31 Aralık 2013 Salı

YAŞLI YILIN GENCİNE DEVİR TESLİMİ



Yaşlı ve eski yılın giderken ağladığı ile ilgili bir hikaye ya da masal vardı.Genç ve dinamik olansa üzerine yüklenen yükten dolayı  pek mutlu başlamıyordu yolculuğuna. 2013 giderken, 2014'ün ruh hali nedir bilinmez. Ayrıca, insanoğlunun 365 gün olmasında karar kıldığı bir yıllık zaman dilimi, farklı uzunlukta olsaydı (bunun yarısı ya da 2 katı) yeni yılla ilgili beklentilerin değişip değişmeyeceği de! Bir yılın iyi ya da kötü, hatta mükemmel ya da berbat geçmesi; her birey için kendine özgü. Sevdiklerimizi, sağlığımızı, mutluluğumuzu, huzurumuzu
kaybetmediğimiz ve bunlara bağlı pek çok olumlu durumu koruduğumuz yıllar belki hep özlemle anacağımız yıllar. Kayıplarla, özlemlerle dolu olanlarsa insanların bir an önce bitmesini umdukları. Değişen takvim yapraklarıyla bir şeylerin iyiye gideceği umudu...

Kayıpsız ve ayıpsız yeni bir yıl dileğiyle...

YAŞLI YILIN GENCİNE DEVİR TESLİMİ



Yaşlı ve eski yılın giderken ağladığı ile ilgili bir hikaye ya da masal vardı.Genç ve dinamik olansa üzerine yüklenen yükten dolayı  pek mutlu başlamıyordu yolculuğuna. 2013 giderken, 2014'ün ruh hali nedir bilinmez. Ayrıca, insanoğlunun 365 gün olmasında karar kıldığı bir yıllık zaman dilimi, farklı uzunlukta olsaydı (bunun yarısı ya da 2 katı) yeni yılla ilgili beklentilerin değişip değişmeyeceği de! Bir yılın iyi ya da kötü, hatta mükemmel ya da berbat geçmesi; her birey için kendine özgü. Sevdiklerimizi, sağlığımızı, mutluluğumuzu, huzurumuzu
kaybetmediğimiz ve bunlara bağlı pek çok olumlu durumu koruduğumuz yıllar belki hep özlemle anacağımız yıllar. Kayıplarla, özlemlerle dolu olanlarsa insanların bir an önce bitmesini umdukları. Değişen takvim yapraklarıyla bir şeylerin iyiye gideceği umudu...

Kayıpsız ve ayıpsız yeni bir yıl dileğiyle...

30 Aralık 2013 Pazartesi

BİR ŞEHİRDEN KURTULMAK


On yıl önce bugün, görev icabı atandığım ve yüksek lisans kazanmam sayesinde 15 aylığına ikametgahım olan soğuk, kurak ve insanlarını da kendisi kadar uzak bulduğum şehirden kurtuldum. Kelimenin tam anlamıyla "kurtulmak" çünkü ailenize, tüm sevdiklerinize ve o güne kadar değer verdiğiniz her şeye uzak kalmanıza neden olan bir yerden ayrılmak acayip bir ferahlama ve özgürlük hissi veriyor insana. Başka bir şehirde yaşam kurma tecrübesine uzak olmasam da, seçim bana ait olmayınca zor gelmişti alışmak, sevmek hatta kanıksamak. 

Zorunlu hizmet denen ve maalesef bu ülkede bir kuşağın başına gelip, öbür kuşağın affa uğradığı yanar döner zeminde bana da denk gelen terane yüzünden oradaydım, yıllar boyunca da kalmam söz konusu olabilirdi ama neyse ki "okumak" burada da kurtarıcı oldu.

Orada kaldığım dönemde, oradan kopup gitme arzumu paylaşan, aynı zorunluluktan orada bulunan iki yakın arkadaşımla hala devam ediyor ilişkimiz. Erkeklerin asker arkadaşlığı olarak yaşadığı tecrübeyi, biz de orada yaşadık çünkü. Kalmak istemediğiniz ama kalmak durumunda olduğunuz, tüm yakınlarınıza 24 saat mesafede olduğunuz, "........ değil de "Mars'a atansaydım, daha kolay adapte olurdum" dediğiniz bir yerde gerçek arkadaş bulmak çok değerli çünkü. 

Aradan bunca zaman geçmesine rağmen, hala 30 Aralık benim için aynı TİK'lerin son iki yılda yarattığı gibi erken gelen yeni yıl, bir bayram sayılır (Yeni yıl, çok da önem verdiğim bir kavram olduğundan değil, bir şeyler için milat olduğu için kullandığım bir tanım. Benim için önemli olan 1 Ocak = Babamın doğum günü). İlk yıllar, o şehrin adını hava durumlarında bile görmeye katlanamayan ben şimdi o kadar yoğun bir nefret hissetmiyorum ama hala kültür turu rotamda yer almaz!

İstediğimiz yer ve zamanda, istediğimiz insanlarla olabilmek ne kadar değerli! 


BİR ŞEHİRDEN KURTULMAK


On yıl önce bugün, görev icabı atandığım ve yüksek lisans kazanmam sayesinde 15 aylığına ikametgahım olan soğuk, kurak ve insanlarını da kendisi kadar uzak bulduğum şehirden kurtuldum. Kelimenin tam anlamıyla "kurtulmak" çünkü ailenize, tüm sevdiklerinize ve o güne kadar değer verdiğiniz her şeye uzak kalmanıza neden olan bir yerden ayrılmak acayip bir ferahlama ve özgürlük hissi veriyor insana. Başka bir şehirde yaşam kurma tecrübesine uzak olmasam da, seçim bana ait olmayınca zor gelmişti alışmak, sevmek hatta kanıksamak. 

Zorunlu hizmet denen ve maalesef bu ülkede bir kuşağın başına gelip, öbür kuşağın affa uğradığı yanar döner zeminde bana da denk gelen terane yüzünden oradaydım, yıllar boyunca da kalmam söz konusu olabilirdi ama neyse ki "okumak" burada da kurtarıcı oldu.

Orada kaldığım dönemde, oradan kopup gitme arzumu paylaşan, aynı zorunluluktan orada bulunan iki yakın arkadaşımla hala devam ediyor ilişkimiz. Erkeklerin asker arkadaşlığı olarak yaşadığı tecrübeyi, biz de orada yaşadık çünkü. Kalmak istemediğiniz ama kalmak durumunda olduğunuz, tüm yakınlarınıza 24 saat mesafede olduğunuz, "........ değil de "Mars'a atansaydım, daha kolay adapte olurdum" dediğiniz bir yerde gerçek arkadaş bulmak çok değerli çünkü. 

Aradan bunca zaman geçmesine rağmen, hala 30 Aralık benim için aynı TİK'lerin son iki yılda yarattığı gibi erken gelen yeni yıl, bir bayram sayılır (Yeni yıl, çok da önem verdiğim bir kavram olduğundan değil, bir şeyler için milat olduğu için kullandığım bir tanım. Benim için önemli olan 1 Ocak = Babamın doğum günü). İlk yıllar, o şehrin adını hava durumlarında bile görmeye katlanamayan ben şimdi o kadar yoğun bir nefret hissetmiyorum ama hala kültür turu rotamda yer almaz!

İstediğimiz yer ve zamanda, istediğimiz insanlarla olabilmek ne kadar değerli! 


28 Aralık 2013 Cumartesi

BLOGGER'IN ACEMİSİ

Yayınlarımı düzenleyeyim derken, 24 Aralık 2013 tarihli "Kelime Oyunu, Oyunlara mı Geldi?" isimli yazımı yok ediverdim:( Geri getirme konusunda da acemi olunca, gül gibi yazım sizlere ömür! Dün bahsettiğim Murphy mi iş başında, bende sürmenaj olma durumu mu söz konusu biinmez. Sonuç olarak, yazı gitti,bir yerlerden geri getirebilirsem ne ala! Aynı içerikte başka bir yazı yazmak da içimden gelmedi, ilkiyle aynı duyguda olmaz fikrindeyim. Haber vereyim istedim.

BLOGGER'IN ACEMİSİ

Yayınlarımı düzenleyeyim derken, 24 Aralık 2013 tarihli "Kelime Oyunu, Oyunlara mı Geldi?" isimli yazımı yok ediverdim:( Geri getirme konusunda da acemi olunca, gül gibi yazım sizlere ömür! Dün bahsettiğim Murphy mi iş başında, bende sürmenaj olma durumu mu söz konusu biinmez. Sonuç olarak, yazı gitti,bir yerlerden geri getirebilirsem ne ala! Aynı içerikte başka bir yazı yazmak da içimden gelmedi, ilkiyle aynı duyguda olmaz fikrindeyim. Haber vereyim istedim.

27 Aralık 2013 Cuma

TİK, MURPHY VE ERKEN GELEN YENİ YILIM


Bugün, nihayet Tez İzleme Komitesi geldi çattı. Üç akademisyenin karşısında, şimdiye kadar yaptıklarınızı sunup, yaptıklarım yapacaklarımın garantisidir havası yaratma olayı TİK:) Ben "Tik tak, tik tak, TİK yaklaştı" ruh haline bürüneli epey bir zaman olmuştu, kaygı ve yorgunluktan tez ile bir şey yazıp (ölçek maddeleri dışında) okuyamama durumu da!

Sabahın köründe başlayan iş yaşamından sonra tez hocası ile görüşmeye gitme, düzeltmeler ve düzenlemeler yapma, arada bir şeyler atıştırıp yaşamak için yemek yemeyi unutmama ve akşam sekize kadar süren seminere katılma dünün özeti değil hala! Üstüne geliştirdiğim ölçek ile ilgili günler öncesinden dönüt verseler çok makbule geçecek olan hocalarımın, dönütü dün geceye bırakma iyilikleri:( Üstüne yeni düzeltmeler, flash belleğimin kaybolduğunu fark etmem, yazıcımın kartuşunun rahmetli olması ve Murphy Kanunları! Aç uyuma da cabası!

Sabah da, üç saatlik uyku sonrası erkenden gidip fotokopi işleri için okula koşturma, hocalara sunulacak ikramları alma, tez için odayı ayarlama süreci. Sonra, hocanın gelip bilgisayarı ayarlamamış olduğumu söylemesi! Günler öncesinden, her zaman olduğu gibi sunu yapıp yapmayacağımı sorduğumda "hayır" yanıtı almıştım ama bugün hocam böyle bir şey hatırlamıyordu! Bizde, bir yanlış anlama problemi hasıl oldu bu aralar:( Diğer hoca da, ben ayarları yaparken sıkıldı! Zaten önlerinde ölçeğin çıktısını hazır ettiğim için, süreç boyunca açtığım sunuya göz ucuyla bile bakılmadı desem yeri, yani gerilmekle kaldım. Neyse, gergin başladığım süreç iyi bitti, ölçeği son haline getirdik sayılır. Altı ay sonra yine  TİK var, bu süreç doktora bitene kadar altı ayda bir devam edecek. Dilime pelesenk olan bir laf var:" Ben bitmeden, tezim bitsin!" 

DİPNOT/DERİN NOT(LAR):
-Doktoraya başlanmadan önce iki kere düşünülmeli. Aksi takdirde, başlanınca harcanan zamana ve emeğe acıyıp bırakılmıyor. Bir de başladığınız işi yarım bırakmama takıntınız varsa işiniz zor.
-Tek işiniz öğrencilik değilse, gün 24 saat olmamalı!
- Okumanın yaşı vardır.
- Bu yazıda kendimi çok açtım galiba:)!!!
-Sabah, başarılar dilemek için arayan aileme ve arkadaşlarıma minnettarım. İyi ki varlar:)))))
- Yılın bu dönemlerinde, bir jüri görmesem rahat edemiyorum iki yıldır:) Dolayısıyla, benim için yeni yıl erken gelmiş oldu yine!

TİK, MURPHY VE ERKEN GELEN YENİ YILIM


Bugün, nihayet Tez İzleme Komitesi geldi çattı. Üç akademisyenin karşısında, şimdiye kadar yaptıklarınızı sunup, yaptıklarım yapacaklarımın garantisidir havası yaratma olayı TİK:) Ben "Tik tak, tik tak, TİK yaklaştı" ruh haline bürüneli epey bir zaman olmuştu, kaygı ve yorgunluktan tez ile bir şey yazıp (ölçek maddeleri dışında) okuyamama durumu da!

Sabahın köründe başlayan iş yaşamından sonra tez hocası ile görüşmeye gitme, düzeltmeler ve düzenlemeler yapma, arada bir şeyler atıştırıp yaşamak için yemek yemeyi unutmama ve akşam sekize kadar süren seminere katılma dünün özeti değil hala! Üstüne geliştirdiğim ölçek ile ilgili günler öncesinden dönüt verseler çok makbule geçecek olan hocalarımın, dönütü dün geceye bırakma iyilikleri:( Üstüne yeni düzeltmeler, flash belleğimin kaybolduğunu fark etmem, yazıcımın kartuşunun rahmetli olması ve Murphy Kanunları! Aç uyuma da cabası!

Sabah da, üç saatlik uyku sonrası erkenden gidip fotokopi işleri için okula koşturma, hocalara sunulacak ikramları alma, tez için odayı ayarlama süreci. Sonra, hocanın gelip bilgisayarı ayarlamamış olduğumu söylemesi! Günler öncesinden, her zaman olduğu gibi sunu yapıp yapmayacağımı sorduğumda "hayır" yanıtı almıştım ama bugün hocam böyle bir şey hatırlamıyordu! Bizde, bir yanlış anlama problemi hasıl oldu bu aralar:( Diğer hoca da, ben ayarları yaparken sıkıldı! Zaten önlerinde ölçeğin çıktısını hazır ettiğim için, süreç boyunca açtığım sunuya göz ucuyla bile bakılmadı desem yeri, yani gerilmekle kaldım. Neyse, gergin başladığım süreç iyi bitti, ölçeği son haline getirdik sayılır. Altı ay sonra yine  TİK var, bu süreç doktora bitene kadar altı ayda bir devam edecek. Dilime pelesenk olan bir laf var:" Ben bitmeden, tezim bitsin!" 

DİPNOT/DERİN NOT(LAR):
-Doktoraya başlanmadan önce iki kere düşünülmeli. Aksi takdirde, başlanınca harcanan zamana ve emeğe acıyıp bırakılmıyor. Bir de başladığınız işi yarım bırakmama takıntınız varsa işiniz zor.
-Tek işiniz öğrencilik değilse, gün 24 saat olmamalı!
- Okumanın yaşı vardır.
- Bu yazıda kendimi çok açtım galiba:)!!!
-Sabah, başarılar dilemek için arayan aileme ve arkadaşlarıma minnettarım. İyi ki varlar:)))))
- Yılın bu dönemlerinde, bir jüri görmesem rahat edemiyorum iki yıldır:) Dolayısıyla, benim için yeni yıl erken gelmiş oldu yine!

23 Aralık 2013 Pazartesi

SOYADINA SAHİP ÇIKMAK


                              
Türkiye'de 2000'li yılların başından itibaren kadınların eşlerinin soyadlarının yanısıra kendi soyadlarını da kullanma hakları var. Bu durum bana "ağza bir parmak bal çalmak" gibi gelmiştir hep. Açılan davalar olsa da (Avukat Ayten Ünal gibi), evli bir kadının eşinin soyadı olmaksızın kendi soyadını kullanabilmesi hala üst mahkemelerden döner durumda bu ülkede! Üstelik, dava için eşin onayının alınması da ayrı bir komedi!

Meseleyi bir erkeğin soyadını almayla ilgili takıntıya indirgeyenler, kadının evlenmeden önce kullandığı soyadının da yasal olarak çoğu ülkede bir erkeğe yani babaya ait olduğunu unutmuş durumdalar. Burada bir takıntıdan bahsedilecekse, insanın kendisine ait olanı koruma takıntısından (!) bahsedilebilir ancak! Kanun koyucuların ve uygulayıcıların çoğu erkek olduğu için kendilerine ait olandan vazgeçme ve kuyruk gibi bir başkasının soyadını- adı üstünde onun soyunun adı!- yüklenmenin ne demek olduğu konusunda empati yapmaktan uzaklar. Çoğu erkek de "Soyadımı almayacaksan benimle neden evleniyorsun?" sorusu etrafında gezinip duygu sömürüsüne gitmekte!

Daha çok küçükken, 13 yaş civarı kafaya taktığım bir sorundu, yıllar geçti durum hala değişmedi. Bu konunun getirdiği mağduriyetler de var. Örneğin; yıllar önce üniversite rektörlerinin yayınları ile ilgili bir liste hazırlandığında o zamanki Boğaziçi Üniversitesi rektörünün hiç yayın yapmadığı iddiası yayınlanmıştı gazetelerde. Daha sonra kadıncağızın tüm yayınlarını evlenmeden önceki soyadıyla yaptığı ortaya çıkmıştı. Tüm yaptıkları, yazdıkları, emekleri bir soyadı değişikliğiyle çöpe gidivermişti! 

Tüm bunlar üzerinde kafa yorarken, bugün bir gazetede eşlerinin soyadını alan erkeklerin listesine rastladım.Bizde de Özer (Uçuran) Çiller örneği mevcut. Gazetedeki isimler, ya kendi soyadının yanına almışlar yenisini ya da hepten vazgeçmişler kendilerinden olandan. Bir kadın olarak belki jest gibi gelmiştir eşlerine ama kendisine ait bir şeylerden bu kadar kolay vazgeçmek, eşlerden de bir o kadar kolay vazgeçilebileceğinin işareti değil mi?


SOYADINA SAHİP ÇIKMAK


                              
Türkiye'de 2000'li yılların başından itibaren kadınların eşlerinin soyadlarının yanısıra kendi soyadlarını da kullanma hakları var. Bu durum bana "ağza bir parmak bal çalmak" gibi gelmiştir hep. Açılan davalar olsa da (Avukat Ayten Ünal gibi), evli bir kadının eşinin soyadı olmaksızın kendi soyadını kullanabilmesi hala üst mahkemelerden döner durumda bu ülkede! Üstelik, dava için eşin onayının alınması da ayrı bir komedi!

Meseleyi bir erkeğin soyadını almayla ilgili takıntıya indirgeyenler, kadının evlenmeden önce kullandığı soyadının da yasal olarak çoğu ülkede bir erkeğe yani babaya ait olduğunu unutmuş durumdalar. Burada bir takıntıdan bahsedilecekse, insanın kendisine ait olanı koruma takıntısından (!) bahsedilebilir ancak! Kanun koyucuların ve uygulayıcıların çoğu erkek olduğu için kendilerine ait olandan vazgeçme ve kuyruk gibi bir başkasının soyadını- adı üstünde onun soyunun adı!- yüklenmenin ne demek olduğu konusunda empati yapmaktan uzaklar. Çoğu erkek de "Soyadımı almayacaksan benimle neden evleniyorsun?" sorusu etrafında gezinip duygu sömürüsüne gitmekte!

Daha çok küçükken, 13 yaş civarı kafaya taktığım bir sorundu, yıllar geçti durum hala değişmedi. Bu konunun getirdiği mağduriyetler de var. Örneğin; yıllar önce üniversite rektörlerinin yayınları ile ilgili bir liste hazırlandığında o zamanki Boğaziçi Üniversitesi rektörünün hiç yayın yapmadığı iddiası yayınlanmıştı gazetelerde. Daha sonra kadıncağızın tüm yayınlarını evlenmeden önceki soyadıyla yaptığı ortaya çıkmıştı. Tüm yaptıkları, yazdıkları, emekleri bir soyadı değişikliğiyle çöpe gidivermişti! 

Tüm bunlar üzerinde kafa yorarken, bugün bir gazetede eşlerinin soyadını alan erkeklerin listesine rastladım.Bizde de Özer (Uçuran) Çiller örneği mevcut. Gazetedeki isimler, ya kendi soyadının yanına almışlar yenisini ya da hepten vazgeçmişler kendilerinden olandan. Bir kadın olarak belki jest gibi gelmiştir eşlerine ama kendisine ait bir şeylerden bu kadar kolay vazgeçmek, eşlerden de bir o kadar kolay vazgeçilebileceğinin işareti değil mi?