınav sonrası  kafa boşaltmak için romantik komedi seçtim. Bugün vizyondaki ilk günü olan Karışık Kaset'i. Geyikti, ihtiyaca cevap verdi yani. Çok sanatsal bir şey beklemiyordum, öyle de çıktı. 

Tüm filmle ilgili takıldığım bir şey var yalnız: Babasının arşivini ve yazdıklarını kullanıp babasının ölümünden sonra onun bir türlü bitiremediği kitabı bitiren oğul, kitabı kendi adıyla bastırıyor. İntihal değil mi bu? Git, romantik komedide buna takıl! Mesleki deformasyon resmen:)


KARIŞIK

Önceki hafta sonu eve kapanıp teze yoğunlaştığımdan beri evde oturup kafa dinleme, sosyalleşmeme isteği doğdu bende. Havalar da gelgitli olunca dışarı çıkmak zulüm oldu sanki. Üstüne beden de eşlik etti havalara, dökülüyor. 

Tüm bunlara ek bu hafta, sanki inadına dokuz Çarşamba bir araya geldi durumunda. Tez danışmanımla buluşmak için randevulaşma (O, yine yoğunluktan unuttu!), doktorda saatlerce muayene, film çekimi, kontrol üçgeninde dikilmece, aç bilaç beklemenin ve yorgunluğun akşama kulak-baş ve boyun ağrısı olarak geri dönmesi, Bilişsel Davranışçı Terapi Kursu aylar öncesinde bitmesine rağmen sınavının bugün yapılmış olması, arkadaşımın tez danışmanıyla sorun yaşadığı için 10 saat derse girdiğim günün akşamında buluşup konuşmak istemesi... Bir de bu aralar ailemi çok özledim ama TİK'in erkene alınması ihtimali yüzünden plan yapamıyorum. Yazarken yoruldum!

O gün zorlayıcı olsa da, arkadaşımla buluşmam, eve kapanma döngümü kırdı. Birlikte 2 akşam yemeği sonrası bugün de sinema. Daha geç saatte olmasın diye ben başka filme girdim gerçi. Sırf sınav sonrası  kafa boşaltmak için romantik komedi seçtim. Bugün vizyondaki ilk günü olan Karışık Kaset'i. Geyikti, ihtiyaca cevap verdi yani. Çok sanatsal bir şey beklemiyordum, öyle de çıktı. 

Tüm filmle ilgili takıldığım bir şey var yalnız: Babasının arşivini ve yazdıklarını kullanıp babasının ölümünden sonra onun bir türlü bitiremediği kitabı bitiren oğul, kitabı kendi adıyla bastırıyor. İntihal değil mi bu? Git, romantik komedide buna takıl! Mesleki deformasyon resmen:)


14 Kasım 2014 Cuma

FONDÖTEN


"Makyajda en önemli ürün fondöten; doğru fondöteni bulmak doğru adamı bulmaktır!" Nur Bilen YAVUZER

Yukarıdaki lafı inanarak söyleyen tek kadın o değildir eminim.. Bu lafa en içten dilekleriyle katılan, dış görünümüne takık, hayattaki bütün gaileleri fizikleri olan bir sürü kadın var. 

Çoğu zaman dalga geçip eleştirsem de, gerçekten dert edilecek şeyleri dert etmeyip bu tür eften püften şeylere kafacıklarını yoran zihniyete imreniyorum bazen. Bir yerlerde göçük olmuş, ağaçlar katledilmiş, çocuklar kaybolmuş bihaber yaşayıp gitmekteler. Fondöten seçimi,  hayatlarını sürdürecekleri adamların seçimiyle eş değer. Diğer dünya dertleriyse zaten dert değil. Kafalarına tokadan başka bir şey takmıyorlar anlayacağınız!

FONDÖTEN


"Makyajda en önemli ürün fondöten; doğru fondöteni bulmak doğru adamı bulmaktır!" Nur Bilen YAVUZER

Yukarıdaki lafı inanarak söyleyen tek kadın o değildir eminim.. Bu lafa en içten dilekleriyle katılan, dış görünümüne takık, hayattaki bütün gaileleri fizikleri olan bir sürü kadın var. 

Çoğu zaman dalga geçip eleştirsem de, gerçekten dert edilecek şeyleri dert etmeyip bu tür eften püften şeylere kafacıklarını yoran zihniyete imreniyorum bazen. Bir yerlerde göçük olmuş, ağaçlar katledilmiş, çocuklar kaybolmuş bihaber yaşayıp gitmekteler. Fondöten seçimi,  hayatlarını sürdürecekleri adamların seçimiyle eş değer. Diğer dünya dertleriyse zaten dert değil. Kafalarına tokadan başka bir şey takmıyorlar anlayacağınız!

11 Kasım 2014 Salı

BAYKUŞUMSU

Bugün dersim normalden geç başlıyordu ve ilk defa saatin çalışıyla uyandım uzun zamandır. Saati kursam bile öncesinde uyanıveriyorum çok uzun süredir. Çalışırken sabahın köründe kalkan biri olsam da saattin çalmasından önce uyanıyorum, hafta sonu da bu alışkanlıkla erkenden ayağa dikiliyorum. Yazın da gecenin körü mefhumu sabahın ilk ışıklarına varmaya başlıyor, yine 6 saat civarı uyuyabiliyorum. 

İnsanların uyku düzeni açısından tavuklar ve baykuşlar olarak sınıflandırıldığını bilirdim. Kendimi de çocukken bile erken yatamayan biri olarak baykuş sınıfına sokmam zor olmadı. Çok küçükken bile uzun bir süre "Uykudan Önce" programından, "Haydi çocuklar uykuya!" çağrısından ciddi şekilde nefret ettim. Akşam haberleri sırasında yere yastık koyup uyuyakalan kuzenlerime de hiç imrenmedim o yaşlarda. Hala saat 21:30'da televizyonda beliren uyku uyarısını görünce benim gibi çocukların ne düşündüklerini iyi bildiğimi düşünürken yakalarım kendimi. Ailem de pes etmişti erken yatmamız konusunda diretme hususunda, yatsam da saatlerce dönüp duracağımı bilirlerdi. 

Nitekim,  bu yazıda belirtildiğine göre ben hafta içi baykuş değilmişim. Uykusunu alınca uyanan "normal" sınıfına giriyormuşum. Hafta sonu ve tatillerdeyse gece yarısından sonra yattığım için  baykuş olduğuma göre, yarı baykuş yarı normal insan kıvamında baykuşumsu  bir yaratık oluyorum sanırım.

Bu yaşıma giridm yeni bir şey daha öğrendim. Kısa günün karı diyelim de, şapka olmayınca a üstünde, anlam da çek çek uzasın cinsinden...

BAYKUŞUMSU

Bugün dersim normalden geç başlıyordu ve ilk defa saatin çalışıyla uyandım uzun zamandır. Saati kursam bile öncesinde uyanıveriyorum çok uzun süredir. Çalışırken sabahın köründe kalkan biri olsam da saattin çalmasından önce uyanıyorum, hafta sonu da bu alışkanlıkla erkenden ayağa dikiliyorum. Yazın da gecenin körü mefhumu sabahın ilk ışıklarına varmaya başlıyor, yine 6 saat civarı uyuyabiliyorum. 

İnsanların uyku düzeni açısından tavuklar ve baykuşlar olarak sınıflandırıldığını bilirdim. Kendimi de çocukken bile erken yatamayan biri olarak baykuş sınıfına sokmam zor olmadı. Çok küçükken bile uzun bir süre "Uykudan Önce" programından, "Haydi çocuklar uykuya!" çağrısından ciddi şekilde nefret ettim. Akşam haberleri sırasında yere yastık koyup uyuyakalan kuzenlerime de hiç imrenmedim o yaşlarda. Hala saat 21:30'da televizyonda beliren uyku uyarısını görünce benim gibi çocukların ne düşündüklerini iyi bildiğimi düşünürken yakalarım kendimi. Ailem de pes etmişti erken yatmamız konusunda diretme hususunda, yatsam da saatlerce dönüp duracağımı bilirlerdi. 

Nitekim,  bu yazıda belirtildiğine göre ben hafta içi baykuş değilmişim. Uykusunu alınca uyanan "normal" sınıfına giriyormuşum. Hafta sonu ve tatillerdeyse gece yarısından sonra yattığım için  baykuş olduğuma göre, yarı baykuş yarı normal insan kıvamında baykuşumsu  bir yaratık oluyorum sanırım.

Bu yaşıma giridm yeni bir şey daha öğrendim. Kısa günün karı diyelim de, şapka olmayınca a üstünde, anlam da çek çek uzasın cinsinden...