27 Mayıs 2014 Salı

ÇOCUKLUK ANILARI VE GÖRSELLİK

Bugün okuldan bir arkadaşla (Arkadaş yazmama bakmayın, insanlara uzun bir süre sizli- bizli hitap etme alışkanlığım var!) sohbet ederken konu çocukluk anılarımıza geliverdi. Okullarda, öğrencileri sıraya dizip boylarını ölçme ve kilolarını tartma geleneği vardı hatırladığımız. Farklı yıllarda, birimiz kuzeyde birimiz güneyde olsak da kantarın üstüne çıkıp tartılma durumu, süt ve fındık dağıtımı gibi rutin bir uygulamaymış demek ki. 
     Foto: www.cihanozdemir.com


Her neyse, tartılma esnasında herkes 30-35 kilo çekerken, 40 kilo çıkan arkadaşlarına çok güldüklerini ve onu ağlattıklarını anlattı. O anda, yıllar öncesinde hepimizden şişman çıkan arkadaşımı çok garip bulduğumu hatırlayıverdim. Onun tartıya çıktığı anki hali hala gözümün önünde. Daha uzun olana hiç garipseyerek bakmamış ama şişmanı yadırgamıştık çocuk aklımızla. Ben de uzun ve incelerden olduğumdan yadırgamamıştım uzun olanı belki de, bilmiyorum. Ne de olsa o bizdendi!

Görsel algımız daha çocukken, uzun ve/veya ince olmayı güzel ve kabul edebilir bulurken, kısa ve/veya şişman olansa alay konusu, çirkin, küçümsenir oluveriyor bu algıyla. Lisansta sosyal psikoloji kitabında yetişkinlerin daha güzel buldukları bebeklere daha iyi davrandıklarına dair bir çalışmayla ilgili bir şeyler okumuştum. O kadar acımasız ayrımlarımız var yani görsellikle ilgili. 

Bunları yazarken, televizyonda Türkiye Güzellik Yarışması başladı tesadüfe bakalım ki:) Görselliğin alabildiğine yarıştığı, estetikli burunların başkalarına kıvrıldığı, lise mezunlarının "Üniversiteye hazırlanıyor." diye pazarlandığı, çok azının beyin kıvrımlarının da güzel olduğuna şahit olduğumuz kızcağızların yarıştığı eğlenceli yarışma!




ÇOCUKLUK ANILARI VE GÖRSELLİK

Bugün okuldan bir arkadaşla (Arkadaş yazmama bakmayın, insanlara uzun bir süre sizli- bizli hitap etme alışkanlığım var!) sohbet ederken konu çocukluk anılarımıza geliverdi. Okullarda, öğrencileri sıraya dizip boylarını ölçme ve kilolarını tartma geleneği vardı hatırladığımız. Farklı yıllarda, birimiz kuzeyde birimiz güneyde olsak da kantarın üstüne çıkıp tartılma durumu, süt ve fındık dağıtımı gibi rutin bir uygulamaymış demek ki. 
     Foto: www.cihanozdemir.com


Her neyse, tartılma esnasında herkes 30-35 kilo çekerken, 40 kilo çıkan arkadaşlarına çok güldüklerini ve onu ağlattıklarını anlattı. O anda, yıllar öncesinde hepimizden şişman çıkan arkadaşımı çok garip bulduğumu hatırlayıverdim. Onun tartıya çıktığı anki hali hala gözümün önünde. Daha uzun olana hiç garipseyerek bakmamış ama şişmanı yadırgamıştık çocuk aklımızla. Ben de uzun ve incelerden olduğumdan yadırgamamıştım uzun olanı belki de, bilmiyorum. Ne de olsa o bizdendi!

Görsel algımız daha çocukken, uzun ve/veya ince olmayı güzel ve kabul edebilir bulurken, kısa ve/veya şişman olansa alay konusu, çirkin, küçümsenir oluveriyor bu algıyla. Lisansta sosyal psikoloji kitabında yetişkinlerin daha güzel buldukları bebeklere daha iyi davrandıklarına dair bir çalışmayla ilgili bir şeyler okumuştum. O kadar acımasız ayrımlarımız var yani görsellikle ilgili. 

Bunları yazarken, televizyonda Türkiye Güzellik Yarışması başladı tesadüfe bakalım ki:) Görselliğin alabildiğine yarıştığı, estetikli burunların başkalarına kıvrıldığı, lise mezunlarının "Üniversiteye hazırlanıyor." diye pazarlandığı, çok azının beyin kıvrımlarının da güzel olduğuna şahit olduğumuz kızcağızların yarıştığı eğlenceli yarışma!




26 Mayıs 2014 Pazartesi

MİNYATÜR BAHÇELER





Dün gece geç saatlerde kanalları dolaşırken NTV'de bir programda denk geldim Emre Özberk ve Paspasın Bahçelerine.  Bir tabağın içine sığabilecek boyutta, içinde çiti bile olan, farklı bitkilerden oluşan minicik bahçeler düşünün. İnanılmaz bir emek ve görsel şölen.  

Bahçeleri çok beğendim, kişiye özel siparişler bile yapan Özberk'i de çok yetenekli buldum ama gerçek bahçeler varken yeşilden bu kadar uzaklaşıp yeşili tabaklarda görür olmamıza da kafayı taktım. Özellikle şehir merkezlerinde yaşayanlar o kadar uzak kalmış ki yeşile, bir tabak yeşillik bizim için salatadan farklı bir şey olacak bu gidişle. Çit denen şeyin ne olduğunu, üzerinden atlamanın keyfini bilemeyen kuşaklar gelecek sırayla. Büyüklerimizin bize anlattığı televizyonsuz günler gibi biz de yeşilli ve çitli günleri anlatacağız bu kadar hırpani davranırsak doğaya.

MİNYATÜR BAHÇELER





Dün gece geç saatlerde kanalları dolaşırken NTV'de bir programda denk geldim Emre Özberk ve Paspasın Bahçelerine.  Bir tabağın içine sığabilecek boyutta, içinde çiti bile olan, farklı bitkilerden oluşan minicik bahçeler düşünün. İnanılmaz bir emek ve görsel şölen.  

Bahçeleri çok beğendim, kişiye özel siparişler bile yapan Özberk'i de çok yetenekli buldum ama gerçek bahçeler varken yeşilden bu kadar uzaklaşıp yeşili tabaklarda görür olmamıza da kafayı taktım. Özellikle şehir merkezlerinde yaşayanlar o kadar uzak kalmış ki yeşile, bir tabak yeşillik bizim için salatadan farklı bir şey olacak bu gidişle. Çit denen şeyin ne olduğunu, üzerinden atlamanın keyfini bilemeyen kuşaklar gelecek sırayla. Büyüklerimizin bize anlattığı televizyonsuz günler gibi biz de yeşilli ve çitli günleri anlatacağız bu kadar hırpani davranırsak doğaya.

24 Mayıs 2014 Cumartesi

TÜRK HALKININ AFETLE İMTİHANI

Üzerinde oturduğum kanepe ile birlikte kayıp geri geliverdim. Burada tramvay kazıları nedeniyle zaten bir araç geçse uzun zamandır üst katlarda oturanlar olarak sarsıldığımızdan depremden emin olamadım önce.

 Internetten rasathanenin sitesi açılmıyordu. İlk etapta kanallarda aramak aklıma gelmedi. Babamı aradım, burada o kadar hissedildiyse Sakarya merkezli falansa onlar ne durumdadır diye merak ettim. Yakınlık itibariyle, gerek Marmara, gerekse Düzce'deki depremler hissedilmişti Zonguldak'ta. Hissetmemişler, rahatladım. O esnada bir arkadaşım Facebook'a yazmış "Fena sallandık." diye.Üst kat komşum, Düzce depremini yakından yaşayanlardan ve yakınlarını kaybedenlerden olduğundan korkudan aşağıya indiğini yazmış bana.

Depremin merkezini ararken 24 Mayıs 2014 yazdığımda, çoktan sözlüklerde "24 Mayıs 2014 Eskişehir, Bursa, İstanbul, Tekirdağ, vs. depremi" gibi başlıklar atıldığını gördüm. Biri "Tatlı tatlı salladı." yazmış hatta!

Ben de dahil olmak üzere, önceki depremlerden ders almadığımızı, yakınlarımı ve depremin kaynağını aramak dışında hiçbir şey yapamadığımı görmüş bulunuyorum. Milletçe eğitilerek değil yaşayarak öğreniyoruz sanki. Üst kat komşum can havliyle kendini aşağıya atarken, araştırma yapma hevesinin başka açıklaması olamaz çünkü. Sözlüklere başlık atanların psikolojisine girmeye gerek yok, nasıl bir zevktir uzmanlar anlamakta zorlanır. Onlar tatlı tatlı sallanmaya devam etsinler!


TÜRK HALKININ AFETLE İMTİHANI

Üzerinde oturduğum kanepe ile birlikte kayıp geri geliverdim. Burada tramvay kazıları nedeniyle zaten bir araç geçse uzun zamandır üst katlarda oturanlar olarak sarsıldığımızdan depremden emin olamadım önce.

 Internetten rasathanenin sitesi açılmıyordu. İlk etapta kanallarda aramak aklıma gelmedi. Babamı aradım, burada o kadar hissedildiyse Sakarya merkezli falansa onlar ne durumdadır diye merak ettim. Yakınlık itibariyle, gerek Marmara, gerekse Düzce'deki depremler hissedilmişti Zonguldak'ta. Hissetmemişler, rahatladım. O esnada bir arkadaşım Facebook'a yazmış "Fena sallandık." diye.Üst kat komşum, Düzce depremini yakından yaşayanlardan ve yakınlarını kaybedenlerden olduğundan korkudan aşağıya indiğini yazmış bana.

Depremin merkezini ararken 24 Mayıs 2014 yazdığımda, çoktan sözlüklerde "24 Mayıs 2014 Eskişehir, Bursa, İstanbul, Tekirdağ, vs. depremi" gibi başlıklar atıldığını gördüm. Biri "Tatlı tatlı salladı." yazmış hatta!

Ben de dahil olmak üzere, önceki depremlerden ders almadığımızı, yakınlarımı ve depremin kaynağını aramak dışında hiçbir şey yapamadığımı görmüş bulunuyorum. Milletçe eğitilerek değil yaşayarak öğreniyoruz sanki. Üst kat komşum can havliyle kendini aşağıya atarken, araştırma yapma hevesinin başka açıklaması olamaz çünkü. Sözlüklere başlık atanların psikolojisine girmeye gerek yok, nasıl bir zevktir uzmanlar anlamakta zorlanır. Onlar tatlı tatlı sallanmaya devam etsinler!


23 Mayıs 2014 Cuma

BİR SELFIE ÇEKİNELİM Mİ UZAYLI?

Uluslararası Uzay İstasyonu'nda görevli iki astronot, teknik bir arızayı gidermek için uzay yürüyüşü yapmışlar.Normalde 5-6 saat süren yürüyüş, 1,5 saat sürmüş. Astronotlardan biri, uzaydan selfie çekerek anı ölümsüzleştirmiş, selfie çekmenin o ortamda zor olduğunu eklemiş. Rekor bir sürenin söz konusu olduğu yürüyüşle ilgili haberlerde, selfie çekmek daha önemli gibi başlığa kuruluvermiş.

Bir şey moda olmaya görsün, onu kullanmayan, yapmayan sanki eksik, sanki çağın gerisinde, sanki bu alemden değil. Adam, uzaya gitse de, modadan uzak kalamamış belli. Medya için zaten keşif, icat falan ne ki, mühim olan selfie! TDK bile, selfie için uygun karşılık arama derdine düştü bu ülkede. O kadar bizden olmuş yani! 

Korkarım, günün birinde varsalar ve onlarla karşılaşırsak, uzaylıları da dumur eder, onlara "Bir selfie çekinelim mi?" diye soruverirler. Çekinmeden çekinin  selfielerinizi! 
(İfrit oluyorum "çekinmek" fiilini fotoğrafla birlikte kullananlara!!!)

fOTOĞRAF: ntvmsnbc.com




BİR SELFIE ÇEKİNELİM Mİ UZAYLI?

Uluslararası Uzay İstasyonu'nda görevli iki astronot, teknik bir arızayı gidermek için uzay yürüyüşü yapmışlar.Normalde 5-6 saat süren yürüyüş, 1,5 saat sürmüş. Astronotlardan biri, uzaydan selfie çekerek anı ölümsüzleştirmiş, selfie çekmenin o ortamda zor olduğunu eklemiş. Rekor bir sürenin söz konusu olduğu yürüyüşle ilgili haberlerde, selfie çekmek daha önemli gibi başlığa kuruluvermiş.

Bir şey moda olmaya görsün, onu kullanmayan, yapmayan sanki eksik, sanki çağın gerisinde, sanki bu alemden değil. Adam, uzaya gitse de, modadan uzak kalamamış belli. Medya için zaten keşif, icat falan ne ki, mühim olan selfie! TDK bile, selfie için uygun karşılık arama derdine düştü bu ülkede. O kadar bizden olmuş yani! 

Korkarım, günün birinde varsalar ve onlarla karşılaşırsak, uzaylıları da dumur eder, onlara "Bir selfie çekinelim mi?" diye soruverirler. Çekinmeden çekinin  selfielerinizi! 
(İfrit oluyorum "çekinmek" fiilini fotoğrafla birlikte kullananlara!!!)

fOTOĞRAF: ntvmsnbc.com




21 Mayıs 2014 Çarşamba

MAHLAS- LAKAP-ETİKET, BİZ-SİZ-ONLAR

Uzun zamandır, öğrencilere sürekli uyarıda bulunduğum ve üzerinde uzun uzun konuştuğumuz bir konu birilerine lakap takmak. Bu lakaplar öyle, halk şairlerinin bile isteye edindikleri mahlaslardan değil. Kişi istemese de birileri tarafından yapıştırılmış etiketler. 

Daha açık tenli olanın koyuya "Arap", konuşması İstanbul Türkçesi'ne yakın olanın öbürüne "Peşmerge", uzun olanın kısaya "Cüce", zayıf olanın şişmana "Dobi" dediği bir iletişim şekli var ergenler arasında. Muhtemelen evde, sokakta, yakın çevresinde böyle bir yaftalama nöbetine tutulmuş bir sürü tanıdığı var ve doğal olanın bu olduğunu sanarak yaşayıp gidiyor. Kişi lakabını kendi edinmişse sorun yok ama sürekli bir şikayet durumu söz konusu olunca izter istemez uyarılar zinciri de başlıyor. Kişilere istemediği lakaplarla seslenmenin kırıcı, dışlayıcı, rahatsız edici olabildiğini öğrenmek bazılarını şaşırtabiliyor. Bazıları, konu hakkında ilk kez düşündüğünden kafasında bir ampul yanmış ifadesi beliriveriyor yüzünde. 

Takılan lakaplardan en son nasibini alan; hali, tavrı, ses tonu nedeniyle homoseksüel olduğunu düşündükleri staj öğrencim oldu. Anlamsız espriler yapıp ona duyurmaya çalışıp, üstüne "Ortamı yumuşatmak istedim." diyen de oldu, duyulmayacağını düşünüp aralarında "yumuşak" vurgusu yapan da! Hepimizin birbirimizden farklı olabileceğini, insanları etiketlemenin yanlış olduğunu anlatmaya çalışma çabam, öğrenciler üzerinde biraz olsun işe yaradı, kişiliğini değerlendirir oldular ama öğretmenlerin bir kısmıyla ne yapacağımı bilemiyorum hala. Bizden olmayanı, bize benzemeyeni ötekileştirmek, adını söylemeyip etiketlemek daha kolay nasılsa!

MAHLAS- LAKAP-ETİKET, BİZ-SİZ-ONLAR

Uzun zamandır, öğrencilere sürekli uyarıda bulunduğum ve üzerinde uzun uzun konuştuğumuz bir konu birilerine lakap takmak. Bu lakaplar öyle, halk şairlerinin bile isteye edindikleri mahlaslardan değil. Kişi istemese de birileri tarafından yapıştırılmış etiketler. 

Daha açık tenli olanın koyuya "Arap", konuşması İstanbul Türkçesi'ne yakın olanın öbürüne "Peşmerge", uzun olanın kısaya "Cüce", zayıf olanın şişmana "Dobi" dediği bir iletişim şekli var ergenler arasında. Muhtemelen evde, sokakta, yakın çevresinde böyle bir yaftalama nöbetine tutulmuş bir sürü tanıdığı var ve doğal olanın bu olduğunu sanarak yaşayıp gidiyor. Kişi lakabını kendi edinmişse sorun yok ama sürekli bir şikayet durumu söz konusu olunca izter istemez uyarılar zinciri de başlıyor. Kişilere istemediği lakaplarla seslenmenin kırıcı, dışlayıcı, rahatsız edici olabildiğini öğrenmek bazılarını şaşırtabiliyor. Bazıları, konu hakkında ilk kez düşündüğünden kafasında bir ampul yanmış ifadesi beliriveriyor yüzünde. 

Takılan lakaplardan en son nasibini alan; hali, tavrı, ses tonu nedeniyle homoseksüel olduğunu düşündükleri staj öğrencim oldu. Anlamsız espriler yapıp ona duyurmaya çalışıp, üstüne "Ortamı yumuşatmak istedim." diyen de oldu, duyulmayacağını düşünüp aralarında "yumuşak" vurgusu yapan da! Hepimizin birbirimizden farklı olabileceğini, insanları etiketlemenin yanlış olduğunu anlatmaya çalışma çabam, öğrenciler üzerinde biraz olsun işe yaradı, kişiliğini değerlendirir oldular ama öğretmenlerin bir kısmıyla ne yapacağımı bilemiyorum hala. Bizden olmayanı, bize benzemeyeni ötekileştirmek, adını söylemeyip etiketlemek daha kolay nasılsa!