ARKADAŞ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ARKADAŞ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Nisan 2016 Perşembe

ÖNGÖRÜLEBİLİRLİK

Kitap, fular ve kupa. 

Beni uzun süredir tanıyanların da, bu yeni okulda olduğu gibi yeni tanıyanların da kesişim kümesi bu üçlü. Hayatımın uzuuuun yıllara yayılan bir dilimimde yani yıllardır (mecburi okul yılbaşı çekilişleri hariç) bana hediye alanlar bu üçlüyü seçti genelde.

Deli gibi çay içtiğimden, belki fena bir okuyucu olmadığım izlenimi verdiğimden ve saat dışında sadece fular taktığımdan ipucu bulmak zor değil sanırım. Bu kadar öngörülebilir olmak neye alamet bilmiyorum. Ya çok tekrara düşen, sıkıcı ve sınırları keskin biriyim ya da çevremdekiler iyi bir gözlemci ve beni tanıyan bir cevre edinebilmişim. Bardağa dolu kısmından bakalım değil mi?

Bu arada Buket Uzuner'den Toprak, sevimli notlarıyla farklı yer ve zamanlarda kardeşim ve arkadaşım tarafından hediye edildi:)

Size gelen hediyelerde  de ortak noktalar var mı?


ÖNGÖRÜLEBİLİRLİK

Kitap, fular ve kupa. 

Beni uzun süredir tanıyanların da, bu yeni okulda olduğu gibi yeni tanıyanların da kesişim kümesi bu üçlü. Hayatımın uzuuuun yıllara yayılan bir dilimimde yani yıllardır (mecburi okul yılbaşı çekilişleri hariç) bana hediye alanlar bu üçlüyü seçti genelde.

Deli gibi çay içtiğimden, belki fena bir okuyucu olmadığım izlenimi verdiğimden ve saat dışında sadece fular taktığımdan ipucu bulmak zor değil sanırım. Bu kadar öngörülebilir olmak neye alamet bilmiyorum. Ya çok tekrara düşen, sıkıcı ve sınırları keskin biriyim ya da çevremdekiler iyi bir gözlemci ve beni tanıyan bir cevre edinebilmişim. Bardağa dolu kısmından bakalım değil mi?

Bu arada Buket Uzuner'den Toprak, sevimli notlarıyla farklı yer ve zamanlarda kardeşim ve arkadaşım tarafından hediye edildi:)

Size gelen hediyelerde  de ortak noktalar var mı?


26 Şubat 2016 Cuma

KENDİNE ENGEL OLMAK

"Görüşmek üzere:)"
Doktora alt gruplarından tanıdığım, ölçeğimi yurtdışı bir yayınında kullanmak isteyen M.'den aldığım bir mesajdı bugün. İlk defa almadım elbette ama yazan görme engelli olunca sonundaki gülücük bir başka anlamlı oldu. 

Kendisiyle barışık, espri anlayışı geniş, engellerine rağmen yılmayan insanları seviyorum. Hepimizin görünen ya da görünmeyen engelleri var. Fiziksel engeli olmadığı halde kendisine psikolojik engeller yaratıp hep olumsuza odaklı, başkasına sıra gelmeden kendi ayağına çelme takan, ileride bir gün doğru koşullarda gerçekleştirebileceği bir hayali bile sonsuza öteleyen o kadar çok örnek var ki! O yüzden onlardan olmamak aşılması gereken en önemli engellerden biri gibi geliyor bana. Ha gayret!

KENDİNE ENGEL OLMAK

"Görüşmek üzere:)"
Doktora alt gruplarından tanıdığım, ölçeğimi yurtdışı bir yayınında kullanmak isteyen M.'den aldığım bir mesajdı bugün. İlk defa almadım elbette ama yazan görme engelli olunca sonundaki gülücük bir başka anlamlı oldu. 

Kendisiyle barışık, espri anlayışı geniş, engellerine rağmen yılmayan insanları seviyorum. Hepimizin görünen ya da görünmeyen engelleri var. Fiziksel engeli olmadığı halde kendisine psikolojik engeller yaratıp hep olumsuza odaklı, başkasına sıra gelmeden kendi ayağına çelme takan, ileride bir gün doğru koşullarda gerçekleştirebileceği bir hayali bile sonsuza öteleyen o kadar çok örnek var ki! O yüzden onlardan olmamak aşılması gereken en önemli engellerden biri gibi geliyor bana. Ha gayret!

25 Ocak 2016 Pazartesi

SELFİTİS

Selfitis kelimesini daha önce duyanınız var mı bilmiyorum. Ben duymamıştım. Her takıntı ve saplantıya bir isim verildiği gibi sürekli özçekim yapıp paylaşmak da bir rahatsızlık olarak görülmüş ve bir isim konulmuş buna da. 

 Habire hastaneden baygın bakışlı, serum şişeli, yatar vaziyette fotoğraflar paylaşan yakınlarımı görünce bir baktım alanyazına (bildiğimiz literatür ama artık bilimsel ortamda kullanımına çok izin verilmiyor , elim alışsın bari:)  İleri derecesi bile varmış selfitisin. Korkarım yakında doğum videoları da kahve- kitap- battaniye üçlüsü gibi yaygınlaşır ya da kuzenimin öngördüğü gibi tuvalet sonrası "Rahatlamış hissediyor" yorumlu fotoğraflar!

SELFİTİS

Selfitis kelimesini daha önce duyanınız var mı bilmiyorum. Ben duymamıştım. Her takıntı ve saplantıya bir isim verildiği gibi sürekli özçekim yapıp paylaşmak da bir rahatsızlık olarak görülmüş ve bir isim konulmuş buna da. 

 Habire hastaneden baygın bakışlı, serum şişeli, yatar vaziyette fotoğraflar paylaşan yakınlarımı görünce bir baktım alanyazına (bildiğimiz literatür ama artık bilimsel ortamda kullanımına çok izin verilmiyor , elim alışsın bari:)  İleri derecesi bile varmış selfitisin. Korkarım yakında doğum videoları da kahve- kitap- battaniye üçlüsü gibi yaygınlaşır ya da kuzenimin öngördüğü gibi tuvalet sonrası "Rahatlamış hissediyor" yorumlu fotoğraflar!

11 Mayıs 2015 Pazartesi

ANI YAKALAMAK

Bu aralar çok konuşur ve şahit olur durumda olduğumuz bir şey var: Her anı fotoğraflayıp an kaydetme sapkınlığı. Sapkınlık diyorum çünkü herhangi bir gösteriyi adam akıllı izlemek ve anın keyfini çıkarmak yerine şipşak fotoğraflamak neyin kaygısı anlamak zor. 

Farkındayım eski zamanlardaki şık şıkıdım giyinip herhangi bir gösteri izleme döneminde olmadığınızın. Bu dönemler, o zamanlardan farklı olacak tabii ama daha baştan uyarı yapılmasına rağmen nedir kaçamak kaçamak telefonları çıkarıp flaş patlatmak?! Opera ve bale seyircisi seçkindir falan diye kandırmacaya da gerek yok. Daha geçen gün önümüzde oturan genç, sahneye sadece foto ve kamera çekimi için baktı üç saat içinde. Sözde, para verip bir sanatsal etkinliğe katıldı ama sorsak tek sahneyi hatırlamaz.Abartısız durum bu! Ama bütün bunlara rağmen çektiklerini sosyal medyaya yüklemekten geri kalmadı. O an orada, "şimdi ve burada"yı yaşamaktan uzak, sadece fiziken olmanın, ona buna sözüm ona sanatsever görünmenin ne anlamı var? Git evinde otur, Survivor izle, olmayan karizman çizilmez be adam!

ANI YAKALAMAK

Bu aralar çok konuşur ve şahit olur durumda olduğumuz bir şey var: Her anı fotoğraflayıp an kaydetme sapkınlığı. Sapkınlık diyorum çünkü herhangi bir gösteriyi adam akıllı izlemek ve anın keyfini çıkarmak yerine şipşak fotoğraflamak neyin kaygısı anlamak zor. 

Farkındayım eski zamanlardaki şık şıkıdım giyinip herhangi bir gösteri izleme döneminde olmadığınızın. Bu dönemler, o zamanlardan farklı olacak tabii ama daha baştan uyarı yapılmasına rağmen nedir kaçamak kaçamak telefonları çıkarıp flaş patlatmak?! Opera ve bale seyircisi seçkindir falan diye kandırmacaya da gerek yok. Daha geçen gün önümüzde oturan genç, sahneye sadece foto ve kamera çekimi için baktı üç saat içinde. Sözde, para verip bir sanatsal etkinliğe katıldı ama sorsak tek sahneyi hatırlamaz.Abartısız durum bu! Ama bütün bunlara rağmen çektiklerini sosyal medyaya yüklemekten geri kalmadı. O an orada, "şimdi ve burada"yı yaşamaktan uzak, sadece fiziken olmanın, ona buna sözüm ona sanatsever görünmenin ne anlamı var? Git evinde otur, Survivor izle, olmayan karizman çizilmez be adam!

1 Mart 2015 Pazar

BAHARRRRR

Resmi olarak baharın geldiğini,  ders çalışmaya başlamadan önce üniversite kampüsü içindeki yapay bir göle nazır kahvaltı ederken idrak ettim bugün. Karasal iklime rağmen bahara yakışır bir gün bugün. Sabahın köründe saatten önce sisli bir güne uyanmamıza rağmen, devamında güneşin gulet yüzünü gösterdiği, baharın geldiğini dannnkkk ettiren bir gün. Başı gibi sisli puslu değil, sıcak gelismelere gebe olsun bahar hepimiz için.

BAHARRRRR

Resmi olarak baharın geldiğini,  ders çalışmaya başlamadan önce üniversite kampüsü içindeki yapay bir göle nazır kahvaltı ederken idrak ettim bugün. Karasal iklime rağmen bahara yakışır bir gün bugün. Sabahın köründe saatten önce sisli bir güne uyanmamıza rağmen, devamında güneşin gulet yüzünü gösterdiği, baharın geldiğini dannnkkk ettiren bir gün. Başı gibi sisli puslu değil, sıcak gelismelere gebe olsun bahar hepimiz için.

22 Kasım 2014 Cumartesi

KARIŞIK

Önceki hafta sonu eve kapanıp teze yoğunlaştığımdan beri evde oturup kafa dinleme, sosyalleşmeme isteği doğdu bende. Havalar da gelgitli olunca dışarı çıkmak zulüm oldu sanki. Üstüne beden de eşlik etti havalara, dökülüyor. 

Tüm bunlara ek bu hafta, sanki inadına dokuz Çarşamba bir araya geldi durumunda. Tez danışmanımla buluşmak için randevulaşma (O, yine yoğunluktan unuttu!), doktorda saatlerce muayene, film çekimi, kontrol üçgeninde dikilmece, aç bilaç beklemenin ve yorgunluğun akşama kulak-baş ve boyun ağrısı olarak geri dönmesi, Bilişsel Davranışçı Terapi Kursu aylar öncesinde bitmesine rağmen sınavının bugün yapılmış olması, arkadaşımın tez danışmanıyla sorun yaşadığı için 10 saat derse girdiğim günün akşamında buluşup konuşmak istemesi... Bir de bu aralar ailemi çok özledim ama TİK'in erkene alınması ihtimali yüzünden plan yapamıyorum. Yazarken yoruldum!

O gün zorlayıcı olsa da, arkadaşımla buluşmam, eve kapanma döngümü kırdı. Birlikte 2 akşam yemeği sonrası bugün de sinema. Daha geç saatte olmasın diye ben başka filme girdim gerçi. Sırf sınav sonrası  kafa boşaltmak için romantik komedi seçtim. Bugün vizyondaki ilk günü olan Karışık Kaset'i. Geyikti, ihtiyaca cevap verdi yani. Çok sanatsal bir şey beklemiyordum, öyle de çıktı. 

Tüm filmle ilgili takıldığım bir şey var yalnız: Babasının arşivini ve yazdıklarını kullanıp babasının ölümünden sonra onun bir türlü bitiremediği kitabı bitiren oğul, kitabı kendi adıyla bastırıyor. İntihal değil mi bu? Git, romantik komedide buna takıl! Mesleki deformasyon resmen:)


KARIŞIK

Önceki hafta sonu eve kapanıp teze yoğunlaştığımdan beri evde oturup kafa dinleme, sosyalleşmeme isteği doğdu bende. Havalar da gelgitli olunca dışarı çıkmak zulüm oldu sanki. Üstüne beden de eşlik etti havalara, dökülüyor. 

Tüm bunlara ek bu hafta, sanki inadına dokuz Çarşamba bir araya geldi durumunda. Tez danışmanımla buluşmak için randevulaşma (O, yine yoğunluktan unuttu!), doktorda saatlerce muayene, film çekimi, kontrol üçgeninde dikilmece, aç bilaç beklemenin ve yorgunluğun akşama kulak-baş ve boyun ağrısı olarak geri dönmesi, Bilişsel Davranışçı Terapi Kursu aylar öncesinde bitmesine rağmen sınavının bugün yapılmış olması, arkadaşımın tez danışmanıyla sorun yaşadığı için 10 saat derse girdiğim günün akşamında buluşup konuşmak istemesi... Bir de bu aralar ailemi çok özledim ama TİK'in erkene alınması ihtimali yüzünden plan yapamıyorum. Yazarken yoruldum!

O gün zorlayıcı olsa da, arkadaşımla buluşmam, eve kapanma döngümü kırdı. Birlikte 2 akşam yemeği sonrası bugün de sinema. Daha geç saatte olmasın diye ben başka filme girdim gerçi. Sırf sınav sonrası  kafa boşaltmak için romantik komedi seçtim. Bugün vizyondaki ilk günü olan Karışık Kaset'i. Geyikti, ihtiyaca cevap verdi yani. Çok sanatsal bir şey beklemiyordum, öyle de çıktı. 

Tüm filmle ilgili takıldığım bir şey var yalnız: Babasının arşivini ve yazdıklarını kullanıp babasının ölümünden sonra onun bir türlü bitiremediği kitabı bitiren oğul, kitabı kendi adıyla bastırıyor. İntihal değil mi bu? Git, romantik komedide buna takıl! Mesleki deformasyon resmen:)


18 Ekim 2014 Cumartesi

HAYATI ERTELEMEMEK GEREK

Bugün bir arkadaşım FB'ta bir hocasının fotoğrafını beğenmiş, sayfama yansıdı Doçentlik sınavını geçen hoca, "Artık fotoğrafçılık kariyerime başlayabilirim sanırım." gibi bir açıklama yapmış herkese teşekkür edip sevincini paylaşırken.

Üniversite bitene kadar yıllarca süren okul hayatı, derken akademik kariyerle öğrenim hayatına eklenen yıllar. Bunca yıldır içten içe hobilere ayrılacak geniş zamanları beklemek, o zamanların gelmesini özlemek... Başka idealler uğruna hevesleri küllendirip hayatı ertelemek...Belki de hırslar uğruna!

Bir kaç işi bir arada yapmaya çalıştığım için  ve ciddi buldukları duruşum nedeniyle, üstüne bu işlerden biri akademik kariyer olduğundan hırslı biri olduğumu söyler beni yakından tanımayanlar. Gece- gündüz oturup ders çalıştığımı, habire makale okuduğumu düşündüklerini sezerim, bana çaktıranlar, dile getirenler de olur. Daha yakından tanıdıklarında resmin öteki yüzünü görüp, hobilerini ertelememeye çalışan, gezmek istiyorsa gezen, sosyal faaliyetlere de zaman ayıran biri olduğumu görünce önyargılarının yıkıldığını söylerler. Azimli olmanın başka şey olduğunu anlatmak zor olur tanımayanlara, İstemem de kendimi anlatmak zorunda kalmayı. 

Çevremde, öğretmen ve lisansüstü öğrencisi olmak üzere iki grup arkadaşım var benim. Aralarında kendini bir çarka hapsedip evden dışarı çıkmayanlar da var, daha önce anlatmıştım birini. Onların gözünde de boşverci ve tembel benim gibiler. İkisinin bir ortası olduğuna ikna olmaları zordur. Ya deli gibi çalışmalı ya da yan gelip yatılmalıdır. 

Sözün özü, hayatı ertelemeden, yapmak istediklerimizi uzak geleceklere ötelemeden yaşayabilmek büyük bir konfor. Bunu başarma mücadelesi vermek lazım!

HAYATI ERTELEMEMEK GEREK

Bugün bir arkadaşım FB'ta bir hocasının fotoğrafını beğenmiş, sayfama yansıdı Doçentlik sınavını geçen hoca, "Artık fotoğrafçılık kariyerime başlayabilirim sanırım." gibi bir açıklama yapmış herkese teşekkür edip sevincini paylaşırken.

Üniversite bitene kadar yıllarca süren okul hayatı, derken akademik kariyerle öğrenim hayatına eklenen yıllar. Bunca yıldır içten içe hobilere ayrılacak geniş zamanları beklemek, o zamanların gelmesini özlemek... Başka idealler uğruna hevesleri küllendirip hayatı ertelemek...Belki de hırslar uğruna!

Bir kaç işi bir arada yapmaya çalıştığım için  ve ciddi buldukları duruşum nedeniyle, üstüne bu işlerden biri akademik kariyer olduğundan hırslı biri olduğumu söyler beni yakından tanımayanlar. Gece- gündüz oturup ders çalıştığımı, habire makale okuduğumu düşündüklerini sezerim, bana çaktıranlar, dile getirenler de olur. Daha yakından tanıdıklarında resmin öteki yüzünü görüp, hobilerini ertelememeye çalışan, gezmek istiyorsa gezen, sosyal faaliyetlere de zaman ayıran biri olduğumu görünce önyargılarının yıkıldığını söylerler. Azimli olmanın başka şey olduğunu anlatmak zor olur tanımayanlara, İstemem de kendimi anlatmak zorunda kalmayı. 

Çevremde, öğretmen ve lisansüstü öğrencisi olmak üzere iki grup arkadaşım var benim. Aralarında kendini bir çarka hapsedip evden dışarı çıkmayanlar da var, daha önce anlatmıştım birini. Onların gözünde de boşverci ve tembel benim gibiler. İkisinin bir ortası olduğuna ikna olmaları zordur. Ya deli gibi çalışmalı ya da yan gelip yatılmalıdır. 

Sözün özü, hayatı ertelemeden, yapmak istediklerimizi uzak geleceklere ötelemeden yaşayabilmek büyük bir konfor. Bunu başarma mücadelesi vermek lazım!

16 Eylül 2014 Salı

İZLENİMLER...

Gezi yazısı yazmayı sevmiyorum çünkü gittiğim yerin olumlu yanlarına odaklanmak yerine gözüme ba1tanları anlatmaya yatkınım. Gittiğim yerlerde bir turist nerelere giderse, kültür turizmine neler dahilse gezmekten hoşlanıyorum,az vakitte gezip görmekten yorulana kadar dolaştığım oluyor ama iş bunları yazıya dökmeye gelince istekli değilim ben. 

Gezi yazıları okurken de, mevcut riskler, alternatifler dışında ilgimi çeken pek bir şey olmuyor. Herkesin izlenimleri kendine özel diye düşünüyorum. Birinin ilkbaharda gittiği bir yere ben kışın gitsem, yanımda başka insanlar olsa vs. tüm koşullar gibi o yere bakış açım da farklı olacak, bunu biliyorum. O yüzden, Ayvalık'la ilgili o kadar reklam kampanyasının sadece reklam ve efsane mi yoksa gerçeklerle örülü mü olduğuna gidip gören herkes kendi karar versin de diyebilirim. Benim için şehir efsanesiydi, Zonguldak'ın çok daha güzel olduğuna karar verdim,lağım kokusundan burnumun direkleri sızladı ama yine deniz görmek, bol bol müze gezmek, Kaz Dağları'na çıkmak güzeldi diyebilirim özetle.

Drama kursuna gelince, farklı şehirlerden ve branşlardan, çeşitli yaş gruplarından 100ü aşkın insanın 4 ayrı grupta bir araya geldiği bir ortam olarak çok renkliydi. Ben giderken çekingendim. Kendimi biliyorum, Beden Eğitimi dersleri kabusumdu, topluluk içinde elim ayağıma dolaşırdı. Hala da, yeni ortamlara kolay adapte olabilen biri değilim, uzun uzun gözlemleyip yavaş yavaş kaynaşırım. Yaratıcı drama yaparken, yavaş kaynaşma şansı yok oysa. El ele tutuşup çember olurken birden kaynaşıveriyor insan:) Sabah 08.45, öğlen 13.00 arası sadece bir kaç kısa mola haricinde, durum böyle olunca, beraber sürekli  doğaçlayıp canlandırma yapınca kaynaşmamak mümkün değil. Üstelik, grupla psikolojik danışma oturumlarında olduğu gibi bazen etkinliklerin dışında kalıp gözlemleme şansı da yok, sürekli bir faaliyet hali.Yorucu ama keyifli ve farklı bir deneyimdi benim açımdan anlayacağınız. Kısa dönemde, iletişim adreslerinin alındığı, sosyal medya gruplarının kurulup paylaşımlar yapıldığı hızlı bir kaynaşma süreci oldu. Bir süre sonra, ağız alışkanlığıyla yurt diye bahsetmeye başladığımız otelde kurulan  arkadaşlıklar da cabası. Ben bile bir kaç telefon numarası ile ayrıldım. 


İZLENİMLER...

Gezi yazısı yazmayı sevmiyorum çünkü gittiğim yerin olumlu yanlarına odaklanmak yerine gözüme ba1tanları anlatmaya yatkınım. Gittiğim yerlerde bir turist nerelere giderse, kültür turizmine neler dahilse gezmekten hoşlanıyorum,az vakitte gezip görmekten yorulana kadar dolaştığım oluyor ama iş bunları yazıya dökmeye gelince istekli değilim ben. 

Gezi yazıları okurken de, mevcut riskler, alternatifler dışında ilgimi çeken pek bir şey olmuyor. Herkesin izlenimleri kendine özel diye düşünüyorum. Birinin ilkbaharda gittiği bir yere ben kışın gitsem, yanımda başka insanlar olsa vs. tüm koşullar gibi o yere bakış açım da farklı olacak, bunu biliyorum. O yüzden, Ayvalık'la ilgili o kadar reklam kampanyasının sadece reklam ve efsane mi yoksa gerçeklerle örülü mü olduğuna gidip gören herkes kendi karar versin de diyebilirim. Benim için şehir efsanesiydi, Zonguldak'ın çok daha güzel olduğuna karar verdim,lağım kokusundan burnumun direkleri sızladı ama yine deniz görmek, bol bol müze gezmek, Kaz Dağları'na çıkmak güzeldi diyebilirim özetle.

Drama kursuna gelince, farklı şehirlerden ve branşlardan, çeşitli yaş gruplarından 100ü aşkın insanın 4 ayrı grupta bir araya geldiği bir ortam olarak çok renkliydi. Ben giderken çekingendim. Kendimi biliyorum, Beden Eğitimi dersleri kabusumdu, topluluk içinde elim ayağıma dolaşırdı. Hala da, yeni ortamlara kolay adapte olabilen biri değilim, uzun uzun gözlemleyip yavaş yavaş kaynaşırım. Yaratıcı drama yaparken, yavaş kaynaşma şansı yok oysa. El ele tutuşup çember olurken birden kaynaşıveriyor insan:) Sabah 08.45, öğlen 13.00 arası sadece bir kaç kısa mola haricinde, durum böyle olunca, beraber sürekli  doğaçlayıp canlandırma yapınca kaynaşmamak mümkün değil. Üstelik, grupla psikolojik danışma oturumlarında olduğu gibi bazen etkinliklerin dışında kalıp gözlemleme şansı da yok, sürekli bir faaliyet hali.Yorucu ama keyifli ve farklı bir deneyimdi benim açımdan anlayacağınız. Kısa dönemde, iletişim adreslerinin alındığı, sosyal medya gruplarının kurulup paylaşımlar yapıldığı hızlı bir kaynaşma süreci oldu. Bir süre sonra, ağız alışkanlığıyla yurt diye bahsetmeye başladığımız otelde kurulan  arkadaşlıklar da cabası. Ben bile bir kaç telefon numarası ile ayrıldım. 


21 Ağustos 2014 Perşembe

KUZENDEN ARKADAŞLIK TEKLİFİ ALMAK

Biliyorsunuz ders esnasında prof. istedi diye açıp, akıllı telefon almama inadından Kelimelik oynadığım tek mecra diye kapatmadığım bir  FB hesabım var. Gelen arkadaşlık isteklerine de gerçekten görüştüğüm biriyse onay verdim bu güne dek. 

Bugün, kuzenim FB yoluyla (Fenerbahçe değil, Facebook haliyle:) arkadaşlık isteği göndermiş bana. Onay verdikten sonra, bir süre ciddi ciddi düşündüm Gerçekten arkadaş mıyız?" diye. Kendisi, teyzemin kızı, benden 2 ay küçük. Anneannemlerde ortak kutlama yapıp fotoğraflanmışlığımız var 2 yaş hatırası. Aramızda, bu kadar az yaş farkı olmasına rağmen hep bir mesafe oldu. Dayımın kızlarıyla bizler yani kardeşlerim ve ben; gerçekten, paylaşarak, konuşarak, dilediğimizi çekinmeden söyleyerek, birbirimize kırılmadan geçen ve bu güne gelen bir ilişkimiz varken, tüm kuzenler onunla ilişkimizde çekimser kaldık. Verilen sırları ortalığa saçar, kendi sırlarının sımsıkı tutulacaklarından emin paylaşırdı. Kardeşleriyle bile aylar süren darılmaları, kırılmaları olurdu, rahmetli teyzem toparlardı durumu. Şimdi evin büyük çocuğu olarak kalmışken, toparlayacak bir anne de olmayınca durumu zorlaştı. 

Benim onunla ilişkimde de, hep rekabet hissettim, hissettirdi bana.Bu yazımda da belirttiğim gibi, kendisine başkalarını hedef alan, hırslı insanlardan uzak durmayı bilinçli olarak seçiyorum ben. Ben okula 1 yıl erken başladım, o 1 yıl sınıfta kaldı, aramızdaki uçurum arttı. Karnesinin zayıflarla dolu olduğuna bakmazsızın "Ne çok 9'un var." demişliği var mesela. Bir keresinde, bir yerlerden atlama oyunu oynarken ayağım burkulmuştu, ayağıma zeytin falan sarıldı şişlik geçsin diye.  İlgi de cabası. O da, eve seke seke gitti zeytin sardırmak için. O, kilolu bir çocuktu, ben uzun ve sıska. Eniştem, çalıştığı hastanede bizi tarttığında aynı kiloda çıkmıştık. 23:) Kemiklerim ağırlık yapmıştı:) Avucumuza yazılan sayıya bakıp eve kadar koşmuştu, "Ben de 23'üm !" diye. Bunların hepsi çocukluk ve ergenlik hırçınlıkları olarak gülüp geçebileceğim şeyler ama yetişkinliğin de sağlam temellere oturmasında etkililer. Büyüdüğünüzde de iyi ilişki kurmak için küçüklükte derin paylaşımlar şart akrabalar arasında, sonra zor oluyor. 

Belki sürekli bir kıyaslama vardı aile içinde ve olumsuz etkileri bize yansıyordu, bilmiyorum. Sürekli, aynı yaşta olmamıza rağmen, dışarı çıkmak için izinler, "Kalem Nasırı da sizinle gelecekse olur." şeklinde bir cümlenin sonunda veriliyordu hatırladığım. Onun kardeşini kıskanıp üzerine tükürüp kahkahalar attığı, benimse kardeşimi hiç kıskanmadığım; onun her alışverişte cama yapışıp bir şeyler istediği, benimse hiç bir şey talep etmediğim dile getiriliyordu. Sonra, o yetişkinliğinde, evlenip üniversite diplomasını köşeye koyup çocuk büyütmeyi seçti, bense sonuna kadar okumayı. Böyle böyle kıyaslar...


En son dayımın kızının nikahında bir araya geldiğimizde, daha samimi buldum onu. Kardeşimin tespiti geldi aklıma, evlenip çocuk sahibi olunca rekabette kendisini üstün sayıp rahatladığı yönünde. Sebep ne olursa olsun, sıcak ilişkiler iyi geliyor büyük aile içinde. 

KUZENDEN ARKADAŞLIK TEKLİFİ ALMAK

Biliyorsunuz ders esnasında prof. istedi diye açıp, akıllı telefon almama inadından Kelimelik oynadığım tek mecra diye kapatmadığım bir  FB hesabım var. Gelen arkadaşlık isteklerine de gerçekten görüştüğüm biriyse onay verdim bu güne dek. 

Bugün, kuzenim FB yoluyla (Fenerbahçe değil, Facebook haliyle:) arkadaşlık isteği göndermiş bana. Onay verdikten sonra, bir süre ciddi ciddi düşündüm Gerçekten arkadaş mıyız?" diye. Kendisi, teyzemin kızı, benden 2 ay küçük. Anneannemlerde ortak kutlama yapıp fotoğraflanmışlığımız var 2 yaş hatırası. Aramızda, bu kadar az yaş farkı olmasına rağmen hep bir mesafe oldu. Dayımın kızlarıyla bizler yani kardeşlerim ve ben; gerçekten, paylaşarak, konuşarak, dilediğimizi çekinmeden söyleyerek, birbirimize kırılmadan geçen ve bu güne gelen bir ilişkimiz varken, tüm kuzenler onunla ilişkimizde çekimser kaldık. Verilen sırları ortalığa saçar, kendi sırlarının sımsıkı tutulacaklarından emin paylaşırdı. Kardeşleriyle bile aylar süren darılmaları, kırılmaları olurdu, rahmetli teyzem toparlardı durumu. Şimdi evin büyük çocuğu olarak kalmışken, toparlayacak bir anne de olmayınca durumu zorlaştı. 

Benim onunla ilişkimde de, hep rekabet hissettim, hissettirdi bana.Bu yazımda da belirttiğim gibi, kendisine başkalarını hedef alan, hırslı insanlardan uzak durmayı bilinçli olarak seçiyorum ben. Ben okula 1 yıl erken başladım, o 1 yıl sınıfta kaldı, aramızdaki uçurum arttı. Karnesinin zayıflarla dolu olduğuna bakmazsızın "Ne çok 9'un var." demişliği var mesela. Bir keresinde, bir yerlerden atlama oyunu oynarken ayağım burkulmuştu, ayağıma zeytin falan sarıldı şişlik geçsin diye.  İlgi de cabası. O da, eve seke seke gitti zeytin sardırmak için. O, kilolu bir çocuktu, ben uzun ve sıska. Eniştem, çalıştığı hastanede bizi tarttığında aynı kiloda çıkmıştık. 23:) Kemiklerim ağırlık yapmıştı:) Avucumuza yazılan sayıya bakıp eve kadar koşmuştu, "Ben de 23'üm !" diye. Bunların hepsi çocukluk ve ergenlik hırçınlıkları olarak gülüp geçebileceğim şeyler ama yetişkinliğin de sağlam temellere oturmasında etkililer. Büyüdüğünüzde de iyi ilişki kurmak için küçüklükte derin paylaşımlar şart akrabalar arasında, sonra zor oluyor. 

Belki sürekli bir kıyaslama vardı aile içinde ve olumsuz etkileri bize yansıyordu, bilmiyorum. Sürekli, aynı yaşta olmamıza rağmen, dışarı çıkmak için izinler, "Kalem Nasırı da sizinle gelecekse olur." şeklinde bir cümlenin sonunda veriliyordu hatırladığım. Onun kardeşini kıskanıp üzerine tükürüp kahkahalar attığı, benimse kardeşimi hiç kıskanmadığım; onun her alışverişte cama yapışıp bir şeyler istediği, benimse hiç bir şey talep etmediğim dile getiriliyordu. Sonra, o yetişkinliğinde, evlenip üniversite diplomasını köşeye koyup çocuk büyütmeyi seçti, bense sonuna kadar okumayı. Böyle böyle kıyaslar...


En son dayımın kızının nikahında bir araya geldiğimizde, daha samimi buldum onu. Kardeşimin tespiti geldi aklıma, evlenip çocuk sahibi olunca rekabette kendisini üstün sayıp rahatladığı yönünde. Sebep ne olursa olsun, sıcak ilişkiler iyi geliyor büyük aile içinde. 

19 Ağustos 2014 Salı

ÇOCUKLU OTOBÜSLER VE YOLCULUK HALLERİ

Tam yola çıkmadan önce bir arkadaşım, kendi can sıkıcı yolculuğundan dem vurup insanın eşini seçebiliyorken yanındaki yolcuyu seçememesinin acınasılığına vurgu yapan bir söz paylaşmış. Ben neyse ki seçebildim bu sefer. Annemi de ikna edip bir kaç güne sığdırdığımız şehir dışı tatile giderken...

Otobüs çocuk parkı gibiydi. Yan yana koltuklarda anne üstü çocuk, anne üstü çocuk. Biletler pahalı ama öyle de yola bu şekilde nasıl katlanacakları bize bile dert oldu rahat oturduğumuz halde. Sıcak da cabası. Kalabalıkta çocuk varlığına ve sesine tahammülsüz biri değilim, eğer anne-baba gürültüden ve haylazlıktan rahatsız olup olaylara müdahale ediyorsa. Yok eğer, "Bizim sevimli yumurcak(!), tabii ki haylazlık yapacak, milletin başını şişirecek, millet de buna katlanmak zorunda."  zihniyetine hakim ve duyarsızsa çocuklar değil de, onlar sinirimi bozuyor. Yetişkine kızıyorum anlayacağınız. Onu sen dünyaya getirmeyi seçtin, bana gürültüye hazır olup olmadığımı sormadan! "Dünya yeterince kalabalık, bu kadar çoğalma." deme şansım olurdu sorsaydın! 

Yol boyunca, sinirlerimizi zıplatacak bir aşırı gürültü durumu olmadı neyse ki. Doğaları gereği, acıkıp, sıkılıp, altlarını pisletip ağladı yumurcaklar ama ön koltukta oturan anne, 21 aylık kızı azıcık mızıldansa memesini dayadı ağzına. Biz, kızı "yaşartman dana" görünüşünden ve konuşmasından 2,5- 3 yaşlarında sandık önce. O yaştaki çocuğa, habire üstünü çarşafla örte örte memesini dayayan anneye ifrit oldum ben. Annem çok yadırgamadı, kadının kolayına geldiğini söyledi ama biraz zorlasan ergenliğe girecek çocuklara da böyle şapırdata şapırdata meme emdirmek sinirimi bozuyor benim. Elimde değil. Kulağım şapırtıya takılıyor. Bir arkadaşım da, yürüyen, koşan, konuşan çocuğuna  anne sütü veriyordu. Ben yüzümü ekşitince, çocuk sahibi ve beni yakından tanıyan bir başka arkadaşım "Sen çocuk sahibi olma !" demişti halime gülerek. Hadi anne sütü sağlıklı da, bir sonu olmalı kamuya açık yerlerde şapırdatttırmanın. Rahat da değil üstelik, başına kadar çarşafı ört, ne yaptığın zaten belli! Yol tutmadı da, bu durum tuttu beni. 

ÇOCUKLU OTOBÜSLER VE YOLCULUK HALLERİ

Tam yola çıkmadan önce bir arkadaşım, kendi can sıkıcı yolculuğundan dem vurup insanın eşini seçebiliyorken yanındaki yolcuyu seçememesinin acınasılığına vurgu yapan bir söz paylaşmış. Ben neyse ki seçebildim bu sefer. Annemi de ikna edip bir kaç güne sığdırdığımız şehir dışı tatile giderken...

Otobüs çocuk parkı gibiydi. Yan yana koltuklarda anne üstü çocuk, anne üstü çocuk. Biletler pahalı ama öyle de yola bu şekilde nasıl katlanacakları bize bile dert oldu rahat oturduğumuz halde. Sıcak da cabası. Kalabalıkta çocuk varlığına ve sesine tahammülsüz biri değilim, eğer anne-baba gürültüden ve haylazlıktan rahatsız olup olaylara müdahale ediyorsa. Yok eğer, "Bizim sevimli yumurcak(!), tabii ki haylazlık yapacak, milletin başını şişirecek, millet de buna katlanmak zorunda."  zihniyetine hakim ve duyarsızsa çocuklar değil de, onlar sinirimi bozuyor. Yetişkine kızıyorum anlayacağınız. Onu sen dünyaya getirmeyi seçtin, bana gürültüye hazır olup olmadığımı sormadan! "Dünya yeterince kalabalık, bu kadar çoğalma." deme şansım olurdu sorsaydın! 

Yol boyunca, sinirlerimizi zıplatacak bir aşırı gürültü durumu olmadı neyse ki. Doğaları gereği, acıkıp, sıkılıp, altlarını pisletip ağladı yumurcaklar ama ön koltukta oturan anne, 21 aylık kızı azıcık mızıldansa memesini dayadı ağzına. Biz, kızı "yaşartman dana" görünüşünden ve konuşmasından 2,5- 3 yaşlarında sandık önce. O yaştaki çocuğa, habire üstünü çarşafla örte örte memesini dayayan anneye ifrit oldum ben. Annem çok yadırgamadı, kadının kolayına geldiğini söyledi ama biraz zorlasan ergenliğe girecek çocuklara da böyle şapırdata şapırdata meme emdirmek sinirimi bozuyor benim. Elimde değil. Kulağım şapırtıya takılıyor. Bir arkadaşım da, yürüyen, koşan, konuşan çocuğuna  anne sütü veriyordu. Ben yüzümü ekşitince, çocuk sahibi ve beni yakından tanıyan bir başka arkadaşım "Sen çocuk sahibi olma !" demişti halime gülerek. Hadi anne sütü sağlıklı da, bir sonu olmalı kamuya açık yerlerde şapırdatttırmanın. Rahat da değil üstelik, başına kadar çarşafı ört, ne yaptığın zaten belli! Yol tutmadı da, bu durum tuttu beni.