13 Ekim 2020 Salı

"BEN BİLE ..!

Bu okulda,  müdüre vekalet eden müdür yardımcımız da dahil olmak üzere 4. müdürle çalışıyorum. Toplamda da 15. müdür, kimbilir kaç da yardımcı.  Ben gerek keyfimden, gerekse öğrenim durumundan şehir  şehir ve bölge bölge gezip durduğum için yeni idareci değişikliği çok da dokunmuyor bana. Şimdiye kadar, benden hiç haz etmeyen idareciler de oldu, takdirini belli eden de.

 İş ortamında, " Paket yapıp eve götürmek zorunda değilim." benim hoşlanmadığım ortama ve kişilere katlanma mottom :)   Okul hayatımdaki çekingen, parmak kaldıramayan, göz göze  gelindiğinde  kızaran ben,  o kadar çok  yer  degistirdim ve sınıfta kitlelere konuşmak zorunda kaldım ki, yanlış gelen ne varsa "pat" diye söylemezsem "çat" diye patlarım diyen bir tipe dönüştüm yıllar içinde.  İdareci falan herkes nasibini alıyor kimi zaman çatallaşan dilimden. 

Bu okuldaki şansım da, okul ikliminin açık iletişime uygun olması. Yüze söylenen eleştiriler, toplantıda idarenin yüzüne vurulan aksak gidişat, olumlu bir şey varsa onun da söylenmesi okulun işleyiş rutini. 40  yılı aşkın  aynı okulda çalışan  öğretmenlerin varlığı, okulun kemikleşmiş bir kadrosu olması bu iklimi yaratmış bence. Her gelen idareci ve öğretmeni de içine alıp yoğuruyor. 

Okulda 3. yılını çalışan ( çalışamayan) bir müdür yardımcımız bu düzenin ayrık otu. " Kadından idareci olmaz." diyen tüm önyargılı yorumları besleyen, çiçek yetiştirerek ilk yıl mesaisini bitiren, hiçbir mevzuatı bilmeyen, her işi birbirine dolayan ve   bu yüzüne vurulduğunda savunmaya geçen biri. Gelen resmi yazılara " Benim kompozisyonum süperdir. Bu yazıyı ben bile anlamadıysam, kim anlar merak ediyorum. Ben Siyasal mezunuyum, İngilizcem de çok iyi." gibi yorumlar yapan biri. Bunlar birebir onun cümleleri, atmadım gerçekten:) Şu yeni model liyakatla değil mülakatla gelen idareci tipi bu galiba! Okulda nöbetleri birbirine sokuyor, gruptan yazıp düzelttirmek zorunda kalıyoruz. İdarecilerin tayin dönemini öğretmen tayinleri diye atıyor. Düzeltilince özür dilemek yerine, " Bu okulda farklı mahalleye bile tayin isteseniz, kendinizi şehir dışına gitmiş sayarsınız." diye yorum yazıyor. 

En son, toplantıda yine yaptıkları bir hata onun ve müdürün yüzüne söylendi. Müdür, kendi hatasını kabul etti. O ise, toplantı sonrası,o  öğretmeni yanına çağırıp bağırmış, "Beni linç etmek istiyorsunuz." diye. Bu okulu  ve idareci olmayı o seçmesine rağmen, çoğu zaman raporlu falan. Geldiğinde de ortalık karışıyor.

İlişkimizi kişisel bir sohbet düzeyinde tutmak, boşanma sonrası travmayı atlatamamış olabilir diye anlamaya çalışmak, gruptan değil özelden yazmak oluyor tutumumuz genelde ama yine haklı olduğuna inanıp her gündemi ortalığa  taşımayı seçiyor. O zaman da, yanlış yaptığı tüm okul tarafından öğreniliyor ve aynı kısır döngü.  "Türbanlıyım diye dışlanıyorum. " , "Beni kabul edemediniz." ağzından düşmüyor. Bu okuldaki tek türbanlı olmadığının, böyle bir sınıflandırmanın da olmadığının farkında olarak. 

Bu okula ilk geldiğimde, sınıf öğretmenleri arasında " İçimizdeki İrlandalı" misaliydim. Dersinde İngilizce anlatmaya çalışan sınıf öğretmenleri falan vardı, buralarda yazmıştım. Derse müdahaleden hoşlanmadığımı açıkça söylerek, konuşarak, iletişim kurarak alanımı açtım. Aynı insanlar sınırlarıma saygı duydu zamanla. Arkadan konuşan ve şu anda okulda olmayanla da yüzleştim. 

Demem o ki,  her yeni ortamda bir alışma evresi oluyor ve bu bir süreç. Bizim meslekte, beğenmediginde, alışamadığında ya da değişiklik istediğinde 3 yılda bir tayin hakkın da var. Kaldı ki, zaten mülakatla yani torpille gelen biriysen, gitmen için de o zamana gerek yok. Linç edildiğine inandığın ve mutlu olmadığın bir ortamda, üstelik evine kilometrelerce uzak bir yerde ısrarla niye durulur, bunu anlamak zor. "Onlar gitsin", " Beni kabul etmek zorundalar." veya "Ben bile anlaşamıyorsam bu okuldakilerle, kimse anlaşamaz."  Aklından ne geçiyorsa, durumu düzeltmeye yaramıyor, çözümsüz kalıyor.

Not: Tüm yazıyı okuyunca, bit kişiyi arkadan çekiştirip durmuşum izlenimi oluştu bende. Yüzüne söyleyip çözüm bulamadigim her şey birikmiş sanki. Onun açısından da bakmaya çalıştım mı sorgulamalarının zihnimden yazıya dökülmüş hali bu. Kişisel olarak, onun yanlış kişiye yanlış zamanda verdiği bit göreve (canlı ders gibi) maruz kalıp müdüre düzelttirmek,  önce ona söylediğimde yanlış olduğunu kabul etmemesi ama müdürü devreye  soktuğumuzda  mecburen düzeltmesi ve kendisini şikayet etmiş konumuna düşmek beni en çok rahatsız eden. Şimdi fark ediyorum da, "arkadan iş çeviren" gibi algılanma endişesi tek derdim kadınla ilgili.

 


12 Eylül 2020 Cumartesi

AMAN KARANTİNA DUYULMASIN!

Yavaş yavaş " Öğretmenler yattığı yerden para kazanıyor"cıları ihya edecek haberler geliyor okullardan. Birini de ben vereyim. Kardeşimin okulunda bir öğretmen korona pozitif çıktı, tüm okul karantinada şimdi.

Müdürleri baştan beri okulun adı kötüye çıkar diye korkuyordu böyle bir vakadan. Dün yerel gazetelerde de yoktu haber, saklamayı başarmış. Okul karantinada olunca, yurda, kursa, seminere kimse gelemeyecek. Sanki özel okulmuş gibi öğrenci (müşteri!) avlamaya çalışan bir idareci için okulun kapalı olması nasıl bir travmaysa artık seminerde öğretmenleri uyarmış korona olunca okulun adı çıkmasın diye. 

Birilerinin hasta olması, birilerine hastalık  bulaştırması değil sorun yani. "Aman ağzımızın tadı kaçmasın Ali Rıza Bey" tavrı. İnsan bu kadar değerli bu ülkede, en dibinden en tepesine:(  



24 Ağustos 2020 Pazartesi

OKULDA İLK GÜN: MASAL BALONU SÖNERKEN

Bugün seminer dönemi ile yüz yüze eğitime başladık. Arada ne keyifli, ne sıkıcı konular vardı yazacak ama elim gitmedi. Bu keyifli(?) konuda yazamadan edemedim. Maskeli, dezenfektanlı hijyen kitleri, girişte ateş ölçerler, temiz sınıflar, uygun sosyal mesafe. Masallar masallar... 

Astım son anda kronik hastalıklar listesinden çıkmıştı, idari izne tabi değildim yani. Maskeli o kadar saat nasıl duracağımın endişesiyle doluydum yol boyu. Girişte, "Yürüdüm, ateşim var sanılabilir güneşten" falan diye kafamdan geçire geçire adım attım okula. Hak getire! Arkaya itilen sandalyeler, sosyal mesafe sayılmış. El yıkamak için gittiğiniz tuvalette peçete yok. 

İlkokul ve ortaokul aynı binadayız, bari toplantıda ayrı olalim diye boş bir sınıfa girdik. Elimizi attığımız sırada toza bulandık, sınıf değiştirdik belki bu temizlenememiştir diye, durum yine aynı. Ayıp olmasın diye fotoğraf da çekemedim ama toz bezine beş parmak resmi düşünün. İş başa düştü diye herkes oturacağı sırayı sildi. 

Önce bakan, sonra yeni müdürümüz seminer sonrası da 3 hafta boyunca okullarda olacağımızı müjdeledi :(  Filyasyonda görev alıp karantinada olanları kontrol.edebilirmişiz. Bir nevi bekçilik işi kakalandı yani öğretmenlere. 

Bir de perşembe günü, başka bir okulda zümre başkanları toplantısı yapacağımız netleşti. Acayip düşünmüş bakanımız bizi, okulumuzda sıkılırız diye dolaştırıyor, tatile çıkamadık, gezdiriyor, sağolsun!

Vaka sayısı,  1ken kapatılan okullar, " Öğretmenler yatıyor." diyenleri mutlu etmek için bu koşullarda sayı yine fırlamışken  açılıyor. Buralara uzun süre uğramayıp yazmazsam,  bu kez bilin ki elim gitmediğinden  değil, mecalim olmadığından olabilir çünkü bu koşullarda korona kapmadan atlatan acayip şanslı!

27 Temmuz 2020 Pazartesi

DİLİM DİLİM DİL

Bugün, Almanya"da teneffüste arkadaşları tarafından dışlandığı görülen, bunun sebebi diğer öğrencilere sorulduğunda da evde Türkçe konuştuğu olduğu söylenen bir öğrenciyle ilgili bir haber okudum.  "Okulda neden Almanca konuşmak gerekir? Neden Türkçe konuşmamalıyız. Almanca konuşmazsak arkadaşlarımız bizi anlamazlar. " gibi ifadelerle dolu bir paragraf yazma cezasından bahsediyordu haber.  Öğretmenle ilgili şikayetten de. Haberde evde dese de olay okulda geçtiği için Türkçe konuşma da okulda gerçekleşmiş olmalı!

Ceza olunca işin içinde itici geldi önce. Ülkenin dilinde yetkin hissetmiyorsa aralarımda anadilini konuşma da batmamalı insana bence. Bu konuyu politik açıdan değil insani açıdan değerlendirince böyle. Okulumuzda da teneffüste Türkçe bilmelerine rağmen çatır çatır Arapça, Afganca falan konuşan öğrencilerim var. "Hoop durun!" demiyoruz. 

Olay, sınıf içinde geçince tutumum değişiyor birden. Ülkenin bir ya da birkaç resmi dili olduğu gibi bir de eğitim dili var ve olmalı da kanımca. Yabancı dil dersleri, yabancı dille eğitim ayrı mesele. Ortak bir dil olmayınca kapı komşusuyla konuşamayan Balkan halkı gibi olur sınıf ortamı çünkü. "Türkçe konuş!" diye baskı kurman ama dile hakimiyeti için destek olurum. Dilinden kelimeleri falan sorar, farklı kültürü de yok saymam ama İngilizce dersi dışında da  iletişim dilimiz Türkçe olur. Uygulamada durun bu özetle. 

İkisi de okul içi ama iki farklı uygulama gibi gelebilir ama özel ve kamusal alan ayrımı benimki. Teneffüste aradaki iletişim onların özel alanı, öğretim süreci ise kamusal. 

"Elin Almanı yine kafatasçılık yapmış da, dilimizi konuşturmamış." diye bakıyorsak bu habere ve  Almanya'da Türkçe kullanımına,  o zaman "Yerel dilimde eğitim alacağım." diyene de aynı pencereden bakmak gerekiyor. Yoksa iki yüzlü ve taraflı davranmış oluyoruz. 

Politikadan arınmış bir yazı olsun isterdim bunu da ama ne mümkün?!






 

16 Temmuz 2020 Perşembe

SADECE BİR SAKIZ MARKASI DEĞİLDİR O!

Taslağa yazı atma alışkanlığım yok benim. 11 Temmuz gecesi, oturup birden yeniden bir yazı  yazmak istedim, zaten kırk yılda bir yazıyorum, kaydedeyim dursun diye yazmayı frenleyemeyip attım taslağa. Korona dışı gündem yazmak,yazma iştahını da artırıyor sanki!

Sonra e-postalarıma bakarken C.'nin nazik ve sevimli kartını gördüm, yeni normalin nasıl gittiğini soruyordu. İçimi okumuş sanki! Gece gece içimi ısıttı kart :)

Ve taslak yazısı: (Virgülüne dokunmadan)

Korona falan yazmayıp ülke gündeminin çarkları arasına dalmanın dayanılmaz hafifliğini(!) yaşıyorum. Her gün yeni bir çıldırma eşiği ile hızlıca değişiyor gündem.

Başvurmadığım halde adıma görev çıkan ve iptal edebildiğim  27 Haziran 2020 üniversite sınavı bu kez soruların çalınmasıyla gündem olmadı. Bu kadar vukuatsız geçmesi şaşkınlık vericiydi, bu kadar olaysız olamazdı, nayır nolamazdi:) Olmadı da zaten!

Soruyu okudunuz mu bilmiyorum ama geçmişten günümüze  Mabel Matiz'in sanat geçmişi, beslendiği Neşet Ertaş ve Sezen Aksu gibi isimlerden günümüze esintiler, şarkı sözleri  ile ilgili bir paragraf ve onunla ilgili iki soru  infial yarattı ÖSYM bünyesinde.  Mabel, değer yargılarına uymadığı için soruları iptal ve onları yazanları da soru komisyonundan çıkarma kararı konuşulur oldu.

Kafalarda (kafamda) da deli sorular belirdi:
"Soruları okumadan mı soktunuz o kitapçığa? "
"Mustafa Ceceli, Hülya Koçyiğit, Orhan Gencebay falan olsaydı paragrafta sizin için makbul müydü?Ne vereyim abime?"
" Sorular vukuatı sonrası, Mabel'in farklılıklara dem vurduğu Altın Kelebek konuşması da biçildi. Emir büyük yerden mi?"
" Soruları okurken içlerinden şarkılar mırıldananlara ve minnettar olduklarını söyleyenlere yazık değil mi?"
" Dana gibi paragrafı okuyup doğru cevaplayana da mı acımadınız?"
" Ahlaksızlığın cinsel kimlikle değil seçimlerde olduğunu öğrenemediniz mi? Çocuk gelinleri, ensesti, aile içi şiddeti, vakıflardaki rezillikleri görmezden gelmeyi seçmek."

Üstüne, LCW markası gökkuşağı gibi desenleri ve çok renkli mağaza konseptini değiştirmeye karar verdiğini açıkladı. Gökkuşağı görünce akıllarına ilk olarak yağmur, bulut, romantik düşünceler falan gelen bizim gibi garibanlara inat onların akıllarına ilk gelen LGBT çünkü.

Tüm bunların üstüne, TV'den bildiğim Nuri Harun Ateş'in Ay adlı bir şarkısına denk geldim, altında da yüzlerce homofobik yorumla. "Ben de böyle biriyim." sözleriyle, klipteki gökkuşağı tasarımlı tişörtü ile. Cinsel kimliğini gözümüze sokması şart değil ( sonuçta " Heteroyum, meteroyum, karışmayın bana, ben buyum!"  diye gezinmek de elzem değil)  ama "Evlenmek ve çocuk sahibi olmak istiyorum ama istediğim gibi bir kız bulamadım." diyen 90'lar popçu ve arabeskçilerinden daha samimi geldi bana.

Özetle, artık cinsel kimlikle ilgili tartışmaları özel alandan kamışla dökmesek, insanların ne ürettiği ile ilgilensek, yatak odalarından çıksak artık nasıl olur?  Mabel'in dediği gibi Zor Değil!

Sallıyorum bol keseden
Sağa sola, zor değil
Atıyorum, tutuyorum
Kah tutamıyorum, zor değil
Dönüyorum köşeleri
Dört köşeli, zor değil
Vuruyorum dizlerime
Ah pata küte zor değil
Katıyorum tozu dumana da
Toz değil, toz değil
Biliyorum hepsi havagazı
Söz değil, ah söz değil
Deniyordum seni
Sen seversin bunu
Sevmediysen peki
Sen tamamla sonu
Deniyordum seni
Sen seversin bunu
Sevmediysen peki
Sen tamamla sonu
Sallıyorum bol keseden
Sağa sola, zor değil
Atıyorum, tutuyorum
Kah tutamıyorum, zor değil
Dönüyorum köşeleri
Dört köşeli, zor değil
Vuruyorum dizlerime
Ah pata küte zor değil
Katıyorum tozu dumana da
Toz değil, toz değil
Biliyorum hepsi havagazı
Söz değil, ah söz değil
Deniyordum seni
Sen seversin bunu
Sevmediysen peki
Sen tamamla sonu
Deniyordum seni
Sen seversin bunu
Sevmediysen peki
Sen tamamla sonu
Deniyordum seni
Sen seversin bunu
Sevmediysen peki
Sen tamamla sonu
Deniyordum seni
Sen seversin bunu
Sevmediysen peki
Sen tamamla sonu
Halk ararsan çık saraydan
Ağlıyorsan dön yolundan
Aşka dair konuşursan
Gerisini sen tamamla

Söz: Mete Özgencil
Müzik: Mabel Matiz & Mete Özgencil







11 Temmuz 2020 Cumartesi

OKUMAK

Yeğenim de kuşağının üyeleri gibi okumaktan çok izlemeyi seviyor, okumayı seçmiyor çoğu zaman. Rol modelse konu, ortalık okuyandan geçilmiyor çevresinde. Bebekken babamın gazetesini alıp okuma taklidi yapar,  biraz daha büyüyünce balkonda benimle kitap okurmuş gibi yapardı. Okumayı öğrenince beraber okuruz diye hayal de kurardık. Hatta anaokulu zamanı  benim bir kitabım (tezim) var diye, oturup kitap yazdı :) O zamanlar okuma- yazma bilmiyor diye o söyledi, ben yazdım aslında. Sonra da bilgisayara geçirip fotokopi ile çoğalttım.Geçenlerde de bilgisayara başlık atıp bir cümlesini yazdığı yeni bir öyküye başlamış evinde.

Yazın dünyasına çok uzak olmayan ufaklık, okuma sözkonusu  olduğunda vakti yok! Bir hafta boyunca yaptığımız "challenge" ( o Türkçesini kullanmıyor!) işe yaramış ve 2 günde 8 kitap ile rekorunu kırmıştı. Uzaktan öğrenme döneminde uzak durduğu/ zaman da bulamadığı çocuk kitabı okuma eylemine dönebilmişti bu sayede. Şimdi yeni girişimlerimizi "Ben çok okudum, siz bana zaten yetişemezsiniz." deyip savsaklıyor:) Geceleri "bir sayfa sen, bir sayfa ben" rutini ile oyunla okuyor ya da bilerek berbat okumalarımızı düzeltmek için sayfayı tekrar okuyor (Bir başka oyun)

Son birkaç haftadır kitap mimleri, kitapla ilgili yazılar vs. okudum,  yorum falan yazmadım, hatta amacım yeğenim için yazdığım kitaptan bahsetmekti bu yazıda. Girizgah o kadar uzun oldu ki, gündemim değişti birden:) O yüzden, okuma alışkanlığı ile ilgili yazmaya devam edeyim.

Küçük kardeşim, liseye kadar direndi ders kitabı dışında eline kitap almaya. Evde garip karşıladığımız bir durumdu bizim de o yaşlarda. İsteyip aldığı kitapları yarıda bırakır, bir köşeye atardı. Şimdiyse iyi bir okuyucu, başucunda hep kitabı var. O yüzden, kitap okuma alışkanlığı ile ilgili rol model olmaya, kitap edindirmeye, imkan sunmaya inanıyorum ama sonuçta okumamak da bir tercih. Okuma alışkanlığı olanlarımıza garip gelse de, bazı insanlar da bunu seçmiyor. O yüzden, oyuna çevirme ve teşvik etme dışında zorlayıcı olmamak gerektiğini düşünüyorum, zaten rol model olarak seçtiyse sizi, su yolunu buluyor.

1 Temmuz 2020 Çarşamba

YOLUN YARISI

1 Temmuz...
Yılın tam yarısı oldu. Normalde Kabotaj Bayramı, en minik kuzenimin doğum günü falan.

2020 söz konusu olunca, diğer yarısının farklı ve tabii ki olumlu geçmesini dilediğim bir gün. Taaamm ortasından bıçakla kesilmiş gibi geride kalmasını umduğum!

18 Haziran 2020 Perşembe

İTİNAYLA DERT DİNLENİR, ŞİŞİLİR!

"Ağlıyorum ama niye ağladığımı bilmiyorum." Bir sinir boşalması anında yeğenimin dediği bu cümledeki ruh halini yaşadım hafta boyu. Netten müze gez, bol bol oku, okul işlerini hallet, telefonla etkileş, odaya kapan kafa dinle gibi bir rutinle geçen aylarda bu haftaki gibi bunalmamıştım.

Uzaktan ve gıyaben tanıdığım insanların kalp krizi nedeniyle ani ölüm haberleri, üstüne yine yeni kanser teşhisleri ile içim katıldı hafta boyu. Üstüne sırf bunaldığında gece yarısı falan demeden saatlerce konuşup derdini anlatan arkadaşım da tüm derdini, kedereni, irinini üstüme boşaltıp rahatladı 2 gece. Bir de " Sen soğukkanlısın, dert etmezsin çoğu şeyi!" deyip!

Aile içinde  yüksek sesle söylenip burada yazıp bir de kukumav kuşu gibi düşününce yakın arkadaş dediğim bile bu kadar tanıyor, sadece anlatma ihtiyacı duyup dert sorma gereği duymuyor diye de ayrıca düşünür oldum! Sonra üniversite yurdundan itibaren hep dinleyen olduğumu fark ettim yine. Sünger gibi sorunları emdiğimin ayrımına vardım bir kez daha. Şimdi bir de diplomalı olunca görevim gibi algılandığını da.  Üstelik arkadaşlık ilişkilerimin geneline yayılmış bir durum bu.

Dinlemeyi ve etkileşimi seviyorum ama rollerin değişmemesi canımı sıktı bir kez daha. Arayıp saatlerce kimseye dert yanmamak, sorunları paylaşmamak da bir seçim, bu rolü yüklenmek de aynı şekilde. Kendime yetiyorum, bir şekilde hallediyorum demek de. Sorun, bunların birikmesi ve yük olarak algılamak, sorun da burada başlıyor zaten.


25 Mayıs 2020 Pazartesi

DALGA KONUSU

Öncelikle iyi bayramlar, geçmiş 19 Mayıs da dahil! Sosyal mesafeyo ne kadar korudunuz bilmiyorum ama 4 günlük sokağa çıkma yasağı öncesi Cuma gününden aile büyüklerinin yanına gidenler olmuş uzak çevremde.

Havalar güzel, vakalar az diye bir rehavet çöktü genele. Burada ilçeler arası geçiş bile yasaktı ama yarın gece kalkıyor yasak. AVM falan açıkken zaten lçelerden akın olurdu normalde de, şimdi bu yasak sonrası iyice coşulabilir. Zaten yurtiçi ve yurtdışı seferler de minik havaalanında başlayınca değmeyin keyiflere! Hoop gelsin 2.dalga:( Yerel gazetede deniz mevsimi ne zaman başlayacak haberleri varken görülen dalga, başka dalga olacak bu gidişle.

Turizm bakanının oteli ve turizm şirketi, milletvekillerinin avmsi ve inşaat şirketi falan olan bir ülkede, sınır da yasak da çıkarlarına dokunana kadar demek ki! Onlara bakın dalganıza demek dışında ne gelir elden!

12 Nisan 2020 Pazar

KORONA GÜNLERİNDE EĞİTİM-ÖĞRETİM İŞLERİ


Korona hakkında yazmak istemiyorum ama 16 Mart'tan beri devam eden zorunlu evde eğitim sürecinden bahsederken adını anmış oldum taçlı virüs hazretlerinin.

Devlette ve özelde durum biraz farklı işliyor gözlemlerime göre. Özel okullar öğretmene verdikleri paranın karşılığını almak için neredeyse gün boyu Zoom gibi yüz yüze platformlardan derse zorluyor öğretmenleri. En yakın örnekler,  kardeşim ve eşi benim için. Haftasonu bile okul toplantıları ile çalıştırılıyorlar. Anne- babası o okulda diye orada okuyan yeğenim, sabah 8.15'te ebeveyn mesaj söyle başlayıp yine onları beklediği 17.15 mesaisini özleyecek diye korkuyorum. O kadar bıkkın ki ödevlerden, her gün saatlerce yapılan Zoom derslerinden, geçen gün kendince protesto edip canlı bağlantıya katılmamış! Daha ilkokul bir ve haftasonu bile mola yok. Verilen ödevler de, öğretmenin verdiğini deftere geçirmek gibi hamallık ağırlıklı:( Yaratıcılık, araştırma, öğrenmeyi öğretme falan sıralamada yok gibi!

Devlet okullarında durum nispeten daha esnek ama yine konular geri kalmasın diye bir türlü oturmayan EBA aracılığıyla da, Whatsapp, Zoom gibi platformlarla da derslere devam ediliyor. Bazı öğretmen gruplarında, " Bakın ne güzel zoom yaptım.", " En çok etkinliği ben gönderdim.","EBA puanım 1500." gibi sidik yarıştırma paylaşımları mevcut! Ne de olsa en mükemmel öğretmenler onlar :)

Okul idareleri de, özelde biraz daha rekabetçi ama devlette de öğrenciye müşteri gözüyle bakanlar dolu. Başlarda, etkinliklerinizi okul grubuna göndermeye, çocuklarla Zoom görüntülerini paylaşmaya yönelik idareci dayatmaları boldu. Geçen hafta, Zoom programının bazı öğretmenlerden ücret kesintisi bir söylenti olarak gazetelere yansıyınca, MEB öğrencilerin bilgilerinin paylaşılamayacağına ve öğretmenlere zorunlu tutulamayacağına dair bir yazı yayınlayınca idareler biraz geri adım attı. 

Üniversitelerde görev yapan tanıdıklarıma gelince, onlar yetişkin bir grupla daha sistematik götürüyor bu işi. Bizde EBA hep eksik ve hazırlıksız kalırken, çoğu üniversite teknolojik donanımın her öğrencide daha fazla olasılıkla işler daha iyi yürüyor orada. 

Bizde yaş grubu da küçük olunca, telefonu, tableti, bilgisayarı olmayan,olsa da yönergeleri büyüklerle takip eden bir kitle var. Telefonda, EBA'ya bağlandığında cep operatörleri anlaşmalı ama iş tablete falan gelince, yok! Bir de, öyle bir program yapılmış ki 1 ve 2'ler giremiyor sisteme çünkü onları dahil etmemişler ama bizden istenen onlara da kaynak göndermemiz. Böyle mantıklı, böyle akıl karı bir sistem:)

Tüm bu hengamede ben ne yapıyorum derseniz, normalde her sınıfa haftada 1 gün dersim olduğundan ve normal şartlarda çok ödevci bir öğretmen de olmadığımdan, haftada 1 paylaşım, konu anlatımı yapıyorum. EBA'ya girmeyi başarana motivasyon mesajı atıyorum arada. Korona ile ilgili basit dille anlatılmış bir slayt gönderdim geçen.Bugün de 4. sınıflarıma mektup yazdım. Bu günlerde biraz moral olsun, biraz da ailelerin istemeden salabilecekleri korkuyu atmaları için. Her şey okul dersi değil sonuçta, hayatın kendisi bir ders.