20 Şubat 2018 Salı

ÇARŞAMBA BULUŞMALARI


Bu dönem her çarşamba okuldan öğretmenlerle farklı mekanlarda oturup okul, öğrenci ve veli içermeyen sohbetler yapmayı planladık. Dönem başından beri de aksatmadan buluşuyoruz. Gündem ve odak, yine dönüp dolaşıp "yasaklı konular"a girse de kafa boşaltmak için iyi gidiyor. Yıllardır aynı okulda olsalar da, dışarıda hiç buluşmamış olanlar var aralarında ya da ailesi dışında birileriyle
sosyalleşmeyenler.

Bu okul, benim açımdan biraz farklı. Kendi şehrimde, ailemin yakınında, yıllarca aynı okulda çalışan öğretmenlerin arasında olmamıştım daha önce. Bu kombinasyon bir araya hiç gelmemişti. İlkokul grubu ve ortaokul aynı binada, benim kadrosunda bulunduğum ilkokul kısmının yaş ortalaması yüksek ve tek branş öğretmeni benim. Yaş meselesinden bahsetmiştim daha önce de, ilk geldiğimde ilk yılım olup olmadığını bile soran olmuştu:) 

Yaşı 30larda olan da, 40ların ortasında olan da genç yaşta evlenip çocuk sahibi olduğundan muhabbeti 60lıklardan farklı olmuyor kimi zaman. Gelin bohçası hazırlamak gibi bir konunun ortasında buluveriyorsunuz kendinizi teneffüste. O yüzden, dışarıda buluştuğum, beraber tiyatroya, alışverişe, sinemaya gidip zaman zaman eşini ve kardeşlerimi, eşlerini, annemi falan dahil ettiğimiz sohbetlere daldığımız S. oluyor. Yaştan öte, ilgi alanı meselesi aslında. Daha önce, annemle yaşıt meslektaşlarımla çok sık görüştüğüm okullarım da oldu yani.

Yine de, çalışma ortamından ayrı bir ortamda üç yıldır belki de farklı yönlerini göremediğim herkesi  tanımaya çalışmak güzel bir deneyim benim açımdan. Çalışma ortamında kuralcı iken dışarıda espritüel, domestik görünümlü ama çılgın ruhlu, ciddi duruşlu ama hafif çatlak birileri çıkabiliyor içimizden:) 

17 Şubat 2018 Cumartesi

SOYAĞACI DEDİKLERİ


Herkesin soyu İngiliz kraliyetine dayanacak beklentisi ile bir gecede çökerttiği e devlet uygulaması yine açıldı. Babam, 80lerde nüfus müdürlüklerine gidip bizzat ulaşmış baba tarafından kütük bilgilerine, o yüzden anne tarafında Arnavutluk Elbasan'dan göçmüş anneannemin babasından önceye rastlamaktı merakımızı cezbeden.

Geçen yaz, Balkanlar turuna otobüsle çıkmamın en önemli sebebiydi otobüsün duraklarından birinin Elbasan olması. Panoramik tur yaptı, indirmedi o ayrı mesele ama uçakla olsa onu da göremeyecektim. Orada iki çocuğunu bırakıp gelmek zorunda kalmış, burada yeni bir hayat kurmuş, soyadını da geldiği yer seçmiş büyük dedemizi orada doğmuş sanıyorduk. Anneannem daha çocuk yaşta onu kaybettiğinden, sözlü tarih dışında da bir belge yoktu elimizde.

Büyük dede ile ilgili bildiğimiz en net şeylerden biri de, öğretmen olmasıydı. Hangi bölümden mezın olursak olalım, kendimizi bir şekilde öğretmen olarak bulmamız da genlerin oyunu galiba:)

Neyse, büyük dedemiz Balkanlar'da ilk kaldığım yer olan Üsküp doğumlu çıktı.  Aynı sokaklarda dolaştık belki de yüzyıl arayla. Koskoca Osmanlı toprağında, bir vilayetten bir vilayete geçmek, bu yüzyılda pasaport değişikliği :)

Baba tarafından da, babamın babannesinin baba tarafının da, o zamanlar Bulgarya denen topraklardan Tırhala'dan göçtüğünü, Soma'da yerleştikleri köye aynı adı verdiklerini biliyorduk. Kayıtlar ise bir nüfus memurunun azizliğine uğramış, bizim büyük babaanne belki de hiç görmediği Turhal doğumlu ölçememişti kayıtlarda! Ailede sözlü tarih bu yüzden önemli belki de, bir de önemsiyorsanız yazılı kayıt tutmak da. Nüfus memurunun hayal gücüne mahal vermeye gerek yok durduk yere.

İnsanlar arasındaki ilişkinin niteliğinin, kan bağından çok daha önemli olduğunu savunsam da bir yandan da biyolojik varlıklarız. Genlerin temelini oluşturan her bir bireyi merak ediyor insan. Bir yandan da, sadece bir kütük bilgisi olarak kaldığımız, kendimizi ne gereksizce önemsediğimiz dank ediyor bir kez daha kayıtlardaki isim listesine bakınca:(





28 Ocak 2018 Pazar

KAMU SPOTLARI VE BİZİM ÜNLÜLER

Medyanın etkisi, genetik faktörler, psikolojik rahatsızlıklar... Sebebinin ne olduğunu bilim araştırırsın, sapkınlara/ sapkınlıklara önlem bulmak yerine onların hedef kitlelerini uyarmakla yetinen bir dönemdeyiz.

İlaçla hormon seviyesinin düşürülmesi hadım edilme olarak algılanıp insani bulunmuyor mesela bazı çevrelerce. Hatta bu uygulama yasalaşsa bile ilk vukuatta değil ikincisinde harekete geçilmesini öneren yasa koyucular bile var. Mağduru değil de mağdur edeni koruyan garip bir kafa yapısı bu. Anlamaya çalışmaktan yorulup baştan pes ettiren cinsten!

Bizde durum böyleyken, her türlü suçun ayyuka çıktığı Hindistan, uzun zamandır dünyaca ünlü yıldızları Aamir Khan ile çocukları tacizcilere karşı uyarıyor. Bizde sevgili Barış Manço'nun başarabildiği sempatik ve öğretici bir dille hem de. Video uzun zamandır medyada dolanıyor, belki denk gelmişsinizdir (Youtube'da Aamir Kan Mahremiyet yazınca, bir sürü video geliyor karşımıza).

Videoyu ilk izlediğimde de, her çocuk tacizi olayında da bizdeki ünlülerin bu işe el almadıklarını fark edip irkilmiştim. Kadına şiddet ile ilgili kamu spotları yeni yeni çıkmışken çocuklara daha sıra gelmedi demek ki! Oysa, uyuşturucu ile ilgili bile o kadar deneyimli ünlü var ki kamu spotunda kullanılacak, "Ben yaptım, siz yapmayın." diyecek, yeter ki o cesareti gösterebilsin. Eline kılıcı kalkanı alıp Kayı boyunda hüküm sürmek ve bu yolla tarih öğrettiğini sanmak, daha yeğ tutuluıyordur eminim E. Altan Düzyatan ya da adı operasyonlara geçmiş diğer ünlüler tarafından. Eli taşın altına koymak daha zir ne de olsa!

KAMU SPOTLARI VE BİZİM ÜNLÜLER

Medyanın etkisi, genetik faktörler, psikolojik rahatsızlıklar... Sebebinin ne olduğunu bilim araştırırsın, sapkınlara/ sapkınlıklara önlem bulmak yerine onların hedef kitlelerini uyarmakla yetinen bir dönemdeyiz.

İlaçla hormon seviyesinin düşürülmesi hadım edilme olarak algılanıp insani bulunmuyor mesela bazı çevrelerce. Hatta bu uygulama yasalaşsa bile ilk vukuatta değil ikincisinde harekete geçilmesini öneren yasa koyucular bile var. Mağduru değil de mağdur edeni koruyan garip bir kafa yapısı bu. Anlamaya çalışmaktan yorulup baştan pes ettiren cinsten!

Bizde durum böyleyken, her türlü suçun ayyuka çıktığı Hindistan, uzun zamandır dünyaca ünlü yıldızları Aamir Khan ile çocukları tacizcilere karşı uyarıyor. Bizde sevgili Barış Manço'nun başarabildiği sempatik ve öğretici bir dille hem de. Video uzun zamandır medyada dolanıyor, belki denk gelmişsinizdir (Youtube'da Aamir Kan Mahremiyet yazınca, bir sürü video geliyor karşımıza).

Videoyu ilk izlediğimde de, her çocuk tacizi olayında da bizdeki ünlülerin bu işe el almadıklarını fark edip irkilmiştim. Kadına şiddet ile ilgili kamu spotları yeni yeni çıkmışken çocuklara daha sıra gelmedi demek ki! Oysa, uyuşturucu ile ilgili bile o kadar deneyimli ünlü var ki kamu spotunda kullanılacak, "Ben yaptım, siz yapmayın." diyecek, yeter ki o cesareti gösterebilsin. Eline kılıcı kalkanı alıp Kayı boyunda hüküm sürmek ve bu yolla tarih öğrettiğini sanmak, daha yeğ tutuluıyordur eminim E. Altan Düzyatan ya da adı operasyonlara geçmiş diğer ünlüler tarafından. Eli taşın altına koymak daha zir ne de olsa!

23 Ocak 2018 Salı

DOĞAYA KAÇIŞ, DOĞADAN KAÇIŞ

Buralarda bugün beklenen sulu kar dışında henüz kış yaşanmadı. Rakımı çok yüksek dağlık köyler dışında da kar gören yok Zonguldak'ta.

Böyle güneşli bir kış geçirsek de kar, soğuk, tıkalı yollar, kalkmayan uçaklar ile ilgili haberler bile hangi mevsimde olduğumu yüzüme vuruyor. Bu mevsimde daha soğuk bir yere gitmektense oturmayı, il içinde kalmayı istiyor bünyem. Bir yandan seyahat etme isteği, bir yandan 'otur sıcacık ilinde" avuntusu...

Bu ruh halindeyken, TLC'nin yayınladığı Alaska'ya, Rocky Dağları'na, bazen elektrik ve suyun da olmadığı, en yakın evin kilometrelerce uzakta olduğu yaşamların seçildiği Doğaya Kaçış gibi belgesel içerikli programlardaki insanları izliyorum aylardan beri. Modern yaşamın karmaşasından kaçıp 9 ay karın kalkmadığı bir yerden tonlarca para ödeyerek evler satın alıyor aileler.

Ulaşımları bazen kara yolu yerine deniz veya havayolu ile sağlanıyor. Alaska'da yaşamanın tek cazip yanı da bu olurdu benim için deyip her seferinde bir sıcak içecek eşliğinde, genelde de çayla, izleyebiliyorum programı.

Her bünye, daha sıcağı veya daha soğuğu, kalabalığı ya da ıssızı, daha konforlu yaşamı veya ilkeli seçmeye meyilli. Farklıyız ve böyle güzeliz.

DOĞAYA KAÇIŞ, DOĞADAN KAÇIŞ

Buralarda bugün beklenen sulu kar dışında henüz kış yaşanmadı. Rakımı çok yüksek dağlık köyler dışında da kar gören yok Zonguldak'ta.

Böyle güneşli bir kış geçirsek de kar, soğuk, tıkalı yollar, kalkmayan uçaklar ile ilgili haberler bile hangi mevsimde olduğumu yüzüme vuruyor. Bu mevsimde daha soğuk bir yere gitmektense oturmayı, il içinde kalmayı istiyor bünyem. Bir yandan seyahat etme isteği, bir yandan 'otur sıcacık ilinde" avuntusu...

Bu ruh halindeyken, TLC'nin yayınladığı Alaska'ya, Rocky Dağları'na, bazen elektrik ve suyun da olmadığı, en yakın evin kilometrelerce uzakta olduğu yaşamların seçildiği Doğaya Kaçış gibi belgesel içerikli programlardaki insanları izliyorum aylardan beri. Modern yaşamın karmaşasından kaçıp 9 ay karın kalkmadığı bir yerden tonlarca para ödeyerek evler satın alıyor aileler.

Ulaşımları bazen kara yolu yerine deniz veya havayolu ile sağlanıyor. Alaska'da yaşamanın tek cazip yanı da bu olurdu benim için deyip her seferinde bir sıcak içecek eşliğinde, genelde de çayla, izleyebiliyorum programı.

Her bünye, daha sıcağı veya daha soğuğu, kalabalığı ya da ıssızı, daha konforlu yaşamı veya ilkeli seçmeye meyilli. Farklıyız ve böyle güzeliz.

11 Ocak 2018 Perşembe

ÇORBA BUZZZZ: ACI TATLI EKŞİ

Dün, okul sonrası Minnoş'u gezdirip eğlendirelim, sonra işten çıkışlarında anne- babasına teslim edip sinemaya gidelim planı yaptık annemle. Anne-kız ortak bir film bulmak her zaman kolay olmuyor. Buraya genelde Türk filmleri geliyor zaten, büyükşehirlerdeki kadar alternatif arasından seçim yapma şansı yok.

Annem, eski Türk filmleri alışkanlığıyla belki de, biraz dram sosu da olan, azıcık gözyaşı döktüren filmleri seçiyor. Ben, Box Office sayfasından vizyon filmlerini ve seyirci- hasılat miktarını falan takip eden, oyuncuya ve yönetmene takılan, senaryo hakkında bilgi sahibi olmamaya çalışıp filme giden biriyim. Eldeki seçenekler, annemin sevmediği Cem Yılmaz, benim daha önce izlediğim filmler falan olunca bari Acı Tatlı Ekşi'ye gidelim dedik, gitmez olaydık.

Salonda film izleme keyfi dışında insanda nasıl bir tortu bırakır bu film bilmiyorum. Sonu başından belli, Buğra Gülsoy'un bir sürü film senaryosundan araklayıp çorba yapmaya çalıştığı, filmde sürekli "soğuk" olan çorba gibi soğuk bir film. Sinir olma hariç, hiçbir duyguyu gıdıklamıyor.

Genel izleyiciye açık ama gereksiz yakın plan öpüşme ve tül perdeler altındaki sevişme sahneleri de fazla uzun. Yanımızdaki çocuk, anneanne ya da babaannesi ile gelen kız çocuk, kendi gözü yerine onunkini kapatarak çözüm buldu +7 ya da +13 duruma. Aile Arasında'ya yaş kotası varken bunda olmaması da bizim millete has çelişki! Oturup onu yeniden izleseydim, en azından tebessüm ederdim, bu onu da yapamadı.

Esas kızın hasta olması, esas çocuğun bunu bilmemesi, hasta olduğunu saklayıp sevgilisinden kaçan kız, aşçı çocuk, yazın Ege, kışın İstanbul manzaraları, ayrılık acısı, sonsuz aşk, ne kadar klişe varsa bolca boca edilmiş. Acı, tatlı, ekşi ayrımı yapılmadan parayı ve vakti ziyan eden bir çorba çıkmış ortaya.

En sinir olduğum şeylerden biri, emeği yok saymak ve bir işi karalamak ama bu kadar (ç)alıntı insanda emek verildiği hissi de bırakmıyor maalesef.


ÇORBA BUZZZZ: ACI TATLI EKŞİ

Dün, okul sonrası Minnoş'u gezdirip eğlendirelim, sonra işten çıkışlarında anne- babasına teslim edip sinemaya gidelim planı yaptık annemle. Anne-kız ortak bir film bulmak her zaman kolay olmuyor. Buraya genelde Türk filmleri geliyor zaten, büyükşehirlerdeki kadar alternatif arasından seçim yapma şansı yok.

Annem, eski Türk filmleri alışkanlığıyla belki de, biraz dram sosu da olan, azıcık gözyaşı döktüren filmleri seçiyor. Ben, Box Office sayfasından vizyon filmlerini ve seyirci- hasılat miktarını falan takip eden, oyuncuya ve yönetmene takılan, senaryo hakkında bilgi sahibi olmamaya çalışıp filme giden biriyim. Eldeki seçenekler, annemin sevmediği Cem Yılmaz, benim daha önce izlediğim filmler falan olunca bari Acı Tatlı Ekşi'ye gidelim dedik, gitmez olaydık.

Salonda film izleme keyfi dışında insanda nasıl bir tortu bırakır bu film bilmiyorum. Sonu başından belli, Buğra Gülsoy'un bir sürü film senaryosundan araklayıp çorba yapmaya çalıştığı, filmde sürekli "soğuk" olan çorba gibi soğuk bir film. Sinir olma hariç, hiçbir duyguyu gıdıklamıyor.

Genel izleyiciye açık ama gereksiz yakın plan öpüşme ve tül perdeler altındaki sevişme sahneleri de fazla uzun. Yanımızdaki çocuk, anneanne ya da babaannesi ile gelen kız çocuk, kendi gözü yerine onunkini kapatarak çözüm buldu +7 ya da +13 duruma. Aile Arasında'ya yaş kotası varken bunda olmaması da bizim millete has çelişki! Oturup onu yeniden izleseydim, en azından tebessüm ederdim, bu onu da yapamadı.

Esas kızın hasta olması, esas çocuğun bunu bilmemesi, hasta olduğunu saklayıp sevgilisinden kaçan kız, aşçı çocuk, yazın Ege, kışın İstanbul manzaraları, ayrılık acısı, sonsuz aşk, ne kadar klişe varsa bolca boca edilmiş. Acı, tatlı, ekşi ayrımı yapılmadan parayı ve vakti ziyan eden bir çorba çıkmış ortaya.

En sinir olduğum şeylerden biri, emeği yok saymak ve bir işi karalamak ama bu kadar (ç)alıntı insanda emek verildiği hissi de bırakmıyor maalesef.


6 Ocak 2018 Cumartesi

NEŞELİ GÜNLER :(

Televizyon kanallarının reklam anlaşmaları nedeniyle Ocak ayının ilk haftası hep tekrar yayınları ve filmlerle dolu malum. Genelde başka bir is yaparken fon müziği olarak açıyorum ekranı, oturup TLC gibi tematik kanallar dışında dikkatimi verip izlediğim pek birşey yok.

Çarşamba akşamı da, birşey bulamayıp Neşeli Günler'e denk geldim. Hatta gece gece turşu krizine girip evdeki kornişon bozuk çıkınca, gündüz aldığım acı biber turşususun suyunun dibini gördüm resmen. 

Sonra ertesi gün, kardeşime midesizliğimi, filmdeki korkunç dublajı, artık yaşamayan oyuncuları düşünüp hüzünlendiğimi falan anlatırken, Oya Aydoğan, Adile Naşit falan artık yaşamıyor, ne çok ölen var diye nostaljik nostaljik konuştuk. "Münir Özkul da hasta." deyince,  onun durumunun ölüden beter olduğunu, yıllardır hastanede olduğunu söyledim. Dün de neti açar açmaz gazetede öldüğünü gördüm:(

Sizde de aynı duygular hakim mi bilmiyorum ama çok eski Türk filmi meraklısı olmasam da, o dönemin Arzu film ekibi, Ertem Eğilmez filmlerinde oynayan herhangi birinin yaşamını kaybetmesi, bir komşunun, tanıdığın, eskilerden hayatımıza değmiş bir yakınımızın ölümü gibi bir duygu uyandırıyor bende. 

NEŞELİ GÜNLER :(

Televizyon kanallarının reklam anlaşmaları nedeniyle Ocak ayının ilk haftası hep tekrar yayınları ve filmlerle dolu malum. Genelde başka bir is yaparken fon müziği olarak açıyorum ekranı, oturup TLC gibi tematik kanallar dışında dikkatimi verip izlediğim pek birşey yok.

Çarşamba akşamı da, birşey bulamayıp Neşeli Günler'e denk geldim. Hatta gece gece turşu krizine girip evdeki kornişon bozuk çıkınca, gündüz aldığım acı biber turşususun suyunun dibini gördüm resmen. 

Sonra ertesi gün, kardeşime midesizliğimi, filmdeki korkunç dublajı, artık yaşamayan oyuncuları düşünüp hüzünlendiğimi falan anlatırken, Oya Aydoğan, Adile Naşit falan artık yaşamıyor, ne çok ölen var diye nostaljik nostaljik konuştuk. "Münir Özkul da hasta." deyince,  onun durumunun ölüden beter olduğunu, yıllardır hastanede olduğunu söyledim. Dün de neti açar açmaz gazetede öldüğünü gördüm:(

Sizde de aynı duygular hakim mi bilmiyorum ama çok eski Türk filmi meraklısı olmasam da, o dönemin Arzu film ekibi, Ertem Eğilmez filmlerinde oynayan herhangi birinin yaşamını kaybetmesi, bir komşunun, tanıdığın, eskilerden hayatımıza değmiş bir yakınımızın ölümü gibi bir duygu uyandırıyor bende.