21 Aralık 2014 Pazar

VELİ TOPLANTISI

Bugün, okulda veli toplantısı vardı. Ara karneler dağıtıldı, notlar ve devamsızlıklarla ilgili resmi olarak bilgilendirildi veliler bu yolla. O yüzden, sınıflarda öğrencilere velilerin notları değil davranışları konuşmak için gelmelerini istediğimi özellikle belirttim geçen haftadan. E-okul çıktığından  beri zaten karne öncesi notlar öğrenilebiliyor. Karnenin bir esprisi kalmadı malımunuz. 

Not da, çalışmana, konsantrasyonuna, isteğine göre azalıp artabilen bir şey ama ara karnede de, karnede de davranış kısmı yok liselerde ve konuşulması en önemli konu da o bence. Yoksa, olumsuz davranışlar bir çığ gibi büyüyor, yanındakine de bulaşıp kartopu etkisiyle ileride toplum zararına da oluyor. Bu yüzden, olumsuz davranışlar kemikleşmeden, kişiliğin ayrılmaz parçaları haline gelmeden veliyi de dahil edip bertaraf edilebildiği kadar edilsin istiyorum. Kişilik, doğuştan gelen mizaç kadar dönüşüme ve değişime açık karakterden oluşuyor malum.

Bu yüzden, bugün not soranı da, notu yükselmek için  konuşmak isteyeni de es geçmedim ama konuyu hep davranışa getirmeye çalıştım manevra yaparak. Bunu yaparken de, olabildiğince olumlu özellik de araya sıkıştırmaya çalışarak. Çünkü bazı velilerin veli toplantısına gelirken ürktüğünü, çocuğuyla ilgili olumsuz sözler duyma beklentisiyle ayaklarının geri geri gittiğini gözlemliyorum yıllardır. Çok kırılgan, el yordamıyla yetiştirdiği çocuğun sosyalleştiğinde problemli olduğunu çaresizce izleyen, izleyici olma dışında bir şey yapamadığı yüzüne her seferinde tokat gibi çarpılan, cep telefonunu elinden düşürmeme gibi konularda evde uygulayamadığı kuralların okulda kesinkes uygulanmasını bekleyen, elinde pimi çekilmiş kendi ürettiği bombayla hayat boyu yaşamaya mahkum...

VELİ TOPLANTISI

Bugün, okulda veli toplantısı vardı. Ara karneler dağıtıldı, notlar ve devamsızlıklarla ilgili resmi olarak bilgilendirildi veliler bu yolla. O yüzden, sınıflarda öğrencilere velilerin notları değil davranışları konuşmak için gelmelerini istediğimi özellikle belirttim geçen haftadan. E-okul çıktığından  beri zaten karne öncesi notlar öğrenilebiliyor. Karnenin bir esprisi kalmadı malımunuz. 

Not da, çalışmana, konsantrasyonuna, isteğine göre azalıp artabilen bir şey ama ara karnede de, karnede de davranış kısmı yok liselerde ve konuşulması en önemli konu da o bence. Yoksa, olumsuz davranışlar bir çığ gibi büyüyor, yanındakine de bulaşıp kartopu etkisiyle ileride toplum zararına da oluyor. Bu yüzden, olumsuz davranışlar kemikleşmeden, kişiliğin ayrılmaz parçaları haline gelmeden veliyi de dahil edip bertaraf edilebildiği kadar edilsin istiyorum. Kişilik, doğuştan gelen mizaç kadar dönüşüme ve değişime açık karakterden oluşuyor malum.

Bu yüzden, bugün not soranı da, notu yükselmek için  konuşmak isteyeni de es geçmedim ama konuyu hep davranışa getirmeye çalıştım manevra yaparak. Bunu yaparken de, olabildiğince olumlu özellik de araya sıkıştırmaya çalışarak. Çünkü bazı velilerin veli toplantısına gelirken ürktüğünü, çocuğuyla ilgili olumsuz sözler duyma beklentisiyle ayaklarının geri geri gittiğini gözlemliyorum yıllardır. Çok kırılgan, el yordamıyla yetiştirdiği çocuğun sosyalleştiğinde problemli olduğunu çaresizce izleyen, izleyici olma dışında bir şey yapamadığı yüzüne her seferinde tokat gibi çarpılan, cep telefonunu elinden düşürmeme gibi konularda evde uygulayamadığı kuralların okulda kesinkes uygulanmasını bekleyen, elinde pimi çekilmiş kendi ürettiği bombayla hayat boyu yaşamaya mahkum...

17 Aralık 2014 Çarşamba

KUTU KUTU PENSE

"Kutu gibi ev"
"Kutu kutu pense"
"Açtırma kutuyu, söyletme kötüyü"
"Pandora'nın Kutusu"
"Tele Kutu Yarışması"

Hooooooooop! Serbest çağrışım! 

Sabahın 6'sında veri toplama ile ilgili bir kabus görüp uyanıp bir daha da uyuyamadığımda, bugünün 17 Aralık olduğu düştü aklıma. Bir yıl önce kutu denince aklımıza gelen şeylere yenisi eklendi: "Ayakkabı Kutusu"!!!

O kutular, doldu, boşaldı. Sahiplerinin canı yanmadan kutu içindeki paralar, yandı, bitti, kül oldu. Yine her zamanki gibi zenginin parası, züğürdün çenesini yordu!

KUTU KUTU PENSE

"Kutu gibi ev"
"Kutu kutu pense"
"Açtırma kutuyu, söyletme kötüyü"
"Pandora'nın Kutusu"
"Tele Kutu Yarışması"

Hooooooooop! Serbest çağrışım! 

Sabahın 6'sında veri toplama ile ilgili bir kabus görüp uyanıp bir daha da uyuyamadığımda, bugünün 17 Aralık olduğu düştü aklıma. Bir yıl önce kutu denince aklımıza gelen şeylere yenisi eklendi: "Ayakkabı Kutusu"!!!

O kutular, doldu, boşaldı. Sahiplerinin canı yanmadan kutu içindeki paralar, yandı, bitti, kül oldu. Yine her zamanki gibi zenginin parası, züğürdün çenesini yordu!

13 Aralık 2014 Cumartesi

TİK TAK TİK TAK

Okulda telefonum hep sessizdedir benim. Perşembe günü, bir ara teneffüste telefona bakacağım tuttu, gördüm ki tez hocam aramış. Ne zamandır dönüt vermesini beklediğim literatür kısmı için görüşme planlayacağımızı düşünerek aradım kendisini. "Cuma gelebilecek misin?" dedi. "Sizinle görüşmeye mi?" diye sordum haliyle. "Yok, G. Hoca buradayken TİK yapalım, 26 Aralık'ta gelemeyebilirmiş." cevabını aldım yani bir gün sonra TİK olacağını haberini alıverdim!

Maceralı son TİK geçmişimden sonra, sürprizlere açığım,  o yüzden sürekli Aralık'ta jüri olacağını hatırlattım hocama ama yine takvim şaştı. Emekli olduktan sonra İstanbul'da bir özel üniversitede göreve başlayan jürideki bir başka profesörün takvimine uymak durumunda kaldım bu kez. E tabii, TİK benim olsa da, kararlar benim dışımda!

Perşembe günü, zaten okul yorgunu, Cumalarım boş olmasa nasıl izin alacağımı düşünüp iyice gergin ama bir yandan da "Olsun da, kurtulayım!" kafasında geçti. Okulda müdür değişti, adam daha selam vermedi kimseye, gidip izin almak ya da rapor almamı isterse sabahtan doktora gitmek zorunda kalacaktım, düşündükçe hala sinir oluyorum emrivakiye. 

Başı böyle olsa da, sonu iyi oldu neyse ki! Sabah erkenden hoca ile telefonlar ve görüşmeler ile bölünen bir görüşmemiz oldu, TİK için oda hazırlıklarını ve atıştıracakları bir şeyleri hazırlamak da benim işimdi o telaşta. Jüride, ağızlarından bal damladı hocaların. Hatta, tez danışmanım yeni bir şeyler yapmayı önerdiğinde, zaten yeterince yaptığımızı söyleyip onu da frenlediler. Üstüne, mezun olunca özel bir okulda çalışma önerisi de aldım. Devlet memuru zihniyetiyle havalara uçmadım ama düşünülmek gururumu okşadı:

Bütün bu hengamede, yakın arkadaşlarımın birinin doğum gününü de unutmuşum, kişisel tarihimde ilklerden biri! Hengame değil de bunuyorum ya da!

TİK TAK TİK TAK

Okulda telefonum hep sessizdedir benim. Perşembe günü, bir ara teneffüste telefona bakacağım tuttu, gördüm ki tez hocam aramış. Ne zamandır dönüt vermesini beklediğim literatür kısmı için görüşme planlayacağımızı düşünerek aradım kendisini. "Cuma gelebilecek misin?" dedi. "Sizinle görüşmeye mi?" diye sordum haliyle. "Yok, G. Hoca buradayken TİK yapalım, 26 Aralık'ta gelemeyebilirmiş." cevabını aldım yani bir gün sonra TİK olacağını haberini alıverdim!

Maceralı son TİK geçmişimden sonra, sürprizlere açığım,  o yüzden sürekli Aralık'ta jüri olacağını hatırlattım hocama ama yine takvim şaştı. Emekli olduktan sonra İstanbul'da bir özel üniversitede göreve başlayan jürideki bir başka profesörün takvimine uymak durumunda kaldım bu kez. E tabii, TİK benim olsa da, kararlar benim dışımda!

Perşembe günü, zaten okul yorgunu, Cumalarım boş olmasa nasıl izin alacağımı düşünüp iyice gergin ama bir yandan da "Olsun da, kurtulayım!" kafasında geçti. Okulda müdür değişti, adam daha selam vermedi kimseye, gidip izin almak ya da rapor almamı isterse sabahtan doktora gitmek zorunda kalacaktım, düşündükçe hala sinir oluyorum emrivakiye. 

Başı böyle olsa da, sonu iyi oldu neyse ki! Sabah erkenden hoca ile telefonlar ve görüşmeler ile bölünen bir görüşmemiz oldu, TİK için oda hazırlıklarını ve atıştıracakları bir şeyleri hazırlamak da benim işimdi o telaşta. Jüride, ağızlarından bal damladı hocaların. Hatta, tez danışmanım yeni bir şeyler yapmayı önerdiğinde, zaten yeterince yaptığımızı söyleyip onu da frenlediler. Üstüne, mezun olunca özel bir okulda çalışma önerisi de aldım. Devlet memuru zihniyetiyle havalara uçmadım ama düşünülmek gururumu okşadı:

Bütün bu hengamede, yakın arkadaşlarımın birinin doğum gününü de unutmuşum, kişisel tarihimde ilklerden biri! Hengame değil de bunuyorum ya da!

8 Aralık 2014 Pazartesi

KİŞİSEL TARİHE YANLIŞLARLA DOLU NOT DÜŞMEK

Yuvadan döndüğüm gün, kardeşim ve eşi beni terminale bırakmak üzere eve geldiler. Babamla B. (kardeşimin eşi), Hakan Şükür'ün milletvekili olmasına rağmen sosyal medyada "bazı" yerine "bağzı" yazması, Türkçe'nin doğru kullanımı üzerine bir sohbete giriştiler. 

Ben okuyucu olarak yazım yanlışlarına takılırım, içeriğe olan ilgimi kaybedip dikkatimi yazıya vermeye başlarım. Kalem ya da klavye kullanırken biraz özen beklerim. Bu, kişisel bir takıntı da olabilir, bir gereklilik de! Yoruma açık yani.

Sosyal medyada, hali hazırda bir editörümüz de yokken, yanlışlar yapmak olası. Kendi kendimizin editörüyken aynı barizlikte yazım yanlışı yapan bloglara takıldı aklım. Hata yapan ama bunu yazılar boyunca sürdüren, doğal olarak yanlışlara takılmaktan okuyucunun okumasını zorlaştıran. Tez yazarken, dergilerde editörlük de yapan bir danışmana sahip olduğumdan noktalı virgülü yanlış kullansam uyarı alabiliyorum, daha çok dikkat etsem de bazen gözden kaçabiliyor ama dikkat etmeye çalışıyorum. Bahsettiğim bloglarda ise sanki dikkat konusunda bir ihmal var çünkü ısrarla değişmiyor hatalar. Ayrı yazılması gereken "ki" ve "de"ler kavuşmuş, birleşik yazılması gerekenlerse gurbete düşmüş, kesme işaretleri başka bir gezegene gitmiş... 

Haber programlarında da alt yazılarda aynı hatalar yapılan bir ülkedeyiz, tamam ama kişisel tarihimize yanlışlarla dolu satırlarla iz bırakmaya çalışmak,önce kendimize, sonra okuyanlara haksızlık gibi geliyor.






KİŞİSEL TARİHE YANLIŞLARLA DOLU NOT DÜŞMEK

Yuvadan döndüğüm gün, kardeşim ve eşi beni terminale bırakmak üzere eve geldiler. Babamla B. (kardeşimin eşi), Hakan Şükür'ün milletvekili olmasına rağmen sosyal medyada "bazı" yerine "bağzı" yazması, Türkçe'nin doğru kullanımı üzerine bir sohbete giriştiler. 

Ben okuyucu olarak yazım yanlışlarına takılırım, içeriğe olan ilgimi kaybedip dikkatimi yazıya vermeye başlarım. Kalem ya da klavye kullanırken biraz özen beklerim. Bu, kişisel bir takıntı da olabilir, bir gereklilik de! Yoruma açık yani.

Sosyal medyada, hali hazırda bir editörümüz de yokken, yanlışlar yapmak olası. Kendi kendimizin editörüyken aynı barizlikte yazım yanlışı yapan bloglara takıldı aklım. Hata yapan ama bunu yazılar boyunca sürdüren, doğal olarak yanlışlara takılmaktan okuyucunun okumasını zorlaştıran. Tez yazarken, dergilerde editörlük de yapan bir danışmana sahip olduğumdan noktalı virgülü yanlış kullansam uyarı alabiliyorum, daha çok dikkat etsem de bazen gözden kaçabiliyor ama dikkat etmeye çalışıyorum. Bahsettiğim bloglarda ise sanki dikkat konusunda bir ihmal var çünkü ısrarla değişmiyor hatalar. Ayrı yazılması gereken "ki" ve "de"ler kavuşmuş, birleşik yazılması gerekenlerse gurbete düşmüş, kesme işaretleri başka bir gezegene gitmiş... 

Haber programlarında da alt yazılarda aynı hatalar yapılan bir ülkedeyiz, tamam ama kişisel tarihimize yanlışlarla dolu satırlarla iz bırakmaya çalışmak,önce kendimize, sonra okuyanlara haksızlık gibi geliyor.






5 Aralık 2014 Cuma

ÇAY ÇAY ÇAY

Damak zevkinin, genetik ya da psikolojik olarak belirlendiği ve değişebilir olduğu bilim adamlarınca tartışıladursun, bizim ailede 3 kuşaktır abartılı bir çay sevdası hakim. Türk milleti olarak zaten milli içeceğimiz ayran değil çay sayılmalı milletçe çay sevdamızdan dolayı ama bizim durumumuz bir bağımlılık düzeyinde gözetim altına alınabilir abartıda.

Daha önceki nesillerde durum nedir bilmiyorum ama babamın sabah kalkar kalkmaz yaktığı sigarasına eşlik eden zift kıvamındaki, uzun uzun kaynatılıp demlenmeye bırakılmış, üstünden kısacık zaman geçse de defalarca yine yeni yeniden ritüel halinde az şekerli çayı dillere destandır.

 Bayrağı ondan devralan ben, üniversiteden beri çaya benzeyen her şeyi içip çay konusundaki tiryakiliğine gustosunu ekleyememiş bir tiryakiyim. O, ince belli bardakla içer çayı, ben kazan boyutunda kupalarla. Ben üniversite yurdundan beri herkesin kaşığını daldırdığı toz şekeri kullanmamak, kantine de şeker taşıamamak için şekersiz içerim çayı, o çay kaşığının ucuyla aldığı az şekerle. Birebir kopya değil yani tiryakiliğimiz. 

Ama ben de onun gibi çaya kavuşamazsam baş ağrısı ile gezerim, çaya verdiğim parayı yemeğe, giysiye, başka bir  zevke vermemiş olabilirim hayatım boyunca. Babamın gecenin 2sinde demlediği çayı içmem için yaptığı davetlere yatağımdan kalkarak yüksünmeden icabet ettim kendimi bildim bileli. 

Yeşil çayın moda olduğu, beyaz çaya da meyledildiği bu günlerde çay siyah olmalı illa ki! Dünyadaki bütün hastalıklara, sorunlara derman olduğunu ispatlasalar bile yeşil çay olmaz tercihim, beyazı zaten denemedim ama netim siyah konusunda. İnatçıyım hatta:) Habire şuna zararlı, bunu azaltır deyip KARAlama kampanyası yapsalar da, yararlarının daha çok olduğuna inanırım. Mutlu ediyor tiryakilerini daha ne olsun?!

Babam ve benden sonra, çaysak (annemin deyimiyle çay tiryakileri:) aile fertlerine Minnoş da eklendi. Kelime dağarcığına "çay" kelimesini eklediğinden beri  bizim içtiğimiz çayları görünce, bir kaç damla çaya soğuk su ve şeker katılmış bir nevi şerbet kıvamında çayı ısrarla " Çay, çay, çay" diye bağırıp  istiyor. Yaşına uygun bitki çaylarına aynı hazla atılmadı hiç ama babamın herkesin itirazına rağmen bir kez denettiği çayın tiryakisi oluverdi. Onun durumunda genetik ne kadar işledi bilmem ama Minnoş'a acayip model olduk, sonu hayrolsun:)





ÇAY ÇAY ÇAY

Damak zevkinin, genetik ya da psikolojik olarak belirlendiği ve değişebilir olduğu bilim adamlarınca tartışıladursun, bizim ailede 3 kuşaktır abartılı bir çay sevdası hakim. Türk milleti olarak zaten milli içeceğimiz ayran değil çay sayılmalı milletçe çay sevdamızdan dolayı ama bizim durumumuz bir bağımlılık düzeyinde gözetim altına alınabilir abartıda.

Daha önceki nesillerde durum nedir bilmiyorum ama babamın sabah kalkar kalkmaz yaktığı sigarasına eşlik eden zift kıvamındaki, uzun uzun kaynatılıp demlenmeye bırakılmış, üstünden kısacık zaman geçse de defalarca yine yeni yeniden ritüel halinde az şekerli çayı dillere destandır.

 Bayrağı ondan devralan ben, üniversiteden beri çaya benzeyen her şeyi içip çay konusundaki tiryakiliğine gustosunu ekleyememiş bir tiryakiyim. O, ince belli bardakla içer çayı, ben kazan boyutunda kupalarla. Ben üniversite yurdundan beri herkesin kaşığını daldırdığı toz şekeri kullanmamak, kantine de şeker taşıamamak için şekersiz içerim çayı, o çay kaşığının ucuyla aldığı az şekerle. Birebir kopya değil yani tiryakiliğimiz. 

Ama ben de onun gibi çaya kavuşamazsam baş ağrısı ile gezerim, çaya verdiğim parayı yemeğe, giysiye, başka bir  zevke vermemiş olabilirim hayatım boyunca. Babamın gecenin 2sinde demlediği çayı içmem için yaptığı davetlere yatağımdan kalkarak yüksünmeden icabet ettim kendimi bildim bileli. 

Yeşil çayın moda olduğu, beyaz çaya da meyledildiği bu günlerde çay siyah olmalı illa ki! Dünyadaki bütün hastalıklara, sorunlara derman olduğunu ispatlasalar bile yeşil çay olmaz tercihim, beyazı zaten denemedim ama netim siyah konusunda. İnatçıyım hatta:) Habire şuna zararlı, bunu azaltır deyip KARAlama kampanyası yapsalar da, yararlarının daha çok olduğuna inanırım. Mutlu ediyor tiryakilerini daha ne olsun?!

Babam ve benden sonra, çaysak (annemin deyimiyle çay tiryakileri:) aile fertlerine Minnoş da eklendi. Kelime dağarcığına "çay" kelimesini eklediğinden beri  bizim içtiğimiz çayları görünce, bir kaç damla çaya soğuk su ve şeker katılmış bir nevi şerbet kıvamında çayı ısrarla " Çay, çay, çay" diye bağırıp  istiyor. Yaşına uygun bitki çaylarına aynı hazla atılmadı hiç ama babamın herkesin itirazına rağmen bir kez denettiği çayın tiryakisi oluverdi. Onun durumunda genetik ne kadar işledi bilmem ama Minnoş'a acayip model olduk, sonu hayrolsun:)