21 Aralık 2020 Pazartesi
NOT
13 Aralık 2020 Pazar
(A)SOSYAL DEVLET
Kardeşim, okuldan bir arkadaşının akrabası SMA hastası bir bebekle ilgili kampanyadan bahsetti bugün. Henüz 8 aylık. Yardim için ünlülere falan ulaşmaya çalışıyormuş ailesi.
SMA'da 2 yaş sonrası tedavi yapılamıyor ve ilaç 2.4 milyon dolar. Bir sürü kampanya var ve 2 yaşa en yakın olanı kurtarıp daha küçükleri sonraya bırakmak da genel eğilim kampanyalarda:(
Sıranın gelmesini beklemek, o esnada tedavi şansının tükenmesi, bir sürü hastalık semptomu, vb. Kimse çocuğuyla sınanmasın!
Kişisel olarak ne yapabiliriz diye uğraşıyorsun bu durumlarda. Maddi yardım, olabildiğince çok insana ulaşmalarına destek. Eee sonra? O para kaçı için toplanabiliyor?
Türkiye'de 3000 civarı SMA hastası olduğunu okudum. Kişisel desteklerle hepsinin üstesinden gelinmesi çok zor, hatta imkansız.
Benzerini immünoterapi için akciğer kanseri hastaları da yaşıyor. Oysa sosyal bir devlette, ilaç şu kadarmış, temin edilmiş- edilmemiş kişilerin derdi değil. Bir yerlere kolaylıkla ayrılabilen bütçeler, aynı anda 5 maaş alan kişilerin fazla maaşları falan istenirse insan canını kurtarmak için de kullanılabilir, günü kurtarmak yerine!
Not: Bahsettiğim bebek: Alpaslan Başoğlu-Zonguldak
27 Kasım 2020 Cuma
SEN KİMSİNİZ?
13 Ekim 2020 Salı
"BEN BİLE ..!
Bu okulda, müdüre vekalet eden müdür yardımcımız da dahil olmak üzere 4. müdürle çalışıyorum. Toplamda da 15. müdür, kimbilir kaç da yardımcı. Ben gerek keyfimden, gerekse öğrenim durumundan şehir şehir ve bölge bölge gezip durduğum için yeni idareci değişikliği çok da dokunmuyor bana. Şimdiye kadar, benden hiç haz etmeyen idareciler de oldu, takdirini belli eden de.
İş ortamında, " Paket yapıp eve götürmek zorunda değilim." benim hoşlanmadığım ortama ve kişilere katlanma mottom :) Okul hayatımdaki çekingen, parmak kaldıramayan, göz göze gelindiğinde kızaran ben, o kadar çok yer degistirdim ve sınıfta kitlelere konuşmak zorunda kaldım ki, yanlış gelen ne varsa "pat" diye söylemezsem "çat" diye patlarım diyen bir tipe dönüştüm yıllar içinde. İdareci falan herkes nasibini alıyor kimi zaman çatallaşan dilimden.
Bu okuldaki şansım da, okul ikliminin açık iletişime uygun olması. Yüze söylenen eleştiriler, toplantıda idarenin yüzüne vurulan aksak gidişat, olumlu bir şey varsa onun da söylenmesi okulun işleyiş rutini. 40 yılı aşkın aynı okulda çalışan öğretmenlerin varlığı, okulun kemikleşmiş bir kadrosu olması bu iklimi yaratmış bence. Her gelen idareci ve öğretmeni de içine alıp yoğuruyor.
Okulda 3. yılını çalışan ( çalışamayan) bir müdür yardımcımız bu düzenin ayrık otu. " Kadından idareci olmaz." diyen tüm önyargılı yorumları besleyen, çiçek yetiştirerek ilk yıl mesaisini bitiren, hiçbir mevzuatı bilmeyen, her işi birbirine dolayan ve bu yüzüne vurulduğunda savunmaya geçen biri. Gelen resmi yazılara " Benim kompozisyonum süperdir. Bu yazıyı ben bile anlamadıysam, kim anlar merak ediyorum. Ben Siyasal mezunuyum, İngilizcem de çok iyi." gibi yorumlar yapan biri. Bunlar birebir onun cümleleri, atmadım gerçekten:) Şu yeni model liyakatla değil mülakatla gelen idareci tipi bu galiba! Okulda nöbetleri birbirine sokuyor, gruptan yazıp düzelttirmek zorunda kalıyoruz. İdarecilerin tayin dönemini öğretmen tayinleri diye atıyor. Düzeltilince özür dilemek yerine, " Bu okulda farklı mahalleye bile tayin isteseniz, kendinizi şehir dışına gitmiş sayarsınız." diye yorum yazıyor.
En son, toplantıda yine yaptıkları bir hata onun ve müdürün yüzüne söylendi. Müdür, kendi hatasını kabul etti. O ise, toplantı sonrası,o öğretmeni yanına çağırıp bağırmış, "Beni linç etmek istiyorsunuz." diye. Bu okulu ve idareci olmayı o seçmesine rağmen, çoğu zaman raporlu falan. Geldiğinde de ortalık karışıyor.
İlişkimizi kişisel bir sohbet düzeyinde tutmak, boşanma sonrası travmayı atlatamamış olabilir diye anlamaya çalışmak, gruptan değil özelden yazmak oluyor tutumumuz genelde ama yine haklı olduğuna inanıp her gündemi ortalığa taşımayı seçiyor. O zaman da, yanlış yaptığı tüm okul tarafından öğreniliyor ve aynı kısır döngü. "Türbanlıyım diye dışlanıyorum. " , "Beni kabul edemediniz." ağzından düşmüyor. Bu okuldaki tek türbanlı olmadığının, böyle bir sınıflandırmanın da olmadığının farkında olarak.
Bu okula ilk geldiğimde, sınıf öğretmenleri arasında " İçimizdeki İrlandalı" misaliydim. Dersinde İngilizce anlatmaya çalışan sınıf öğretmenleri falan vardı, buralarda yazmıştım. Derse müdahaleden hoşlanmadığımı açıkça söylerek, konuşarak, iletişim kurarak alanımı açtım. Aynı insanlar sınırlarıma saygı duydu zamanla. Arkadan konuşan ve şu anda okulda olmayanla da yüzleştim.
Demem o ki, her yeni ortamda bir alışma evresi oluyor ve bu bir süreç. Bizim meslekte, beğenmediginde, alışamadığında ya da değişiklik istediğinde 3 yılda bir tayin hakkın da var. Kaldı ki, zaten mülakatla yani torpille gelen biriysen, gitmen için de o zamana gerek yok. Linç edildiğine inandığın ve mutlu olmadığın bir ortamda, üstelik evine kilometrelerce uzak bir yerde ısrarla niye durulur, bunu anlamak zor. "Onlar gitsin", " Beni kabul etmek zorundalar." veya "Ben bile anlaşamıyorsam bu okuldakilerle, kimse anlaşamaz." Aklından ne geçiyorsa, durumu düzeltmeye yaramıyor, çözümsüz kalıyor.
Not: Tüm yazıyı okuyunca, bit kişiyi arkadan çekiştirip durmuşum izlenimi oluştu bende. Yüzüne söyleyip çözüm bulamadigim her şey birikmiş sanki. Onun açısından da bakmaya çalıştım mı sorgulamalarının zihnimden yazıya dökülmüş hali bu. Kişisel olarak, onun yanlış kişiye yanlış zamanda verdiği bit göreve (canlı ders gibi) maruz kalıp müdüre düzelttirmek, önce ona söylediğimde yanlış olduğunu kabul etmemesi ama müdürü devreye soktuğumuzda mecburen düzeltmesi ve kendisini şikayet etmiş konumuna düşmek beni en çok rahatsız eden. Şimdi fark ediyorum da, "arkadan iş çeviren" gibi algılanma endişesi tek derdim kadınla ilgili.
12 Eylül 2020 Cumartesi
AMAN KARANTİNA DUYULMASIN!
24 Ağustos 2020 Pazartesi
OKULDA İLK GÜN: MASAL BALONU SÖNERKEN
Bugün seminer dönemi ile yüz yüze eğitime başladık. Arada ne keyifli, ne sıkıcı konular vardı yazacak ama elim gitmedi. Bu keyifli(?) konuda yazamadan edemedim. Maskeli, dezenfektanlı hijyen kitleri, girişte ateş ölçerler, temiz sınıflar, uygun sosyal mesafe. Masallar masallar...
Astım son anda kronik hastalıklar listesinden çıkmıştı, idari izne tabi değildim yani. Maskeli o kadar saat nasıl duracağımın endişesiyle doluydum yol boyu. Girişte, "Yürüdüm, ateşim var sanılabilir güneşten" falan diye kafamdan geçire geçire adım attım okula. Hak getire! Arkaya itilen sandalyeler, sosyal mesafe sayılmış. El yıkamak için gittiğiniz tuvalette peçete yok.
İlkokul ve ortaokul aynı binadayız, bari toplantıda ayrı olalim diye boş bir sınıfa girdik. Elimizi attığımız sırada toza bulandık, sınıf değiştirdik belki bu temizlenememiştir diye, durum yine aynı. Ayıp olmasın diye fotoğraf da çekemedim ama toz bezine beş parmak resmi düşünün. İş başa düştü diye herkes oturacağı sırayı sildi.
Önce bakan, sonra yeni müdürümüz seminer sonrası da 3 hafta boyunca okullarda olacağımızı müjdeledi :( Filyasyonda görev alıp karantinada olanları kontrol.edebilirmişiz. Bir nevi bekçilik işi kakalandı yani öğretmenlere.
Bir de perşembe günü, başka bir okulda zümre başkanları toplantısı yapacağımız netleşti. Acayip düşünmüş bakanımız bizi, okulumuzda sıkılırız diye dolaştırıyor, tatile çıkamadık, gezdiriyor, sağolsun!
Vaka sayısı, 1ken kapatılan okullar, " Öğretmenler yatıyor." diyenleri mutlu etmek için bu koşullarda sayı yine fırlamışken açılıyor. Buralara uzun süre uğramayıp yazmazsam, bu kez bilin ki elim gitmediğinden değil, mecalim olmadığından olabilir çünkü bu koşullarda korona kapmadan atlatan acayip şanslı!
27 Temmuz 2020 Pazartesi
DİLİM DİLİM DİL
16 Temmuz 2020 Perşembe
SADECE BİR SAKIZ MARKASI DEĞİLDİR O!
Sonra e-postalarıma bakarken C.'nin nazik ve sevimli kartını gördüm, yeni normalin nasıl gittiğini soruyordu. İçimi okumuş sanki! Gece gece içimi ısıttı kart :)
Ve taslak yazısı: (Virgülüne dokunmadan)
Korona falan yazmayıp ülke gündeminin çarkları arasına dalmanın dayanılmaz hafifliğini(!) yaşıyorum. Her gün yeni bir çıldırma eşiği ile hızlıca değişiyor gündem.
Başvurmadığım halde adıma görev çıkan ve iptal edebildiğim 27 Haziran 2020 üniversite sınavı bu kez soruların çalınmasıyla gündem olmadı. Bu kadar vukuatsız geçmesi şaşkınlık vericiydi, bu kadar olaysız olamazdı, nayır nolamazdi:) Olmadı da zaten!
Soruyu okudunuz mu bilmiyorum ama geçmişten günümüze Mabel Matiz'in sanat geçmişi, beslendiği Neşet Ertaş ve Sezen Aksu gibi isimlerden günümüze esintiler, şarkı sözleri ile ilgili bir paragraf ve onunla ilgili iki soru infial yarattı ÖSYM bünyesinde. Mabel, değer yargılarına uymadığı için soruları iptal ve onları yazanları da soru komisyonundan çıkarma kararı konuşulur oldu.
Kafalarda (kafamda) da deli sorular belirdi:
"Soruları okumadan mı soktunuz o kitapçığa? "
"Mustafa Ceceli, Hülya Koçyiğit, Orhan Gencebay falan olsaydı paragrafta sizin için makbul müydü?Ne vereyim abime?"
" Sorular vukuatı sonrası, Mabel'in farklılıklara dem vurduğu Altın Kelebek konuşması da biçildi. Emir büyük yerden mi?"
" Soruları okurken içlerinden şarkılar mırıldananlara ve minnettar olduklarını söyleyenlere yazık değil mi?"
" Dana gibi paragrafı okuyup doğru cevaplayana da mı acımadınız?"
" Ahlaksızlığın cinsel kimlikle değil seçimlerde olduğunu öğrenemediniz mi? Çocuk gelinleri, ensesti, aile içi şiddeti, vakıflardaki rezillikleri görmezden gelmeyi seçmek."
Üstüne, LCW markası gökkuşağı gibi desenleri ve çok renkli mağaza konseptini değiştirmeye karar verdiğini açıkladı. Gökkuşağı görünce akıllarına ilk olarak yağmur, bulut, romantik düşünceler falan gelen bizim gibi garibanlara inat onların akıllarına ilk gelen LGBT çünkü.
Tüm bunların üstüne, TV'den bildiğim Nuri Harun Ateş'in Ay adlı bir şarkısına denk geldim, altında da yüzlerce homofobik yorumla. "Ben de böyle biriyim." sözleriyle, klipteki gökkuşağı tasarımlı tişörtü ile. Cinsel kimliğini gözümüze sokması şart değil ( sonuçta " Heteroyum, meteroyum, karışmayın bana, ben buyum!" diye gezinmek de elzem değil) ama "Evlenmek ve çocuk sahibi olmak istiyorum ama istediğim gibi bir kız bulamadım." diyen 90'lar popçu ve arabeskçilerinden daha samimi geldi bana.
Özetle, artık cinsel kimlikle ilgili tartışmaları özel alandan kamışla dökmesek, insanların ne ürettiği ile ilgilensek, yatak odalarından çıksak artık nasıl olur? Mabel'in dediği gibi Zor Değil!
Sağa sola, zor değil
Atıyorum, tutuyorum
Kah tutamıyorum, zor değil
Dört köşeli, zor değil
Vuruyorum dizlerime
Ah pata küte zor değil
Toz değil, toz değil
Biliyorum hepsi havagazı
Söz değil, ah söz değil
Sen seversin bunu
Sevmediysen peki
Sen tamamla sonu
Sen seversin bunu
Sevmediysen peki
Sen tamamla sonu
Sağa sola, zor değil
Atıyorum, tutuyorum
Kah tutamıyorum, zor değil
Dört köşeli, zor değil
Vuruyorum dizlerime
Ah pata küte zor değil
Toz değil, toz değil
Biliyorum hepsi havagazı
Söz değil, ah söz değil
Sen seversin bunu
Sevmediysen peki
Sen tamamla sonu
Sen seversin bunu
Sevmediysen peki
Sen tamamla sonu
Sen seversin bunu
Sevmediysen peki
Sen tamamla sonu
Sen seversin bunu
Sevmediysen peki
Sen tamamla sonu
Ağlıyorsan dön yolundan
Aşka dair konuşursan
Gerisini sen tamamla
Müzik: Mabel Matiz & Mete Özgencil
11 Temmuz 2020 Cumartesi
OKUMAK
Yazın dünyasına çok uzak olmayan ufaklık, okuma sözkonusu olduğunda vakti yok! Bir hafta boyunca yaptığımız "challenge" ( o Türkçesini kullanmıyor!) işe yaramış ve 2 günde 8 kitap ile rekorunu kırmıştı. Uzaktan öğrenme döneminde uzak durduğu/ zaman da bulamadığı çocuk kitabı okuma eylemine dönebilmişti bu sayede. Şimdi yeni girişimlerimizi "Ben çok okudum, siz bana zaten yetişemezsiniz." deyip savsaklıyor:) Geceleri "bir sayfa sen, bir sayfa ben" rutini ile oyunla okuyor ya da bilerek berbat okumalarımızı düzeltmek için sayfayı tekrar okuyor (Bir başka oyun)
Son birkaç haftadır kitap mimleri, kitapla ilgili yazılar vs. okudum, yorum falan yazmadım, hatta amacım yeğenim için yazdığım kitaptan bahsetmekti bu yazıda. Girizgah o kadar uzun oldu ki, gündemim değişti birden:) O yüzden, okuma alışkanlığı ile ilgili yazmaya devam edeyim.
Küçük kardeşim, liseye kadar direndi ders kitabı dışında eline kitap almaya. Evde garip karşıladığımız bir durumdu bizim de o yaşlarda. İsteyip aldığı kitapları yarıda bırakır, bir köşeye atardı. Şimdiyse iyi bir okuyucu, başucunda hep kitabı var. O yüzden, kitap okuma alışkanlığı ile ilgili rol model olmaya, kitap edindirmeye, imkan sunmaya inanıyorum ama sonuçta okumamak da bir tercih. Okuma alışkanlığı olanlarımıza garip gelse de, bazı insanlar da bunu seçmiyor. O yüzden, oyuna çevirme ve teşvik etme dışında zorlayıcı olmamak gerektiğini düşünüyorum, zaten rol model olarak seçtiyse sizi, su yolunu buluyor.
1 Temmuz 2020 Çarşamba
YOLUN YARISI
Yılın tam yarısı oldu. Normalde Kabotaj Bayramı, en minik kuzenimin doğum günü falan.
2020 söz konusu olunca, diğer yarısının farklı ve tabii ki olumlu geçmesini dilediğim bir gün. Taaamm ortasından bıçakla kesilmiş gibi geride kalmasını umduğum!