8 Haziran 2017 Perşembe

ORTAMIZ YOK!

Malum not verme mevsimi geldi de geçti. Kurul toplantısına kadar sağlam sinirlerle kalmış, herhangi bir sınıf öğretmenine, veliye falan kafa göz dalmamış olarak bugünlere gelebilmenin haklı gururunu taşıyorum an itibariyle :)

Notların verildiği e- okul sistemi geçen hafta veliye kapalıydı, karnenin bir anlamı olacak ve sürprizini bizim zamanımızdaki gibi koruyacak diye sevinmiştik okulda. Karneler eskiden olduğu gibi resmi belge değil artık ve tüm öğrenci ve veliler zaten ne ile karşılaşacaklarını biliyorlar e- okul yüzünden. Standart bir sınıf öğretmeni ve veli de ilk olarak branş öğretmeninin verdiği nota takılıyor haliyle. Sınıf öğretmeni, her çocuk geçer not alana kadar sınav tekrarı yapıp bol keseden not dağıttığı, tüm öğrencilerinin takdire layık olduğuna safça inandığı, tüm yıl dert yanıp otizm tanısını kendi kendine koyduğu ve hatta bir kaynaştırma raporu almak için çırpındığı okuma-yazma bilmeyen çocuğun bile yabancı dile yabancı kalmayacağına "hakim önünde şahitliği geçmeyen sınıfçı kafası"yla inanabildiği için şoke olmuş durumda ( Okul öncesi öğretmenleri ve sınıf öğretmenleri ile ilgili böyle bir kanı var, şehir efsanesi mi gerçek mi bilen yok ama çocuk gibi düşünüp öyle davranmaları nedeniyle mahkemede şahit olamayacakları yaygın bir kanı). Veli ise, tüm yıl boyunca çantasını taşıdığı, ders programını yaptığı, okulda tüm dersler bitene kadar beklediği (Abartmıyorum, oturup tüm gün, gün yapar gibi yiyip içip sohbetle bekliyor bazıları okulda), ödevlerini yapıp yapmadığına bakmadığı, defter boş mu dolu mu bilmediği cin gibi akıllı (!) yavrusunun nasıl olup da sınıf öğretmeninin verdiği harika notları İngilizce'den alamadığını görüp dehşete düşüyor. 

Şimdi sınıf öğretmeni ve veli için Facebook durum güncellemesi yaptığıma göre, geldik "Ne düşünüyorsun Kalem Nasırı?" kısmına. Geçen yıl, "Kimsenin notuna karışmıyorum, kimse de bana karışmasın!" propogandam kafası çalışan ve sağduyu sahibi tümü üstünde etkili olmuş görünüyor. Kendi aralarındaki muhabbetlerde "İngilizce farklı bir ders, dile yetenek de lazım." gibi konuşmalara da şahit oldum ya, daha ne olsun! İdare de, sınıf öğretmenlerinin şişirme notlarının altı çizildiğinde onaylıyor, çocuklara ders içi katılım notunu cömertçe verdigimi bile düşünüyor. Çocuğu istekli ve ilgili veli de notlara ses çıkarmıyor. Bir de bu yıl, Din K.ve A.B. dersinde de durum İngilizce'deki gibi olunca branş öğretmeni farkını ayırt edebiliyor. Bahsettiğim fark, çocuğu ders özelinde, yazılı sınavlar kadar ders içi durumu dışında değerlendirme. Yani bir sınıf öğretmeni, bir dersi vasat olsa da diğer derslerin hatrına o ders notuna kıyak geçse de bizde durum öyle olmuyor, aslında olamıyor da çünkü zaten tek dersin öğretmeniyiz ve bütünü kurtarma saplantımız yok.

Fazla uzun oldu farkındayım, branş ve sınıf öğretmeni ayrımı da herkese genellenemez ama tüm bu hengamenin asıl sebebinin not baremi oldugunu düşünüyorum. Bilmeyenler için, bizdeki not sistemi 4. sınıfa kadar Geliştirilmeli, İyi ve Çok iyi şeklinde bir sınıflandırma. Derste varlık gösterememiş bir çocuğa "İyi" verdiğinizde, işlerin yolunda olduğu anlamı çıkıyor haliyle. " Geliştirilmeli" ise, çocuğun hem başarısız, hem de ilgisiz, sınıf içi düzeni bozan, verilen görevleri yapmayan biri olduğu izlenimi veriyor. Veli eğer çok cahilse, onun için notlar davranıştan daha değerliyse"İyi"yi gerçek sanıp ipleri boşluyor her anlamda. Oysa, " Orta" diye bir not olsa bizim zamanımızdaki gibi, gerçekten düzgün bir değerlendirme mümkün olacak herkes için. O yüzden "Orta"mız olmayınca ortamız olamıyor tepkilerde de!

ORTAMIZ YOK!

Malum not verme mevsimi geldi de geçti. Kurul toplantısına kadar sağlam sinirlerle kalmış, herhangi bir sınıf öğretmenine, veliye falan kafa göz dalmamış olarak bugünlere gelebilmenin haklı gururunu taşıyorum an itibariyle :)

Notların verildiği e- okul sistemi geçen hafta veliye kapalıydı, karnenin bir anlamı olacak ve sürprizini bizim zamanımızdaki gibi koruyacak diye sevinmiştik okulda. Karneler eskiden olduğu gibi resmi belge değil artık ve tüm öğrenci ve veliler zaten ne ile karşılaşacaklarını biliyorlar e- okul yüzünden. Standart bir sınıf öğretmeni ve veli de ilk olarak branş öğretmeninin verdiği nota takılıyor haliyle. Sınıf öğretmeni, her çocuk geçer not alana kadar sınav tekrarı yapıp bol keseden not dağıttığı, tüm öğrencilerinin takdire layık olduğuna safça inandığı, tüm yıl dert yanıp otizm tanısını kendi kendine koyduğu ve hatta bir kaynaştırma raporu almak için çırpındığı okuma-yazma bilmeyen çocuğun bile yabancı dile yabancı kalmayacağına "hakim önünde şahitliği geçmeyen sınıfçı kafası"yla inanabildiği için şoke olmuş durumda ( Okul öncesi öğretmenleri ve sınıf öğretmenleri ile ilgili böyle bir kanı var, şehir efsanesi mi gerçek mi bilen yok ama çocuk gibi düşünüp öyle davranmaları nedeniyle mahkemede şahit olamayacakları yaygın bir kanı). Veli ise, tüm yıl boyunca çantasını taşıdığı, ders programını yaptığı, okulda tüm dersler bitene kadar beklediği (Abartmıyorum, oturup tüm gün, gün yapar gibi yiyip içip sohbetle bekliyor bazıları okulda), ödevlerini yapıp yapmadığına bakmadığı, defter boş mu dolu mu bilmediği cin gibi akıllı (!) yavrusunun nasıl olup da sınıf öğretmeninin verdiği harika notları İngilizce'den alamadığını görüp dehşete düşüyor. 

Şimdi sınıf öğretmeni ve veli için Facebook durum güncellemesi yaptığıma göre, geldik "Ne düşünüyorsun Kalem Nasırı?" kısmına. Geçen yıl, "Kimsenin notuna karışmıyorum, kimse de bana karışmasın!" propogandam kafası çalışan ve sağduyu sahibi tümü üstünde etkili olmuş görünüyor. Kendi aralarındaki muhabbetlerde "İngilizce farklı bir ders, dile yetenek de lazım." gibi konuşmalara da şahit oldum ya, daha ne olsun! İdare de, sınıf öğretmenlerinin şişirme notlarının altı çizildiğinde onaylıyor, çocuklara ders içi katılım notunu cömertçe verdigimi bile düşünüyor. Çocuğu istekli ve ilgili veli de notlara ses çıkarmıyor. Bir de bu yıl, Din K.ve A.B. dersinde de durum İngilizce'deki gibi olunca branş öğretmeni farkını ayırt edebiliyor. Bahsettiğim fark, çocuğu ders özelinde, yazılı sınavlar kadar ders içi durumu dışında değerlendirme. Yani bir sınıf öğretmeni, bir dersi vasat olsa da diğer derslerin hatrına o ders notuna kıyak geçse de bizde durum öyle olmuyor, aslında olamıyor da çünkü zaten tek dersin öğretmeniyiz ve bütünü kurtarma saplantımız yok.

Fazla uzun oldu farkındayım, branş ve sınıf öğretmeni ayrımı da herkese genellenemez ama tüm bu hengamenin asıl sebebinin not baremi oldugunu düşünüyorum. Bilmeyenler için, bizdeki not sistemi 4. sınıfa kadar Geliştirilmeli, İyi ve Çok iyi şeklinde bir sınıflandırma. Derste varlık gösterememiş bir çocuğa "İyi" verdiğinizde, işlerin yolunda olduğu anlamı çıkıyor haliyle. " Geliştirilmeli" ise, çocuğun hem başarısız, hem de ilgisiz, sınıf içi düzeni bozan, verilen görevleri yapmayan biri olduğu izlenimi veriyor. Veli eğer çok cahilse, onun için notlar davranıştan daha değerliyse"İyi"yi gerçek sanıp ipleri boşluyor her anlamda. Oysa, " Orta" diye bir not olsa bizim zamanımızdaki gibi, gerçekten düzgün bir değerlendirme mümkün olacak herkes için. O yüzden "Orta"mız olmayınca ortamız olamıyor tepkilerde de!

2 Haziran 2017 Cuma

BIR TUŞLA HOOOP İFŞA


Bugün Minnoş şişme havuzda yıkanırken çektiğim pozları ve videoları bizimkilere gönderiyordum. Fotoğraflardan biri de okulun kadınları kapsayan grubuna göndermişim yanlışlıkla. Arkadaş gülen yüz gönderince uyandım.

Bahsettiğim edepli bir poz ama zaten çocuk fotosu falan paylaşmıyorum tercihen. Bir de yanlışlıkla olunca bizim  Burcu Esmersoy, Ebru  Şallı  gibi ünlülerin çıplak pozlarını, Arda Turan gibilerin hackerler tarafından ifşa edilen  gizli aşklarına gönderdikleri yazışmaları düşünüp bayağı sırıttım. Bir tık ve hooop başka bir gündemin ortasına!

Sonra yazarken, bir meslektaşımın masa üstü bilgisayarda porno film izlerken virüs bulaşan bilgisayarı ve bu bilgisayarı, okuldan getirdiği bilişim öğrencilerine tamir ettirmesi geldi:) Yine müdürüm gıybetini yaparken arkadaşı yerine müdüre mesaj atan meslektaşım geldi aklıma.

Yani illa hacker değil tamire giden telefon da gizli çekmeceleri açabilir birden. O yüzden başkalarına göstermekten çekindiğimiz hiçbir zımbırtı elektronik aygıtlarda olmamalı değil mi?


BIR TUŞLA HOOOP İFŞA


Bugün Minnoş şişme havuzda yıkanırken çektiğim pozları ve videoları bizimkilere gönderiyordum. Fotoğraflardan biri de okulun kadınları kapsayan grubuna göndermişim yanlışlıkla. Arkadaş gülen yüz gönderince uyandım.

Bahsettiğim edepli bir poz ama zaten çocuk fotosu falan paylaşmıyorum tercihen. Bir de yanlışlıkla olunca bizim  Burcu Esmersoy, Ebru  Şallı  gibi ünlülerin çıplak pozlarını, Arda Turan gibilerin hackerler tarafından ifşa edilen  gizli aşklarına gönderdikleri yazışmaları düşünüp bayağı sırıttım. Bir tık ve hooop başka bir gündemin ortasına!

Sonra yazarken, bir meslektaşımın masa üstü bilgisayarda porno film izlerken virüs bulaşan bilgisayarı ve bu bilgisayarı, okuldan getirdiği bilişim öğrencilerine tamir ettirmesi geldi:) Yine müdürüm gıybetini yaparken arkadaşı yerine müdüre mesaj atan meslektaşım geldi aklıma.

Yani illa hacker değil tamire giden telefon da gizli çekmeceleri açabilir birden. O yüzden başkalarına göstermekten çekindiğimiz hiçbir zımbırtı elektronik aygıtlarda olmamalı değil mi?


29 Mayıs 2017 Pazartesi

DENİZLİ VE ÜST GEÇİTLERİ

Denizli ile ilgili izlenimlerimi yapacağından bahsetmiştim. Ancak fırsat bulabildim. Oraya doğrudan giden araçlar sabah vardıkları için Ankara aktarmalı gittim. Ankara-Denizli güzergahında Afyon'un tüm ilçelerini geçiyorsunuz neredeyse.

Bir ara kafamı kitaptan kaldırıp
(Aman da ne entelektüel bir blog yazarıyım!) etrafa baktım, gözüm üst geçitlere takılı kaldı. Merdiven dolu üst geçitten engellilerin nasıl geçeceğini düşündüm bir süre. Akşam, o günün Engelliler Haftası'nın ilk günü yani 10 Mayıs olduğu gerçeğiyle denk geldi üst geçit denklemim.

Denizli'de ise, çoğu ilin tam tersi bir üst geçit şöleni karşılıyor herkesi. 'Denizli'nin üst geçitleri" diye ayrı başlıklar bile varmış nette, sonradan fotoğraf ararken fark ettim. Orada güneşten telefonda ne çektiğim bile belli olmuyor diye, biraz da kongre telaşından üst geçit fotoğrafı çekmemişim. Spiral şeklinde dönerek ilerleyen ve merdiven yerine düz zeminin olduğu üst geçitler var şehrin her yerinde. Tekerlekli sandalye, puset, itilecek ne varsa kolaylıkla ilerleyebilecek. İsteyince oluyormuş, hemen dibindeki ilde eziyet olan şey, burada normale dönebiliyormuş yani!

DENİZLİ VE ÜST GEÇİTLERİ

Denizli ile ilgili izlenimlerimi yapacağından bahsetmiştim. Ancak fırsat bulabildim. Oraya doğrudan giden araçlar sabah vardıkları için Ankara aktarmalı gittim. Ankara-Denizli güzergahında Afyon'un tüm ilçelerini geçiyorsunuz neredeyse.

Bir ara kafamı kitaptan kaldırıp
(Aman da ne entelektüel bir blog yazarıyım!) etrafa baktım, gözüm üst geçitlere takılı kaldı. Merdiven dolu üst geçitten engellilerin nasıl geçeceğini düşündüm bir süre. Akşam, o günün Engelliler Haftası'nın ilk günü yani 10 Mayıs olduğu gerçeğiyle denk geldi üst geçit denklemim.

Denizli'de ise, çoğu ilin tam tersi bir üst geçit şöleni karşılıyor herkesi. 'Denizli'nin üst geçitleri" diye ayrı başlıklar bile varmış nette, sonradan fotoğraf ararken fark ettim. Orada güneşten telefonda ne çektiğim bile belli olmuyor diye, biraz da kongre telaşından üst geçit fotoğrafı çekmemişim. Spiral şeklinde dönerek ilerleyen ve merdiven yerine düz zeminin olduğu üst geçitler var şehrin her yerinde. Tekerlekli sandalye, puset, itilecek ne varsa kolaylıkla ilerleyebilecek. İsteyince oluyormuş, hemen dibindeki ilde eziyet olan şey, burada normale dönebiliyormuş yani!

19 Mayıs 2017 Cuma

MİLKA DERLEMESİ

Zonguldak'ta merkez dışındaki semtlerden birinden çarşıya gitmek " Zonguldak'a gitmek"tir. Bir de her yer yokuş ve merdiven olduğundan " çarşıya inilir" burada. Aynı jargona Denizli'de de rastlayınca sevimli geldi bana.

Daha önce de yazmıştım gezi yazısı yazmayı sevmediğimi. Gezilecek görülecek yerlere dair öneriler vermek yerine izlenimlerden bahsetmeyi seviyorum daha çok. Yazıya başlarken Denizli'den değil Milka'dan bahsedecektim, ekseni kaydırdım yine!

Milka genelde çarşıya indiğimde oturup çayımı içtiğim, arkadaki çıkış kapısının yanındaki masa boşsa mutlaka o masada oturduğum, Minnoş'la gittiysek sırf rengine tav olduğu için her seferinde kırmızı kalpli kocaman bir pasta sipariş ettiğimiz bir pastane. Bir nevi ritüel yani benim için Milka'ya gitmek. Reklam yazısı gibi oldu ama isim vermemek de saçma geldi birden.

Neyse, dün yine yalnız gittim gezinti ve alışveriş modasında. Oturdum ve orayı neden yakın hissettiğimi düşündüm nedense! Rahmetli teyzem, işe ilk başladığında çocukları ve eşi Bartın'da kalırken Zonguldak'ta çalışıyordu. Milka yeni açılmıştı ve "Alman pastası" ile o tanıştırmıştı bizi. Neresinden baksanız tarihine şahidim oranın ve teyzem var bu anılarda. Şimdi teyze-yeğen biz gidip oturup keyif yapıyoruz, o zamanlarda sanki oturma alanı yoktu diye hatırlıyorum. Sempatik engelli garsonu varken değil de, genç ve asık suratlı garsonu görünce kapıdan dönmem gerekirken (işini sevmediğini belli eden hizmet sektörü elemanı mekandan el çektirir bana genelde) her seferinde yine kendimi orada buluyorum ister istemez. Artık ne teyzem ne de Alman pastaları var, sadece anılar.ve yeğenimde yeni anılar biriktirme derdim var.

MİLKA DERLEMESİ

Zonguldak'ta merkez dışındaki semtlerden birinden çarşıya gitmek " Zonguldak'a gitmek"tir. Bir de her yer yokuş ve merdiven olduğundan " çarşıya inilir" burada. Aynı jargona Denizli'de de rastlayınca sevimli geldi bana.

Daha önce de yazmıştım gezi yazısı yazmayı sevmediğimi. Gezilecek görülecek yerlere dair öneriler vermek yerine izlenimlerden bahsetmeyi seviyorum daha çok. Yazıya başlarken Denizli'den değil Milka'dan bahsedecektim, ekseni kaydırdım yine!

Milka genelde çarşıya indiğimde oturup çayımı içtiğim, arkadaki çıkış kapısının yanındaki masa boşsa mutlaka o masada oturduğum, Minnoş'la gittiysek sırf rengine tav olduğu için her seferinde kırmızı kalpli kocaman bir pasta sipariş ettiğimiz bir pastane. Bir nevi ritüel yani benim için Milka'ya gitmek. Reklam yazısı gibi oldu ama isim vermemek de saçma geldi birden.

Neyse, dün yine yalnız gittim gezinti ve alışveriş modasında. Oturdum ve orayı neden yakın hissettiğimi düşündüm nedense! Rahmetli teyzem, işe ilk başladığında çocukları ve eşi Bartın'da kalırken Zonguldak'ta çalışıyordu. Milka yeni açılmıştı ve "Alman pastası" ile o tanıştırmıştı bizi. Neresinden baksanız tarihine şahidim oranın ve teyzem var bu anılarda. Şimdi teyze-yeğen biz gidip oturup keyif yapıyoruz, o zamanlarda sanki oturma alanı yoktu diye hatırlıyorum. Sempatik engelli garsonu varken değil de, genç ve asık suratlı garsonu görünce kapıdan dönmem gerekirken (işini sevmediğini belli eden hizmet sektörü elemanı mekandan el çektirir bana genelde) her seferinde yine kendimi orada buluyorum ister istemez. Artık ne teyzem ne de Alman pastaları var, sadece anılar.ve yeğenimde yeni anılar biriktirme derdim var.

16 Mayıs 2017 Salı

ŞEBNEM FERAH'LA BULUŞAMAMA

Geçen hafta yani 10-13 Mayıs arasında Denizli'de kongredeydim. Detay yazarım sonraki yazılarda da, bu kez cidden havanın sıcağı ve yolun uzunluğu çarptı. Bir yanım 19 Mayıs'ta annem de çocuk bakmayacakken onu da alıp bir yerlere götürme arzusunda, bir yanım hala bitkin.

Kongrenin ilk günü gala yemeğine (o kadar para vermişken ilk akşam bir kaynaşma yemeği oluyor kongrelerde, sempozyumlarda falan. O ciddi akademisyenler, genelde sarhoş olup göbek atıyor bu yemekte:) katılmayıp Bahar Şenliği kapsamında Şebnem Ferah konserine gidelim dedik asistan arkadaşlarla. Tez danışmanım, bir tez jürisinde görev alacağı için gelemedi. İki erkek asistan vardı  bizim okuldan tek tanıdığım. 

Denizli Cumhuriyet Başsavcısı'nın ölümü nedeniyle tüm eğlence ve müzik içeren etkinlikler iptal edilince, bizim konser yattı. Bu, Şebnem Ferah'la ölüm nedeniyle 2. buluşamamız. Burada yapacağı bir konsere de gitmeye niyetlenmiştim, şarkıcı annesini kaybedince konser yine iptal edilmişti haliyle. "Şov devam etmeli!" demesini beklemezdim zaten bu duygusal kadının. 

Çekirdek ailesinde büyük ablası hariç herkesi ölümle kaybetmiş biri Şebnem Ferah. 45 yıla o kadar travma, bu kadar üretkenlik getirmiş. "Her şerde bir hayır vardır." dedikleri böyle bir şey mi bilmiyorum. Onun travmaları, bize müthiş şarkılar olarak dönüyor, sadece bildiğim bu. "Kelimeler Yetse" ve " Artık Kısa Cümleler Kuruyorum." kadar sevemesem de yeni albümlerini, 1996'nın ergeni beni vurduğu kadar vuruyor hala müziği, sözleri ve sesi.

ŞEBNEM FERAH'LA BULUŞAMAMA

Geçen hafta yani 10-13 Mayıs arasında Denizli'de kongredeydim. Detay yazarım sonraki yazılarda da, bu kez cidden havanın sıcağı ve yolun uzunluğu çarptı. Bir yanım 19 Mayıs'ta annem de çocuk bakmayacakken onu da alıp bir yerlere götürme arzusunda, bir yanım hala bitkin.

Kongrenin ilk günü gala yemeğine (o kadar para vermişken ilk akşam bir kaynaşma yemeği oluyor kongrelerde, sempozyumlarda falan. O ciddi akademisyenler, genelde sarhoş olup göbek atıyor bu yemekte:) katılmayıp Bahar Şenliği kapsamında Şebnem Ferah konserine gidelim dedik asistan arkadaşlarla. Tez danışmanım, bir tez jürisinde görev alacağı için gelemedi. İki erkek asistan vardı  bizim okuldan tek tanıdığım. 

Denizli Cumhuriyet Başsavcısı'nın ölümü nedeniyle tüm eğlence ve müzik içeren etkinlikler iptal edilince, bizim konser yattı. Bu, Şebnem Ferah'la ölüm nedeniyle 2. buluşamamız. Burada yapacağı bir konsere de gitmeye niyetlenmiştim, şarkıcı annesini kaybedince konser yine iptal edilmişti haliyle. "Şov devam etmeli!" demesini beklemezdim zaten bu duygusal kadının. 

Çekirdek ailesinde büyük ablası hariç herkesi ölümle kaybetmiş biri Şebnem Ferah. 45 yıla o kadar travma, bu kadar üretkenlik getirmiş. "Her şerde bir hayır vardır." dedikleri böyle bir şey mi bilmiyorum. Onun travmaları, bize müthiş şarkılar olarak dönüyor, sadece bildiğim bu. "Kelimeler Yetse" ve " Artık Kısa Cümleler Kuruyorum." kadar sevemesem de yeni albümlerini, 1996'nın ergeni beni vurduğu kadar vuruyor hala müziği, sözleri ve sesi.