14 Eylül 2014 Pazar

YİNE GİTTİM, YİNE DÖNDÜM

Bloga bu kadar uzun süre ara vermemiştim ama ev(ler)den uzaktaydım geçen Pazar'dan beri. Akıllı telefon falan almam lazım galiba artık. Uzun süre yazmamak, ya biriktirip yazamamaya ya da yazdıklarımızı paylaşma konusunda kendimizi sorgulamaya itiyor. En azından bende öyle oluyor. Neden tanımadığım insanlarla bir şeyler paylaştığımı sorguladım bir süre. Bu Cuma gecesi eve döndüğümden beri de, yazmaya niyetlenip nereden başlayacağımı bilemeyecek kadar gündem doluydum. 

Tam da dönüş üstüne yazı yazıp, evi  toparlamaya, sabahları erken kalkmaya alışmaya çalışırken yazıdan 2 gün sonra Cuma günü elime yazın başvurduğum seminere kabul edildiğime dair bir faks geçti, hem de mesai bitimine yakın.Yazın seminer dönemi okulda boş boş oturup lak lak yapmayalım diye 5 tane faaliyet başvurusu yaptığım halde, müdür sadece 1 tanesini onaylayabilmişti. Birlikte gitmeyi planladığımız arkadaşımın ise hiçbir faaliyetini onaylamayı becerememiş. 450 kişinin başvurduğunu bildiğimden umudum çok da yoktu. Şansım döndü yani bu sefer:) 

Ama! (İlla bir ama olmak zorunda mı?)

Okulda müdür görevine son verilmesinin şerefine(!) izne ayrılmış haldeyken, memur dışında muhatap bulamaz, yetkililerin meşgul çalan telefonlarına ulaşmaya çalışırken gerim gerim gerildim. Sonra Pazar günü yola çıkmak için hazırlıklara, bilet ayarlamalara geldi sıra. Halledip yola çıktım sabah sabah. Akşam Ayvalık Lale Adası'nda denize nazır uygulama otelinde yerimiz hazırdı. Eğitim alacağımız okul, otelin yanı başındaydı. 

Drama kursunun detayları ve Ayvalık izlenimlerim az sonraaaaaaaa!


.

YİNE GİTTİM, YİNE DÖNDÜM

Bloga bu kadar uzun süre ara vermemiştim ama ev(ler)den uzaktaydım geçen Pazar'dan beri. Akıllı telefon falan almam lazım galiba artık. Uzun süre yazmamak, ya biriktirip yazamamaya ya da yazdıklarımızı paylaşma konusunda kendimizi sorgulamaya itiyor. En azından bende öyle oluyor. Neden tanımadığım insanlarla bir şeyler paylaştığımı sorguladım bir süre. Bu Cuma gecesi eve döndüğümden beri de, yazmaya niyetlenip nereden başlayacağımı bilemeyecek kadar gündem doluydum. 

Tam da dönüş üstüne yazı yazıp, evi  toparlamaya, sabahları erken kalkmaya alışmaya çalışırken yazıdan 2 gün sonra Cuma günü elime yazın başvurduğum seminere kabul edildiğime dair bir faks geçti, hem de mesai bitimine yakın.Yazın seminer dönemi okulda boş boş oturup lak lak yapmayalım diye 5 tane faaliyet başvurusu yaptığım halde, müdür sadece 1 tanesini onaylayabilmişti. Birlikte gitmeyi planladığımız arkadaşımın ise hiçbir faaliyetini onaylamayı becerememiş. 450 kişinin başvurduğunu bildiğimden umudum çok da yoktu. Şansım döndü yani bu sefer:) 

Ama! (İlla bir ama olmak zorunda mı?)

Okulda müdür görevine son verilmesinin şerefine(!) izne ayrılmış haldeyken, memur dışında muhatap bulamaz, yetkililerin meşgul çalan telefonlarına ulaşmaya çalışırken gerim gerim gerildim. Sonra Pazar günü yola çıkmak için hazırlıklara, bilet ayarlamalara geldi sıra. Halledip yola çıktım sabah sabah. Akşam Ayvalık Lale Adası'nda denize nazır uygulama otelinde yerimiz hazırdı. Eğitim alacağımız okul, otelin yanı başındaydı. 

Drama kursunun detayları ve Ayvalık izlenimlerim az sonraaaaaaaa!


.

3 Eylül 2014 Çarşamba

DÖNÜŞ ÜSTÜNE

Tatil bitti, geriye döndüm! Bayrama kadar özlemle dolu günler başladı yani. Giderken filtresi elimde kalan, su boşaltamayan makinem ve tez bitince nasılsa taşınacağım, taşınırken daha öncekini de nakliyeciler oraya buraya çarpmıştı diye yenisini almamam, lojmanda bu yıl kalmaya devam edip edememe durumu, tez için veri toplama telaşının devamı (ne uzun sürdü Yarabbi!), okul açılana kadar elimize geçmeyip okulun ilk günü elime tutuşturulacak ders programının ne olacağı endişesi, 2 aydır boş olan evi temizleme... Yuvadan (yuvaya değil!) dönüş, tüm yetişkinlik sorumluluklarını sırtlanmak demek benim için anlayacağınız.

Sorumluluklar yüklenmek, bu sorumlulukların üstesinden gelmeye çalışmak zor da olsa güzel yine de. Hayat hep tatildeki gibi olsa, babam çayı demlese, annem kahvaltıyı hazırlasa şeklinde geçmez hayat! Farkındayım. Tatilde de yapacaklarımın listesini düşünüp kafamı yorsam da, eyleme geçmeme lüksüm vardı, galiba bunu arıyorum. Ailemin özlemiyle birleşince, tatilin bitmesi zor geldi. Yıllardır aynı ruh haliyle başlıyorum yeni eğitim-öğretim yılına. Alıştım ama kanıksayamadım. Ben kolay kolay kanıksayabilen  biri değilim ne de olsa. İnsanları da, olayları da!

DÖNÜŞ ÜSTÜNE

Tatil bitti, geriye döndüm! Bayrama kadar özlemle dolu günler başladı yani. Giderken filtresi elimde kalan, su boşaltamayan makinem ve tez bitince nasılsa taşınacağım, taşınırken daha öncekini de nakliyeciler oraya buraya çarpmıştı diye yenisini almamam, lojmanda bu yıl kalmaya devam edip edememe durumu, tez için veri toplama telaşının devamı (ne uzun sürdü Yarabbi!), okul açılana kadar elimize geçmeyip okulun ilk günü elime tutuşturulacak ders programının ne olacağı endişesi, 2 aydır boş olan evi temizleme... Yuvadan (yuvaya değil!) dönüş, tüm yetişkinlik sorumluluklarını sırtlanmak demek benim için anlayacağınız.

Sorumluluklar yüklenmek, bu sorumlulukların üstesinden gelmeye çalışmak zor da olsa güzel yine de. Hayat hep tatildeki gibi olsa, babam çayı demlese, annem kahvaltıyı hazırlasa şeklinde geçmez hayat! Farkındayım. Tatilde de yapacaklarımın listesini düşünüp kafamı yorsam da, eyleme geçmeme lüksüm vardı, galiba bunu arıyorum. Ailemin özlemiyle birleşince, tatilin bitmesi zor geldi. Yıllardır aynı ruh haliyle başlıyorum yeni eğitim-öğretim yılına. Alıştım ama kanıksayamadım. Ben kolay kolay kanıksayabilen  biri değilim ne de olsa. İnsanları da, olayları da!

27 Ağustos 2014 Çarşamba

22

Minnoş'un 22. ayını sürdüğü bu günlerde (ay dönümü kutlamalarına devam,  gelsin her bahaneye üflenen mumlar!)  ve çok daha öncesinde, bizim ahalide benim de tam, günü gününe hem de, 22 aylıkken kardeş sahibi olup "abla" payesi edinmemi konuşur olduk. Ne kadar küçük, savunmasız, ilgiye muhtaç olduğuna bakıp bakıp, her anını daha da ilgiyle gözlemleyerek kardeşimle aramızdaki yaş farkının azlığının herkese haksızlık olduğuna kanaat getirmiş bulunduk. 

Özellikle annem, beni o yaşta istemeden de olsa abla yaptıkları için bana haksızlık ettiğine karar vermiş durumda. Torununun bu yaşta ağabey olma ihtimalini düşünüp bu ihtimali korkunç bulmakta, büyük olanın daha çok ihmal edileceğini düşünüp üzülmekte yani. Ben o yaşlarda, derdini anlatan bir bebe-çocukmuşum, o yüzden Minnoş ile kıyaslama yapmaya başlamadan kardeşler arasındaki 22 aylık fark ona çok da az gelmezdi. Şimdi önünde  daha somut bir örnek dururken fark daha çarpıcı geldi.

Biz de, merdivenli ve sobalı bir evde, bugünün teknolojisi olmadan, başkasından da yardım almadan 2 çocuğa bakmak durumunda olduğu için kendimizi onun yerine koyup eski hallerine acımaktayız. Karşılıklı empatiyi açmış bir sempati hali yani. 

Abla olmaktan yana bir sıkıntım olmasa da, illa çoğalma ihityacı duyuluyorsa (bizimkilerinki bilinçli olmamış o yaşlardaki hemen herkesinki gibi) çocuklar arasındaki yaş farkının anne- babayı da, çocukları da mağdur etmemesi gerektiğine inanıyorum. Tam 2 yaş krizi evrelerinde bir kardeş sahibi olmak, bende mutlaka izler bırakmıştır. Titizlikle hatta obsessiflikle eleştirildiğimde kendimi böyle savunuyorum:) 

22

Minnoş'un 22. ayını sürdüğü bu günlerde (ay dönümü kutlamalarına devam,  gelsin her bahaneye üflenen mumlar!)  ve çok daha öncesinde, bizim ahalide benim de tam, günü gününe hem de, 22 aylıkken kardeş sahibi olup "abla" payesi edinmemi konuşur olduk. Ne kadar küçük, savunmasız, ilgiye muhtaç olduğuna bakıp bakıp, her anını daha da ilgiyle gözlemleyerek kardeşimle aramızdaki yaş farkının azlığının herkese haksızlık olduğuna kanaat getirmiş bulunduk. 

Özellikle annem, beni o yaşta istemeden de olsa abla yaptıkları için bana haksızlık ettiğine karar vermiş durumda. Torununun bu yaşta ağabey olma ihtimalini düşünüp bu ihtimali korkunç bulmakta, büyük olanın daha çok ihmal edileceğini düşünüp üzülmekte yani. Ben o yaşlarda, derdini anlatan bir bebe-çocukmuşum, o yüzden Minnoş ile kıyaslama yapmaya başlamadan kardeşler arasındaki 22 aylık fark ona çok da az gelmezdi. Şimdi önünde  daha somut bir örnek dururken fark daha çarpıcı geldi.

Biz de, merdivenli ve sobalı bir evde, bugünün teknolojisi olmadan, başkasından da yardım almadan 2 çocuğa bakmak durumunda olduğu için kendimizi onun yerine koyup eski hallerine acımaktayız. Karşılıklı empatiyi açmış bir sempati hali yani. 

Abla olmaktan yana bir sıkıntım olmasa da, illa çoğalma ihityacı duyuluyorsa (bizimkilerinki bilinçli olmamış o yaşlardaki hemen herkesinki gibi) çocuklar arasındaki yaş farkının anne- babayı da, çocukları da mağdur etmemesi gerektiğine inanıyorum. Tam 2 yaş krizi evrelerinde bir kardeş sahibi olmak, bende mutlaka izler bırakmıştır. Titizlikle hatta obsessiflikle eleştirildiğimde kendimi böyle savunuyorum:) 

21 Ağustos 2014 Perşembe

KUZENDEN ARKADAŞLIK TEKLİFİ ALMAK

Biliyorsunuz ders esnasında prof. istedi diye açıp, akıllı telefon almama inadından Kelimelik oynadığım tek mecra diye kapatmadığım bir  FB hesabım var. Gelen arkadaşlık isteklerine de gerçekten görüştüğüm biriyse onay verdim bu güne dek. 

Bugün, kuzenim FB yoluyla (Fenerbahçe değil, Facebook haliyle:) arkadaşlık isteği göndermiş bana. Onay verdikten sonra, bir süre ciddi ciddi düşündüm Gerçekten arkadaş mıyız?" diye. Kendisi, teyzemin kızı, benden 2 ay küçük. Anneannemlerde ortak kutlama yapıp fotoğraflanmışlığımız var 2 yaş hatırası. Aramızda, bu kadar az yaş farkı olmasına rağmen hep bir mesafe oldu. Dayımın kızlarıyla bizler yani kardeşlerim ve ben; gerçekten, paylaşarak, konuşarak, dilediğimizi çekinmeden söyleyerek, birbirimize kırılmadan geçen ve bu güne gelen bir ilişkimiz varken, tüm kuzenler onunla ilişkimizde çekimser kaldık. Verilen sırları ortalığa saçar, kendi sırlarının sımsıkı tutulacaklarından emin paylaşırdı. Kardeşleriyle bile aylar süren darılmaları, kırılmaları olurdu, rahmetli teyzem toparlardı durumu. Şimdi evin büyük çocuğu olarak kalmışken, toparlayacak bir anne de olmayınca durumu zorlaştı. 

Benim onunla ilişkimde de, hep rekabet hissettim, hissettirdi bana.Bu yazımda da belirttiğim gibi, kendisine başkalarını hedef alan, hırslı insanlardan uzak durmayı bilinçli olarak seçiyorum ben. Ben okula 1 yıl erken başladım, o 1 yıl sınıfta kaldı, aramızdaki uçurum arttı. Karnesinin zayıflarla dolu olduğuna bakmazsızın "Ne çok 9'un var." demişliği var mesela. Bir keresinde, bir yerlerden atlama oyunu oynarken ayağım burkulmuştu, ayağıma zeytin falan sarıldı şişlik geçsin diye.  İlgi de cabası. O da, eve seke seke gitti zeytin sardırmak için. O, kilolu bir çocuktu, ben uzun ve sıska. Eniştem, çalıştığı hastanede bizi tarttığında aynı kiloda çıkmıştık. 23:) Kemiklerim ağırlık yapmıştı:) Avucumuza yazılan sayıya bakıp eve kadar koşmuştu, "Ben de 23'üm !" diye. Bunların hepsi çocukluk ve ergenlik hırçınlıkları olarak gülüp geçebileceğim şeyler ama yetişkinliğin de sağlam temellere oturmasında etkililer. Büyüdüğünüzde de iyi ilişki kurmak için küçüklükte derin paylaşımlar şart akrabalar arasında, sonra zor oluyor. 

Belki sürekli bir kıyaslama vardı aile içinde ve olumsuz etkileri bize yansıyordu, bilmiyorum. Sürekli, aynı yaşta olmamıza rağmen, dışarı çıkmak için izinler, "Kalem Nasırı da sizinle gelecekse olur." şeklinde bir cümlenin sonunda veriliyordu hatırladığım. Onun kardeşini kıskanıp üzerine tükürüp kahkahalar attığı, benimse kardeşimi hiç kıskanmadığım; onun her alışverişte cama yapışıp bir şeyler istediği, benimse hiç bir şey talep etmediğim dile getiriliyordu. Sonra, o yetişkinliğinde, evlenip üniversite diplomasını köşeye koyup çocuk büyütmeyi seçti, bense sonuna kadar okumayı. Böyle böyle kıyaslar...


En son dayımın kızının nikahında bir araya geldiğimizde, daha samimi buldum onu. Kardeşimin tespiti geldi aklıma, evlenip çocuk sahibi olunca rekabette kendisini üstün sayıp rahatladığı yönünde. Sebep ne olursa olsun, sıcak ilişkiler iyi geliyor büyük aile içinde. 

KUZENDEN ARKADAŞLIK TEKLİFİ ALMAK

Biliyorsunuz ders esnasında prof. istedi diye açıp, akıllı telefon almama inadından Kelimelik oynadığım tek mecra diye kapatmadığım bir  FB hesabım var. Gelen arkadaşlık isteklerine de gerçekten görüştüğüm biriyse onay verdim bu güne dek. 

Bugün, kuzenim FB yoluyla (Fenerbahçe değil, Facebook haliyle:) arkadaşlık isteği göndermiş bana. Onay verdikten sonra, bir süre ciddi ciddi düşündüm Gerçekten arkadaş mıyız?" diye. Kendisi, teyzemin kızı, benden 2 ay küçük. Anneannemlerde ortak kutlama yapıp fotoğraflanmışlığımız var 2 yaş hatırası. Aramızda, bu kadar az yaş farkı olmasına rağmen hep bir mesafe oldu. Dayımın kızlarıyla bizler yani kardeşlerim ve ben; gerçekten, paylaşarak, konuşarak, dilediğimizi çekinmeden söyleyerek, birbirimize kırılmadan geçen ve bu güne gelen bir ilişkimiz varken, tüm kuzenler onunla ilişkimizde çekimser kaldık. Verilen sırları ortalığa saçar, kendi sırlarının sımsıkı tutulacaklarından emin paylaşırdı. Kardeşleriyle bile aylar süren darılmaları, kırılmaları olurdu, rahmetli teyzem toparlardı durumu. Şimdi evin büyük çocuğu olarak kalmışken, toparlayacak bir anne de olmayınca durumu zorlaştı. 

Benim onunla ilişkimde de, hep rekabet hissettim, hissettirdi bana.Bu yazımda da belirttiğim gibi, kendisine başkalarını hedef alan, hırslı insanlardan uzak durmayı bilinçli olarak seçiyorum ben. Ben okula 1 yıl erken başladım, o 1 yıl sınıfta kaldı, aramızdaki uçurum arttı. Karnesinin zayıflarla dolu olduğuna bakmazsızın "Ne çok 9'un var." demişliği var mesela. Bir keresinde, bir yerlerden atlama oyunu oynarken ayağım burkulmuştu, ayağıma zeytin falan sarıldı şişlik geçsin diye.  İlgi de cabası. O da, eve seke seke gitti zeytin sardırmak için. O, kilolu bir çocuktu, ben uzun ve sıska. Eniştem, çalıştığı hastanede bizi tarttığında aynı kiloda çıkmıştık. 23:) Kemiklerim ağırlık yapmıştı:) Avucumuza yazılan sayıya bakıp eve kadar koşmuştu, "Ben de 23'üm !" diye. Bunların hepsi çocukluk ve ergenlik hırçınlıkları olarak gülüp geçebileceğim şeyler ama yetişkinliğin de sağlam temellere oturmasında etkililer. Büyüdüğünüzde de iyi ilişki kurmak için küçüklükte derin paylaşımlar şart akrabalar arasında, sonra zor oluyor. 

Belki sürekli bir kıyaslama vardı aile içinde ve olumsuz etkileri bize yansıyordu, bilmiyorum. Sürekli, aynı yaşta olmamıza rağmen, dışarı çıkmak için izinler, "Kalem Nasırı da sizinle gelecekse olur." şeklinde bir cümlenin sonunda veriliyordu hatırladığım. Onun kardeşini kıskanıp üzerine tükürüp kahkahalar attığı, benimse kardeşimi hiç kıskanmadığım; onun her alışverişte cama yapışıp bir şeyler istediği, benimse hiç bir şey talep etmediğim dile getiriliyordu. Sonra, o yetişkinliğinde, evlenip üniversite diplomasını köşeye koyup çocuk büyütmeyi seçti, bense sonuna kadar okumayı. Böyle böyle kıyaslar...


En son dayımın kızının nikahında bir araya geldiğimizde, daha samimi buldum onu. Kardeşimin tespiti geldi aklıma, evlenip çocuk sahibi olunca rekabette kendisini üstün sayıp rahatladığı yönünde. Sebep ne olursa olsun, sıcak ilişkiler iyi geliyor büyük aile içinde. 

19 Ağustos 2014 Salı

ÇOCUKLU OTOBÜSLER VE YOLCULUK HALLERİ

Tam yola çıkmadan önce bir arkadaşım, kendi can sıkıcı yolculuğundan dem vurup insanın eşini seçebiliyorken yanındaki yolcuyu seçememesinin acınasılığına vurgu yapan bir söz paylaşmış. Ben neyse ki seçebildim bu sefer. Annemi de ikna edip bir kaç güne sığdırdığımız şehir dışı tatile giderken...

Otobüs çocuk parkı gibiydi. Yan yana koltuklarda anne üstü çocuk, anne üstü çocuk. Biletler pahalı ama öyle de yola bu şekilde nasıl katlanacakları bize bile dert oldu rahat oturduğumuz halde. Sıcak da cabası. Kalabalıkta çocuk varlığına ve sesine tahammülsüz biri değilim, eğer anne-baba gürültüden ve haylazlıktan rahatsız olup olaylara müdahale ediyorsa. Yok eğer, "Bizim sevimli yumurcak(!), tabii ki haylazlık yapacak, milletin başını şişirecek, millet de buna katlanmak zorunda."  zihniyetine hakim ve duyarsızsa çocuklar değil de, onlar sinirimi bozuyor. Yetişkine kızıyorum anlayacağınız. Onu sen dünyaya getirmeyi seçtin, bana gürültüye hazır olup olmadığımı sormadan! "Dünya yeterince kalabalık, bu kadar çoğalma." deme şansım olurdu sorsaydın! 

Yol boyunca, sinirlerimizi zıplatacak bir aşırı gürültü durumu olmadı neyse ki. Doğaları gereği, acıkıp, sıkılıp, altlarını pisletip ağladı yumurcaklar ama ön koltukta oturan anne, 21 aylık kızı azıcık mızıldansa memesini dayadı ağzına. Biz, kızı "yaşartman dana" görünüşünden ve konuşmasından 2,5- 3 yaşlarında sandık önce. O yaştaki çocuğa, habire üstünü çarşafla örte örte memesini dayayan anneye ifrit oldum ben. Annem çok yadırgamadı, kadının kolayına geldiğini söyledi ama biraz zorlasan ergenliğe girecek çocuklara da böyle şapırdata şapırdata meme emdirmek sinirimi bozuyor benim. Elimde değil. Kulağım şapırtıya takılıyor. Bir arkadaşım da, yürüyen, koşan, konuşan çocuğuna  anne sütü veriyordu. Ben yüzümü ekşitince, çocuk sahibi ve beni yakından tanıyan bir başka arkadaşım "Sen çocuk sahibi olma !" demişti halime gülerek. Hadi anne sütü sağlıklı da, bir sonu olmalı kamuya açık yerlerde şapırdatttırmanın. Rahat da değil üstelik, başına kadar çarşafı ört, ne yaptığın zaten belli! Yol tutmadı da, bu durum tuttu beni. 

ÇOCUKLU OTOBÜSLER VE YOLCULUK HALLERİ

Tam yola çıkmadan önce bir arkadaşım, kendi can sıkıcı yolculuğundan dem vurup insanın eşini seçebiliyorken yanındaki yolcuyu seçememesinin acınasılığına vurgu yapan bir söz paylaşmış. Ben neyse ki seçebildim bu sefer. Annemi de ikna edip bir kaç güne sığdırdığımız şehir dışı tatile giderken...

Otobüs çocuk parkı gibiydi. Yan yana koltuklarda anne üstü çocuk, anne üstü çocuk. Biletler pahalı ama öyle de yola bu şekilde nasıl katlanacakları bize bile dert oldu rahat oturduğumuz halde. Sıcak da cabası. Kalabalıkta çocuk varlığına ve sesine tahammülsüz biri değilim, eğer anne-baba gürültüden ve haylazlıktan rahatsız olup olaylara müdahale ediyorsa. Yok eğer, "Bizim sevimli yumurcak(!), tabii ki haylazlık yapacak, milletin başını şişirecek, millet de buna katlanmak zorunda."  zihniyetine hakim ve duyarsızsa çocuklar değil de, onlar sinirimi bozuyor. Yetişkine kızıyorum anlayacağınız. Onu sen dünyaya getirmeyi seçtin, bana gürültüye hazır olup olmadığımı sormadan! "Dünya yeterince kalabalık, bu kadar çoğalma." deme şansım olurdu sorsaydın! 

Yol boyunca, sinirlerimizi zıplatacak bir aşırı gürültü durumu olmadı neyse ki. Doğaları gereği, acıkıp, sıkılıp, altlarını pisletip ağladı yumurcaklar ama ön koltukta oturan anne, 21 aylık kızı azıcık mızıldansa memesini dayadı ağzına. Biz, kızı "yaşartman dana" görünüşünden ve konuşmasından 2,5- 3 yaşlarında sandık önce. O yaştaki çocuğa, habire üstünü çarşafla örte örte memesini dayayan anneye ifrit oldum ben. Annem çok yadırgamadı, kadının kolayına geldiğini söyledi ama biraz zorlasan ergenliğe girecek çocuklara da böyle şapırdata şapırdata meme emdirmek sinirimi bozuyor benim. Elimde değil. Kulağım şapırtıya takılıyor. Bir arkadaşım da, yürüyen, koşan, konuşan çocuğuna  anne sütü veriyordu. Ben yüzümü ekşitince, çocuk sahibi ve beni yakından tanıyan bir başka arkadaşım "Sen çocuk sahibi olma !" demişti halime gülerek. Hadi anne sütü sağlıklı da, bir sonu olmalı kamuya açık yerlerde şapırdatttırmanın. Rahat da değil üstelik, başına kadar çarşafı ört, ne yaptığın zaten belli! Yol tutmadı da, bu durum tuttu beni.