4 Mayıs 2014 Pazar

O. VELİ 100 YAŞINDA (O ÇUKUR OLMASAYDI, BELKİ !)

Dün bahsettiğim "Orhan Veli 100 Yaşında" adlı sergiye geçen cumartesi gittim. Kuzenimde kalırken evinde Internet bağlantısı ile ilgili sorun olduğundan ve benim telefonum da inadımdan hala akılsız olduğundan geçen hafta blogu öksüz bıraktım. 

Taksim'de arkadaşımı beklerken denk geldik sergiye. Yapı Kredi, hem sergiyi düzenlemiş hem de O.Veli kitaplarına %25 indirim başlatmış.Kitabevi kısmının hemen önünde inanılmaz bir kalabalık vardı, ben ukala ukala "Bu kalabalık sergi için olamaz!" dedim ve haklı çıktım:( Afro-Amerikalıların müzik eşliğinde dans gösterilerineymiş yoğun ilgi. Müzik de, dans da güzeldir  itirazım yok ama sergiler de dolsun taşsın (Pek bir sitemkar gördüm kendimi:) Kalabalığı yarıp kitapçıya uğradık önce, kitaplarımızı aldık (Hoşgör Köftecisi ve Yalnız Seni Arıyorum). Sonra sergi salonuna doğru İstiklal'i arşınladık. 

Dans gösterisine olan yoğun ilgi yoktu ama sergi salonu boş da değildi. Üniversiteli gençler ve orta yaş üzeri daha ilgi göstermiş durumdaydı, bir de biz, 30'larını süren aradakiler.

Sergide, O.Veli'nin ablası aracılığıyla ulaşılan fotoğraflar, el yazısıyla yazılan şiirler, çeviri taslakları, ölümü sırasında yanında olan eşyaları, kitapları ve dünkü yazıda gördüğünüz O.Veli'nin koltukta oturan heykeli vardı. Çok küçükken çekilmiş bir fotoğrafını gördüğümde, ölümün çocuklara hiç yakışmadığını düşündüm bir kez daha. O.Veli, hep çok başına buyruk ve sıradanlığı bile olağan dışı hale getiren bir isimdir benim için.

 Henüz 36 yaşındayken belediyenin açtığı bir çukura düşüp sonradan bunun etkisiyle beyin kanaması geçirip ölmesi de hep ona ve bizim ülkeye has bir ölüm olarak gelmiştir bana. Bu ülke için sıradan sayılabilecek, kolayca kaza diye adlandırılabilen bir ölüm; başka yerde olsa infial yaratırdı, olağan dışı sayılırdı. Gabriel Garcia Marquez'in öldüğü yaşı düşününce aklımdan bunlar geçti. O.Veli 100 yaşına kadar yaşasaydı daha neler yazardı diye merak etmeden ve ihmallerimize sinirlenmeden duramadım. 

O. VELİ 100 YAŞINDA (O ÇUKUR OLMASAYDI, BELKİ !)

Dün bahsettiğim "Orhan Veli 100 Yaşında" adlı sergiye geçen cumartesi gittim. Kuzenimde kalırken evinde Internet bağlantısı ile ilgili sorun olduğundan ve benim telefonum da inadımdan hala akılsız olduğundan geçen hafta blogu öksüz bıraktım. 

Taksim'de arkadaşımı beklerken denk geldik sergiye. Yapı Kredi, hem sergiyi düzenlemiş hem de O.Veli kitaplarına %25 indirim başlatmış.Kitabevi kısmının hemen önünde inanılmaz bir kalabalık vardı, ben ukala ukala "Bu kalabalık sergi için olamaz!" dedim ve haklı çıktım:( Afro-Amerikalıların müzik eşliğinde dans gösterilerineymiş yoğun ilgi. Müzik de, dans da güzeldir  itirazım yok ama sergiler de dolsun taşsın (Pek bir sitemkar gördüm kendimi:) Kalabalığı yarıp kitapçıya uğradık önce, kitaplarımızı aldık (Hoşgör Köftecisi ve Yalnız Seni Arıyorum). Sonra sergi salonuna doğru İstiklal'i arşınladık. 

Dans gösterisine olan yoğun ilgi yoktu ama sergi salonu boş da değildi. Üniversiteli gençler ve orta yaş üzeri daha ilgi göstermiş durumdaydı, bir de biz, 30'larını süren aradakiler.

Sergide, O.Veli'nin ablası aracılığıyla ulaşılan fotoğraflar, el yazısıyla yazılan şiirler, çeviri taslakları, ölümü sırasında yanında olan eşyaları, kitapları ve dünkü yazıda gördüğünüz O.Veli'nin koltukta oturan heykeli vardı. Çok küçükken çekilmiş bir fotoğrafını gördüğümde, ölümün çocuklara hiç yakışmadığını düşündüm bir kez daha. O.Veli, hep çok başına buyruk ve sıradanlığı bile olağan dışı hale getiren bir isimdir benim için.

 Henüz 36 yaşındayken belediyenin açtığı bir çukura düşüp sonradan bunun etkisiyle beyin kanaması geçirip ölmesi de hep ona ve bizim ülkeye has bir ölüm olarak gelmiştir bana. Bu ülke için sıradan sayılabilecek, kolayca kaza diye adlandırılabilen bir ölüm; başka yerde olsa infial yaratırdı, olağan dışı sayılırdı. Gabriel Garcia Marquez'in öldüğü yaşı düşününce aklımdan bunlar geçti. O.Veli 100 yaşına kadar yaşasaydı daha neler yazardı diye merak etmeden ve ihmallerimize sinirlenmeden duramadım. 

3 Mayıs 2014 Cumartesi

LEYLEK HAVADA...GÖÇMEN KUŞ YOLLARDA...

Geçen perşembeden beri toplamda 3 bölge arasında yolculuk halinde olduğumdan, blog yazmak bir yana mesaj kutuma gelen 2 yorumu bile sonradan görüp cevaplayabildim (Teknik aksaklığı da bertaraf edip yorum almak çok iyi geldi:)
Bu mevsimde, göçmen kuşlar misali hafta sonlarına da olsa sıkıştırdığım mini tatiller yapma ihtiyacım hasıl olur.Kuzenime göre, bu mevsim benim "Paskalya Bayramı'm":) Bu sefer kaç haftadır, "Bu hafta uygun değil, sonra gideyim." dediğim İstanbul'a, 10 yılımı geçirdiğim vazgeçilmezime gittim. Çok da planlı olmadı bu seyahat. Akşam kuzenimle yazışırken "Yüz yüze konuşalım." dedik. O gelemiyordu,"Gel" dedi. Üstüne bir arkadaşım, ne zaman oraya gideceğimi sordu, zaten erteleyip duruyordum, geceden sırt çantamı hazırladım ama yorgun olursam gitmemeye karar veririm diye bilet falan ayırtmadım. Sabah kalktım, boynum tutuktu, okula gittim, bir enerji, bir enerji, okul sonrası atladım gittim terminale. Cuma günüm boş benim, perşembe akşam kurs vardı, ilk defa ektim vicdan azabı duyarak ama "Bu aralar hocalar bile ekiyor kursu!" diye de kendimi rahatlatarak. Züğürt tesellisi, kendini kandırma, adı neyse işte ondan:) Eğitim-öğretim işlerine bir mola verdim yani.


Pazar günü dönsem de, araya bol sohbetli,hasret gidermeli (10 ay olmuş!) gezmeli hatta bir de kültürel etkinlikli - Orhan Veli 100 yaşında sergisi, Onu da sonra anlatırım:)- bir tatil sıkıştırdım. Çok iyi geldi.Yetmedi, salı günü uzun zamandır beklediğim alerji testini olmaya doktora gittim, doktor astıma yatkınlık buldu, "Astımsınız diyemem ama değilsiniz de diyemem." mealli bir açıklama yaptı. Rapor aldım 2 gün, perşembe 1 Mayıs tatilini de fırsat bilip Zonguldak'a geldim nekahat evresinde. 1 saniye farkla hızlı treni kaçırdığım bir yolculukla ulaştım yuvaya. Murhpy eksik olmasın!


LEYLEK HAVADA...GÖÇMEN KUŞ YOLLARDA...

Geçen perşembeden beri toplamda 3 bölge arasında yolculuk halinde olduğumdan, blog yazmak bir yana mesaj kutuma gelen 2 yorumu bile sonradan görüp cevaplayabildim (Teknik aksaklığı da bertaraf edip yorum almak çok iyi geldi:)
Bu mevsimde, göçmen kuşlar misali hafta sonlarına da olsa sıkıştırdığım mini tatiller yapma ihtiyacım hasıl olur.Kuzenime göre, bu mevsim benim "Paskalya Bayramı'm":) Bu sefer kaç haftadır, "Bu hafta uygun değil, sonra gideyim." dediğim İstanbul'a, 10 yılımı geçirdiğim vazgeçilmezime gittim. Çok da planlı olmadı bu seyahat. Akşam kuzenimle yazışırken "Yüz yüze konuşalım." dedik. O gelemiyordu,"Gel" dedi. Üstüne bir arkadaşım, ne zaman oraya gideceğimi sordu, zaten erteleyip duruyordum, geceden sırt çantamı hazırladım ama yorgun olursam gitmemeye karar veririm diye bilet falan ayırtmadım. Sabah kalktım, boynum tutuktu, okula gittim, bir enerji, bir enerji, okul sonrası atladım gittim terminale. Cuma günüm boş benim, perşembe akşam kurs vardı, ilk defa ektim vicdan azabı duyarak ama "Bu aralar hocalar bile ekiyor kursu!" diye de kendimi rahatlatarak. Züğürt tesellisi, kendini kandırma, adı neyse işte ondan:) Eğitim-öğretim işlerine bir mola verdim yani.


Pazar günü dönsem de, araya bol sohbetli,hasret gidermeli (10 ay olmuş!) gezmeli hatta bir de kültürel etkinlikli - Orhan Veli 100 yaşında sergisi, Onu da sonra anlatırım:)- bir tatil sıkıştırdım. Çok iyi geldi.Yetmedi, salı günü uzun zamandır beklediğim alerji testini olmaya doktora gittim, doktor astıma yatkınlık buldu, "Astımsınız diyemem ama değilsiniz de diyemem." mealli bir açıklama yaptı. Rapor aldım 2 gün, perşembe 1 Mayıs tatilini de fırsat bilip Zonguldak'a geldim nekahat evresinde. 1 saniye farkla hızlı treni kaçırdığım bir yolculukla ulaştım yuvaya. Murhpy eksik olmasın!


23 Nisan 2014 Çarşamba

İÇİMİZDEKİ ÇOCUK MİMİ


Dünyada ilk ve tek Çocuk Bayramı'na sahip ülkenin çocukları olarak içimizdeki çocuğu tüm olumsuzluklara rağmen kaybetmemeyi diliyorum bugün. O yüzden, sevdiklerime de bu yönde dileklerde bulunup o çocuğun hep oyun oynamayı sevmesini de ekledim dileklerime. 

Stadyumda, okulda falan gösteri izlemeyip yan gelip yatma bayramı yaparken (Sözde tez yazacaktım!), bir yandan da ekrana takıldı gözüm. Televizyonda, yüzünde bir ton makyajla büyüklerinin takılarını takıp takıştırıp yaşından büyük görünen çocuk sunucular da gördüm (Sunucu teyzesi, mikrofonunu paylaşmıştı başbakanın koltuğu misali!), büyük adamlara özenip ağır ağır laflar etmeye çalışan minikleri de. Erkenden büyümeye pek hevesli, kocaman laflar etmeseler adam yerine konmayacaklarından endişeli! Büyüdüklerinde, içlerindeki çocuğu bari yok etmeseler diye iç geçirdim. Sonra da, hem sadece teşekkür etmekle yetindiğim Ceren'in Günlüğü'nün mimine bir cevap vermek, hem de yazılarından onun gibi içlerindeki çocuğu koruduklarına inandığım yazarlarla da bu günü kutlamak istedim. İyi haberler bulmayı bekleyemeyecek kadar sabırlı olamayan bu çocuk, kendini bildi bileli bugünü de zoraki, ayakta dikildiğimiz törenler hariç  iyi haber sayar zaten. 

Öğrenen Anne (x2 oldu).





İÇİMİZDEKİ ÇOCUK MİMİ


Dünyada ilk ve tek Çocuk Bayramı'na sahip ülkenin çocukları olarak içimizdeki çocuğu tüm olumsuzluklara rağmen kaybetmemeyi diliyorum bugün. O yüzden, sevdiklerime de bu yönde dileklerde bulunup o çocuğun hep oyun oynamayı sevmesini de ekledim dileklerime. 

Stadyumda, okulda falan gösteri izlemeyip yan gelip yatma bayramı yaparken (Sözde tez yazacaktım!), bir yandan da ekrana takıldı gözüm. Televizyonda, yüzünde bir ton makyajla büyüklerinin takılarını takıp takıştırıp yaşından büyük görünen çocuk sunucular da gördüm (Sunucu teyzesi, mikrofonunu paylaşmıştı başbakanın koltuğu misali!), büyük adamlara özenip ağır ağır laflar etmeye çalışan minikleri de. Erkenden büyümeye pek hevesli, kocaman laflar etmeseler adam yerine konmayacaklarından endişeli! Büyüdüklerinde, içlerindeki çocuğu bari yok etmeseler diye iç geçirdim. Sonra da, hem sadece teşekkür etmekle yetindiğim Ceren'in Günlüğü'nün mimine bir cevap vermek, hem de yazılarından onun gibi içlerindeki çocuğu koruduklarına inandığım yazarlarla da bu günü kutlamak istedim. İyi haberler bulmayı bekleyemeyecek kadar sabırlı olamayan bu çocuk, kendini bildi bileli bugünü de zoraki, ayakta dikildiğimiz törenler hariç  iyi haber sayar zaten. 

Öğrenen Anne (x2 oldu).






22 Nisan 2014 Salı

EN SEVDİĞİM TOPLUMSAL ROL: TEYZELİK

Yeğenim (minnoşumuz), 2 gün sonra tam 1.5 yaşında olacak. Bir yandan Çocuk Bayramı, bir yandan da buçuklu doğum günü için geçen Cuma ona bir kart attım. Geçen yıl da 6 aylıkken kart atmıştım yıllar sonraya anı kalsın diye.İlk çocuk olduğumdan mıdır nedir, ilk kitabını ben alayım, onun ağzından ailenin kadınlarına ilk ben Anneler Günü kartı yazayım gibi telaşlarım var. Hep bir özel an, anı biriktirme telaşı!

Yakaladığım her fırsatta yuvama dönmeye, netten görüşmeye çalışsam da yeğenimden uzakta olmak, onun gelişim evrelerine seyrek aralıklarla tanıklık etmek inanılmaz bir vicdan azabı yaşamama neden oluyor. Doktora uğruna, tez danışmanımla daha rahat görüşeyim diye biraz daha uzakta kalmak zor geliyor. Yıllar sonra, "kesin dönüş"ten bahsetmeye başlamış durumdayım bu yüzden. Oysa ben, her fırsatta koşarak gitmeye alıştığım şehre yerleşmeyip misafir olmaya alışkınım yıllardır.Bir yandan, zaten sevdiklerinin başına bir şeyler gelmesinden deli gibi korkan ben, yeni endişeler ve korkular geliştirme rekorları kırıyorum.Bir yandan da hayalden hayale koşuyorum. Birlikte çıkacağımız tatilleri, üniversitede yanımda okumasını (demek ki yine farklı bir şehirde olacağım:)falan hayal ederken yakalıyorum kendimi. 2 teyzeye sahip olduğu için, hayallerime ortak koşan da var. Kardeşimle onun dahil olduğu tatil planlarını kendi adımıza ayrı ayrı yaptığımızı fark ediyoruz.Hayali bile güzel geliyor. 

Teyze olmak ne acayip bir şeymiş!



EN SEVDİĞİM TOPLUMSAL ROL: TEYZELİK

Yeğenim (minnoşumuz), 2 gün sonra tam 1.5 yaşında olacak. Bir yandan Çocuk Bayramı, bir yandan da buçuklu doğum günü için geçen Cuma ona bir kart attım. Geçen yıl da 6 aylıkken kart atmıştım yıllar sonraya anı kalsın diye.İlk çocuk olduğumdan mıdır nedir, ilk kitabını ben alayım, onun ağzından ailenin kadınlarına ilk ben Anneler Günü kartı yazayım gibi telaşlarım var. Hep bir özel an, anı biriktirme telaşı!

Yakaladığım her fırsatta yuvama dönmeye, netten görüşmeye çalışsam da yeğenimden uzakta olmak, onun gelişim evrelerine seyrek aralıklarla tanıklık etmek inanılmaz bir vicdan azabı yaşamama neden oluyor. Doktora uğruna, tez danışmanımla daha rahat görüşeyim diye biraz daha uzakta kalmak zor geliyor. Yıllar sonra, "kesin dönüş"ten bahsetmeye başlamış durumdayım bu yüzden. Oysa ben, her fırsatta koşarak gitmeye alıştığım şehre yerleşmeyip misafir olmaya alışkınım yıllardır.Bir yandan, zaten sevdiklerinin başına bir şeyler gelmesinden deli gibi korkan ben, yeni endişeler ve korkular geliştirme rekorları kırıyorum.Bir yandan da hayalden hayale koşuyorum. Birlikte çıkacağımız tatilleri, üniversitede yanımda okumasını (demek ki yine farklı bir şehirde olacağım:)falan hayal ederken yakalıyorum kendimi. 2 teyzeye sahip olduğu için, hayallerime ortak koşan da var. Kardeşimle onun dahil olduğu tatil planlarını kendi adımıza ayrı ayrı yaptığımızı fark ediyoruz.Hayali bile güzel geliyor. 

Teyze olmak ne acayip bir şeymiş!



21 Nisan 2014 Pazartesi

STAJ

Son bir kaç yıldır olduğu gibi bu yıl da okula staj için öğretmenler geliyor. Son sınıfta okuyanlar, mesleği doğal ortamında uygulamalı öğrenme deneyimi yaşıyorlar sözde. Sözde diyorum (yazıyorum:) çünkü sınıfta gözlemci olarak bizim bulunmamız olayın doğallığına, eşyanın tabiatına aykırı. Sınıfa kendi yöntemleriyle hitap edeceklerse bile müfettiş gibi sınıfta oturup gözlem yapmamız, onlara not vermemiz gibi gerçekler ortadayken kendilerine özgü tarzlarını ortaya koymaları çok da mümkün gelmiyor bana.

Tüm bu nedenlerden, yaptığımız gözlemin neyi ne kadar öğretebildiklerini gözlemlemekten ibaret olduğunu düşünüyorum. Ancak herhangi bir sınıfla başbaşa kaldıklarında, kendi tarzlarını, değer yargılarını, kurallarını ortaya koyabildikleri bir tarz ortaya koyma şansları olabilecek. Bu yüzden, dönem boyunca en az bir kez de olsa, bu deneyimi yaşamalarına imkan sağlamaya çalışıyorum. Bir yandan, bunu onlara da açıklama ihtiyacı duyuyorum çünkü yazılıları onlara okutan, notları kendileri girmeyip stajyer öğrenciye şifre verip staj notunu girdiren, tüm dönem boyunca derslerden kaytarıp onları derse sokan o kadar branşdaşım oldu ki, ben de yanlış anlaşılma kaygısı yaşıyorum. Kaytarmadığım halde, yanlış anlaşılmaktan çekiniyorum. Mesleğe atıldıklarında, etik değerlerin de olduğunu bilsinler istiyorum. Biz onları gözlemlerken, onların da bizi gözlemlediklerinden eminim çünkü. 

STAJ

Son bir kaç yıldır olduğu gibi bu yıl da okula staj için öğretmenler geliyor. Son sınıfta okuyanlar, mesleği doğal ortamında uygulamalı öğrenme deneyimi yaşıyorlar sözde. Sözde diyorum (yazıyorum:) çünkü sınıfta gözlemci olarak bizim bulunmamız olayın doğallığına, eşyanın tabiatına aykırı. Sınıfa kendi yöntemleriyle hitap edeceklerse bile müfettiş gibi sınıfta oturup gözlem yapmamız, onlara not vermemiz gibi gerçekler ortadayken kendilerine özgü tarzlarını ortaya koymaları çok da mümkün gelmiyor bana.

Tüm bu nedenlerden, yaptığımız gözlemin neyi ne kadar öğretebildiklerini gözlemlemekten ibaret olduğunu düşünüyorum. Ancak herhangi bir sınıfla başbaşa kaldıklarında, kendi tarzlarını, değer yargılarını, kurallarını ortaya koyabildikleri bir tarz ortaya koyma şansları olabilecek. Bu yüzden, dönem boyunca en az bir kez de olsa, bu deneyimi yaşamalarına imkan sağlamaya çalışıyorum. Bir yandan, bunu onlara da açıklama ihtiyacı duyuyorum çünkü yazılıları onlara okutan, notları kendileri girmeyip stajyer öğrenciye şifre verip staj notunu girdiren, tüm dönem boyunca derslerden kaytarıp onları derse sokan o kadar branşdaşım oldu ki, ben de yanlış anlaşılma kaygısı yaşıyorum. Kaytarmadığım halde, yanlış anlaşılmaktan çekiniyorum. Mesleğe atıldıklarında, etik değerlerin de olduğunu bilsinler istiyorum. Biz onları gözlemlerken, onların da bizi gözlemlediklerinden eminim çünkü.