24 Mayıs 2014 Cumartesi

TÜRK HALKININ AFETLE İMTİHANI

Üzerinde oturduğum kanepe ile birlikte kayıp geri geliverdim. Burada tramvay kazıları nedeniyle zaten bir araç geçse uzun zamandır üst katlarda oturanlar olarak sarsıldığımızdan depremden emin olamadım önce.

 Internetten rasathanenin sitesi açılmıyordu. İlk etapta kanallarda aramak aklıma gelmedi. Babamı aradım, burada o kadar hissedildiyse Sakarya merkezli falansa onlar ne durumdadır diye merak ettim. Yakınlık itibariyle, gerek Marmara, gerekse Düzce'deki depremler hissedilmişti Zonguldak'ta. Hissetmemişler, rahatladım. O esnada bir arkadaşım Facebook'a yazmış "Fena sallandık." diye.Üst kat komşum, Düzce depremini yakından yaşayanlardan ve yakınlarını kaybedenlerden olduğundan korkudan aşağıya indiğini yazmış bana.

Depremin merkezini ararken 24 Mayıs 2014 yazdığımda, çoktan sözlüklerde "24 Mayıs 2014 Eskişehir, Bursa, İstanbul, Tekirdağ, vs. depremi" gibi başlıklar atıldığını gördüm. Biri "Tatlı tatlı salladı." yazmış hatta!

Ben de dahil olmak üzere, önceki depremlerden ders almadığımızı, yakınlarımı ve depremin kaynağını aramak dışında hiçbir şey yapamadığımı görmüş bulunuyorum. Milletçe eğitilerek değil yaşayarak öğreniyoruz sanki. Üst kat komşum can havliyle kendini aşağıya atarken, araştırma yapma hevesinin başka açıklaması olamaz çünkü. Sözlüklere başlık atanların psikolojisine girmeye gerek yok, nasıl bir zevktir uzmanlar anlamakta zorlanır. Onlar tatlı tatlı sallanmaya devam etsinler!


TÜRK HALKININ AFETLE İMTİHANI

Üzerinde oturduğum kanepe ile birlikte kayıp geri geliverdim. Burada tramvay kazıları nedeniyle zaten bir araç geçse uzun zamandır üst katlarda oturanlar olarak sarsıldığımızdan depremden emin olamadım önce.

 Internetten rasathanenin sitesi açılmıyordu. İlk etapta kanallarda aramak aklıma gelmedi. Babamı aradım, burada o kadar hissedildiyse Sakarya merkezli falansa onlar ne durumdadır diye merak ettim. Yakınlık itibariyle, gerek Marmara, gerekse Düzce'deki depremler hissedilmişti Zonguldak'ta. Hissetmemişler, rahatladım. O esnada bir arkadaşım Facebook'a yazmış "Fena sallandık." diye.Üst kat komşum, Düzce depremini yakından yaşayanlardan ve yakınlarını kaybedenlerden olduğundan korkudan aşağıya indiğini yazmış bana.

Depremin merkezini ararken 24 Mayıs 2014 yazdığımda, çoktan sözlüklerde "24 Mayıs 2014 Eskişehir, Bursa, İstanbul, Tekirdağ, vs. depremi" gibi başlıklar atıldığını gördüm. Biri "Tatlı tatlı salladı." yazmış hatta!

Ben de dahil olmak üzere, önceki depremlerden ders almadığımızı, yakınlarımı ve depremin kaynağını aramak dışında hiçbir şey yapamadığımı görmüş bulunuyorum. Milletçe eğitilerek değil yaşayarak öğreniyoruz sanki. Üst kat komşum can havliyle kendini aşağıya atarken, araştırma yapma hevesinin başka açıklaması olamaz çünkü. Sözlüklere başlık atanların psikolojisine girmeye gerek yok, nasıl bir zevktir uzmanlar anlamakta zorlanır. Onlar tatlı tatlı sallanmaya devam etsinler!


23 Mayıs 2014 Cuma

BİR SELFIE ÇEKİNELİM Mİ UZAYLI?

Uluslararası Uzay İstasyonu'nda görevli iki astronot, teknik bir arızayı gidermek için uzay yürüyüşü yapmışlar.Normalde 5-6 saat süren yürüyüş, 1,5 saat sürmüş. Astronotlardan biri, uzaydan selfie çekerek anı ölümsüzleştirmiş, selfie çekmenin o ortamda zor olduğunu eklemiş. Rekor bir sürenin söz konusu olduğu yürüyüşle ilgili haberlerde, selfie çekmek daha önemli gibi başlığa kuruluvermiş.

Bir şey moda olmaya görsün, onu kullanmayan, yapmayan sanki eksik, sanki çağın gerisinde, sanki bu alemden değil. Adam, uzaya gitse de, modadan uzak kalamamış belli. Medya için zaten keşif, icat falan ne ki, mühim olan selfie! TDK bile, selfie için uygun karşılık arama derdine düştü bu ülkede. O kadar bizden olmuş yani! 

Korkarım, günün birinde varsalar ve onlarla karşılaşırsak, uzaylıları da dumur eder, onlara "Bir selfie çekinelim mi?" diye soruverirler. Çekinmeden çekinin  selfielerinizi! 
(İfrit oluyorum "çekinmek" fiilini fotoğrafla birlikte kullananlara!!!)

fOTOĞRAF: ntvmsnbc.com




BİR SELFIE ÇEKİNELİM Mİ UZAYLI?

Uluslararası Uzay İstasyonu'nda görevli iki astronot, teknik bir arızayı gidermek için uzay yürüyüşü yapmışlar.Normalde 5-6 saat süren yürüyüş, 1,5 saat sürmüş. Astronotlardan biri, uzaydan selfie çekerek anı ölümsüzleştirmiş, selfie çekmenin o ortamda zor olduğunu eklemiş. Rekor bir sürenin söz konusu olduğu yürüyüşle ilgili haberlerde, selfie çekmek daha önemli gibi başlığa kuruluvermiş.

Bir şey moda olmaya görsün, onu kullanmayan, yapmayan sanki eksik, sanki çağın gerisinde, sanki bu alemden değil. Adam, uzaya gitse de, modadan uzak kalamamış belli. Medya için zaten keşif, icat falan ne ki, mühim olan selfie! TDK bile, selfie için uygun karşılık arama derdine düştü bu ülkede. O kadar bizden olmuş yani! 

Korkarım, günün birinde varsalar ve onlarla karşılaşırsak, uzaylıları da dumur eder, onlara "Bir selfie çekinelim mi?" diye soruverirler. Çekinmeden çekinin  selfielerinizi! 
(İfrit oluyorum "çekinmek" fiilini fotoğrafla birlikte kullananlara!!!)

fOTOĞRAF: ntvmsnbc.com




21 Mayıs 2014 Çarşamba

MAHLAS- LAKAP-ETİKET, BİZ-SİZ-ONLAR

Uzun zamandır, öğrencilere sürekli uyarıda bulunduğum ve üzerinde uzun uzun konuştuğumuz bir konu birilerine lakap takmak. Bu lakaplar öyle, halk şairlerinin bile isteye edindikleri mahlaslardan değil. Kişi istemese de birileri tarafından yapıştırılmış etiketler. 

Daha açık tenli olanın koyuya "Arap", konuşması İstanbul Türkçesi'ne yakın olanın öbürüne "Peşmerge", uzun olanın kısaya "Cüce", zayıf olanın şişmana "Dobi" dediği bir iletişim şekli var ergenler arasında. Muhtemelen evde, sokakta, yakın çevresinde böyle bir yaftalama nöbetine tutulmuş bir sürü tanıdığı var ve doğal olanın bu olduğunu sanarak yaşayıp gidiyor. Kişi lakabını kendi edinmişse sorun yok ama sürekli bir şikayet durumu söz konusu olunca izter istemez uyarılar zinciri de başlıyor. Kişilere istemediği lakaplarla seslenmenin kırıcı, dışlayıcı, rahatsız edici olabildiğini öğrenmek bazılarını şaşırtabiliyor. Bazıları, konu hakkında ilk kez düşündüğünden kafasında bir ampul yanmış ifadesi beliriveriyor yüzünde. 

Takılan lakaplardan en son nasibini alan; hali, tavrı, ses tonu nedeniyle homoseksüel olduğunu düşündükleri staj öğrencim oldu. Anlamsız espriler yapıp ona duyurmaya çalışıp, üstüne "Ortamı yumuşatmak istedim." diyen de oldu, duyulmayacağını düşünüp aralarında "yumuşak" vurgusu yapan da! Hepimizin birbirimizden farklı olabileceğini, insanları etiketlemenin yanlış olduğunu anlatmaya çalışma çabam, öğrenciler üzerinde biraz olsun işe yaradı, kişiliğini değerlendirir oldular ama öğretmenlerin bir kısmıyla ne yapacağımı bilemiyorum hala. Bizden olmayanı, bize benzemeyeni ötekileştirmek, adını söylemeyip etiketlemek daha kolay nasılsa!

MAHLAS- LAKAP-ETİKET, BİZ-SİZ-ONLAR

Uzun zamandır, öğrencilere sürekli uyarıda bulunduğum ve üzerinde uzun uzun konuştuğumuz bir konu birilerine lakap takmak. Bu lakaplar öyle, halk şairlerinin bile isteye edindikleri mahlaslardan değil. Kişi istemese de birileri tarafından yapıştırılmış etiketler. 

Daha açık tenli olanın koyuya "Arap", konuşması İstanbul Türkçesi'ne yakın olanın öbürüne "Peşmerge", uzun olanın kısaya "Cüce", zayıf olanın şişmana "Dobi" dediği bir iletişim şekli var ergenler arasında. Muhtemelen evde, sokakta, yakın çevresinde böyle bir yaftalama nöbetine tutulmuş bir sürü tanıdığı var ve doğal olanın bu olduğunu sanarak yaşayıp gidiyor. Kişi lakabını kendi edinmişse sorun yok ama sürekli bir şikayet durumu söz konusu olunca izter istemez uyarılar zinciri de başlıyor. Kişilere istemediği lakaplarla seslenmenin kırıcı, dışlayıcı, rahatsız edici olabildiğini öğrenmek bazılarını şaşırtabiliyor. Bazıları, konu hakkında ilk kez düşündüğünden kafasında bir ampul yanmış ifadesi beliriveriyor yüzünde. 

Takılan lakaplardan en son nasibini alan; hali, tavrı, ses tonu nedeniyle homoseksüel olduğunu düşündükleri staj öğrencim oldu. Anlamsız espriler yapıp ona duyurmaya çalışıp, üstüne "Ortamı yumuşatmak istedim." diyen de oldu, duyulmayacağını düşünüp aralarında "yumuşak" vurgusu yapan da! Hepimizin birbirimizden farklı olabileceğini, insanları etiketlemenin yanlış olduğunu anlatmaya çalışma çabam, öğrenciler üzerinde biraz olsun işe yaradı, kişiliğini değerlendirir oldular ama öğretmenlerin bir kısmıyla ne yapacağımı bilemiyorum hala. Bizden olmayanı, bize benzemeyeni ötekileştirmek, adını söylemeyip etiketlemek daha kolay nasılsa!

19 Mayıs 2014 Pazartesi

ATATÜRK VE 19




İlkokuldayken okulda satışı yapılan bir kitap satın almıştım. Atatürk ve çocuklarla ilgili anekdotlara yer veren kitabın adı Çocuk Gözüyle Atatürk  ve yazarı Hacı Angı'ydı.  Kitapta, Atatürk'ün insani yönüne vurgu yapılıp çocuklarla ilişkisinin güzelliğine değiniliyordu. 

Kitapta, çok kısa da bir bölüm vardı. Atatürk'ün hayatında 19 sayısına denk gelen olayların listesi verilmişti bu kısımda. Sonradan Cenk Koray da dahil olmak üzere bir sürü isim, Kuran'la bu sayının bağlantısına değinen kitaplar yazdı ama benim ilgimi o gün o bölümü okuduğum kadar çekmedi hiçbiri. 

Sayılarla oynamayı çok sevdiğimden belki de, oyun gibi gelmişti bu bölümü okumak. Hatırladıklarım, 19 Mayıs 1919 (doğum günü olarak Atatürk, 19 Mayıs'ı kabul etmiş ayrıca), 1881, 1938, 1001 pare top atışı, ölüm yaşı 57 gibi, okullara başlama, askere payelere kavuşma gibi  önemli tarih ve sayıların 19 sayısının katları olmasına dair detaylar. Belki tesadüf, belki kader-kısmet, adı neyse daha benim hatırlayamadığım 19 detaylarıyla dolu.

Bugün, bunlar geldi aklıma. Bir de, Beden Eğitimi dersinden tam not almak için zoraki katıldığımız gösteri. Bayramları içimizden geldiği gibi, ayakta dikilerek değil eğlenerek, hakkını vererek kutlayacağımız günlere imrenerek..



ATATÜRK VE 19




İlkokuldayken okulda satışı yapılan bir kitap satın almıştım. Atatürk ve çocuklarla ilgili anekdotlara yer veren kitabın adı Çocuk Gözüyle Atatürk  ve yazarı Hacı Angı'ydı.  Kitapta, Atatürk'ün insani yönüne vurgu yapılıp çocuklarla ilişkisinin güzelliğine değiniliyordu. 

Kitapta, çok kısa da bir bölüm vardı. Atatürk'ün hayatında 19 sayısına denk gelen olayların listesi verilmişti bu kısımda. Sonradan Cenk Koray da dahil olmak üzere bir sürü isim, Kuran'la bu sayının bağlantısına değinen kitaplar yazdı ama benim ilgimi o gün o bölümü okuduğum kadar çekmedi hiçbiri. 

Sayılarla oynamayı çok sevdiğimden belki de, oyun gibi gelmişti bu bölümü okumak. Hatırladıklarım, 19 Mayıs 1919 (doğum günü olarak Atatürk, 19 Mayıs'ı kabul etmiş ayrıca), 1881, 1938, 1001 pare top atışı, ölüm yaşı 57 gibi, okullara başlama, askere payelere kavuşma gibi  önemli tarih ve sayıların 19 sayısının katları olmasına dair detaylar. Belki tesadüf, belki kader-kısmet, adı neyse daha benim hatırlayamadığım 19 detaylarıyla dolu.

Bugün, bunlar geldi aklıma. Bir de, Beden Eğitimi dersinden tam not almak için zoraki katıldığımız gösteri. Bayramları içimizden geldiği gibi, ayakta dikilerek değil eğlenerek, hakkını vererek kutlayacağımız günlere imrenerek..



17 Mayıs 2014 Cumartesi

ÇİZME, İTALYA DEĞİL ARTIK!

Bir soru cümlesi tüm algıları değiştiriveriyormuş. Artık çizme denince aklımıza İtalya'ya gitme hayalleri, İtalya'ya gitmişlerin anıları, Pisa, tutulan dilekler, atılan paralar, gladyatörler, Sophia Loren, Öcalan'ın yakalanması gibi İtalya çağrışımları gelmeyecek kuvvetle muhtemel. 

Çizme denince aklımıza, sedye, kir, beyaz, vicdan gibi yukarıdakilerden çok farklı şeyler gelecek. İtalya haritasının kafamızdaki imajı yerini çoktan Murat Yalçın'ın görüntülerine bıraktı bile. 


ÇİZME, İTALYA DEĞİL ARTIK!

Bir soru cümlesi tüm algıları değiştiriveriyormuş. Artık çizme denince aklımıza İtalya'ya gitme hayalleri, İtalya'ya gitmişlerin anıları, Pisa, tutulan dilekler, atılan paralar, gladyatörler, Sophia Loren, Öcalan'ın yakalanması gibi İtalya çağrışımları gelmeyecek kuvvetle muhtemel. 

Çizme denince aklımıza, sedye, kir, beyaz, vicdan gibi yukarıdakilerden çok farklı şeyler gelecek. İtalya haritasının kafamızdaki imajı yerini çoktan Murat Yalçın'ın görüntülerine bıraktı bile.