11 Ocak 2018 Perşembe

ÇORBA BUZZZZ: ACI TATLI EKŞİ

Dün, okul sonrası Minnoş'u gezdirip eğlendirelim, sonra işten çıkışlarında anne- babasına teslim edip sinemaya gidelim planı yaptık annemle. Anne-kız ortak bir film bulmak her zaman kolay olmuyor. Buraya genelde Türk filmleri geliyor zaten, büyükşehirlerdeki kadar alternatif arasından seçim yapma şansı yok.

Annem, eski Türk filmleri alışkanlığıyla belki de, biraz dram sosu da olan, azıcık gözyaşı döktüren filmleri seçiyor. Ben, Box Office sayfasından vizyon filmlerini ve seyirci- hasılat miktarını falan takip eden, oyuncuya ve yönetmene takılan, senaryo hakkında bilgi sahibi olmamaya çalışıp filme giden biriyim. Eldeki seçenekler, annemin sevmediği Cem Yılmaz, benim daha önce izlediğim filmler falan olunca bari Acı Tatlı Ekşi'ye gidelim dedik, gitmez olaydık.

Salonda film izleme keyfi dışında insanda nasıl bir tortu bırakır bu film bilmiyorum. Sonu başından belli, Buğra Gülsoy'un bir sürü film senaryosundan araklayıp çorba yapmaya çalıştığı, filmde sürekli "soğuk" olan çorba gibi soğuk bir film. Sinir olma hariç, hiçbir duyguyu gıdıklamıyor.

Genel izleyiciye açık ama gereksiz yakın plan öpüşme ve tül perdeler altındaki sevişme sahneleri de fazla uzun. Yanımızdaki çocuk, anneanne ya da babaannesi ile gelen kız çocuk, kendi gözü yerine onunkini kapatarak çözüm buldu +7 ya da +13 duruma. Aile Arasında'ya yaş kotası varken bunda olmaması da bizim millete has çelişki! Oturup onu yeniden izleseydim, en azından tebessüm ederdim, bu onu da yapamadı.

Esas kızın hasta olması, esas çocuğun bunu bilmemesi, hasta olduğunu saklayıp sevgilisinden kaçan kız, aşçı çocuk, yazın Ege, kışın İstanbul manzaraları, ayrılık acısı, sonsuz aşk, ne kadar klişe varsa bolca boca edilmiş. Acı, tatlı, ekşi ayrımı yapılmadan parayı ve vakti ziyan eden bir çorba çıkmış ortaya.

En sinir olduğum şeylerden biri, emeği yok saymak ve bir işi karalamak ama bu kadar (ç)alıntı insanda emek verildiği hissi de bırakmıyor maalesef.


ÇORBA BUZZZZ: ACI TATLI EKŞİ

Dün, okul sonrası Minnoş'u gezdirip eğlendirelim, sonra işten çıkışlarında anne- babasına teslim edip sinemaya gidelim planı yaptık annemle. Anne-kız ortak bir film bulmak her zaman kolay olmuyor. Buraya genelde Türk filmleri geliyor zaten, büyükşehirlerdeki kadar alternatif arasından seçim yapma şansı yok.

Annem, eski Türk filmleri alışkanlığıyla belki de, biraz dram sosu da olan, azıcık gözyaşı döktüren filmleri seçiyor. Ben, Box Office sayfasından vizyon filmlerini ve seyirci- hasılat miktarını falan takip eden, oyuncuya ve yönetmene takılan, senaryo hakkında bilgi sahibi olmamaya çalışıp filme giden biriyim. Eldeki seçenekler, annemin sevmediği Cem Yılmaz, benim daha önce izlediğim filmler falan olunca bari Acı Tatlı Ekşi'ye gidelim dedik, gitmez olaydık.

Salonda film izleme keyfi dışında insanda nasıl bir tortu bırakır bu film bilmiyorum. Sonu başından belli, Buğra Gülsoy'un bir sürü film senaryosundan araklayıp çorba yapmaya çalıştığı, filmde sürekli "soğuk" olan çorba gibi soğuk bir film. Sinir olma hariç, hiçbir duyguyu gıdıklamıyor.

Genel izleyiciye açık ama gereksiz yakın plan öpüşme ve tül perdeler altındaki sevişme sahneleri de fazla uzun. Yanımızdaki çocuk, anneanne ya da babaannesi ile gelen kız çocuk, kendi gözü yerine onunkini kapatarak çözüm buldu +7 ya da +13 duruma. Aile Arasında'ya yaş kotası varken bunda olmaması da bizim millete has çelişki! Oturup onu yeniden izleseydim, en azından tebessüm ederdim, bu onu da yapamadı.

Esas kızın hasta olması, esas çocuğun bunu bilmemesi, hasta olduğunu saklayıp sevgilisinden kaçan kız, aşçı çocuk, yazın Ege, kışın İstanbul manzaraları, ayrılık acısı, sonsuz aşk, ne kadar klişe varsa bolca boca edilmiş. Acı, tatlı, ekşi ayrımı yapılmadan parayı ve vakti ziyan eden bir çorba çıkmış ortaya.

En sinir olduğum şeylerden biri, emeği yok saymak ve bir işi karalamak ama bu kadar (ç)alıntı insanda emek verildiği hissi de bırakmıyor maalesef.


6 Ocak 2018 Cumartesi

NEŞELİ GÜNLER :(

Televizyon kanallarının reklam anlaşmaları nedeniyle Ocak ayının ilk haftası hep tekrar yayınları ve filmlerle dolu malum. Genelde başka bir is yaparken fon müziği olarak açıyorum ekranı, oturup TLC gibi tematik kanallar dışında dikkatimi verip izlediğim pek birşey yok.

Çarşamba akşamı da, birşey bulamayıp Neşeli Günler'e denk geldim. Hatta gece gece turşu krizine girip evdeki kornişon bozuk çıkınca, gündüz aldığım acı biber turşususun suyunun dibini gördüm resmen. 

Sonra ertesi gün, kardeşime midesizliğimi, filmdeki korkunç dublajı, artık yaşamayan oyuncuları düşünüp hüzünlendiğimi falan anlatırken, Oya Aydoğan, Adile Naşit falan artık yaşamıyor, ne çok ölen var diye nostaljik nostaljik konuştuk. "Münir Özkul da hasta." deyince,  onun durumunun ölüden beter olduğunu, yıllardır hastanede olduğunu söyledim. Dün de neti açar açmaz gazetede öldüğünü gördüm:(

Sizde de aynı duygular hakim mi bilmiyorum ama çok eski Türk filmi meraklısı olmasam da, o dönemin Arzu film ekibi, Ertem Eğilmez filmlerinde oynayan herhangi birinin yaşamını kaybetmesi, bir komşunun, tanıdığın, eskilerden hayatımıza değmiş bir yakınımızın ölümü gibi bir duygu uyandırıyor bende. 

NEŞELİ GÜNLER :(

Televizyon kanallarının reklam anlaşmaları nedeniyle Ocak ayının ilk haftası hep tekrar yayınları ve filmlerle dolu malum. Genelde başka bir is yaparken fon müziği olarak açıyorum ekranı, oturup TLC gibi tematik kanallar dışında dikkatimi verip izlediğim pek birşey yok.

Çarşamba akşamı da, birşey bulamayıp Neşeli Günler'e denk geldim. Hatta gece gece turşu krizine girip evdeki kornişon bozuk çıkınca, gündüz aldığım acı biber turşususun suyunun dibini gördüm resmen. 

Sonra ertesi gün, kardeşime midesizliğimi, filmdeki korkunç dublajı, artık yaşamayan oyuncuları düşünüp hüzünlendiğimi falan anlatırken, Oya Aydoğan, Adile Naşit falan artık yaşamıyor, ne çok ölen var diye nostaljik nostaljik konuştuk. "Münir Özkul da hasta." deyince,  onun durumunun ölüden beter olduğunu, yıllardır hastanede olduğunu söyledim. Dün de neti açar açmaz gazetede öldüğünü gördüm:(

Sizde de aynı duygular hakim mi bilmiyorum ama çok eski Türk filmi meraklısı olmasam da, o dönemin Arzu film ekibi, Ertem Eğilmez filmlerinde oynayan herhangi birinin yaşamını kaybetmesi, bir komşunun, tanıdığın, eskilerden hayatımıza değmiş bir yakınımızın ölümü gibi bir duygu uyandırıyor bende. 

4 Ocak 2018 Perşembe

KILDAN TÜYDEN MESELELER

Yeni yılın ilk yazısının gündeminin, kıldan tüyden bir şey olacağını ummamıştım :)  Madonna'nın model kızı Lourdes  Leon, annesiyle çektirdiği yeni yıl fotoğrafında koltuk altı tüylerini de gözler önüne serince, annesinin de benzer pozu hatırlandı, o da ayıplandı, yadırgandı, bazılarınca da cesur bulundu.

Üstüne Türkiye'de Almanya'dan ithal oyuncu Wilma Elles, bacak traşını unuttuğu için uzun ve yırtmaçsız eteğini giydiğini vurguladı. Bunu eşinin yanında söylediği için, "gaf" olarak nitelendi bu açıklama. Malum eşin de (imam nikahlı idiydiler bildiğim, eş yok yani ortada yasal olarak!) gözleri büyümüş açıklama sırasında. Basının yalancısıyım :)

Şimdi ikincisi ilk olaya bir gönderme mi bilinmez ama merak edip Elles'in instagram hesabına baktım, aynı gün mini var üzerinde ( Bu iki fotoğraf yani).  Kadın, Lourdes'e atıfta bulunmuş, bizim basın uyumuş! Zaten kadın, modellik de yapıyor, epilasyonla çoktan halletmiştir kıl-tüy işini.  Madonna'nın kızı da model ama onlarda aile geleneği olabilir bu durum:)

Beni asıl ilgilendiren, bu olayların muhatabı iki erkek olsaydı lafı bile edilmeyecek olması bu konunun. Mahremiyet, temizlik ya da estetikse konu, bunun cinsiyeti olmamalı. Kadın için tu kaka olan, erkek için yiğitliğin şanından kabul ediliyorsa, bu ikiyüzlülüğümüz sorgulanmalı!

KILDAN TÜYDEN MESELELER

Yeni yılın ilk yazısının gündeminin, kıldan tüyden bir şey olacağını ummamıştım :)  Madonna'nın model kızı Lourdes  Leon, annesiyle çektirdiği yeni yıl fotoğrafında koltuk altı tüylerini de gözler önüne serince, annesinin de benzer pozu hatırlandı, o da ayıplandı, yadırgandı, bazılarınca da cesur bulundu.

Üstüne Türkiye'de Almanya'dan ithal oyuncu Wilma Elles, bacak traşını unuttuğu için uzun ve yırtmaçsız eteğini giydiğini vurguladı. Bunu eşinin yanında söylediği için, "gaf" olarak nitelendi bu açıklama. Malum eşin de (imam nikahlı idiydiler bildiğim, eş yok yani ortada yasal olarak!) gözleri büyümüş açıklama sırasında. Basının yalancısıyım :)

Şimdi ikincisi ilk olaya bir gönderme mi bilinmez ama merak edip Elles'in instagram hesabına baktım, aynı gün mini var üzerinde ( Bu iki fotoğraf yani).  Kadın, Lourdes'e atıfta bulunmuş, bizim basın uyumuş! Zaten kadın, modellik de yapıyor, epilasyonla çoktan halletmiştir kıl-tüy işini.  Madonna'nın kızı da model ama onlarda aile geleneği olabilir bu durum:)

Beni asıl ilgilendiren, bu olayların muhatabı iki erkek olsaydı lafı bile edilmeyecek olması bu konunun. Mahremiyet, temizlik ya da estetikse konu, bunun cinsiyeti olmamalı. Kadın için tu kaka olan, erkek için yiğitliğin şanından kabul ediliyorsa, bu ikiyüzlülüğümüz sorgulanmalı!

29 Aralık 2017 Cuma

YENİ YILDA ŞİMDİ VE BURADA

Yeni yıl yaklaşırken genel bir muhasebe, yeni yıl için yeni kararlar yani yeni yıl çözülümleri gündemdedir çoğumuzda. Yılların getirdiği alışkanlıkları bir gecede bitirmek, değiştirmek gibi ütopik adımlar bekleriz bazen kendimizden.

Benim yeni yılla ilgili en büyük dileğim, tüm sevdiklerimin sağlıklı ve hayatta olması oluyor her yıl.  Çoğumuzun ortak dileğidir eminim. Gerçekleşmesi bize bağlı olmayan bir dilek bu!

Kendimle ilgili ise, Hümanistik (İnsancıl değil İnsancı olduğu söylenir) Kuram için olmazsa olmaz kabul edilen "şimdi ve burada" kalabilmek beklentim. Örneğin; çok hayatı değilse ve yapmak bana keyifli gelmiyorsa çoğu konuda ertelemeciyim. Yazdan beri, telefonumun hafızasını dahili belleğe aktaracağım, alt tarafı bilgisayarı aç,  ara kabloyu tak ve aktar! Ama bilgisayarım 8 yaşını doldurdu, 8.5 olmak üzere ve doğal olarak artık kendi kablosu olmadan sadece batarya ile çalışmıyor. Zaten akıllı telefonla her iş görülürken, sırf bu aktarma işi için bilgisayar açmak gelmiyor içimden. Bir de bilgisayar= tez yazımı, ödevler, vs. bir sürü çağrışım yapınca böyle bir geri geri gitme durumu yaşıyorum.

Erteledikçe, telefondan whatsapp mesajı sil, kullanmadığım uygulamaları sil, önbellek verilerini temizle derken bir sürü yer açma çabası, saçma sapan uğraşlar...

En son bugün Minnoş'un etkinliğinde telefon belli bir yerde doldu, neyse ki tek ben değildim gösteriyi kaysa alan. Bunun yerine dünden hazır etsem boş hafızayı ortada sorun kalmayacaktı. Ha çok mu hayatiydi, hayır! Anı yaşamak varken çekmek de çok sevdiğim bir uğraş değil ama bu kadar basit bir konuda bile ertelediğimin bir örneği. Sonra 'da oturup söyleniyorsam, bir sorun ayrıca.

Kıssadan hisse, yeni yılda dağa az ötelemek, daha az ertelemek, daha az "Sonra yaparım" demek istiyorum.

Mutlu yıllar şimdiden :)


YENİ YILDA ŞİMDİ VE BURADA

Yeni yıl yaklaşırken genel bir muhasebe, yeni yıl için yeni kararlar yani yeni yıl çözülümleri gündemdedir çoğumuzda. Yılların getirdiği alışkanlıkları bir gecede bitirmek, değiştirmek gibi ütopik adımlar bekleriz bazen kendimizden.

Benim yeni yılla ilgili en büyük dileğim, tüm sevdiklerimin sağlıklı ve hayatta olması oluyor her yıl.  Çoğumuzun ortak dileğidir eminim. Gerçekleşmesi bize bağlı olmayan bir dilek bu!

Kendimle ilgili ise, Hümanistik (İnsancıl değil İnsancı olduğu söylenir) Kuram için olmazsa olmaz kabul edilen "şimdi ve burada" kalabilmek beklentim. Örneğin; çok hayatı değilse ve yapmak bana keyifli gelmiyorsa çoğu konuda ertelemeciyim. Yazdan beri, telefonumun hafızasını dahili belleğe aktaracağım, alt tarafı bilgisayarı aç,  ara kabloyu tak ve aktar! Ama bilgisayarım 8 yaşını doldurdu, 8.5 olmak üzere ve doğal olarak artık kendi kablosu olmadan sadece batarya ile çalışmıyor. Zaten akıllı telefonla her iş görülürken, sırf bu aktarma işi için bilgisayar açmak gelmiyor içimden. Bir de bilgisayar= tez yazımı, ödevler, vs. bir sürü çağrışım yapınca böyle bir geri geri gitme durumu yaşıyorum.

Erteledikçe, telefondan whatsapp mesajı sil, kullanmadığım uygulamaları sil, önbellek verilerini temizle derken bir sürü yer açma çabası, saçma sapan uğraşlar...

En son bugün Minnoş'un etkinliğinde telefon belli bir yerde doldu, neyse ki tek ben değildim gösteriyi kaysa alan. Bunun yerine dünden hazır etsem boş hafızayı ortada sorun kalmayacaktı. Ha çok mu hayatiydi, hayır! Anı yaşamak varken çekmek de çok sevdiğim bir uğraş değil ama bu kadar basit bir konuda bile ertelediğimin bir örneği. Sonra 'da oturup söyleniyorsam, bir sorun ayrıca.

Kıssadan hisse, yeni yılda dağa az ötelemek, daha az ertelemek, daha az "Sonra yaparım" demek istiyorum.

Mutlu yıllar şimdiden :)


11 Aralık 2017 Pazartesi

DUMUR


Konu: Can/ Can't
Diyalog şu şekilde:
Öğrenci 1: Ben araba kullanabilirim. Gerçekten!
Öğretmen: Kullanamazsın, kullanmamalısın. 18 yaşından küçüksün.
Öğrenci 1: Babam kucağına alıp kullandırıyor.
Öğrenci 2: Ben de ana caddede, boş arazide de sürüyorum babamla.
Öğretmen: Söylediğiniz iyi oldu, polise şikayet edeyim babanızı! ( Hafiften yumuşak ama ciddi bir ses tonuyla)

Sonra, olayın vehameti hakkında konuşmalar, tehlikeye vurgular, nafile çabalar... Sınıf öğretmeni ile konuşunca, velinin hırt olduğu ve okula sinirli bir şekilde geleceği, boşver önerisi...

Aynı sınıfta bugün:
Öğrenci 1: Annem izin vermemişti ama dedem hırkasını gösterdi, altındaki kurusıkıyı almamı söyledi, düğünde attım. Annem de yanımdaydı.
Öğrenci 2: Ben de Trabzon'da attım.

Bir yandan çocuk saflığına, boşboğaz oluşlarına, paylaşacak kadar güven duymalarına inceden ve içten içe bir gülümseme, öte yandan veliye ifrit olma, şiddet duygularının kabarması, isyan etme isteği...

İşimizin öğretimden çok daha önce eğitim olduğunu düşünüyorum, bu yüzden bazen dersi bölse de, birşey anlatma çabası olana da fırsat vermeye çalışıyorum. Belli ki paylaşmak istiyor.

Bu yazdıklarım, iki hafta üst üste ilkokul 4. sınıf öğrencilerinin anlattıkları. Okulda ne kadar eğrilirse eğitilsin, evde ihmal, istismar, cehalet diz boyu olunca olan çocuğa, sonra da dolaylı ya da onun kullandığı arabayla ezilen, attığı silahla vurulan bir masuma oluyor. Veliyi çağırıp konuşmak da çözüm olamıyor çoğu zaman çünkü davranışının doğru olduğuna o sizi ikna etme derdinde. Hani öğretmene not verecek ya veliler, işte çocuğuna bunları yapan da veli!



DUMUR


Konu: Can/ Can't
Diyalog şu şekilde:
Öğrenci 1: Ben araba kullanabilirim. Gerçekten!
Öğretmen: Kullanamazsın, kullanmamalısın. 18 yaşından küçüksün.
Öğrenci 1: Babam kucağına alıp kullandırıyor.
Öğrenci 2: Ben de ana caddede, boş arazide de sürüyorum babamla.
Öğretmen: Söylediğiniz iyi oldu, polise şikayet edeyim babanızı! ( Hafiften yumuşak ama ciddi bir ses tonuyla)

Sonra, olayın vehameti hakkında konuşmalar, tehlikeye vurgular, nafile çabalar... Sınıf öğretmeni ile konuşunca, velinin hırt olduğu ve okula sinirli bir şekilde geleceği, boşver önerisi...

Aynı sınıfta bugün:
Öğrenci 1: Annem izin vermemişti ama dedem hırkasını gösterdi, altındaki kurusıkıyı almamı söyledi, düğünde attım. Annem de yanımdaydı.
Öğrenci 2: Ben de Trabzon'da attım.

Bir yandan çocuk saflığına, boşboğaz oluşlarına, paylaşacak kadar güven duymalarına inceden ve içten içe bir gülümseme, öte yandan veliye ifrit olma, şiddet duygularının kabarması, isyan etme isteği...

İşimizin öğretimden çok daha önce eğitim olduğunu düşünüyorum, bu yüzden bazen dersi bölse de, birşey anlatma çabası olana da fırsat vermeye çalışıyorum. Belli ki paylaşmak istiyor.

Bu yazdıklarım, iki hafta üst üste ilkokul 4. sınıf öğrencilerinin anlattıkları. Okulda ne kadar eğrilirse eğitilsin, evde ihmal, istismar, cehalet diz boyu olunca olan çocuğa, sonra da dolaylı ya da onun kullandığı arabayla ezilen, attığı silahla vurulan bir masuma oluyor. Veliyi çağırıp konuşmak da çözüm olamıyor çoğu zaman çünkü davranışının doğru olduğuna o sizi ikna etme derdinde. Hani öğretmene not verecek ya veliler, işte çocuğuna bunları yapan da veli!