14 Ocak 2014 Salı

GÖKKUŞAĞI GİBİ FARKLI OLMAK, FARKLILIKLARI YOK SAYMAK



Dün okulda, arkadaşlardan biri kanalları değiştirirken Bülent Ersoy'un kandil akşamı şovuna denk geldiğinden bahsetti. Konu, oradan başka bir şarkıcıya ve onun erkek gibi olduğuna geliverdi. Oturdum, hermafroditlikten dem vurup bunun doğuştan gelen bir durum olduğunu, her iki cinsin özelliklerini taşıyan bireyler demek olduğunu açıklamak durumunda kaldım çünkü bunu eşcinsellik, biseksüellik, transeksüellik gibi tanımlarla açıklamaya giriştiler üniversite mezunu meslektaşlarım! Yani bütün kavramlar, birbirine girmiş vaziyetteydi. 


Birkaç yıldır çok popüler olan Gizli Anların Yolcusu'nu okumak, eski Nil yeni Rüzgar Erkoçlar üzerinden yorum yapmak ekseninde bir farkındalık sözkonusu çoğumuzda. Sanki cinsel yönelimi farklı olan insanlar uzaydan gelip farklı diyarlarda konuşlanmış muamelesi yapmak yaygın eğilimimiz. Anabilim Dalı Başkanı profesör unvanlı, üstelik ruh sağlığı ile mesleklerden birini icra eden  bir hocamız, tezini eşcinsellerle ilgili hazırlayan bir öğrenciye içinden "Başka konu bulamadın mı?" diye sorduğunu aktarmıştı bir keresinde. Eğitimli cenahta durum buysa gerisini düşünmek lazım.  

Yazın, Taksim'de "gökkuşağı bayrakları" ile eylem yapanlar dışında bu kadar kalabalık bir LGBT grubuna denk gelmişliğim yok kişisel olarak. Çevremde cinsel yönelimi farklı olan biri de yok bildiğim (ya da kimseye heteroseksüel olup olmadığını sorna gibi bir alışkanlığım!)
ama lisans tezim bu konu ile de bağlantılıydı ve konu ile ilgili bol bol okudum o dönemde.  Rehberlik ve psikolojik danışmanlık doktora öğrenimi sürdüren biri olarak, danışanlarımın farklı cinsel yönelimlerden olması da mümkün.  Herhangi birinin de belki mesleki nedenlerle değil ama günün birinde arkadaşlarının, hatta çocuklarının cinsel yönelimlerini farklı olduğunu öğrenmeleri ya da daha çocuklarının doğumu anında bu gerçekle karşılaşmaları aslında uzak bir ihtimal değil. Bu yüzden, yok saymak yerine öğrenmek, anlamaya çalışmak daha kolay bir yol olur ne dersiniz?

DİP NOT/DERİN NOT: Afişini gördüğünüz belgesel, çocuğu LGBT olan ebeveynlerin dilinden bir hikaye anlatıyormuş. Henüz, denk getirip izleyemedim. 

GÖKKUŞAĞI GİBİ FARKLI OLMAK, FARKLILIKLARI YOK SAYMAK



Dün okulda, arkadaşlardan biri kanalları değiştirirken Bülent Ersoy'un kandil akşamı şovuna denk geldiğinden bahsetti. Konu, oradan başka bir şarkıcıya ve onun erkek gibi olduğuna geliverdi. Oturdum, hermafroditlikten dem vurup bunun doğuştan gelen bir durum olduğunu, her iki cinsin özelliklerini taşıyan bireyler demek olduğunu açıklamak durumunda kaldım çünkü bunu eşcinsellik, biseksüellik, transeksüellik gibi tanımlarla açıklamaya giriştiler üniversite mezunu meslektaşlarım! Yani bütün kavramlar, birbirine girmiş vaziyetteydi. 


Birkaç yıldır çok popüler olan Gizli Anların Yolcusu'nu okumak, eski Nil yeni Rüzgar Erkoçlar üzerinden yorum yapmak ekseninde bir farkındalık sözkonusu çoğumuzda. Sanki cinsel yönelimi farklı olan insanlar uzaydan gelip farklı diyarlarda konuşlanmış muamelesi yapmak yaygın eğilimimiz. Anabilim Dalı Başkanı profesör unvanlı, üstelik ruh sağlığı ile mesleklerden birini icra eden  bir hocamız, tezini eşcinsellerle ilgili hazırlayan bir öğrenciye içinden "Başka konu bulamadın mı?" diye sorduğunu aktarmıştı bir keresinde. Eğitimli cenahta durum buysa gerisini düşünmek lazım.  

Yazın, Taksim'de "gökkuşağı bayrakları" ile eylem yapanlar dışında bu kadar kalabalık bir LGBT grubuna denk gelmişliğim yok kişisel olarak. Çevremde cinsel yönelimi farklı olan biri de yok bildiğim (ya da kimseye heteroseksüel olup olmadığını sorna gibi bir alışkanlığım!)
ama lisans tezim bu konu ile de bağlantılıydı ve konu ile ilgili bol bol okudum o dönemde.  Rehberlik ve psikolojik danışmanlık doktora öğrenimi sürdüren biri olarak, danışanlarımın farklı cinsel yönelimlerden olması da mümkün.  Herhangi birinin de belki mesleki nedenlerle değil ama günün birinde arkadaşlarının, hatta çocuklarının cinsel yönelimlerini farklı olduğunu öğrenmeleri ya da daha çocuklarının doğumu anında bu gerçekle karşılaşmaları aslında uzak bir ihtimal değil. Bu yüzden, yok saymak yerine öğrenmek, anlamaya çalışmak daha kolay bir yol olur ne dersiniz?

DİP NOT/DERİN NOT: Afişini gördüğünüz belgesel, çocuğu LGBT olan ebeveynlerin dilinden bir hikaye anlatıyormuş. Henüz, denk getirip izleyemedim. 

13 Ocak 2014 Pazartesi

BUSE TERİM KAFASI VE BEDDUA

Babasıyla bir alışveriş merkezindeyken kafasını döner kapının camına toslayan Buse Terim'e sosyal medyadan ölmesini dileyen beddualar geldiğini yazdı gazeteler. Üstüne bir de, kendisi ile röportajlar yapılıp "bir nefret öznesi" olmasının üstünde duruldu. O da, ne kadar çalışkan bir insan olduğundan, tanınırlığını hak ettiğinden dem vurdu. 

Hayatının amacı, o kıyafetle bu kıyafeti kombinleyip, markaları cilalayıp parlatmak olan bir insanı çok ciddiye almıyorum kişisel olarak. Bu kafaya mensup çok insan türedi bu aralar. Bu ülkede, ne yetenekli insanlar, işsizlikten sürünürken düğün masraflarını bile firma hediyelerinden çıkaran birini de çok sempatik bulamayacağım ama insanın hiç tanımadığı birine de beddua yağdırması, garip bir psikoloji! Daha önce, Terim'in büyük kızı Merve de, aldığı psikoloji eğitimini kullanıp yeni mezun haliyle ekranda uzman görüşü beyan ediyordu, program uzun sürmeyince, nefret objesi olmadan insanlar tarafından unutulup gidiverdi (Benim gereksiz detayları hatırlayan hafızam gibi bir hafızası olanlar hariç!) . 

Buse Terim'in kendisinden çok, hakkında gazete köşelerinde yapılan analizler, bu bedduaları bir mantığa dayama gayreti dikkat çekici. Bunlardan biri, aynı yaş grubunda olup aynı başarıyı sağlayamayan yaşıtlarının sırf babası sayesinde özel okullarda, ABD'de okuyan BT'yi çekememesi. Özel bir üniversitede, tam burslu okumuş biri olarak bir sürü güdük dimağ ile aynı diplomayı almak bana da dokunmuştur ama hepsi de salak değildi, haklarını yemeyeyim. Anne-baba parası ile diploma, tek sebep değil tahminimce. O kadar, aynı özelliklere sahip ünlü çocuğu ortalarda dolaşırken, babasının Fatih Terim olması bir etken, nişanını bile gözlere sokması, bedavadan yaşadığına dair beyanlar vermesi ise aklıma gelen diğer olası sebepler...

BUSE TERİM KAFASI VE BEDDUA

Babasıyla bir alışveriş merkezindeyken kafasını döner kapının camına toslayan Buse Terim'e sosyal medyadan ölmesini dileyen beddualar geldiğini yazdı gazeteler. Üstüne bir de, kendisi ile röportajlar yapılıp "bir nefret öznesi" olmasının üstünde duruldu. O da, ne kadar çalışkan bir insan olduğundan, tanınırlığını hak ettiğinden dem vurdu. 

Hayatının amacı, o kıyafetle bu kıyafeti kombinleyip, markaları cilalayıp parlatmak olan bir insanı çok ciddiye almıyorum kişisel olarak. Bu kafaya mensup çok insan türedi bu aralar. Bu ülkede, ne yetenekli insanlar, işsizlikten sürünürken düğün masraflarını bile firma hediyelerinden çıkaran birini de çok sempatik bulamayacağım ama insanın hiç tanımadığı birine de beddua yağdırması, garip bir psikoloji! Daha önce, Terim'in büyük kızı Merve de, aldığı psikoloji eğitimini kullanıp yeni mezun haliyle ekranda uzman görüşü beyan ediyordu, program uzun sürmeyince, nefret objesi olmadan insanlar tarafından unutulup gidiverdi (Benim gereksiz detayları hatırlayan hafızam gibi bir hafızası olanlar hariç!) . 

Buse Terim'in kendisinden çok, hakkında gazete köşelerinde yapılan analizler, bu bedduaları bir mantığa dayama gayreti dikkat çekici. Bunlardan biri, aynı yaş grubunda olup aynı başarıyı sağlayamayan yaşıtlarının sırf babası sayesinde özel okullarda, ABD'de okuyan BT'yi çekememesi. Özel bir üniversitede, tam burslu okumuş biri olarak bir sürü güdük dimağ ile aynı diplomayı almak bana da dokunmuştur ama hepsi de salak değildi, haklarını yemeyeyim. Anne-baba parası ile diploma, tek sebep değil tahminimce. O kadar, aynı özelliklere sahip ünlü çocuğu ortalarda dolaşırken, babasının Fatih Terim olması bir etken, nişanını bile gözlere sokması, bedavadan yaşadığına dair beyanlar vermesi ise aklıma gelen diğer olası sebepler...

12 Ocak 2014 Pazar

KADER'İN KADERİ KADER DEĞİL!

Bugün gazete ve dergilerdeki haberlerin birinde, 11.5 yaşında evlenip 12.5 yaşında ilk 14 yaşında ikinci çocuğunu doğuran, ikinci çocuğunun ölümü ile kendisi de vurulmuş olarak odasında bulunan 14 yaşındaki Kader vardı. Saat başı, TV ekranlarında yer alan haberlerde, intihar ya da cinayet şüphesine vurgu yapılıyordu. 


Ölüm şekli ne olursa olsun, yaşam şekli insanı ürpertiyor. Dünkü yazımda bahsettiğim, ödev için tiyatro izleyip sıkılan liseli çocuklardan bile daha çocuk denen yaşta yaşadıkları içler acısı. O kadar çok şey söylenebilir, yazılabilir ki erken yaşta evlendirilip anne yapılan bu kızlar hakkında, artık tekrara düşmekten başka bir anlamı yok! Hala bir yerlerde, onların çocuk olduğunu unutan, kendilerine anne-baba demekten çekinmeyen o kadar çok insan (?) var ki maalesef. Okulların kapanmasına 2 hafta kala, arka arkaya gelen sınavlar için telaşlanması gereken bir çocuk, evlat acısı yaşayabiliyor, belki kendi yaşamına son veriyor, belki daha vahimi öldürülüyor. 


KADER'İN KADERİ KADER DEĞİL!

Bugün gazete ve dergilerdeki haberlerin birinde, 11.5 yaşında evlenip 12.5 yaşında ilk 14 yaşında ikinci çocuğunu doğuran, ikinci çocuğunun ölümü ile kendisi de vurulmuş olarak odasında bulunan 14 yaşındaki Kader vardı. Saat başı, TV ekranlarında yer alan haberlerde, intihar ya da cinayet şüphesine vurgu yapılıyordu. 


Ölüm şekli ne olursa olsun, yaşam şekli insanı ürpertiyor. Dünkü yazımda bahsettiğim, ödev için tiyatro izleyip sıkılan liseli çocuklardan bile daha çocuk denen yaşta yaşadıkları içler acısı. O kadar çok şey söylenebilir, yazılabilir ki erken yaşta evlendirilip anne yapılan bu kızlar hakkında, artık tekrara düşmekten başka bir anlamı yok! Hala bir yerlerde, onların çocuk olduğunu unutan, kendilerine anne-baba demekten çekinmeyen o kadar çok insan (?) var ki maalesef. Okulların kapanmasına 2 hafta kala, arka arkaya gelen sınavlar için telaşlanması gereken bir çocuk, evlat acısı yaşayabiliyor, belki kendi yaşamına son veriyor, belki daha vahimi öldürülüyor. 


TİYATRONUN ZORUNLU İZLEYİCİLERİ


Bu akşam arkadaşımla, onun yeni tanıştığım arkadaşı ve bu arkadaşın babasıyla (tamlamalar ordusu oldu!) geçen haftadan biletini aldığımız bir oyuna gittik. 

Bu şehirde salonlar, genelde tam kapasite ile hizmet veriyor. Üniversite öğrencilerinin yoğunluğu,izleyicilerin büyük bir kısmına denk geliyor. Daha alt öğrenim düzeyindekileri teşvik etmek için de, genelde öğretmenler performans ödevi gibi isimler altında teşvikler icat ediyorlar. Bu akşam da, arkadaşıma daha önce gittiğim bir senfoni orkestrası eşliğindeki bir konserde öğrencilerin öğretmenlerine söylene söylene bir hal olduklarına şahit olduğumu söyledim. Akabinde, arkadaşımın arkadaşının (belki muhtemel yeni arkadaşım) dayısı da oyunda rol aldığı için tebrik için onu beklerken arkadaşımın öğrencileri ile karşılaştık. Liseli bu grubu görünce, oyun da Kurtuluş Savaşı dönemi ile ilgili biraz aksak ritmli olunca içimizde kuşlar kanat çırpıverdi. Neden sonra, onların da öğretmenlerinin verdiği  ödev yüzünden geldiklerini,  biletlerini imzalatıp öğretmenlerine oyuna gittiklerini ispatlama derdinde olduklarını, salondaki bazı liselilerin uyuduğunu öğrenince içimizdeki kuşlar göç ediverdi birdenbire:(

TİYATRONUN ZORUNLU İZLEYİCİLERİ


Bu akşam arkadaşımla, onun yeni tanıştığım arkadaşı ve bu arkadaşın babasıyla (tamlamalar ordusu oldu!) geçen haftadan biletini aldığımız bir oyuna gittik. 

Bu şehirde salonlar, genelde tam kapasite ile hizmet veriyor. Üniversite öğrencilerinin yoğunluğu,izleyicilerin büyük bir kısmına denk geliyor. Daha alt öğrenim düzeyindekileri teşvik etmek için de, genelde öğretmenler performans ödevi gibi isimler altında teşvikler icat ediyorlar. Bu akşam da, arkadaşıma daha önce gittiğim bir senfoni orkestrası eşliğindeki bir konserde öğrencilerin öğretmenlerine söylene söylene bir hal olduklarına şahit olduğumu söyledim. Akabinde, arkadaşımın arkadaşının (belki muhtemel yeni arkadaşım) dayısı da oyunda rol aldığı için tebrik için onu beklerken arkadaşımın öğrencileri ile karşılaştık. Liseli bu grubu görünce, oyun da Kurtuluş Savaşı dönemi ile ilgili biraz aksak ritmli olunca içimizde kuşlar kanat çırpıverdi. Neden sonra, onların da öğretmenlerinin verdiği  ödev yüzünden geldiklerini,  biletlerini imzalatıp öğretmenlerine oyuna gittiklerini ispatlama derdinde olduklarını, salondaki bazı liselilerin uyuduğunu öğrenince içimizdeki kuşlar göç ediverdi birdenbire:(

10 Ocak 2014 Cuma

GÜNDÜZ EKRANI VE SOSYOLOJİK ÇIKARIMIM

Televizyonu; aynı anda yemek yemek, bir şeyler okuyup yazmak, telefonla konuşmak gibi faaliyetlerle beraber çoğu zaman radyo gibi fon sesi olarak kullandığımdan, birkaç kanalı çeken belediye sistemi ile idare ederim. Hem çalışan hem okuyan bir insan olduğumdan, gündüz ekranı denilen ekranla  da aram pek iyi değildir. O yüzden, özellikle hafta içi gündüz saatlerinde kanal değiştirme rekortmenlerinden biriyim herhalde.Akşam ekranlarında ne istediğini bilip ona göre kanal açan ben; kumandayı bir yana fırlatabiliyorken, sabah saatlerinde eleştirdiğim "zap müptelaları"na dönüşüveriyorum.

Bu uzun girizgahtan sonra gelelim, sözün özüne: Sabah hatta öğle saatlerinde ekran kadın programlarıyla dolu malumunuz. Bunların bir kısmı sohbet, şarkı, uzman konuk ile dolu. Diğer grup ise; yarışma. Bu yarışmalar; bilgi yarışması falan değil doğrudan performansa yönelik. Örneğin; bugün bir kanalda anneler-kızlar yarışırken diğerinde gelinler-kaynanalar yarışmakta. Gelin- kaynana rekabeti, araya oğulların alınması ile sorulan sorularla renklendirilmiş sözüm ona. Zavallı erkekler, annesine ya da eşine hak verip birinin yarışmayı kazanmasında söz sahibi oluyorlar. Aşağı tükürsem sakal, yukarı tükürsem bıyık olayı tam anlamıyla. Bir yandan eve eşiyle dönecek, tartışmayı göze alması lazım. Bir yandan, anne hakkı. Ne söylese boş.

İşin acıklı yanı, Türk erkeklerinin eşi ve annesi arasındaki tampon bölge olmaktan uzak, çoğu zaman aradaki sürtüşmeleri ekrandan öğrenen, annesini de eşini de tanımadığını öğrendiği halini izlemek. Bir de kendisini konuya hakim, ailenin direği görme acınasılığı. Örneğin; bir adamcağız "Evde kimin sözü geçer?" sorusuna, hem annesi, hem eşi "Gelinin sözü geçer." diye cevap vermelerine rağmen, "Benim sözüm geçer." deme gafletinde bulundu. O ana kadar, birbirine düşmüş olan gelin-kaynana ikilisi, el birliğiyle adamı sindirdiler, evde sözünün geçme ihtimalinin bile olmadığını bir çırpıda ekran başında öğretiverdiler:) Ben de, gündüz kuşağından sosyolojik bir ders çıkarmış oldum. Paylaşmasam olmazdı:)


GÜNDÜZ EKRANI VE SOSYOLOJİK ÇIKARIMIM

Televizyonu; aynı anda yemek yemek, bir şeyler okuyup yazmak, telefonla konuşmak gibi faaliyetlerle beraber çoğu zaman radyo gibi fon sesi olarak kullandığımdan, birkaç kanalı çeken belediye sistemi ile idare ederim. Hem çalışan hem okuyan bir insan olduğumdan, gündüz ekranı denilen ekranla  da aram pek iyi değildir. O yüzden, özellikle hafta içi gündüz saatlerinde kanal değiştirme rekortmenlerinden biriyim herhalde.Akşam ekranlarında ne istediğini bilip ona göre kanal açan ben; kumandayı bir yana fırlatabiliyorken, sabah saatlerinde eleştirdiğim "zap müptelaları"na dönüşüveriyorum.

Bu uzun girizgahtan sonra gelelim, sözün özüne: Sabah hatta öğle saatlerinde ekran kadın programlarıyla dolu malumunuz. Bunların bir kısmı sohbet, şarkı, uzman konuk ile dolu. Diğer grup ise; yarışma. Bu yarışmalar; bilgi yarışması falan değil doğrudan performansa yönelik. Örneğin; bugün bir kanalda anneler-kızlar yarışırken diğerinde gelinler-kaynanalar yarışmakta. Gelin- kaynana rekabeti, araya oğulların alınması ile sorulan sorularla renklendirilmiş sözüm ona. Zavallı erkekler, annesine ya da eşine hak verip birinin yarışmayı kazanmasında söz sahibi oluyorlar. Aşağı tükürsem sakal, yukarı tükürsem bıyık olayı tam anlamıyla. Bir yandan eve eşiyle dönecek, tartışmayı göze alması lazım. Bir yandan, anne hakkı. Ne söylese boş.

İşin acıklı yanı, Türk erkeklerinin eşi ve annesi arasındaki tampon bölge olmaktan uzak, çoğu zaman aradaki sürtüşmeleri ekrandan öğrenen, annesini de eşini de tanımadığını öğrendiği halini izlemek. Bir de kendisini konuya hakim, ailenin direği görme acınasılığı. Örneğin; bir adamcağız "Evde kimin sözü geçer?" sorusuna, hem annesi, hem eşi "Gelinin sözü geçer." diye cevap vermelerine rağmen, "Benim sözüm geçer." deme gafletinde bulundu. O ana kadar, birbirine düşmüş olan gelin-kaynana ikilisi, el birliğiyle adamı sindirdiler, evde sözünün geçme ihtimalinin bile olmadığını bir çırpıda ekran başında öğretiverdiler:) Ben de, gündüz kuşağından sosyolojik bir ders çıkarmış oldum. Paylaşmasam olmazdı:)