28 Şubat 2014 Cuma

KIŞI KIŞKIŞLAMAK

Bugün resmi olarak kışın son günü:) Kalın kalın giyinmeyi,  özellikle renk renk balıkçı kazaklara bürünmeyi, rahatlık timsali kışlık bot ve çizmeleri ayaklarıma geçirmeyi, kışlık alışveriş yapmayı yaza özgü giyinme ve alışveriş detaylarından çok sevmişimdir hayatım boyunca. Bir de kışın doğup "kış çocuğu" olunca, kışı kayırırmışım gibi gelirdi. Öyle değilmiş. Son yıllarda fark ettim ki, ben kışın bitebilme ihtimalini seviyorum. Buralara bu yıl biraz yağmur, bir- iki gün de kar yağdı, kuraklık ihtimalini düşünmek haricinde içimde kelebekler kanat çırptı güzel havaları görünce. Hasta da olsam, keyifsiz de o gün hava güzelse dışarı çıkmak, temiz hava almak keyfimi yerine getirdi, oksijen ve güneşin iyileştirici etkisini hissettim. Güzel havalarla ortaya çıkmaya başlayan bitkiler, ortalarda daha çok görünmeye başlayan hayvanlar da aynı neşeyi paylaşır gibiler. 

Güneşin kavurucu ışıklarını, tertemiz başladığınız güne terleyerek devam etme ihtimalinin hep çok olduğu yaza bayılmıyorum ama yazın habercisi baharı dört gözle bekliyorum her yıl. İşte bu yüzden, 28 Şubat (4 yılda bir yıllarda 29) güzel günlerin habercisi. Daha çok ders çalışasım bile geliyor böyle günlerde daha ne olsun:)

KIŞI KIŞKIŞLAMAK

Bugün resmi olarak kışın son günü:) Kalın kalın giyinmeyi,  özellikle renk renk balıkçı kazaklara bürünmeyi, rahatlık timsali kışlık bot ve çizmeleri ayaklarıma geçirmeyi, kışlık alışveriş yapmayı yaza özgü giyinme ve alışveriş detaylarından çok sevmişimdir hayatım boyunca. Bir de kışın doğup "kış çocuğu" olunca, kışı kayırırmışım gibi gelirdi. Öyle değilmiş. Son yıllarda fark ettim ki, ben kışın bitebilme ihtimalini seviyorum. Buralara bu yıl biraz yağmur, bir- iki gün de kar yağdı, kuraklık ihtimalini düşünmek haricinde içimde kelebekler kanat çırptı güzel havaları görünce. Hasta da olsam, keyifsiz de o gün hava güzelse dışarı çıkmak, temiz hava almak keyfimi yerine getirdi, oksijen ve güneşin iyileştirici etkisini hissettim. Güzel havalarla ortaya çıkmaya başlayan bitkiler, ortalarda daha çok görünmeye başlayan hayvanlar da aynı neşeyi paylaşır gibiler. 

Güneşin kavurucu ışıklarını, tertemiz başladığınız güne terleyerek devam etme ihtimalinin hep çok olduğu yaza bayılmıyorum ama yazın habercisi baharı dört gözle bekliyorum her yıl. İşte bu yüzden, 28 Şubat (4 yılda bir yıllarda 29) güzel günlerin habercisi. Daha çok ders çalışasım bile geliyor böyle günlerde daha ne olsun:)

23 Şubat 2014 Pazar

ÜNVANLAR, KİŞİLİKLER, BİZ VE DİĞERLERİ


Bizde, makam- mevki sahibi, olmak, belli unvanlara sahip olmak, belli apoletleri takmak çokça önemsenen durumlardır milletçe. Kişiliğine saygı duymadığınız bir kişinin konumuna saygı duyup, bazen el pençe divan durmak yaygındır maalesef. O kişiler de, tüm itibarlarını kendilerine saygıdan sanma gafletine kapılabilirler. 

Bu sevimsiz girizgahı, bugün denk geldiğim bir programda öğrendiğim bir durumu vurgulamak için yaptım. Tülin Şahin, bugün yayınlanan TV programında eskiden yaşadığı şehri (Odense'yi) gezip eski okulunu da ziyaret etti. Bu esnada, okulun şu anki müdürü ile de bir röportajı ekrandaydı. Müdür (orada rektör deniliyormuş!), kendisinin bulunduğu yönetim odasının öğretmenler odasının bir alt katında olduğunu, bunu da öğretmenlerin kendilerini yönetimin üzerinde geziyor hissetmeleri için seçtiklerini vurguladı. Tülin Şahin, bunun çok fazla Danimarka'ya has bir durum olduğunu vurgulama ihtiyacı duydu. Eee ne de olsa bizde en güzel ve geniş odalar yönetimlerin olmakla beraber, bir de genelden ayrı, soyut, haşmetinden sual olunmaz bir şatafat olmazsa olmaz gibi. 


"Ben önemliyim, ben değerliyim." diyebilmenin, daha doğrusu sizin adınıza başkalarının böyle hissetmesinin yolu, kendinizden başka kişileri de önemsemek aslında. O zaman, büyür insanlığımız da, insanların gözündeki konumumuzda. 

ÜNVANLAR, KİŞİLİKLER, BİZ VE DİĞERLERİ


Bizde, makam- mevki sahibi, olmak, belli unvanlara sahip olmak, belli apoletleri takmak çokça önemsenen durumlardır milletçe. Kişiliğine saygı duymadığınız bir kişinin konumuna saygı duyup, bazen el pençe divan durmak yaygındır maalesef. O kişiler de, tüm itibarlarını kendilerine saygıdan sanma gafletine kapılabilirler. 

Bu sevimsiz girizgahı, bugün denk geldiğim bir programda öğrendiğim bir durumu vurgulamak için yaptım. Tülin Şahin, bugün yayınlanan TV programında eskiden yaşadığı şehri (Odense'yi) gezip eski okulunu da ziyaret etti. Bu esnada, okulun şu anki müdürü ile de bir röportajı ekrandaydı. Müdür (orada rektör deniliyormuş!), kendisinin bulunduğu yönetim odasının öğretmenler odasının bir alt katında olduğunu, bunu da öğretmenlerin kendilerini yönetimin üzerinde geziyor hissetmeleri için seçtiklerini vurguladı. Tülin Şahin, bunun çok fazla Danimarka'ya has bir durum olduğunu vurgulama ihtiyacı duydu. Eee ne de olsa bizde en güzel ve geniş odalar yönetimlerin olmakla beraber, bir de genelden ayrı, soyut, haşmetinden sual olunmaz bir şatafat olmazsa olmaz gibi. 


"Ben önemliyim, ben değerliyim." diyebilmenin, daha doğrusu sizin adınıza başkalarının böyle hissetmesinin yolu, kendinizden başka kişileri de önemsemek aslında. O zaman, büyür insanlığımız da, insanların gözündeki konumumuzda. 

20 Şubat 2014 Perşembe

İYİ DİLEK VE TEMENNİLER



Bu aralar, daha önce de bahsettiğim gibi ölçeğime gelen yanıt sayısını her gün merakla takip ediyorum. Bilgisayarımı açtığımda yaptığım ilk işlerden biri Google Drive'ı açıp yanıtlara bakmak. Sayı arttıkça bendeki heyecan ve sevincin bu derece olabileceğini bilmezdim. İnsan kendisi ile ilgili yeni şeyler öğreniyormuş (Bak. Kendimize Açılan Pencere).

Ölçeği hazırlarken, sistemin elverdiği şekilde tek bir sayfaya sığdırmaya çalıştım. Bu esnada, çok da bilinçli olmayan bir şekilde bir metin kutucuğunu da sayfa sonuna eklemiş bulundum. Ölçeği gönderdiğim ilk günden beri bazı katılımcılar, bu kutucuğa kendi görüşlerini yazmış durumdalar. Ölçeğe yönelik motive edici, destekleyici, öneriler ileten bir sürü mesajım var hiç tanımadığım insanlardan. Ölçeği açtığımda, en heyecanla baktığım kısımlardan biri, istatistiki veri olarak gelen demografik bilgiler kadar bu kısım. Zahmet edip, zaman ayırıp ölçeği doldurdukları yetmiyormuş gibi bir de görüş yazmaları inanılmaz değerli benim için. E-postaları sistemde tekrar bana dönmediği için, isim belirtmeyenlere teşekkür etme fırsatım olamıyor ama içten içe çok teşekkür ediyorum. Buraya da yazayım istedim.

İYİ DİLEK VE TEMENNİLER



Bu aralar, daha önce de bahsettiğim gibi ölçeğime gelen yanıt sayısını her gün merakla takip ediyorum. Bilgisayarımı açtığımda yaptığım ilk işlerden biri Google Drive'ı açıp yanıtlara bakmak. Sayı arttıkça bendeki heyecan ve sevincin bu derece olabileceğini bilmezdim. İnsan kendisi ile ilgili yeni şeyler öğreniyormuş (Bak. Kendimize Açılan Pencere).

Ölçeği hazırlarken, sistemin elverdiği şekilde tek bir sayfaya sığdırmaya çalıştım. Bu esnada, çok da bilinçli olmayan bir şekilde bir metin kutucuğunu da sayfa sonuna eklemiş bulundum. Ölçeği gönderdiğim ilk günden beri bazı katılımcılar, bu kutucuğa kendi görüşlerini yazmış durumdalar. Ölçeğe yönelik motive edici, destekleyici, öneriler ileten bir sürü mesajım var hiç tanımadığım insanlardan. Ölçeği açtığımda, en heyecanla baktığım kısımlardan biri, istatistiki veri olarak gelen demografik bilgiler kadar bu kısım. Zahmet edip, zaman ayırıp ölçeği doldurdukları yetmiyormuş gibi bir de görüş yazmaları inanılmaz değerli benim için. E-postaları sistemde tekrar bana dönmediği için, isim belirtmeyenlere teşekkür etme fırsatım olamıyor ama içten içe çok teşekkür ediyorum. Buraya da yazayım istedim.

15 Şubat 2014 Cumartesi

TARTIŞMA ADABI

Dün akşamın köründe yaptığımız toplantı, gündem maddelerinin ağır ağır okunması ile ruhumuzu teslim etmeye ramak kala bitiverdi. Sükunet içinde, iyi dilek ve temennilerle değildi bu bitiş. Bir curcuna,
bir kıyamet, bir apar topar bitiş oldu.

Öğrencilerden birinin türbanla okula gelmeye başlaması, bunu bir öğretmen arkadaşımızın aktarması, öğrencilerin türbanlı arkadaşlarına bir şey demeyen okul idaresine dilekçe yazıp okula makyajla gelip gelemeyeceğini sorması, yönetmelikçe yasak olmasına rağmen bir müsteşarın "Rahatsız olan dilekçe yazar, öğrenci türbanla okula gelebilir." dediğinin iletilmesi pimi çekiverdi. Öğretmenlerden biri (!), "Şapka kanunu var, herkes şapka taksın, öğretmenler de makyaj yapmasın o zaman." gibi farklı, abes ve yüksek perdeden bağırıp çağırmaya başladı. Konunun türban tartışması olmadığını, öğrencinin yönetmelikte yer almayan bir kılık-kıyafet ile okula gelmesine karşı olunduğunu anlayamayacak kadar duyargalarını kapatan bu adam; bağırmaya başlayınca müdür apar topar toplantıyı kapatıverdi. 

Dışarıda hala yüksek sesli bir tartışma yaşanmaktaydı en son. Toplum içinde konuşma adabı olmayan bir yetişkinin, öğretmen olması, bir sürü çocuğa, ergene, gence örnek teşkil etmesi ne acı. Söyleneni anlamayan çünkü dinlemeyi bilmeyen, baştan haklı olduğunu, her tartışmanın kavga ile sonuçlanması gerektiğini zanneden, bağırıp çağırmanın haklılık göstergesi olduğunu zanneden bir adamın, ne kadar örnek olabileceği tartışılır. Kişisel olarak şu ana kadar bir sorun yaşamamış olsak da, bu manzaradan sonra saygı duymak mümkün değil bu tavra. Öğretim başka, eğitim başka şeyler. Diploma cahilliği alıyormuş sadece. 


TARTIŞMA ADABI

Dün akşamın köründe yaptığımız toplantı, gündem maddelerinin ağır ağır okunması ile ruhumuzu teslim etmeye ramak kala bitiverdi. Sükunet içinde, iyi dilek ve temennilerle değildi bu bitiş. Bir curcuna,
bir kıyamet, bir apar topar bitiş oldu.

Öğrencilerden birinin türbanla okula gelmeye başlaması, bunu bir öğretmen arkadaşımızın aktarması, öğrencilerin türbanlı arkadaşlarına bir şey demeyen okul idaresine dilekçe yazıp okula makyajla gelip gelemeyeceğini sorması, yönetmelikçe yasak olmasına rağmen bir müsteşarın "Rahatsız olan dilekçe yazar, öğrenci türbanla okula gelebilir." dediğinin iletilmesi pimi çekiverdi. Öğretmenlerden biri (!), "Şapka kanunu var, herkes şapka taksın, öğretmenler de makyaj yapmasın o zaman." gibi farklı, abes ve yüksek perdeden bağırıp çağırmaya başladı. Konunun türban tartışması olmadığını, öğrencinin yönetmelikte yer almayan bir kılık-kıyafet ile okula gelmesine karşı olunduğunu anlayamayacak kadar duyargalarını kapatan bu adam; bağırmaya başlayınca müdür apar topar toplantıyı kapatıverdi. 

Dışarıda hala yüksek sesli bir tartışma yaşanmaktaydı en son. Toplum içinde konuşma adabı olmayan bir yetişkinin, öğretmen olması, bir sürü çocuğa, ergene, gence örnek teşkil etmesi ne acı. Söyleneni anlamayan çünkü dinlemeyi bilmeyen, baştan haklı olduğunu, her tartışmanın kavga ile sonuçlanması gerektiğini zanneden, bağırıp çağırmanın haklılık göstergesi olduğunu zanneden bir adamın, ne kadar örnek olabileceği tartışılır. Kişisel olarak şu ana kadar bir sorun yaşamamış olsak da, bu manzaradan sonra saygı duymak mümkün değil bu tavra. Öğretim başka, eğitim başka şeyler. Diploma cahilliği alıyormuş sadece. 


14 Şubat 2014 Cuma

YOLCULUK VE DEĞİŞEN RUH HALİM

Yolcu olma hallerim değişkendir benim. Gitmek istediğim bir yere, özlediklerimin ve sevdiklerimin yanına gidiyorsam pamuk şekeri kıvamında biri oluveriyorum ya da kendimi öyle hafif hissediyorum. Gerçi, pamuk şekerin içine bile keyif verici maddeler koyup okul önlerinde sattıklarını duyduğum günden beri, pamuk şekerinden bile çekinir oldum o ayrı! Neyse konuyu dağıtmayayım, isteğe bağlı yolculuklarımda, yanımdaki yolcunun gereksiz sohbet girişimlerine bile tahammül gösterir, sorularını kısa cevaplarla geçiştirmemeye çalışırım. Yol boyunca, kitap okumak da yolculuğun artılarından olur, yanıma kar kalır. 
Aynı ben, zorunluluktan yola çıkmışsam yanımdaki yolcunun fazladan kapladığı her santimin hesabını yapar, bana bulaşmasın diye cama bakar, kesik kesik cevaplar veririm. Yolculuk bitmek bilmez, uzadıkça uzar. Aynı yoldan geçen dönüş arabalarına imrenen gözlerle bakarım. Vasıta ve yolcu aynı olsa da, güzergah değişince ruh halim, ortama uyum sağlama eşiğim birden değişiveriyor. Alerjik bünyem bile daha fazla tepki veriyor farklı güzergahlara. Öksürme ve hapşırma nöbetlerim nüksediyor, klima sanki bir başka üfürüyor. Sözün özü, değişken ruh halinden muzdarip terzi, kendi söküğünü dikemiyor. Hayata farklı bir pencereden bakıyor ayrı güzergahlarda.


YOLCULUK VE DEĞİŞEN RUH HALİM

Yolcu olma hallerim değişkendir benim. Gitmek istediğim bir yere, özlediklerimin ve sevdiklerimin yanına gidiyorsam pamuk şekeri kıvamında biri oluveriyorum ya da kendimi öyle hafif hissediyorum. Gerçi, pamuk şekerin içine bile keyif verici maddeler koyup okul önlerinde sattıklarını duyduğum günden beri, pamuk şekerinden bile çekinir oldum o ayrı! Neyse konuyu dağıtmayayım, isteğe bağlı yolculuklarımda, yanımdaki yolcunun gereksiz sohbet girişimlerine bile tahammül gösterir, sorularını kısa cevaplarla geçiştirmemeye çalışırım. Yol boyunca, kitap okumak da yolculuğun artılarından olur, yanıma kar kalır. 
Aynı ben, zorunluluktan yola çıkmışsam yanımdaki yolcunun fazladan kapladığı her santimin hesabını yapar, bana bulaşmasın diye cama bakar, kesik kesik cevaplar veririm. Yolculuk bitmek bilmez, uzadıkça uzar. Aynı yoldan geçen dönüş arabalarına imrenen gözlerle bakarım. Vasıta ve yolcu aynı olsa da, güzergah değişince ruh halim, ortama uyum sağlama eşiğim birden değişiveriyor. Alerjik bünyem bile daha fazla tepki veriyor farklı güzergahlara. Öksürme ve hapşırma nöbetlerim nüksediyor, klima sanki bir başka üfürüyor. Sözün özü, değişken ruh halinden muzdarip terzi, kendi söküğünü dikemiyor. Hayata farklı bir pencereden bakıyor ayrı güzergahlarda.


11 Şubat 2014 Salı

KİTAPLAR, FİLMLER, DİZİLER


Yaygın okuma alışkanlığı olan bir millet olmadığımız aşikar. Yayınlanan istatistiklere  göre, durumumuz dünya standartlarına göre pek de parlak değil. Okur-yazar oranımız artsa da, zorunu eğitim adı altında bir sürü insana zorla diploma verilse de (İstemese de, çalışmasa da bir sürü insan Öğretmenler Kurulu kararları, çıkan aflar, telafi sınavları gibi unsurlar sayesinde diplomasını elinde buluyor!); iş kitap okumaya gelince durum vahim.


"Boş zamanlarında ne yaparsın?" sorusuna verdiğimiz cevaplar arasında kitap okumanın olması, bu işin boş değil dolu zaman işi olduğunu idrak edememiş olmamız belki de sebeplerden biri. Günlük rutin işlerimizden biri olarak saysak okumayı belki de listelerde bu kadar geriye düşmeyeceğiz. Belki de, bir Türk'ü kumsalda bile başka uluslardan ayırt edici bir özellik kabul edilmeyecek kitapsız olması. 

Okumamaya bahaneler uydurmaya da çalışmasak, örneğin "Ben zaten bu kitabın filmini, dizisini izlemiştim" demesek, o filmlerin, dizilerin yönetmenlerin, senaristlerin, oyuncuların yorumu olduğunu, bizim kendi kafamızda kurabileceğimiz film gösterimlerinin bambaşka olabileceğini idrak edebilsek ne güzel olacak! 

Ben kitabını okuduğum, hiçbir filmde ya da dizide kitabın keyfini bulamadım. Kızım Olmadan Asla, ilk hayal kırıklığımdı belki bu konuda. Kitabı bitirdiğim gece, filmi televizyonda yayınlanmıştı ve kitapta hiç öyle bir ifade yokken, Türkiye, Arapça tabelaların olduğu bir ülke olarak yer almaktaydı filmde. Sadece, filmi izleyip yorum yapmaya kalksam bambaşka cümleler kurabilecekken kitabı okumuş olmamla durum değişti. Yine, Açlık Oyunları gibi bir kitaptan doğan film de, kitabın devasa hayal gücünü ucundan azıcık zorlayabiliyordu, aynı Harry Potter serileri gibi. Sayfaların sınırsızlığı, filmin dakikalarına sığmaya çalışınca hep bir sığlık, güdük kalma durumu oluyor kısaca.

Televizyonlarda da,  kitap uyarlamalarından oluşan bir sürü dizi çoğaldı son bir kaç senedir. Bu da, kolaycılığımıza yağ sürdü. Zaten diziyi izliyorsa, kitabına bulaşmaktan imtina etti bu dizilerin izleyicileri. Bir arkadaşımın başına gelen " Hocam, Yaprak Dökümü'nün kitabı çıkmış, duydunuz mu?" durumu da, okur- yazar olamama halimize imzasını atmış oldu.


KİTAPLAR, FİLMLER, DİZİLER


Yaygın okuma alışkanlığı olan bir millet olmadığımız aşikar. Yayınlanan istatistiklere  göre, durumumuz dünya standartlarına göre pek de parlak değil. Okur-yazar oranımız artsa da, zorunu eğitim adı altında bir sürü insana zorla diploma verilse de (İstemese de, çalışmasa da bir sürü insan Öğretmenler Kurulu kararları, çıkan aflar, telafi sınavları gibi unsurlar sayesinde diplomasını elinde buluyor!); iş kitap okumaya gelince durum vahim.


"Boş zamanlarında ne yaparsın?" sorusuna verdiğimiz cevaplar arasında kitap okumanın olması, bu işin boş değil dolu zaman işi olduğunu idrak edememiş olmamız belki de sebeplerden biri. Günlük rutin işlerimizden biri olarak saysak okumayı belki de listelerde bu kadar geriye düşmeyeceğiz. Belki de, bir Türk'ü kumsalda bile başka uluslardan ayırt edici bir özellik kabul edilmeyecek kitapsız olması. 

Okumamaya bahaneler uydurmaya da çalışmasak, örneğin "Ben zaten bu kitabın filmini, dizisini izlemiştim" demesek, o filmlerin, dizilerin yönetmenlerin, senaristlerin, oyuncuların yorumu olduğunu, bizim kendi kafamızda kurabileceğimiz film gösterimlerinin bambaşka olabileceğini idrak edebilsek ne güzel olacak! 

Ben kitabını okuduğum, hiçbir filmde ya da dizide kitabın keyfini bulamadım. Kızım Olmadan Asla, ilk hayal kırıklığımdı belki bu konuda. Kitabı bitirdiğim gece, filmi televizyonda yayınlanmıştı ve kitapta hiç öyle bir ifade yokken, Türkiye, Arapça tabelaların olduğu bir ülke olarak yer almaktaydı filmde. Sadece, filmi izleyip yorum yapmaya kalksam bambaşka cümleler kurabilecekken kitabı okumuş olmamla durum değişti. Yine, Açlık Oyunları gibi bir kitaptan doğan film de, kitabın devasa hayal gücünü ucundan azıcık zorlayabiliyordu, aynı Harry Potter serileri gibi. Sayfaların sınırsızlığı, filmin dakikalarına sığmaya çalışınca hep bir sığlık, güdük kalma durumu oluyor kısaca.

Televizyonlarda da,  kitap uyarlamalarından oluşan bir sürü dizi çoğaldı son bir kaç senedir. Bu da, kolaycılığımıza yağ sürdü. Zaten diziyi izliyorsa, kitabına bulaşmaktan imtina etti bu dizilerin izleyicileri. Bir arkadaşımın başına gelen " Hocam, Yaprak Dökümü'nün kitabı çıkmış, duydunuz mu?" durumu da, okur- yazar olamama halimize imzasını atmış oldu.


5 Şubat 2014 Çarşamba

BİLİME HİZMET, BİR ZAHMET!


Uzun bir zamandır harıl harıl madde yazmakla uğraştığım ölçek, son halini alıp Google Drive'da afili bir formata da yerleştirilip bilimin hizmetine sunulmaya hazır halde son 2 haftadır. Bir sürü e-posta adresine özenle, sabırla, sistem arızalarına dirençle, kafayı yiyen bilgisayarıma tahammülle (Murphy!) gönderdiğim yüzlerce mesajdan cevap gelmesini bekler vaziyetteyim o gün bugündür. 

Birilerine bağlı olmayı severim de, olay bağımlılık olunca tahammül sınırlarım zorlanıveriyor. Arkadaşlarım, hocalar falan da nazlarının geçtiklerine gönderiyor ölçeği ama olay bilime hizmet olunca, yetişkin bireylerde "Bu çok uzun", "20 dakikadan fazla sürer." gibi yakınmalar duyuyoruz. Bir de, bir ölçeği doldurmayı üşenen insanların karşılarında onlara danışmaya gelmiş danışanlarına empati, koşulsuz kabul, saygı ile yaklaşması gereken psikolojik danışmanlar olması da ironik, trajikomik, sinir bozucu, tahammül fersah...


Sözün özü, her gün heyecanla bilgisayar karşısına geçip kaç kişinin ölçeği doldurduğuna bakmakta, asker yolu bekleyenler misali sabır timsali bir kişi olmaya cebelleşmekte, bu ülkede bilimsel yayınların sayısının niye az olduğunu bir kez daha anlamakta, psikolojik danışmanların araştırmalara yanıt vermekte cimri olduğunu söyleyen hocalarımın kulaklarını çınlatmakta, şu ölçeği analize sokma sürecini iple çekmekteyim sevgili günlük ve sayın okuyucular...

BİLİME HİZMET, BİR ZAHMET!


Uzun bir zamandır harıl harıl madde yazmakla uğraştığım ölçek, son halini alıp Google Drive'da afili bir formata da yerleştirilip bilimin hizmetine sunulmaya hazır halde son 2 haftadır. Bir sürü e-posta adresine özenle, sabırla, sistem arızalarına dirençle, kafayı yiyen bilgisayarıma tahammülle (Murphy!) gönderdiğim yüzlerce mesajdan cevap gelmesini bekler vaziyetteyim o gün bugündür. 

Birilerine bağlı olmayı severim de, olay bağımlılık olunca tahammül sınırlarım zorlanıveriyor. Arkadaşlarım, hocalar falan da nazlarının geçtiklerine gönderiyor ölçeği ama olay bilime hizmet olunca, yetişkin bireylerde "Bu çok uzun", "20 dakikadan fazla sürer." gibi yakınmalar duyuyoruz. Bir de, bir ölçeği doldurmayı üşenen insanların karşılarında onlara danışmaya gelmiş danışanlarına empati, koşulsuz kabul, saygı ile yaklaşması gereken psikolojik danışmanlar olması da ironik, trajikomik, sinir bozucu, tahammül fersah...


Sözün özü, her gün heyecanla bilgisayar karşısına geçip kaç kişinin ölçeği doldurduğuna bakmakta, asker yolu bekleyenler misali sabır timsali bir kişi olmaya cebelleşmekte, bu ülkede bilimsel yayınların sayısının niye az olduğunu bir kez daha anlamakta, psikolojik danışmanların araştırmalara yanıt vermekte cimri olduğunu söyleyen hocalarımın kulaklarını çınlatmakta, şu ölçeği analize sokma sürecini iple çekmekteyim sevgili günlük ve sayın okuyucular...

2 Şubat 2014 Pazar

TATİL DEYİNCE

Tatil denince aklına deniz, kum, güneş üçlüsü gelenlerden değilim. Denize sahip şanslı şehirlerden birinde doğup büyümüş biri olarak denizin varlığına, kokusuna özlem duyarım, ulaşım yolu olarak çok severim ama saatlerce tuza, kuma bulanıp vakit geçirme mantığını bunca yıllık ömrümde benimseyemedim (Çok da sayılmaz ama:)


Şu aralar okullar kapandı ya, bir mola verme şansı oldu. Gelip geçen Milli Eğitim Bakanları, eğitimle ilgisi olan olmayan herkesin iddia ettiği gibi öyle 3-5 ay tatil yapmıyor öğretmenler. Bütün dönem, insana maruz kalmanın  daha doğrusu kafa yorgunluğu için tatilin süresi değil niteliği önemli zaten. Makine ile uğraşmak daha az yorucudur tahminim. Bir de, eş zamanlı öğrenci olunca tatil daha da anlamlı geliyor bünyeme. 

Kıssadan hisse, haftasonu sınav görevleri nedeniyle zaten kısalmış olan tatilin bitmesine az kaldı. Tezle ilgili okuyup yazmam gerekenleri dert etmesem, geç yatıp geç kalkmak, ailemle zaman geçirmek, istemezsem evden çıkmamak, istiflediğim kitaplarıma dalmak, yeni keşfettiğim Kelimelik oyununu oynamak dünyalara bedel:)))


FOTOĞRAFLAR, Zonguldak'tan.

TATİL DEYİNCE

Tatil denince aklına deniz, kum, güneş üçlüsü gelenlerden değilim. Denize sahip şanslı şehirlerden birinde doğup büyümüş biri olarak denizin varlığına, kokusuna özlem duyarım, ulaşım yolu olarak çok severim ama saatlerce tuza, kuma bulanıp vakit geçirme mantığını bunca yıllık ömrümde benimseyemedim (Çok da sayılmaz ama:)


Şu aralar okullar kapandı ya, bir mola verme şansı oldu. Gelip geçen Milli Eğitim Bakanları, eğitimle ilgisi olan olmayan herkesin iddia ettiği gibi öyle 3-5 ay tatil yapmıyor öğretmenler. Bütün dönem, insana maruz kalmanın  daha doğrusu kafa yorgunluğu için tatilin süresi değil niteliği önemli zaten. Makine ile uğraşmak daha az yorucudur tahminim. Bir de, eş zamanlı öğrenci olunca tatil daha da anlamlı geliyor bünyeme. 

Kıssadan hisse, haftasonu sınav görevleri nedeniyle zaten kısalmış olan tatilin bitmesine az kaldı. Tezle ilgili okuyup yazmam gerekenleri dert etmesem, geç yatıp geç kalkmak, ailemle zaman geçirmek, istemezsem evden çıkmamak, istiflediğim kitaplarıma dalmak, yeni keşfettiğim Kelimelik oyununu oynamak dünyalara bedel:)))


FOTOĞRAFLAR, Zonguldak'tan.