28 Haziran 2014 Cumartesi

TİK MACERAM VE AÇIK İLETİŞİM


Dün, uzun zamandır beklenen TİK (Tez İzleme Komitesi) vardı. Atlattım. Şeker hastası olup ne yapacağı belli olmayan bir prof pamuk şekeri kıvamına yakındı,diğer üniversiteden gelen zaten hep ılımlı sağolsun. 

Benim hocam ise harikalar yarattı! Günler öncesinden gönderdiğim literatüre dönüt beklerken, yüksek lisans öğrencilerini de araya katıp toplu dönüt şöleni verecekmiş, ben eve gitme planları yaparken geceden e-posta atıp buyurdu, o da sağolsun! Müsait olup olmadığımzı sormuş sözde ama yola çıkacağımı öğrenince sabah arayıp çok kızdığını, teklif bile etmememi söyledi, moralimi bozup gerginliğime gerginlik ekledi. 

Biz Ocak'tan beri veri toplarken sayı yok 300, yok 400 olsun diye artırmaya devam ediyor örneklem sayımızı. Bir de TİK sırasında, diğer hocalar sayının dert olmadığını, bunu destekleyen yayınlar olduğunu dile getirirken, bir makalede 1000 örneklemin mükemmel olduğunu görüp, "Emekli olana kadar veri toplatırmışım öğrencime, mükemmelliyetçiyim ya." deyiverdi kendisiyle dalga geçerek.

Enstitüye dilekçe yazmayı unutup resmi olarak haftaya giriyor gireceğim bir jüri yarattı kendince. Haziran'da girilmesi gereken jüriye girdim ama kağıt üzerinde Temmuz olacak, "Umarım bir sıkıntı çıkmaz" diyerek sıkılıp duruyorum enstitü müdürü hocadan teyidini almama rağmen.Ben her şeyi organize etmişken bir dilekçe yazacak altı üstü ama hatırlatma üstüne hatırlatma yaptığım halde ihale bana kalacaktı.

Tamam ben ters doğmuşum, annemin deyişiyle işlerim önce ters gider, ben toparlarmışım ama bir günde bu kadar sınanınca sınırlarımı aştım. Duygularını kolayca içinde tutamayan, özellikle de bunlar olumsuz duygularsa karşımdakinin yüzüne söylememenin ona haksızlık, bana da yük olduğunu düşünen biri olarak hocaya sabah onun sinirli olabileceğini ama moralimi bozduğunu, babamın ameliyat için beni beklediğini(tatile girince en azından annemle dönüşümlü  refakat edebiliriz diye planlamıştım), onun mükemmeliyetçi olabileceğini ama benim "artık" olmadığımı, dilekçe konusunda da hafızasına hep güvenmiş olduğumu olaylar cereyan ettiğinde söyleyiverdim. Sabah "Aman sakın bir şey söyleme, hoca tezini bırakır." diyen bir arkadaşım bu halimi çılgınca buluyor ama sanırım beni tanıyan herkes, hoca da dahil bu huyumun farkında, o yüzden, gerilmeyip açık iletişimle duygularımızı ifade etmeye devam edebiliyoruz. Can çıkar huy çıkmaz diyenler doğru söylemiş, ne diyeyim:)

TİK MACERAM VE AÇIK İLETİŞİM


Dün, uzun zamandır beklenen TİK (Tez İzleme Komitesi) vardı. Atlattım. Şeker hastası olup ne yapacağı belli olmayan bir prof pamuk şekeri kıvamına yakındı,diğer üniversiteden gelen zaten hep ılımlı sağolsun. 

Benim hocam ise harikalar yarattı! Günler öncesinden gönderdiğim literatüre dönüt beklerken, yüksek lisans öğrencilerini de araya katıp toplu dönüt şöleni verecekmiş, ben eve gitme planları yaparken geceden e-posta atıp buyurdu, o da sağolsun! Müsait olup olmadığımzı sormuş sözde ama yola çıkacağımı öğrenince sabah arayıp çok kızdığını, teklif bile etmememi söyledi, moralimi bozup gerginliğime gerginlik ekledi. 

Biz Ocak'tan beri veri toplarken sayı yok 300, yok 400 olsun diye artırmaya devam ediyor örneklem sayımızı. Bir de TİK sırasında, diğer hocalar sayının dert olmadığını, bunu destekleyen yayınlar olduğunu dile getirirken, bir makalede 1000 örneklemin mükemmel olduğunu görüp, "Emekli olana kadar veri toplatırmışım öğrencime, mükemmelliyetçiyim ya." deyiverdi kendisiyle dalga geçerek.

Enstitüye dilekçe yazmayı unutup resmi olarak haftaya giriyor gireceğim bir jüri yarattı kendince. Haziran'da girilmesi gereken jüriye girdim ama kağıt üzerinde Temmuz olacak, "Umarım bir sıkıntı çıkmaz" diyerek sıkılıp duruyorum enstitü müdürü hocadan teyidini almama rağmen.Ben her şeyi organize etmişken bir dilekçe yazacak altı üstü ama hatırlatma üstüne hatırlatma yaptığım halde ihale bana kalacaktı.

Tamam ben ters doğmuşum, annemin deyişiyle işlerim önce ters gider, ben toparlarmışım ama bir günde bu kadar sınanınca sınırlarımı aştım. Duygularını kolayca içinde tutamayan, özellikle de bunlar olumsuz duygularsa karşımdakinin yüzüne söylememenin ona haksızlık, bana da yük olduğunu düşünen biri olarak hocaya sabah onun sinirli olabileceğini ama moralimi bozduğunu, babamın ameliyat için beni beklediğini(tatile girince en azından annemle dönüşümlü  refakat edebiliriz diye planlamıştım), onun mükemmeliyetçi olabileceğini ama benim "artık" olmadığımı, dilekçe konusunda da hafızasına hep güvenmiş olduğumu olaylar cereyan ettiğinde söyleyiverdim. Sabah "Aman sakın bir şey söyleme, hoca tezini bırakır." diyen bir arkadaşım bu halimi çılgınca buluyor ama sanırım beni tanıyan herkes, hoca da dahil bu huyumun farkında, o yüzden, gerilmeyip açık iletişimle duygularımızı ifade etmeye devam edebiliyoruz. Can çıkar huy çıkmaz diyenler doğru söylemiş, ne diyeyim:)

21 Haziran 2014 Cumartesi

KARAR VERME AŞAMASI, AİLE VE DİĞER ETKENLER





Kararsız bir insan sayılmam, yakından tanıyanların gözünde verdiği karardan dönmeyen bir imajım da var,söylerler ama bu hafta içi 5 günlük sürede il dışı tayinler açılınca zorlu bir karar verme aşaması geçirdim. 

Topu topu Zonguldak il merkezinde tek bir okul açıktı, o da butik okul gibi, az öğrencili bir Anadolu Lisesi. Yıllardır sınavla Anadolu Lisesi öğretmeni olma hakkı kazanıp sınavsız torpilliler yüzünden meslek lisesinde çalışmaya mahkum biri olarak çok cazip, hatta ailem yüz yüze, ben telefonla müdürüyle konuşunca doktoradan dolayı programda esnek davranacağını söyledi, daha da cazip. Zaten ailemi özlemek, yıllardır uzakta yaşamak, onlarla beraber kaç yılımızı beraber geçirebileceğimizi düşünmek vicdanımı zorluyor. Lojmanı da değiştirip taşınma ihtimali de var bir yandan. Bir yandan da, ailemle yaşadığımda 2 araç ya da 1 araç artı yürüme mesafesi. Üstüne psikolojik danışmanların ölçek doldurmada isteksiz olmalarından dolayı (Tembellikleri ayrı bir tez konusu!!!) şimdiye kadar bitirmeyi planladığım ve hala veri toplamaya devam ettiğim tezim. Tayin istesem bu yıl, tez bittiğinde üniversite kadrosu bulduğum yere yine tayin, 2 türlü iş yani.

Bir de, o okulun Roman mahallesiyle karşılıklı olması, benim o yolu kazasız belasız geçebilme endişem eklendi kafa karışıklığıma. Ben ki, lisansını böyle bir mahalleye kurulmuş bir üniversitede tamamlayıp üstüne aynı mahalleye atanıp 3 yıl görev yapmış biriyim ;İstanbul'da. Hatta, bir göreve yetişmek için taksiye binmeye çalıştığımızda şoför o mahalleye giremeyeceğini söylemişti öyle bir kötü imaj yani. Buna rağmen, okuldaki Roman öğrencileri hiç etiketlediğimi hatırlamıyorum hatta Karadenizli ve Doğulu ailelere tercih ettiğimi hatırlıyorum velilerin yaklaşımlarını. Bir de kültüre duyarlı p.d.  kavramıyla ilgili tez yazıyorum ama tedirginliklerim varmış, bir farkındalık kazandım. Geçenlerde yolda annem, kardeşim ve yeğenimle yürürken yolumuzu çevirip laf atan ergen Romana takıldı aklım istemeden. Kendi ellerimle o tercihi yapamadım.

Bu süreçte, özellikle babamla annemin kafasını çok şişirdim. Hatta dün sabah çok uykumu almışım gibi sabahın  5:30'unda kalkıp 6.30'da babamı arayıp yine sordum. Biraz anlayışsız bir annem babam olsa, "Gelmezsen hakkımızı helal etmeyiz, ne öyle oralarda uzakta." deseler, duygu sömürüsü yapsalar daha kolay karar verir miydim bilmiyorum. "Yakınımızda olmanı isteriz ama kendini zora sokma, bitirince buralara yakın bir yerlere bakarız." falan deyince ihale bana kaldı.Kötü bir karar verince "Sizin yüzünüzden." deme hakkımı elimden almış oldular:)Ailesiyle uzakta yaşayıp ilişkileri de uzak olan arkadaşlarımın kalma kararını net alabilmelerine bile imrenecek hale gelmeye yakındım o süreçte. Nihayetinde, en kötü karar bile kararsızlıktan iyiymiş bir kez daha gördüm. Hizmet puanı benden daha yüksek puanlı biri o okula yerleşirse, "Yazsaydım da çıkmayacakmış!" deyip bir ferahlayacağım o derece:)

KARAR VERME AŞAMASI, AİLE VE DİĞER ETKENLER





Kararsız bir insan sayılmam, yakından tanıyanların gözünde verdiği karardan dönmeyen bir imajım da var,söylerler ama bu hafta içi 5 günlük sürede il dışı tayinler açılınca zorlu bir karar verme aşaması geçirdim. 

Topu topu Zonguldak il merkezinde tek bir okul açıktı, o da butik okul gibi, az öğrencili bir Anadolu Lisesi. Yıllardır sınavla Anadolu Lisesi öğretmeni olma hakkı kazanıp sınavsız torpilliler yüzünden meslek lisesinde çalışmaya mahkum biri olarak çok cazip, hatta ailem yüz yüze, ben telefonla müdürüyle konuşunca doktoradan dolayı programda esnek davranacağını söyledi, daha da cazip. Zaten ailemi özlemek, yıllardır uzakta yaşamak, onlarla beraber kaç yılımızı beraber geçirebileceğimizi düşünmek vicdanımı zorluyor. Lojmanı da değiştirip taşınma ihtimali de var bir yandan. Bir yandan da, ailemle yaşadığımda 2 araç ya da 1 araç artı yürüme mesafesi. Üstüne psikolojik danışmanların ölçek doldurmada isteksiz olmalarından dolayı (Tembellikleri ayrı bir tez konusu!!!) şimdiye kadar bitirmeyi planladığım ve hala veri toplamaya devam ettiğim tezim. Tayin istesem bu yıl, tez bittiğinde üniversite kadrosu bulduğum yere yine tayin, 2 türlü iş yani.

Bir de, o okulun Roman mahallesiyle karşılıklı olması, benim o yolu kazasız belasız geçebilme endişem eklendi kafa karışıklığıma. Ben ki, lisansını böyle bir mahalleye kurulmuş bir üniversitede tamamlayıp üstüne aynı mahalleye atanıp 3 yıl görev yapmış biriyim ;İstanbul'da. Hatta, bir göreve yetişmek için taksiye binmeye çalıştığımızda şoför o mahalleye giremeyeceğini söylemişti öyle bir kötü imaj yani. Buna rağmen, okuldaki Roman öğrencileri hiç etiketlediğimi hatırlamıyorum hatta Karadenizli ve Doğulu ailelere tercih ettiğimi hatırlıyorum velilerin yaklaşımlarını. Bir de kültüre duyarlı p.d.  kavramıyla ilgili tez yazıyorum ama tedirginliklerim varmış, bir farkındalık kazandım. Geçenlerde yolda annem, kardeşim ve yeğenimle yürürken yolumuzu çevirip laf atan ergen Romana takıldı aklım istemeden. Kendi ellerimle o tercihi yapamadım.

Bu süreçte, özellikle babamla annemin kafasını çok şişirdim. Hatta dün sabah çok uykumu almışım gibi sabahın  5:30'unda kalkıp 6.30'da babamı arayıp yine sordum. Biraz anlayışsız bir annem babam olsa, "Gelmezsen hakkımızı helal etmeyiz, ne öyle oralarda uzakta." deseler, duygu sömürüsü yapsalar daha kolay karar verir miydim bilmiyorum. "Yakınımızda olmanı isteriz ama kendini zora sokma, bitirince buralara yakın bir yerlere bakarız." falan deyince ihale bana kaldı.Kötü bir karar verince "Sizin yüzünüzden." deme hakkımı elimden almış oldular:)Ailesiyle uzakta yaşayıp ilişkileri de uzak olan arkadaşlarımın kalma kararını net alabilmelerine bile imrenecek hale gelmeye yakındım o süreçte. Nihayetinde, en kötü karar bile kararsızlıktan iyiymiş bir kez daha gördüm. Hizmet puanı benden daha yüksek puanlı biri o okula yerleşirse, "Yazsaydım da çıkmayacakmış!" deyip bir ferahlayacağım o derece:)

18 Haziran 2014 Çarşamba

DÖNÜT ALMAK


İlgimi çeken, takip ettiğim bazı bloglara yorum yazıyorum zaman zaman. Yazıyı yazana bir yorum bırakmanın, aynı ya da farklı fikirde olduğumuzu belirtmenin teşvik edici bir yanı olduğuna da inanıyorum. En azından benim için durum böyle. Yazdıklarıma yorum bırakılması, tanımadığım insanlarla bir tanışıklık hissi uyandırıyor ve o yorum hakkında düşünmek de bir nevi beyin jimnastiği gibi geliyor bana. 

Aynı şekilde, bıraktığım yorumlara da yazarın bir cevap vermesini beklediğimi fark ettim. Yorumların umursandığını, okunduğunu görme ihtiyacı belki de. Bunun sadece benimle ilgili bir durum olmadığını düşünüyorum çünkü hayatımız boyunca toplumsal varlıklar olarak kendimizden emin olup olmadığımızdan bağımsız olarak başkalarının duygularını ve düşüncelerini merak eder dururuz. Bunu sorarak öğrenebildiklerimiz kadar, sorma şansımız olmayanların fikrini de merak ederiz. Bu yüzden, insanlar zahmet edip yazdıklarıma yorum bırakınca bir şeyler yazmadan geçemiyorum. Yazdıklarını paylaşıp, yoruma açık bırakan ama yorum bırakanlardan dönütü esirgeyenleri de çözemiyorum. Sadece gidiş bileti almak gibi ucu açık...Cevapsız mektuplar gibi boşa yazılmış...

DÖNÜT ALMAK


İlgimi çeken, takip ettiğim bazı bloglara yorum yazıyorum zaman zaman. Yazıyı yazana bir yorum bırakmanın, aynı ya da farklı fikirde olduğumuzu belirtmenin teşvik edici bir yanı olduğuna da inanıyorum. En azından benim için durum böyle. Yazdıklarıma yorum bırakılması, tanımadığım insanlarla bir tanışıklık hissi uyandırıyor ve o yorum hakkında düşünmek de bir nevi beyin jimnastiği gibi geliyor bana. 

Aynı şekilde, bıraktığım yorumlara da yazarın bir cevap vermesini beklediğimi fark ettim. Yorumların umursandığını, okunduğunu görme ihtiyacı belki de. Bunun sadece benimle ilgili bir durum olmadığını düşünüyorum çünkü hayatımız boyunca toplumsal varlıklar olarak kendimizden emin olup olmadığımızdan bağımsız olarak başkalarının duygularını ve düşüncelerini merak eder dururuz. Bunu sorarak öğrenebildiklerimiz kadar, sorma şansımız olmayanların fikrini de merak ederiz. Bu yüzden, insanlar zahmet edip yazdıklarıma yorum bırakınca bir şeyler yazmadan geçemiyorum. Yazdıklarını paylaşıp, yoruma açık bırakan ama yorum bırakanlardan dönütü esirgeyenleri de çözemiyorum. Sadece gidiş bileti almak gibi ucu açık...Cevapsız mektuplar gibi boşa yazılmış...

12 Haziran 2014 Perşembe

BALE VE ÖNYARGI

Nisan'da biletlerini alıp Soma olayı dolayısıyla ertelenen bale ve müzikal biletlerimiz vardı (Gündem çabucak değiştiğinden Soma'yı anan yok, o ayrı!). Biletleri aldığımız arkadaşlardan biri annesinin kanser tedavisi sonuç verince yanında olmak istedi ve Ankara'ya gitti. Kızı ve kendisi için aldığımız 2 bilet de açıkta kaldı yani. Biletleri başka bir arkadaşa gitmesi için verdi, onun da annesi ziyaretine gelince, biletler yine sahipsiz kaldı. 
Pazartesi akşamki bale gösterisi için arkadaşlara gelip gelemeyeceklerini sorduk. Biletler bedava, kimse ücret istememesine rağmen "Sıkılırım.", "Hiç baleye gitmedim, sıkıcıdır.", "Evden çıkmak zor gelir.", "Klasik müzik var, istemem." gibi bahaneler üretildi.Bu mazeretleri bildirenlerin tümü üniversite mezunu öğretmenler bu arada. Neyse sonunda, gelmeyi isteyen 2 kişi çıktı, onlar da son anda vazgeçebileceklerini söylediler. Yine de geldiler.

Akşam müthiş bir gösteri izledik (3. sıraya bilet almamıza rağmen davetiyeli seyirciler gelmeye zahmet etmediğinden en önden izledik gösteriyi. Sahneden bize atılan gülleri kaptık hatta:) İlk kez baleyle tanışan toplamda 3 arkadaşım gösteriye bayıldı. Bu akşam da müzikal bileti bulmak için erkenden gişeye gidip şanslarını deneyecekler hatta. Okulda da, bir önceki gösterinin izlenimlerini anlata anlata bitiremediklerinden seneye onlara da bilet almamızı isteyen bir kitle oluştu.

Kıssadan hisse şu ki; önyargı kötü bir şey, kendimize yeni bir şeyler denemek için şans vermek gerek. 

BALE VE ÖNYARGI

Nisan'da biletlerini alıp Soma olayı dolayısıyla ertelenen bale ve müzikal biletlerimiz vardı (Gündem çabucak değiştiğinden Soma'yı anan yok, o ayrı!). Biletleri aldığımız arkadaşlardan biri annesinin kanser tedavisi sonuç verince yanında olmak istedi ve Ankara'ya gitti. Kızı ve kendisi için aldığımız 2 bilet de açıkta kaldı yani. Biletleri başka bir arkadaşa gitmesi için verdi, onun da annesi ziyaretine gelince, biletler yine sahipsiz kaldı. 
Pazartesi akşamki bale gösterisi için arkadaşlara gelip gelemeyeceklerini sorduk. Biletler bedava, kimse ücret istememesine rağmen "Sıkılırım.", "Hiç baleye gitmedim, sıkıcıdır.", "Evden çıkmak zor gelir.", "Klasik müzik var, istemem." gibi bahaneler üretildi.Bu mazeretleri bildirenlerin tümü üniversite mezunu öğretmenler bu arada. Neyse sonunda, gelmeyi isteyen 2 kişi çıktı, onlar da son anda vazgeçebileceklerini söylediler. Yine de geldiler.

Akşam müthiş bir gösteri izledik (3. sıraya bilet almamıza rağmen davetiyeli seyirciler gelmeye zahmet etmediğinden en önden izledik gösteriyi. Sahneden bize atılan gülleri kaptık hatta:) İlk kez baleyle tanışan toplamda 3 arkadaşım gösteriye bayıldı. Bu akşam da müzikal bileti bulmak için erkenden gişeye gidip şanslarını deneyecekler hatta. Okulda da, bir önceki gösterinin izlenimlerini anlata anlata bitiremediklerinden seneye onlara da bilet almamızı isteyen bir kitle oluştu.

Kıssadan hisse şu ki; önyargı kötü bir şey, kendimize yeni bir şeyler denemek için şans vermek gerek. 

7 Haziran 2014 Cumartesi

ŞAŞIRTI BENİ ŞAŞIRTTI:)

 Bu sabah kanalları dolaşırken (Burada bahsettiğim gibisabah ekranında kanal gezme rekortmeniyim malum!), Pepee'ye rastladım.Hem mesleki meraktan, hem de teyzelik durumundan  birkaç saniye takılı kaldım, o anda da annesi Pepee ve arkadaşlarına "Size bir "şaşırtı" yaptım." dedi. Benim bu cümleyi idrak etmem önce zaman aldı.  Sonradan anladım ki, kadıncağız "sürpriz" yapmış:)

Yıllardır İngilizce öğreten biri olarak, yabancı kelimeleri cümle içinde anlamsızca, bilinçsizce, cahilce kullanmayı eleştiririm. Dile sahip çıkma konusunda lisedeki İngilizce öğretmenimiz Bahri Bey'in "Siz Türkçe'yi öğrenin, ben size İngilizce öğretirim." lafını düstur kabul ederim. Üniversite giriş sınavlarında Türkiye 1.si bile çıkarmış bir öğretmendir kendisi ve kendi deneyimlerimde de görüyorum ki, ana dilini bilmeyen, bu dilin kurallarına hakim olmayan birine başka bir dil öğretmek imkansıza yakın. Bir öğrencimin fiil örneği olarak "süt"ü örnek vermesi, benim için kırılma noktalarından biridir. O günden beri "Sütüyoruz, süreceğiz, süttük.":( (Yok, bu kez ağlanacak halimize gülen yüz koyamadım!)

"Bütün bu anlattıklarının Pepee ile ilgisi ne ola ki?" diye sorarsanız, dile sahip çıkma konusunda hassasiyet göstermek, Türkçe hali yaygın kullanılıyorken bizden olmayan bir kelimeyi lafın içine sokuşturup "full dolu" gibi anlamsız laflar etmemek,özetle dile sahip çıkmak gerek derim. Bununla birlikte, yıllardır artık bizden olan kelimelere yeni alternatifler (buna da alternatif bulunmuştur elbet!), otobüsü "çok oturgaçlı götürgeç" gibi zorlama Türkçe yapmak da fazla zorlama ve itici geliyor bana. Edebiyat öğreten bir sürü arkadaşım da, dilimizde yer etmişse, uzun zamandır kullanılıyorsa o sözcüğün bizden olduğunu savunuyor. 

Mevcut icatlar, keşifler bizden çıksa, zaten dünya da "baklava" gibi Türkçe isimleri ile öğrenecek çoğu kelimeyi, dili zenginleştirmek bilimde ilerlemeyle de mümkün yani. Atatürk'ün geometride kullandığımız çoğu terime karşılıklar bulması ve kelimelerin dilimize yerleşmesi, o kelimeyle ilk kez bu karşılıklarla tanışmamızla mümkün olmuş. Yıllardır kullanılan kelimelere bu saatten sonra karşılık bulmaya çalışmak biraz fazla "şaşırtı"lı olmuyor mu bünyemizde?

ŞAŞIRTI BENİ ŞAŞIRTTI:)

 Bu sabah kanalları dolaşırken (Burada bahsettiğim gibisabah ekranında kanal gezme rekortmeniyim malum!), Pepee'ye rastladım.Hem mesleki meraktan, hem de teyzelik durumundan  birkaç saniye takılı kaldım, o anda da annesi Pepee ve arkadaşlarına "Size bir "şaşırtı" yaptım." dedi. Benim bu cümleyi idrak etmem önce zaman aldı.  Sonradan anladım ki, kadıncağız "sürpriz" yapmış:)

Yıllardır İngilizce öğreten biri olarak, yabancı kelimeleri cümle içinde anlamsızca, bilinçsizce, cahilce kullanmayı eleştiririm. Dile sahip çıkma konusunda lisedeki İngilizce öğretmenimiz Bahri Bey'in "Siz Türkçe'yi öğrenin, ben size İngilizce öğretirim." lafını düstur kabul ederim. Üniversite giriş sınavlarında Türkiye 1.si bile çıkarmış bir öğretmendir kendisi ve kendi deneyimlerimde de görüyorum ki, ana dilini bilmeyen, bu dilin kurallarına hakim olmayan birine başka bir dil öğretmek imkansıza yakın. Bir öğrencimin fiil örneği olarak "süt"ü örnek vermesi, benim için kırılma noktalarından biridir. O günden beri "Sütüyoruz, süreceğiz, süttük.":( (Yok, bu kez ağlanacak halimize gülen yüz koyamadım!)

"Bütün bu anlattıklarının Pepee ile ilgisi ne ola ki?" diye sorarsanız, dile sahip çıkma konusunda hassasiyet göstermek, Türkçe hali yaygın kullanılıyorken bizden olmayan bir kelimeyi lafın içine sokuşturup "full dolu" gibi anlamsız laflar etmemek,özetle dile sahip çıkmak gerek derim. Bununla birlikte, yıllardır artık bizden olan kelimelere yeni alternatifler (buna da alternatif bulunmuştur elbet!), otobüsü "çok oturgaçlı götürgeç" gibi zorlama Türkçe yapmak da fazla zorlama ve itici geliyor bana. Edebiyat öğreten bir sürü arkadaşım da, dilimizde yer etmişse, uzun zamandır kullanılıyorsa o sözcüğün bizden olduğunu savunuyor. 

Mevcut icatlar, keşifler bizden çıksa, zaten dünya da "baklava" gibi Türkçe isimleri ile öğrenecek çoğu kelimeyi, dili zenginleştirmek bilimde ilerlemeyle de mümkün yani. Atatürk'ün geometride kullandığımız çoğu terime karşılıklar bulması ve kelimelerin dilimize yerleşmesi, o kelimeyle ilk kez bu karşılıklarla tanışmamızla mümkün olmuş. Yıllardır kullanılan kelimelere bu saatten sonra karşılık bulmaya çalışmak biraz fazla "şaşırtı"lı olmuyor mu bünyemizde?

3 Haziran 2014 Salı

DENGELER ŞAŞMASIN!

Bu aralar, havalar gibi bir gelgitli ruh hali içinde misiniz bilmem ama ben 27 Haziran'da Tez İzleme Komitesi için yazmaya devam, bir yandan "Yazılı sorusu hazırla, yazılı yap, yazılı oku. % 50 tutmadıysa, soru hazırla, yine yazılı yap, yine oku, not gir." rutininden kafayı sıyırmak üzereyim. Komite için hocaların hepsine uygun gün ve saat ayarlamak, il dışından gelene ayrı, üniversite dışından gelene ayrı ayrı yine yeni yeniden dönüp tarih teyit etmek, bu arada tezde kalem oynatmadığım günler için kendime lanet edip kardeşimin deyimiyle bir zamanlar üzerinde çalıştığım "akademik erteleme" konusunda örnek vaka olduğum günleri hatırlamak... Gerçi hakkımı da yemeyeyim, hem gezdim, hem okuyup yazdım genelde:)

Bu kadar yoğunken, kafayı da sıyırmamak için hala deşarj olmaya ihtiyacım olduğunu biliyorum. Kafayı kaldırmadan, günlerce evden çıkmadan ders yapmak da anlamlı gelmedi bunca yıllık öğrenciliğimde. Eeee zaten bir yandan sabahın köründe kalkıp gırtlak patlatıyorum, bir yandan da doktora. Biraz sosyal etkinlikle nefes almasam hepten boğulurum gibi geliyor. O yüzden, "Çocuk da yaparım, kariyer de." mantığını benimseyenler gibi iş, tez ve sosyal etkinlik bir arada yürütmeye çalışıyorum. Aylar öncesinden gidip müzikal, bale bileti bile aldım, izlemezsem kötü hissederim.
Doğru yolda olup olmadığım konusunda kafam karışık ama ben dengeyi başka türlü sağlayamıyorum. 


Kıssadan hisse: Terzi söküğünü dikemez!

DENGELER ŞAŞMASIN!

Bu aralar, havalar gibi bir gelgitli ruh hali içinde misiniz bilmem ama ben 27 Haziran'da Tez İzleme Komitesi için yazmaya devam, bir yandan "Yazılı sorusu hazırla, yazılı yap, yazılı oku. % 50 tutmadıysa, soru hazırla, yine yazılı yap, yine oku, not gir." rutininden kafayı sıyırmak üzereyim. Komite için hocaların hepsine uygun gün ve saat ayarlamak, il dışından gelene ayrı, üniversite dışından gelene ayrı ayrı yine yeni yeniden dönüp tarih teyit etmek, bu arada tezde kalem oynatmadığım günler için kendime lanet edip kardeşimin deyimiyle bir zamanlar üzerinde çalıştığım "akademik erteleme" konusunda örnek vaka olduğum günleri hatırlamak... Gerçi hakkımı da yemeyeyim, hem gezdim, hem okuyup yazdım genelde:)

Bu kadar yoğunken, kafayı da sıyırmamak için hala deşarj olmaya ihtiyacım olduğunu biliyorum. Kafayı kaldırmadan, günlerce evden çıkmadan ders yapmak da anlamlı gelmedi bunca yıllık öğrenciliğimde. Eeee zaten bir yandan sabahın köründe kalkıp gırtlak patlatıyorum, bir yandan da doktora. Biraz sosyal etkinlikle nefes almasam hepten boğulurum gibi geliyor. O yüzden, "Çocuk da yaparım, kariyer de." mantığını benimseyenler gibi iş, tez ve sosyal etkinlik bir arada yürütmeye çalışıyorum. Aylar öncesinden gidip müzikal, bale bileti bile aldım, izlemezsem kötü hissederim.
Doğru yolda olup olmadığım konusunda kafam karışık ama ben dengeyi başka türlü sağlayamıyorum. 


Kıssadan hisse: Terzi söküğünü dikemez!